29 Mart 2022 Salı

Denetim Sisteminin Kalite Üretmesi Mümkün Mü?

Teftiş sistemine ilişkin getirilen düzenlemeyi Bakan Mahmut ÖZER duyurdu. Düzenlemenin yapılış süreci eğitimle ilgili diğer düzenlemelerin de bir örneğini oluşturuyor. Eğitim sistemindeki hemen her tür düzenleme benzer şekilde hayata geçiyor. Yönetimde söz ve yetki sahibi olan birileri yaşanan sorunlara göre bir düzenleme, değişiklik yapılmasına karar verince ilgili kişilere buna göre emir veriyor. Emri alanlar rutin prosedürü yerine getirip düzenlemeyi bürokratik süreçlerden geçirip hazırlıyor. Onaylanan düzenleme hayata geçiyor. Şekil olarak bakılınca kurallara uygun işlem basamakları kullanıldığı, görüş ve öreniler alındığı, bilgilendirmelerin yapıldığı gibi bir görüntü var. Buna karşın düzenlemeyle ilgili işleyiş sürecinde yer alanlardan veya diğer ilgili kişilerden oluşan bir ortam veya düzlemde konu gerektiği gibi tartışılıp gerekçelendirme gibi bir durum söz konusu değil. Yetkili birimin başındakinin gerekçesi doğru-yanlış, eksik-fazla ele alınmaksızın kabul ediliyor. Bir yönüyle emir-komuta anlayışı ile bir yönetim kültürü işliyor. Kim güçlüyse onun söylediği geçerlilik kazanıyor.

Bakan Mahmut ÖZER’in teftiş sistemi ile ilgili söylediklerinin ve söylemlere konu olan düzenlemenin analizi sonucunda aslında gerçeklikle söylemin birbirini tutmadığını, sorunlu alanların oldukça fazla olduğunu görmek için fazla bir çabaya gerek yok. Sistemin işleyişine genel hatlarıyla bakmak yeterli.

Teftiş sistemi diye bir sistemden eğitim sisteminde söz etmek zor. Yönetimin bir alt sistemi olan teftiş/denetim uzun zamandır işlevsiz hale getirilmişti. Geçmişte de etkin bir teftiş/denetim sistemi zaten yoktu. AK PARTİ/AKP iktidarı döneminde tamamen işlevsizleştirilmişti. Denetim/teftiş sistemindeki erozyon Hüseyin ÇELİK’in bakanlık yaptığı dönemde gittikçe arttı. Hüseyin ÇELİK’e yakın olan çevreler müfettişlerle yaşadığı sorunları bire bin katarak aktarınca denetim/teftiş sisteminde yaşanan sorunların çözümüne yönelik çalışmalar yapmak yerine bu sistemi işlevsizleştirmeyi tercih eden siyasi iktidar bunun yerine kendi siyasal yandaşlarını sisteme gayri meşru/gayri resmi şekilde entegre etmeyi tercih etti. Müsteşar Yusuf TEKİN ve Teftiş Kurulu Başkanı Atıf ALA döneminde tamamen kişiye bağlı bir sisteme dönüşen denetim/teftiş sistemi adeta dibe vurdu. Mahmut ÖZER âlâyı vâlâ ile geliyor dediği denetim/teftiş sistemi aslında bitkisel hayatta idi. Şimdi bakan Mahmut ÖZER’in söylemleri ile bu sistemin dinç bir şekilde hayata geçeceğini beklemek için eğitim sistemine oldukça Fransız kalmak gerekir.

Bakan Mahmut ÖZER geleneksel işlevler yanında denetim/rehberlik vb. yeni işlevleriyle kaliteyi sağlayacak bir denetim/teftiş sistemini sağlayacak bir mevzuat düzenlemesi yapıldığını, bununla eğitimde kalitenin geliştirileceğini, bunu sağlamak için 750 yeni müfettiş alınacağını söylemiş.

Bu söylemlere ne söylense az. Yapılan düzenleme sorunlu. Geleneksel ve yeni diye nitelenen işlevlere ilişkin elle tutulur yeni bir çerçeve yok. Güçlü bir yapı yok. Niteliğe yönelik bir çerçeve yok. Alınacağı söylenen kişilerin nitelikleri belirsiz. Tersine eğitimle ilgisiz ve hangi nitelikleri olacağı belirsiz hukuk/iktisat/işletme vb. alan dışı kişilerle herhangi bir ön yeterlilik eğitimi aranmaksızın seçilme süreci dahi tartışmalı kişilerle işletilecek denetim/teftiş sistemiyle hangi kalitenin nasıl geliştirileceğini anlamak mümkün değil.

2009 yılından beri müfettiş alımı yapılmamış bakanlıkta 750 kişiyle nasıl bir sistem kurulup işletileceğini de anlamak mümkün değil. Eğitimle ilgili mevut iş yüküne ilişkin bakanın bir fikrinin olmadığı açık. Halen sistemde gökkuşağının renkleri gibi pek çok kaynaktan gelen müfettişlerin sayısı oldukça yetersiz. İl milli eğitim müdürlüğü yapmış kişilerin de son dönemde müfettiş olarak görevlendirildiği biliniyor. Bir dönem şube müdürlerinden de müfettiş alımı yapıldı. Pek çok ilde kurulacağı söylenen kurulu oluşturacak sayıda müfettiş yokken kalitenin gelişimine büyük katkısı olacağı söylenen mevzuatın belirlediği iş alanlarını/iş yükünü kim kaldıracak belirsiz.

Mevzuatın getirdiği iş yükü/denetim süreci için yapılacak bir analiz ne kadarlık bir personel ihtiyacı olduğunu ortaya koyabilir. Ancak eğitim sistemimizde bu tür bir gelenek/kültür yok. Yine de kabaca en azından 3-4 bin kişilik bir sayıya ihtiyaç olduğu açık. Mevcut müfettiş sayısının 1000-1500 olduğu tahmin edilebilir. Bu konuda da tahminde bulunmaktan başka bir çaremiz yok. Zira bu konularda bakanlığın açık bir veri paylaşım sistemi de bulunmuyor. Bu durumda ihtiyaç duyulan sayının 3-4 yıldan önce tamamlanabilmesi mümkün değil. Yine bakanlığın hazırladığı mevzuata göre göreve il başlayan müfettişler üç yıllık yardımcılık sürecinden geçmeleri gerekiyor. Yardımcı kadrosu ise 750 ile sınırlı. Dolayısıyla 750 kişilik yardımcılık kadrosunun artırılmaması halinde üç yıl boyunca yeni bir müfettiş alımı da söz konusu olamayacağına göre personel eksiğinin 3-4 yılda tamamlanabilmesi de aslında mümkün görünmüyor.

Bakanlığın geçmişten bu güne denetim/teftişe gösterdiği ikincil/dışlayıcı muamele mevcut müfettişlerdeki çalışma şevkini de kırmış, sisteme yabancılaştırmış durumdadır.

Denetim/teftiş sistemine yönelik yok saymacı yaklaşım sonucu ortaya çıkan boşluğun farkına yaşanan olaylar nedeniyle varan bakanlık 2016 yılında yeni bir yapılanmaya geçmek zorunda kalmıştır. Ancak oluşturulan yeni yapı keyfi, hukuksuz, ayrımcı bir anlayışla ve tamamen şahsi ihtiraslara açık bir hale dönüşmüştür. Oluşturulan yeni yapı bilimsellikten uzak, teftiş kurulu başkanını merkeze alan bir halde devam etmektedir. Denetim/teftiş sistemini bilimsel bir bakış açısıyla yapılandırmak yerine mevcut müfettişleri bölen, taraftarlık ve kayırmacılık anlayışıyla gruplayarak başkana bende olanlar/olmayanlar, siyasal desteği olanlar/olmayanlar ayrımı ile tamamen kişisel ihtirasın hakim olduğu bir yapıya dönüştürmek elbette ki fayda, verimlilik ve etkililik üretemez.

Oluşturulan yeni denetim/teftiş sistemi halen ayrımcılıktan uzaklaşabilmiş değildir. İllerde oluşturulacağı söylenen kurullarda yetişme yöntem, süreç ve kaynakları bakımından özlük hakları bakımından, eğitim geçmişleri bakımından önemli ayrılıklar vardır. Aynı işi yapan iki müfettiş arasında maaş ödemesi bile ayrı ayrıdır.

Bu sistemin kalite üretmesini, kaliteye katkı yapmasını beklemek için sistemden habersiz olmak gerekir.

 

 

Muhalifbakış                                                                                                                                                                                     izmirmuhammedali@gmail.com

 

20 Mart 2022 Pazar

Denetim Sisteminde Yeniden Eskiye Dönüş

Milli eğitim bakanlığında eğitim müfettişliği ile ilgili yeni bir yönetmelik düzenlemesi yapıldı. Müfettişlik sistemi yönetimin denetim fonksiyonunu yerine getirmekle görevli bir organ olarak yönetim kültürümüz içinde yer alıyor. Yönetim sistemimiz içinde tarihi süreç içinde genel anlamda denetim işlevi müfettişler aracılığı ile yerine getirilmeye çalışılmış. Yönetim kavramının bilimsel bir çerçevede ele alındığı batı toplumlarındaki gelişim süreci bizim ülkemizde gerektiği gibi işletilememiştir. Yüzyıllardır devam eden batılılaşma serüveni içinde önceleri askeri alanda ortaya çıkan dünyaya uyum çabası zamanla toplumun tüm kesimlerine yayılmış. Buna rağmen istenen sonuca halen ulaşılabilmiş değil. Bunun sebeplerine dair herkes kendince yorumlar, değerlendirmeler, çıkarımlar yapıyor.

Yönetim kavramını rasyonel bir bakış açısıyla ele alan batılı anlayış, işleyiş sürecinde ortaya çıkan ihtiyaçlara göre sürekli deneme yanılmalarla ancak her adımda sistemi daha güçlü bir hale getirerek yönetim faaliyetlerini sistematik bir yapıya kavuşturmuştur. Denetim kavramı da bu sistemin en önemli parçalarından birisi olarak ortaya çıkmıştır. Yönetim ve denetim kavramlarının geçirdiği bu gelişim süreci ülkemizde yaşanan yenileşme hareketlerinde görülen gelişigüzellikle aynı şekilde taklit edilmeye çalışılmıştır.

Eğitim sistemi de diğer tüm toplumsal hizmet alanlarındaki gibi batıya benzeme anlayışıyla yapılandırılmaya çalışılmıştır.

Son otuz yıl içinde eğitim sistemindeki denetime yönelik düzenleme çalışmalarına bakıldığında derli toplu bir bakış açısından söz edebilmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Denetim konusunda mevzuat düzenlemeleri, bürokratik yapıda ve işlevi yürüten görevlilerin isim değişikliğinden öte gitmemiştir. Düzenleme ve değişiklik çalışmalarında bir plan, program ve sistematik bakış açısından söz edebilmek mümkün değildir. Düzenleme ve değişiklik çalışmalarında yetki sahibi kişilerin bireysel bakış açılarından öte adım atılamamıştır.

Denetime daha çok günlük yönetim sorunlarında karşılaşılan sorunlara çözüm üretecek düzeyde müdahaleden daha fazla bir işlev/görev ve yetki verilmesinden kaçınılmıştır. Denetim, yönetim sistemini güçlendirecek bir işlevden ziyade yönetim makamında bulunan anlayışın isteğine göre hareket eden bir organ olmaktan başka amaçla kullanmak düşünülmemiştir. Denetime genel yönetim sisteminin etkisini arttıran rasyonel bir işlev olarak değil, ihtiyaca göre sınırları çizilmiş bir çerçevede kullanılacak bir araç olarak bakılmıştır. Sistemde toplumun ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yönetim anlayışından çok topluma yön veren yönetici merkezli bir yönetim anlayışının hakim olması toplumdan çok kişileri önceleyen bir anlayış ve kültürün gelişmesine, işleyişin de bu çerçevede düzenlenmesine yol açmıştır. Toplumu oluşturan her birey de bu anlayış, kültür ve işleyişe göre bir anlayışla hayata bakar olmuştur. Bu andan itibaren yönetim, toplum ve birey birbirine bu paradigma ile bakmaya başlamıştır.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut ÖZER yeni düzenleme ile ilgili olarak, “Bakanlık olarak teftiş sisteminde yeni bir sistem kurduk. Yeni sistemde sadece geleneksel inceleme ve soruşturma fonksiyonu olmayacak, ayrıca okullara yönelik denetim ve rehberlik desteği sağlama ve illere yönelik izleme, değerlendirme ve rehberlik desteği sağlama fonksiyonları da olacak. Böylece, eğitimin kalitesinin sürekli iyileştirilmesine imkân veren bir kalite güvence sistemi kurmuş olduk. Artık her okul eğitim kalitesini artırmaya odaklanacak. Bakanlık olarak okullarımıza ve illere eğitim göstergelerinde hedeflerine ulaşmaları için gerekli kaynakları sağlayacağız. Ayrıca rehberlik desteği de sağlayacağız. Eğitim tarihimizde kalite adına çok önemli bir adım bu... Artık, okuldan ilçeye ve ile, ilden Bakanlık'a kadar eğitim sisteminin tüm bileşenlerinin kalitesini sürekli izleyen, değerlendiren ve rehberlik hizmeti sağlayan organik bir sistem oluşturuldu. Bu sistemin oluşturulması için gerekli mevzuat altyapısını da tamamladık. 78 ve 87 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri yayımlandıktan sonra hazırladığımız Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Müfettişleri Yönetmeliği de 1 Mart 2022 tarihli ve 31765 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı. Tüm illerimizde eğitim müfettişleri başkanlıkları kuruyoruz. İllerimizde eğitim müfettiş ihtiyacını karşılamak için 750 eğitim müfettiş yardımcısı alım sürecini başlattık." açıklamasını yapmış.

1992 yılından bu yana denetim işlevini yürüten müfettişlere yönelik defalarca mevzuat düzenlemesi yapan bakanlık en son adımıyla değişiklik sayısına yeni bir ilave yapmış oldu. Yeni düzenleme ile ilgili açıklamalara bakınca çarpık bir bakış açısının devam ettiği görülüyor.

Teftiş sisteminin kuruluşuyla inceleme, soruşturma fonksiyonu dışında yeni işlevlerin ortaya çıkacağı, denetim ve rehberlik sağlama, izleme-değerlendirme desteği sağlanarak kalitenin geliştirilmesinin hedeflendiği, oluşturulan mevzuat alt yapısı aracılığıyla ortaya çıkacak denetim sisteminin bu hedefe ulaşmada önemli görevler icra edileceğinin beyan edildiği bu açıklamadan anlaşılıyor. Buna karşın bazı değerlendirmelerde denetim ile soruşturmanın ayrılması gereği üzerinde duran görüşlerin ileri sürüldüğü görülüyor.

Kalitenin geliştirilmesinde denetim sisteminin kurulması gereği önemli bir adım olabilir. Ama 2016 yılından bu güne denetim işlevi eğitim sisteminin içinde adeta yok sayılan bir işlev haline getirilmişti. Eğitim sistemindeki denetim tamamen Eğitim Bir Sen sendikasına bırakılmıştı. Bu sendika da kendi taraftarlarını sisteme yerleştirip kendince denetimi yapıyordu. Aslında sendikanın yaptığı bu denetimi resmi anlamda bir denetim olarak saymak doğru olmaz. Sendika tarafından yürütülen bu denetim faaliyeti gayri resmi bir faaliyet idi.

2016 öncesinde de aslında sistemde etkin bir denetimden söz etmek zordu. Geçmişte gerektiği gibi etkin bir araç olmaktan çok uzak olan denetim işlevinin tamamen ortadan kaldırılmış olması eğitim sistemi açısından çok da büyük bir kayıp olmamakla birlikte yeni düzenleme sonrası geçmişten ders alınacağına dair bir beklenti de yok.

Denetim yönetimin bir alt dalıdır. Denetim işlevinin etkililiği yönetim sisteminin etkililiği ile doğrudan doğruya bağlantılıdır. Kalite ise tüm sistemle birlikte sistemin bağlı ve ilişkili olduğu ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanları da ilgilendirmektedir. Bu nedenle sistemin parçalarından birinde yapılacak bir düzenleme ile tüm sistemin değiştirileceğine inanmak sistemi tanımamak anlamına gelmektedir. Genel yönetimde var olan sorunlar giderilmeden denetim sistemindeki değişikliklerle iyileştirmenin, kalitenin sağlanabilmesi mümkün değildir. Genel yönetim amaçları önceleyen bir hukuk düzeni kurmamaktadır. Hukuk düzeni sürekli değişmektedir. Değişiklikler ihtiyaçtan kaynaklanmak yerine kişilerin istek ve taleplerinden kaynaklanmaktadır. Sürekli değişiklik sistemde istikrarsızlık yaratmaktadır. Yönetim denetimi sınırlı bir alan için kullanmaya çalışmaktadır. Çoğu alan denetimden uzak tutulmaktadır. Denetim sonuçları gerektiği gibi ele alınmamaktadır. Sorunların çözümüne yönelik bir denetim yerine yaptırım uygulamaya yönelik ancak yönetimin belirlediği kişilere olacak şekilde bir yaptırım içeren denetim yapılmaktadır. Böyle olunca sistemde haksız bir denetim algısı oluşmaktadır.

Bakan Mahmut Özer’in sözlerine bakıldığında aslında en üstten itibaren başlayan bir çarpık bakışın, algının var olduğu görülüyor. Bakan Mahmut ÖZER’in ifadelerinden teftiş sistemini doğru bir şeklide algılamadığı/algılayamadığı izlenimi oluşuyor. Teftiş sisteminin geleneksel fonksiyonunun inceleme ve soruşturma olduğu algısı genel anlamda yönetim kavramında doğru olmayan bir değerlendirme. Yönetimin alt işlevi olan denetim/teftiş hakkında doğru bir algı ve bakış açısı olmayınca ilk düğme yanlış iliklenmiş oluyor. Artık yukarı doğru işlerin düzgün gidebilmesi de mümkün değil.

Genel yönetim anlayışı doğru bir temel üzerine oturtulamadığı sürece yönetimin alt işlevlerindeki sorunların da düzelebilmesi mümkün görünmüyor. Genel yönetim anlayışındaki sorunlu alanlar denilince köklerini tarihte, kültürümüzde, siyasal ve sosyal yapımızda aramak gerekiyor. Dolayısıyla yenileşme tarihimizle yönetim sorunlarımız da at başı gidiyor dersek yanlış bir değerlendirme yapmış olmayız. Çağdaş yönetim anlayışına sahip bir devlet sistemi kurulamadığı sürece de bu sorunlar yaşanmaya, büyüyerek yaşanmaya devam eder. Çağdaş yönetim anlayışının gereği olan yönetimde açıklık, istikrar, katılım, rasyonellik, hukukilik, hak temelli yönetim, adaletli yönetim, sürekli iyileştirme faaliyetleri ve bunların gereği bir yapının kurulması öyle tek kalemde gerçekleştirilebilecek hususlar değil elbette. Tüm bu çalışmalar için yetişmiş insan gücü, güçlü bir siyasi irade, etkin bir devlet yapısı, pek çok farklı alanı içeren koordineli ve uzun süreli bir ekip çalışması ve maddi-manevi kaynak gerekiyor. Bunların bir araya getirilebilmesi kolay görünmüyor. Üstelik de tüm bu gerekliliklere muhalif geleneksel bir toplum ve devlet yapısını da gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Çağdaş devlet yönetim anlayışında olması gereken katılım kavramı bu çerçevede işbirliğini, yönetişimi, koordinasyonu da gerektiriyor. Yönetim, denetim ve diğer tüm alt işlevler arasındaki bütünlüğü sağlayan çimento ise yapının, organizasyonun, kurumsal sistemin kuruluş amaçları. Kuruluş amaçları ise hukuki metinlere dayalı olarak ortaya konması gerekiyor. Her toplumsal hizmet alanını tanımlayan eğitim, sağlık, güvenlik ve diğer alanların özelliği amaçların da çerçevesini çizmesi gerekiyor. Gerçek hayatın ortaya çıkardığı bu hizmet alanları amaçların çerçevesini belirlerken hukuki çerçeve de işleyiş düzeninin çerçevesini çizmesi gerekiyor.

Eğitim alanı özelinde değerlendirmeler yapıldığı için eğitim hizmetini üretme görevini üzerine alan Milli Eğitim Bakanlığı ve onun teşkilat yapısında yönetim, denetim ve diğer tüm alt işlevlerin doğru bir şekilde yapılandırılması, işletilmesi bu hizmetin kalitesine büyük oranda etki yapacaktır. Bu ise yönetmelik düzeyinde yapılan bir mevzuat düzenlemesi ile olmayacak bir iş. Hele hele geleneksel müfettişlik sistemini yeniden kurup hayata geçirerek bu sorunun çözüleceğini beklemek daha da zor. Yapılan düzenleme geçmişte yapılan bir hatadan dönüşe dair bir adımdan öte anlam taşımıyor. Bakanın söylediği hedeflere ulaşabilmek için eğitim sisteminde çok daha köklü düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Özellikle de 2018 sonrası ortaya çıkan yeni yönetim yapısı sonrası çok daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç var.

Denetime doğru bir işlev ve yapı kavuşturmak bir başlangıç olabilir. Denetim sisteminin bakanlık ve taşra şeklinde ikili bir yapıda olacağı aşikar gibi görünüyor. Bu durumda hiç olmazsa bakanlık düzeyindeki denetim birimlerinin görev alanını sadece il/ilçe milli eğitim müdürlükleri olarak belirlemek çok daha yararlı bir işleyiş olabilir. Zira il/ilçe milli eğitim müdürlüklerinin ildeki denetim birimleri aracılığıyla denetlenebilmesi mümkün görünmediği gibi il/ilçedeki kurum ve kuruluşların bakanlıkta görev yapan denetim elemanları tarafından denetlenmesi de aynı şekilde işlevsel görünmüyor. Yapının kurulması sonrası denetim işlevini yürütecek kişilerin yetiştirilmesi ikinci önemli adım olması gerekiyor. Geçmişte uygulandığı gibi öğretmenler arasından yapılacak bir sınavla seçilecek kişilere verilecek bir-iki aylık eğitimle bu yetiştirmenin olması mümkün değil. Hele hukuk, iktisat, işletme gibi farklı alanlardan alınacak kişilerin de bu sürece dahil edilmesi sorunu büyütmekten fazla bir sonuç vermeyecektir. Yönetici seçme ve yetiştirme sorunlarımızın benzeri denetim sisteminin ihtiyaç duyduğu personel için de aynı şekilde varlığını sürdürmektedir. Yönetici ve denetim elemanı yetiştirmeyi özel bir alan olarak ele almak sistemde kalite için olmazsa olmaz bir bakış açısı olmalıdır. Bu çerçevede yine geçmişte yıllar yılı kağıt üzerinde kalan eğitim akademisinin açılmasını bugün daha ciddi olarak ele almak gerekiyor. Eğitim akademisinin kuruluşu kağıt üzerinde kalmamalı. Hayata geçirilmeli. Eğitim sisteminin ihtiyaç duyduğu her tür yönetim ve denetim elemanı buradan alacakları eğitim sonrası seçilmeli. Buna göre bir kariyer sistemi kurulmalıdır.

 

 

Muhalifbakış                                                                                                                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

10 Mart 2022 Perşembe

Emine Şenlikoğlu’nun Sözlerinin Düşündürttükleri

Emine Şenlikoğlu ülkemizde simgesel şahsiyetlerden birisi. Geçmişte yıllar yılı dindarlık konusunda yapılan tartışmalarda hemen her zaman gündeme gelen birisi. Kendisini yakından tanıma imkanım yok. Bu nedenle şahsiyeti, kişiliği, öz geçmişi konusunda bir şey söylemem mümkün değil. Kendisi dindar bir hayat yaşama yolunda mücadele etmiş bir kişi. Kişisel zenginliği, serveti, siyasal veya ekonomik destekleri ne durumda bilmek mümkün değil ancak göründüğü kadarıyla kendi yağıyla kavrulmaya çalışan, ortalama dindar bir kişi gibi görünüyor. Lüks, şatafat, aşırılık, sonradan görmelik denebilecek bir tarafı görünmüyor. Geçmişten bu güne dindarlığı anlatma konusunda çaba gösteren bir hayatı var gibi görünüyor. Çıkardığı dergiler, kitaplar, yazıları bu konuda önemli deliller sunuyor. Yazarlığı ve söylemleri itibariyle bakılınca mücadeleyi seven bir tarafı var denebilir. Bu söylemler onu toplumda simgesel bir konuma getirmiş görünüyor. Sosyal medyaya bakınca önemli bir takipçisinin olduğu görülüyor. Bu durum söylediklerinin önemini bir kat daha artırıyor denebilir. Bu nedenle kendisinin dile getirdiği fikirler, gösterdiği davranışlar, tutumlar önemli bir kitle tarafından takip edilip beğeniliyor. Takip ve beğenilme ise taklidi getiriyor. Dolayısıyla söyledikleri toplumun içinde kolaylıkla yayılıyor.

Bu girizgahtan sonra kendisinin son dönemlerde dile getirdiği bir söylem üzerinde durmak istiyorum. Şenlikoğlu, "Milli Eğitim'de Amerika'nın pençeleri var. İstenilen dersler istenildiği gibi verilemiyor. 2023'te tamamlanıyor Atatürk'le İnönü'nün milli eğitimimizi Amerika'ya teslim ettiği anlaşma. 2023'te iktidara deist, ateist diye yoğun bir çalışma var. Bazıları uykuda, ama fırtına gibiler de var" diye konuşmuş. Daha sonra bu söylediklerini desteklemek amacıyla verdiği örnek olarak Fulbright bursundan söz ettiği görülüyor. Emine Şenlikoğlu’nun bu söylediklerinin gerçekliği konusunda önemli şüpheler olduğu açık. Örnek olarak verilen Fulbright bursu ikinci dünya savaşı sonrası dönemde ortaya çıkmış bir uygulama. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurması sonrası ülkeyi çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırma projesi olarak batılılaşmayı bir devlet politikası haline getirdiği açık. Yine Almanya ve Amerika’dan eğitim sisteminin dizaynı konusunda uzmanlar getirtip raporlar hazırladığı da biliniyor. Ancak hiç kimse Emine Şenlikoğlu’nun ileri sürdüğü iddiaları destekleyecek bir karardan, anlaşmadan söz etmiyor. Üstelik son yirmi yıldır iktidarda olan ve Emine Şenlikoğlu’nun gözü kapalı savunuculuğunu yaptığı mevcut AK PARTİ/AKP iktidarı yetkililerinin de bugüne kadar böyle bir engelleyici anlaşmadan söz ettiğini duymadık. Tersine iktidarın zaman zaman ABD ve batı karşıtı uygulama ve kararları nedeniyle bu güç odaklarıyla çatıştığı da görülüyor. Eğitim sisteminde geçmişte yapılmış bir anlaşmadan kaynaklanan engellemelerden dolayı bir çözümsüzlükten söz etmek yerine yönetim makamındaki iktidarın eğitim politikaları konusundaki beceriksizliğinden söz etmek çok daha doğru olacaktır. İktidarın en büyük markası olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bizzat eğitimde ve kültürde başarılı olamadık itirafında bulunduğunu herkes hatırlayacaktır. Eğitim sisteminin etkin işleyişi konusunda bir model üretemeyen iktidar geldiği günden bu yana sürekli yaz boz haline gelen uygulamalarla istikrarsız, amaçsız, verimsiz bir eğitim sistemini üretmiş durumda. Bunun sorumlusu dışarısı değil, içteki yetkili birimler, kurumlar ve kişilerdir. Şimdi kalkıp dışarıyı asılsız suçlamalarda bulunmak kendi beceriksizliğinin kapatılmaya çalışılmasından başka bir şey değil.

Emine Şenlikoğlu’nun bu söyleminin benzeri Lozan anlaşmasının gizli maddeleri başta olmak üzere yakın tarihimizde fazlasıyla bulunuyor. Cumhuriyet yönetim anlayışının uygulamaya koyduğu batılılaşma projesi dindarlığı dışladığı için dindarlar savunma adına her türlü zan ve şüpheli konuyu sonuna kadar kaşımayı, şişirmeyi tercih ediyor.

Emine Şenlikoğlu isimli yazar ülkemizde dindar camia tarafından yakından takip edilen kişilerden birisi. Ne söylerse düşünmeden kabul edecek insan sayısı hiç de az değil.

Özgeçmişine bakınca aslında düzenli bir eğitim almamış olduğu görülüyor. İlkokul ve liseyi dışardan bitirmiş. Kendi kendini yetiştirmiş denen türde kişilerden. Bir yönüyle pek çok dini cemaate liderlik eden kişiler gibi sistemli örgün eğitimden geçmemiş. Muhtemelen Cumhuriyet dönemi devlet anlayışında var olan dindarlara olumsuz bakışa tepki olarak dindar çevrelerde oluşmuş olan seküler eğitim sisteminden kaçış örneklerinden birisinin ürünü.

Seküler eğitim sisteminden kaçmaya karşın yok sayılmaya çalışılan toplum kesimlerinin seslerini duyurma adına giriştikleri mücadelede içlerine kapanıp kalma yerine kendi anlayışlarına uygun olarak oluşturulmuş paralel dini eğitim sistemi içinde varlıklarını sürdürme yolunu seçmişlerin sayısı hiç de az değil. Toplumun yok sayılan hiçbir kesimi yok olmuyor. Hayat bir şekilde devam ediyor. Herkes kendine özgü değerler dünyasına uygun olarak oluşturduğu ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, eğitsel ve hatta hukuki yaşayış şeklini oluşturup yaşamaya devam ediyor. Bir süre sonra toplumun içinde farklı değerler dünyasına sahip toplum kesimlerinden oluşmuş bloklar, cemaatler, cemiyetler, kitleler kendi güçlerini oluşturuyorlar. Cumhuriyet yönetim anlayışı hayatın bu gerçekliğini doğru bir şekilde anlayıp kabul etmek yerine yok etmeye çalışmış ve sonuçta bugünkü parçalanmış toplum yapımız ortaya çıkmış görünüyor. Emine Şenlikoğlu bu yaşayış düzeninde varlığını ortaya koymuş birisi.

Farklı değerlere sahip toplum kesimleri kendi bilgi edinme sistemlerini de doğal olarak oluşturuyor. İşte Emine Şenlikoğlu kendi içinde bulunduğu toplum kesiminin oluşturduğu bilgi edinme sisteminin ürettiği bilgiyi kullanmış birisi. Dindar camia yıllarca yalan söyleyen tarih, resmi tarih gibi söylemlerle tarihi kulaktan dolma bir şekilde öğrenmeye, tanımaya alıştı. Cumhuriyet yönetim anlayışının geliştirdiği eğitim sisteminin ürettiği her tür bilgiye şüpheyle baktı. Aynı şekilde bu eğitim sisteminin içinden çıkmış otoritelerin söylemlerine de şüpheyle yaklaşıldı. Buna karşın kendi tarafından olanlarca söylenen hemen her söze de adeta dört elle sarıldı. Sorgulayıcı bakış açısı hemen hiç gelişmedi. Aslında Cumhuriyet yönetim anlayışı da bu yönüyle benzer bir anlayıştadır denebilir. Cumhuriyet sorgulayıcı bakış yerine itaat eden vatandaş üretmeye çalıştı. Soru sormak mevcut rejimi kabul etmemekle eşleştirildi. Soru sormak bu şekilde şüpheyle karşılaşınca doğal olarak gelişemedi. Dindar camia da bu yönüyle Cumhuriyet yönetim anlayışından farklı bir durumda değil. Aslında hangi kesim ele alınırsa alınsın bizim kültürümüzde geçmişten bu güne soru sorma, farklı düşünme, alternatif söylemler geliştirme istenen, hoş görülen, geliştirilmeye çalışılan bir davranış olarak görülmemiştir. Sorgulamadan itaat etme, lidere bağımlı olma, lideri takip etme davranışı aileden, okula, iş hayatına kadar hemen her alanda sürekli telkin, tavsiye ve destek görmüştür. Tarih boyunca bu kültürün içinde yoğrulan bireylerin oluşturduğu toplum ve onun geliştirdiği kültürün gereği olarak bu temel iç güdü bireysel ve toplumsal genlerimizin içine işlemiş bulunuyor.

Bu genel çerçeve içinde Emine Şenlikoğlu’nun söylemlerine bakınca fazla şaşırtıcı bir durumun olmadığı görülüyor. Toplumdaki her grup kendi içinden ürettiği lider kişiliklerin söylediklerine değer verirken diğerlerini yok sayıyor. Hiçbir grup diğerleri ne söylüyor diye bakma gereği duymuyor. Diğer gruptakileri karşı cephe olarak konumlandırınca oradan gelecek her tür bilgiyi, söylemi ve fikri kendini parçalayacak bir mayın olarak görüp dışlıyor.

Toplumu oluşturan bu gruplar arasındaki cepheleşme toplumda güven bunalımı oluşturuyor. Bu güven bunalımı karşılıklı mücadeleyi gerektiriyor. Bugünkü iktidar aslında bu mücadelenin, cepheleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmış durumda. Birlik ve beraberlik ruhu diye bir olgu uzun zamandır toplumumuzda var olmayan bir olgu. Bunun yerine kendi taraftarlarını çoğaltıp kaynaklara hakim olma mücadelesi yaşanıyor. En büyük kaynak dağıtma aracı devlet olunca herkes devleti ele geçirmeye çalışıyordu. Laik zihniyet dindarları devlet için tehlike olarak görüyor ve kendince geliştirdiği mücadele yollarını kullanarak bu kesimleri dönüştürmeye çalıştı. Buna karşı varlık mücadelesi yürüten dindar kesimler -ki bunların içinde Emine Şenlikoğlu da bulunuyor- zamanla gelişip güçlenerek devleti ele geçirmeyi başardı. Devleti ele geçirince kendisine uygulanan politikaların aynısını kendi menfaatleri için kullanmaya başladı. Yirmi yıllık AK PARTİ/AKP iktidarı bu politikalarla varlığını sürdürdü. Birlik ve beraberlik yerine cepheleşme anlayışı ile yürütülen bu mücadelenin başarıya ulaşabilmesinin imkanı yoktu. Toplumun bir kesimini yok sayarak yürütülen her mücadele toplumda cepheleşmeyi kökleştirdiği için düşmanlığı güçlendirdi. Güçlüye karşı toplumun büyük çoğunluğu maske kullanmak zorunda kalır. Geçmişte laik zihniyet insanlara maske kullanma alışkanlığını kazandırırken bundan dindar kesimlerin muaf olması beklenemez. Dindar anlayışın gücü eline geçirdiği mevcut iktidar döneminde de başkaları aynı şekilde maske kullanmak zorunda kaldılar. Sonuçta geçmişten bu güne yozlaşmış olan toplumsal yapımız içinde bugün de farklı bir durumla karşılaşmayı beklememek gerekiyor.

Cepheleşmenin ortadan kalkması kısa vadede zor görünüyor. Toplumda birlik ve beraberlik ruhunun gelişmesi için açıklığa ihtiyaç bulunuyor. Devleti ele geçirerek toplumun diğer kesimlerini hizaya sokma planları hiçbir zaman amacına ulaşamaz. Açıklık her alanda ancak özellikle devlet yönetim sisteminde geliştirilmelidir. Devlete ait kurumlara girişlerin tüm aşamalarında objektif seçme sistemleri geliştirilip kullanılmalı. Hangi zihniyet ve ideolojik yapıda olursa olsun şüphe oluşturmayacak seçme sistemlerinden geçerek herkes bilgisi, becerisi, gelişmişlik düzeyine uygun mevki ve makamlara, kurum ve kuruluşlara girebilmelidir. Mülakat, istisnai mevki ve makamların tümüyle yok edilmesi gerekiyor. En alttan başlayarak yönetim makamları için eğitim ve geliştirme sistemleri kurulmalı ve bu sistemlerden geçenlerin yönetim makamlarına getirilmesi gerekiyor. Siyasal irade bu sistemin kurulması için harekete geçmesi gerekiyor. Etkin ve hukuka dayalı bir yönetim ve denetim sistemi kurularak bürokrasi ve yargı sistemi kurulursa bu durum toplumsal hayatın hemen tüm alanlarını etkileyecektir. Ekonomik sistem, eğitim sistemi, güvenlik sistemi adalet ve hukuk üzerine oturursa zamanla toplumdaki yozlaşmış yapılar dönüşebilir. Toplumun ürettiği her tür değer küçük menfaat grupları yerine toplumun tüm kesimlerine hizmet eder duruma gelebilirse kısa sürede yaşadığımız sorunlar çözüm yoluna girer. Kaynaklar toplumun tüm kesimlerine hizmet edecek şekilde kullanılmaya başlayınca doğal olarak var olan ekonomik, sosyal ve kültürel uçurumlar kapanır. Hak ve hukukun, adalet ve güvenliğin hakim olduğu toplumda ortaya çıkacak sinerji ile Mehmet Akif Ersoy’un dile getirdiği toplu vuran sineler ortaya çıkar ve o sineleri ancak o zaman top dahi sindiremez.

 

 

              Muhalifbakış

                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

2 Mart 2022 Çarşamba

Özel Öğretim mi? Çağdaş Kölelik mi?

Türkiye’de bugünkü şartlarda özel öğretim sektörü çağdaş kölelik düzeni anlayışı ile işliyor. Özel sektör ve kamu sektörü ülkelerdeki ekonomik faaliyetler başta olmak üzere hemen her alanda varlığını sürdürüyor. Ülkelerin tarihi, siyasal, sosyal ve ekonomik kültür yapılarına göre özel sektör ve kamu sektörünün ağırlığı ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. Bizim ülkemizde özel sektör yeterince gelişmiş değil. Özel sektörün gelişmesini veya gelişmemesini belirleyen şey ülkede var olan yönetim anlayışı. Yönetim anlayışı ise her toplumun içinden geçerek geldiği tarihi geçmişten etkilenerek oluşuyor.

Hemen her alanda özel sektörün gelişmesi için ülkeler farklı sistemler uyguluyorlar. Türkiye de son yıllarda özel sektörün gelişmesi konusunda önemli adımlar atmaya başladı. Özellikle 1980 askeri ihtilali sonrası ülkemizde özel sektörün daha güçlü bir şekilde gelişmesi için adımlar atıldı. Özel televizyonlar, özel hastaneler, özel okullar gibi pek çok alandaki özel girişim toplumda her geçen gün daha fazla artıyor.

Eğitim alanında özel sektör girişimlerinin artması için kamu tarafından teşvikler konuluyor. Konulan bu teşvikler girişleri cazip hale getiriyor. Bununla birlikte halen etkin ve verimli bir özel sektör eğitim faaliyetinden söz edebilmek oldukça güç. Eğitim alanındaki özel sektör faaliyetlerine özel öğretim diye niteleniyor. Pek çok kişi özel öğretim ile özel eğitimi birbirine karıştırıyor. Özel eğitim gelişim özellikleri itibariyle olumlu veya olumsuz akranlarından farklılık gösteren bireylere yönelik uygulanan eğitim faaliyetleri iken özel öğretim özel eğitimi de içine alan her tür eğitim faaliyetini kapsıyor. Bu çerçevede yapılan yasal düzenlemelerin gereği olarak özellikle 1990’ların sonundan itibaren devlet yani kamu özel eğitime muhtaç engelli bireylere yönelik destekleyici eğitim faaliyetlerini parasal olarak desteklemeye başlayınca bu alanı keşfeden pek çok kişi devletin sağladığı parasal desteği hazır bir maddi kaynak olarak gördü ve bu alana hızla yatırımlar yapmaya başladı. Bedensel, zihinsel, işitsel, görsel pek çok engeli olan bireyler toplumun içinde gizlenip görmezden gelinirken hızla kendileri için hazırlanmış özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine taşınmaya başlandı. Engelli çocuk sahibi olan aileler devletin sağladığı bu parasal imkandan haberdar değilken bu alana yatırım yapan kurum sahiplerinin teşvik ve yönlendirmesi ile hızla bu sistemden haberdar oldular. Bununla birlikte halen bu alanda devletin verdiği parasal destekten yararlanma endişesinden daha ileri bir aşamaya geçilebilmiş değil. Kurumlar her bir öğrenci için devletin ödediği aylık ödemeleri alabilmek adına alt yapılarını kurmalarına rağmen ailelerin bilinç düzeyi, yetişmiş eleman eksikliği, araç-gereç ve yöntem konusundaki eksiklikler ve eğitim sisteminde bu alanın halen yeterince tanınmaması nedeniyle verimlilikten uzak. Kimin ne yaptığı, neyin ne derece doğru yapıldığı konusunda tam bir başıboşluk yaşanan özel eğitim alanındaki düzensizliğin yakın zamanda ortadan kalkacağını söylemek fazla iyimserlik olacaktır.

Özel dershanecilik sistemi özel sektörün çok eskiden beri etkin olduğu bir özel öğretim alanı. Geçmişte sınırlı bir alanda faaliyet gösteren özel dershanecilik sistemi bugün neredeyse devlete ait kurumların sayısından daha fazla hale gelmiş durumda. Eğitim sisteminde uygulanan sınav odaklı yaklaşım dershaneciliği daha da büyütüyor. Dershaneciliği eğitim faaliyetinin alanı dışına taşıyarak insan gücü devşirme aracına dönüştüren FETÖ paralel yapısıyla mücadele sürecinde siyasi irade bu alana büyük sınırlamalar getirdi. Buna rağmen eğitim sisteminin mutfağı, temeli ve temel işlev üreticisi okulların kendisinden beklenen işlevleri gerektiği gibi yerine getirememesi nedeniyle bugün dershanecilik alanı tam bir keşmekeşe, kuralsızlığa ve başıboşluğa düşmüş durumdadır. Eğitimi yönetme yetkisi ve gücünü elinde bulunduran bakanlık bu alanda düzenlemeler getirmiş olmakla birlikte hemen herkes bu düzenlemelerin neredeyse hiçbirinin gerçek şekliyle uygulanmadığının farkında. Buna rağmen herkes yine de bu duruma göz yummaktan başka bir şey yapmıyor/yapamıyor. Sistemi yönetme sorumluluğunda olan kişiler dahi kendi çocuklarının gittiği bu tür kurumlarda yapılan usulsüz işlemlerden haberdar olmakla birlikte göz yummaktan başka bir iş yapmıyor, yapamıyor. Var olan bu karmaşa ve başıboşluğu görenler de bu alandan kendi paylarını alabilme adına buldukları her tür fırsatı sonuna kadar kullanmaktan uzak durmuyorlar. Zira bu alanda yoğun bir ihtiyaç, yoğun bir ekonomik rant, devasa bir boşluk bu alanın cazibesini daha da artırıyor. Kurumların faaliyette bulunduğu binaları kiraya verenler, bu kurumlara ortam hazırlayan sektörler, bu kurumlardan hizmet talep eden öğrenciler, veliler, kursiyerler, bu kurumlarda çalışmak zorunluluğu içinde bulunan çalışanlar, kullanılan kitap, kırtasiye ve diğer yan sektörler bu alanın yarattığı ranta gözlerini kapatamıyorlar. Bu alanda devletin/kamunun ilgisiz kalması, görmezden gelmesi rantın riskini azalttığı için cazibe de artmış oluyor.

Özel sektörü eğitim alanına çeken etkenlerden bir diğeri de devlete ait resmi devlet okullarındaki kalabalık sınıflardan kaçan ailelerin talebi oluyor. Eğitimin önemine inanan ve ekonomik olarak da imkan sahibi bazı aileler çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih ederken zamanla bu alan toplumda bir prestij göstergesi gibi algılanmaya başladı. Buna rağmen başlarda fazla bir cazibesi olmayan özel okulculuk devletin öğrenci başına maddi teşvik ödeme sistemi getirmesi ile birlikte oldukça cazip bir alana dönüştü. Devletin öğrenci başına ödediği maddi teşvikleri gören herkes bir şekilde tek başına veya ortaklar bularak özel okul açma yoluna gitti. Özel okul açmak için eğitimden anlama gibi bir kriter veya düşünce olmaksızın eğitimi kısa sürede zengin olunabilecek bir rant alanı gibi görüldü. Devletin maddi teşviklerinin sona ermesi ile birlikte bu alanda önemli sorunlar yaşanmaya başladı. Yapılan yatırımların bir anda geri alınabilmesi mümkün olmayınca bu alana yatırım yapanlar kara kara düşünmeye başladılar denebilir. Özel okulculuk sisteminin verimlilik ve niteliğinden söz edebilmek oldukça zor görünüyor. Bu gün özel okulu çocukları için bakım yeri, güvenli bir zaman geçirme yeri, not endişesi, mezuniyet endişesi taşımaksızın diploma sahibi olma, çevresine prestij göstergesi olarak kullanma, belki belli bir oranda vergiden kaçınma, para aklama alanı olarak kullanılır hale gelmiş durumda dense yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Özel okul sahipleri ise öğrencilere eğitim hizmeti sunmayı yan bir işleve dönüştürüp servis, kıyafet, yemek, kitap gibi hizmetler aracılığıyla para kazanmayı birinci ve asıl işleve dönüştürmüş durumdalar. Özel okullarda yürüyen işleyişe devletin/kamunun müdahalesi, takip ve kontrolü çok alt düzeylere inmiş durumda. Personel özlük hakları konusunda ise çalışanlardan ziyade çalıştıranları düşünen bir bakış açısı söz konusu.

Özel eğitim, dershanecilik, özel okulculuk ve diğer her tür özel öğretim faaliyetlerine yönelik alana bakıldığında alan memnun veren memnun ben niye müdahale edeyim anlayışının eğitim bakanlığında olduğu açık. Veliler, öğrenciler ve okul sahipleri karşılıklı arz talep ilişkileri çerçevesinde işlerini yürütüyorlar. Burada olan sahipsiz çalışanlara oluyor. Özel öğretim alanı çalışanlar açısından modern kölelik anlayışı ile varlığını sürdürmeye devam ediyor. Özel öğretim alanında ismini duyuran kurum veya kişiler bundan yararlanarak alabildikleri rantı sonuna kadar büyütmeye çalışırken büyük çoğunluk kendisine dayatılan şartlara zorunlu olarak boyun eğmek zorunda kalıyor. Kanun ve diğer mevzuatın kağıt üzerinde kaldığı bu alanda mecburi olarak çalışmak zorunda kalanlar insanlık dışı muamelelere göz yummak zorunda kalıyorlar. Kanunların haftada kırk saatten fazla çalışılmaz dediği alanda yetmiş saate kadar çalıştırılanların olduğuna şaşırmamak gerekiyor. Asgari ücretle çalışıyor gibi görünenler yanında daha düşük ücretlere de rıza gösterenlerin sayısı hiç de az değil. Sigorta, iş güvenliği gibi konular kolayca görmezden gelindiği gibi sigorta talebinde bulunabilmek için bayağı cesur olmak gerekiyor. Sorun çıkaranların isimleri özel sektör piyasasında kara listeye alındığı takdirde hiçbir kurumda iş bulamama korkusu çalışanları yapılan muamelelere ses çıkaramamaya zorluyor. İşsizliğin had safhaya ulaştığı bir ortamda verilecek ücretten çok günlük meşguliyet olsun anlayışı ile bu tür kurumlara çalışmak amacıyla gitmek zorunda kalan insanların halini anlayabilmek için onların şartlarını yaşamak gerekiyor. Gerçek işleyiş ile yazılı işleyiş düzeni arasında devasa bir uçurum olan özel öğretim alanı bu haliyle çağdaş kölelik nitelemesini tam anlamıyla hak ediyor.        

 

 

              Muhalifbakış

                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...