Emine
Şenlikoğlu ülkemizde simgesel şahsiyetlerden birisi. Geçmişte yıllar yılı
dindarlık konusunda yapılan tartışmalarda hemen her zaman gündeme gelen birisi.
Kendisini yakından tanıma imkanım yok. Bu nedenle şahsiyeti, kişiliği, öz
geçmişi konusunda bir şey söylemem mümkün değil. Kendisi dindar bir hayat
yaşama yolunda mücadele etmiş bir kişi. Kişisel zenginliği, serveti, siyasal
veya ekonomik destekleri ne durumda bilmek mümkün değil ancak göründüğü
kadarıyla kendi yağıyla kavrulmaya çalışan, ortalama dindar bir kişi gibi
görünüyor. Lüks, şatafat, aşırılık, sonradan görmelik denebilecek bir tarafı
görünmüyor. Geçmişten bu güne dindarlığı anlatma konusunda çaba gösteren bir
hayatı var gibi görünüyor. Çıkardığı dergiler, kitaplar, yazıları bu konuda
önemli deliller sunuyor. Yazarlığı ve söylemleri itibariyle bakılınca
mücadeleyi seven bir tarafı var denebilir. Bu söylemler onu toplumda simgesel
bir konuma getirmiş görünüyor. Sosyal medyaya bakınca önemli bir takipçisinin
olduğu görülüyor. Bu durum söylediklerinin önemini bir kat daha artırıyor
denebilir. Bu nedenle kendisinin dile getirdiği fikirler, gösterdiği
davranışlar, tutumlar önemli bir kitle tarafından takip edilip beğeniliyor.
Takip ve beğenilme ise taklidi getiriyor. Dolayısıyla söyledikleri toplumun
içinde kolaylıkla yayılıyor.
Bu
girizgahtan sonra kendisinin son dönemlerde dile getirdiği bir söylem üzerinde
durmak istiyorum. Şenlikoğlu, "Milli
Eğitim'de Amerika'nın pençeleri var. İstenilen dersler istenildiği gibi
verilemiyor. 2023'te tamamlanıyor Atatürk'le İnönü'nün milli eğitimimizi
Amerika'ya teslim ettiği anlaşma. 2023'te iktidara deist, ateist diye yoğun bir
çalışma var. Bazıları uykuda, ama fırtına gibiler de var" diye
konuşmuş.
Emine
Şenlikoğlu isimli yazar ülkemizde dindar camia tarafından yakından takip edilen
kişilerden birisi. Ne söylerse düşünmeden kabul edecek insan sayısı hiç de az
değil.
Özgeçmişine
bakınca aslında düzenli bir eğitim almamış olduğu görülüyor. İlkokul ve liseyi
dışardan bitirmiş. Kendi kendini yetiştirmiş denen türde kişilerden. Bir
yönüyle pek çok dini cemaate liderlik eden kişiler gibi sistemli örgün
eğitimden geçmemiş. Muhtemelen Cumhuriyet dönemi devlet anlayışında var olan dindarlara
olumsuz bakışa tepki olarak dindar çevrelerde oluşmuş olan seküler eğitim
sisteminden kaçış örneklerinden birisinin ürünü.
Seküler
eğitim sisteminden kaçmaya karşın yok sayılmaya çalışılan toplum kesimlerinin
seslerini duyurma adına giriştikleri mücadelede içlerine kapanıp kalma yerine kendi
anlayışlarına uygun olarak oluşturulmuş paralel dini eğitim sistemi içinde varlıklarını
sürdürme yolunu seçmişlerin sayısı hiç de az değil. Toplumun yok sayılan hiçbir
kesimi yok olmuyor. Hayat bir şekilde devam ediyor. Herkes kendine özgü
değerler dünyasına uygun olarak oluşturduğu ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal,
eğitsel ve hatta hukuki yaşayış şeklini oluşturup yaşamaya devam ediyor. Bir
süre sonra toplumun içinde farklı değerler dünyasına sahip toplum kesimlerinden
oluşmuş bloklar, cemaatler, cemiyetler, kitleler kendi güçlerini oluşturuyorlar.
Cumhuriyet yönetim anlayışı hayatın bu gerçekliğini doğru bir şekilde anlayıp
kabul etmek yerine yok etmeye çalışmış ve sonuçta bugünkü parçalanmış toplum
yapımız ortaya çıkmış görünüyor. Emine Şenlikoğlu bu yaşayış düzeninde
varlığını ortaya koymuş birisi.
Farklı değerlere
sahip toplum kesimleri kendi bilgi edinme sistemlerini de doğal olarak
oluşturuyor. İşte Emine Şenlikoğlu kendi içinde bulunduğu toplum kesiminin
oluşturduğu bilgi edinme sisteminin ürettiği bilgiyi kullanmış birisi. Dindar
camia yıllarca yalan söyleyen tarih, resmi tarih gibi söylemlerle tarihi
kulaktan dolma bir şekilde öğrenmeye, tanımaya alıştı. Cumhuriyet yönetim
anlayışının geliştirdiği eğitim sisteminin ürettiği her tür bilgiye şüpheyle
baktı. Aynı şekilde bu eğitim sisteminin içinden çıkmış otoritelerin
söylemlerine de şüpheyle yaklaşıldı. Buna karşın kendi tarafından olanlarca
söylenen hemen her söze de adeta dört elle sarıldı. Sorgulayıcı bakış açısı
hemen hiç gelişmedi. Aslında Cumhuriyet yönetim anlayışı da bu yönüyle benzer
bir anlayıştadır denebilir. Cumhuriyet sorgulayıcı bakış yerine itaat eden
vatandaş üretmeye çalıştı. Soru sormak mevcut rejimi kabul etmemekle
eşleştirildi. Soru sormak bu şekilde şüpheyle karşılaşınca doğal olarak gelişemedi.
Dindar camia da bu yönüyle Cumhuriyet yönetim anlayışından farklı bir durumda
değil. Aslında hangi kesim ele alınırsa alınsın bizim kültürümüzde geçmişten bu
güne soru sorma, farklı düşünme, alternatif söylemler geliştirme istenen, hoş
görülen, geliştirilmeye çalışılan bir davranış olarak görülmemiştir.
Sorgulamadan itaat etme, lidere bağımlı olma, lideri takip etme davranışı aileden,
okula, iş hayatına kadar hemen her alanda sürekli telkin, tavsiye ve destek
görmüştür. Tarih boyunca bu kültürün içinde yoğrulan bireylerin oluşturduğu
toplum ve onun geliştirdiği kültürün gereği olarak bu temel iç güdü bireysel ve
toplumsal genlerimizin içine işlemiş bulunuyor.
Bu genel
çerçeve içinde Emine Şenlikoğlu’nun söylemlerine bakınca fazla şaşırtıcı bir
durumun olmadığı görülüyor. Toplumdaki her grup kendi içinden ürettiği lider
kişiliklerin söylediklerine değer verirken diğerlerini yok sayıyor. Hiçbir grup
diğerleri ne söylüyor diye bakma gereği duymuyor. Diğer gruptakileri karşı
cephe olarak konumlandırınca oradan gelecek her tür bilgiyi, söylemi ve fikri
kendini parçalayacak bir mayın olarak görüp dışlıyor.
Toplumu
oluşturan bu gruplar arasındaki cepheleşme toplumda güven bunalımı oluşturuyor.
Bu güven bunalımı karşılıklı mücadeleyi gerektiriyor. Bugünkü iktidar aslında
bu mücadelenin, cepheleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmış durumda. Birlik ve
beraberlik ruhu diye bir olgu uzun zamandır toplumumuzda var olmayan bir olgu.
Bunun yerine kendi taraftarlarını çoğaltıp kaynaklara hakim olma mücadelesi
yaşanıyor. En büyük kaynak dağıtma aracı devlet olunca herkes devleti ele
geçirmeye çalışıyordu. Laik zihniyet dindarları devlet için tehlike olarak
görüyor ve kendince geliştirdiği mücadele yollarını kullanarak bu kesimleri
dönüştürmeye çalıştı. Buna karşı varlık mücadelesi yürüten dindar kesimler -ki
bunların içinde Emine Şenlikoğlu da bulunuyor- zamanla gelişip güçlenerek
devleti ele geçirmeyi başardı. Devleti ele geçirince kendisine uygulanan
politikaların aynısını kendi menfaatleri için kullanmaya başladı. Yirmi yıllık
AK PARTİ/AKP iktidarı bu politikalarla varlığını sürdürdü. Birlik ve beraberlik
yerine cepheleşme anlayışı ile yürütülen bu mücadelenin başarıya
ulaşabilmesinin imkanı yoktu. Toplumun bir kesimini yok sayarak yürütülen her
mücadele toplumda cepheleşmeyi kökleştirdiği için düşmanlığı güçlendirdi.
Güçlüye karşı toplumun büyük çoğunluğu maske kullanmak zorunda kalır. Geçmişte laik
zihniyet insanlara maske kullanma alışkanlığını kazandırırken bundan dindar
kesimlerin muaf olması beklenemez. Dindar anlayışın gücü eline geçirdiği mevcut
iktidar döneminde de başkaları aynı şekilde maske kullanmak zorunda kaldılar.
Sonuçta geçmişten bu güne yozlaşmış olan toplumsal yapımız içinde bugün de
farklı bir durumla karşılaşmayı beklememek gerekiyor.
Cepheleşmenin
ortadan kalkması kısa vadede zor görünüyor. Toplumda birlik ve beraberlik
ruhunun gelişmesi için açıklığa ihtiyaç bulunuyor. Devleti ele geçirerek
toplumun diğer kesimlerini hizaya sokma planları hiçbir zaman amacına ulaşamaz.
Açıklık her alanda ancak özellikle devlet yönetim sisteminde geliştirilmelidir.
Devlete ait kurumlara girişlerin tüm aşamalarında objektif seçme sistemleri
geliştirilip kullanılmalı. Hangi zihniyet ve ideolojik yapıda olursa olsun şüphe
oluşturmayacak seçme sistemlerinden geçerek herkes bilgisi, becerisi,
gelişmişlik düzeyine uygun mevki ve makamlara, kurum ve kuruluşlara
girebilmelidir. Mülakat, istisnai mevki ve makamların tümüyle yok edilmesi
gerekiyor. En alttan başlayarak yönetim makamları için eğitim ve geliştirme
sistemleri kurulmalı ve bu sistemlerden geçenlerin yönetim makamlarına
getirilmesi gerekiyor. Siyasal irade bu sistemin kurulması için harekete
geçmesi gerekiyor. Etkin ve hukuka dayalı bir yönetim ve denetim sistemi
kurularak bürokrasi ve yargı sistemi kurulursa bu durum toplumsal hayatın hemen
tüm alanlarını etkileyecektir. Ekonomik sistem, eğitim sistemi, güvenlik
sistemi adalet ve hukuk üzerine oturursa zamanla toplumdaki yozlaşmış yapılar
dönüşebilir. Toplumun ürettiği her tür değer küçük menfaat grupları yerine
toplumun tüm kesimlerine hizmet eder duruma gelebilirse kısa sürede yaşadığımız
sorunlar çözüm yoluna girer. Kaynaklar toplumun tüm kesimlerine hizmet edecek
şekilde kullanılmaya başlayınca doğal olarak var olan ekonomik, sosyal ve
kültürel uçurumlar kapanır. Hak ve hukukun, adalet ve güvenliğin hakim olduğu
toplumda ortaya çıkacak sinerji ile Mehmet Akif Ersoy’un dile getirdiği toplu
vuran sineler ortaya çıkar ve o sineleri ancak o zaman top dahi sindiremez.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder