10 Mart 2022 Perşembe

Emine Şenlikoğlu’nun Sözlerinin Düşündürttükleri

Emine Şenlikoğlu ülkemizde simgesel şahsiyetlerden birisi. Geçmişte yıllar yılı dindarlık konusunda yapılan tartışmalarda hemen her zaman gündeme gelen birisi. Kendisini yakından tanıma imkanım yok. Bu nedenle şahsiyeti, kişiliği, öz geçmişi konusunda bir şey söylemem mümkün değil. Kendisi dindar bir hayat yaşama yolunda mücadele etmiş bir kişi. Kişisel zenginliği, serveti, siyasal veya ekonomik destekleri ne durumda bilmek mümkün değil ancak göründüğü kadarıyla kendi yağıyla kavrulmaya çalışan, ortalama dindar bir kişi gibi görünüyor. Lüks, şatafat, aşırılık, sonradan görmelik denebilecek bir tarafı görünmüyor. Geçmişten bu güne dindarlığı anlatma konusunda çaba gösteren bir hayatı var gibi görünüyor. Çıkardığı dergiler, kitaplar, yazıları bu konuda önemli deliller sunuyor. Yazarlığı ve söylemleri itibariyle bakılınca mücadeleyi seven bir tarafı var denebilir. Bu söylemler onu toplumda simgesel bir konuma getirmiş görünüyor. Sosyal medyaya bakınca önemli bir takipçisinin olduğu görülüyor. Bu durum söylediklerinin önemini bir kat daha artırıyor denebilir. Bu nedenle kendisinin dile getirdiği fikirler, gösterdiği davranışlar, tutumlar önemli bir kitle tarafından takip edilip beğeniliyor. Takip ve beğenilme ise taklidi getiriyor. Dolayısıyla söyledikleri toplumun içinde kolaylıkla yayılıyor.

Bu girizgahtan sonra kendisinin son dönemlerde dile getirdiği bir söylem üzerinde durmak istiyorum. Şenlikoğlu, "Milli Eğitim'de Amerika'nın pençeleri var. İstenilen dersler istenildiği gibi verilemiyor. 2023'te tamamlanıyor Atatürk'le İnönü'nün milli eğitimimizi Amerika'ya teslim ettiği anlaşma. 2023'te iktidara deist, ateist diye yoğun bir çalışma var. Bazıları uykuda, ama fırtına gibiler de var" diye konuşmuş. Daha sonra bu söylediklerini desteklemek amacıyla verdiği örnek olarak Fulbright bursundan söz ettiği görülüyor. Emine Şenlikoğlu’nun bu söylediklerinin gerçekliği konusunda önemli şüpheler olduğu açık. Örnek olarak verilen Fulbright bursu ikinci dünya savaşı sonrası dönemde ortaya çıkmış bir uygulama. Atatürk’ün Cumhuriyeti kurması sonrası ülkeyi çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırma projesi olarak batılılaşmayı bir devlet politikası haline getirdiği açık. Yine Almanya ve Amerika’dan eğitim sisteminin dizaynı konusunda uzmanlar getirtip raporlar hazırladığı da biliniyor. Ancak hiç kimse Emine Şenlikoğlu’nun ileri sürdüğü iddiaları destekleyecek bir karardan, anlaşmadan söz etmiyor. Üstelik son yirmi yıldır iktidarda olan ve Emine Şenlikoğlu’nun gözü kapalı savunuculuğunu yaptığı mevcut AK PARTİ/AKP iktidarı yetkililerinin de bugüne kadar böyle bir engelleyici anlaşmadan söz ettiğini duymadık. Tersine iktidarın zaman zaman ABD ve batı karşıtı uygulama ve kararları nedeniyle bu güç odaklarıyla çatıştığı da görülüyor. Eğitim sisteminde geçmişte yapılmış bir anlaşmadan kaynaklanan engellemelerden dolayı bir çözümsüzlükten söz etmek yerine yönetim makamındaki iktidarın eğitim politikaları konusundaki beceriksizliğinden söz etmek çok daha doğru olacaktır. İktidarın en büyük markası olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bizzat eğitimde ve kültürde başarılı olamadık itirafında bulunduğunu herkes hatırlayacaktır. Eğitim sisteminin etkin işleyişi konusunda bir model üretemeyen iktidar geldiği günden bu yana sürekli yaz boz haline gelen uygulamalarla istikrarsız, amaçsız, verimsiz bir eğitim sistemini üretmiş durumda. Bunun sorumlusu dışarısı değil, içteki yetkili birimler, kurumlar ve kişilerdir. Şimdi kalkıp dışarıyı asılsız suçlamalarda bulunmak kendi beceriksizliğinin kapatılmaya çalışılmasından başka bir şey değil.

Emine Şenlikoğlu’nun bu söyleminin benzeri Lozan anlaşmasının gizli maddeleri başta olmak üzere yakın tarihimizde fazlasıyla bulunuyor. Cumhuriyet yönetim anlayışının uygulamaya koyduğu batılılaşma projesi dindarlığı dışladığı için dindarlar savunma adına her türlü zan ve şüpheli konuyu sonuna kadar kaşımayı, şişirmeyi tercih ediyor.

Emine Şenlikoğlu isimli yazar ülkemizde dindar camia tarafından yakından takip edilen kişilerden birisi. Ne söylerse düşünmeden kabul edecek insan sayısı hiç de az değil.

Özgeçmişine bakınca aslında düzenli bir eğitim almamış olduğu görülüyor. İlkokul ve liseyi dışardan bitirmiş. Kendi kendini yetiştirmiş denen türde kişilerden. Bir yönüyle pek çok dini cemaate liderlik eden kişiler gibi sistemli örgün eğitimden geçmemiş. Muhtemelen Cumhuriyet dönemi devlet anlayışında var olan dindarlara olumsuz bakışa tepki olarak dindar çevrelerde oluşmuş olan seküler eğitim sisteminden kaçış örneklerinden birisinin ürünü.

Seküler eğitim sisteminden kaçmaya karşın yok sayılmaya çalışılan toplum kesimlerinin seslerini duyurma adına giriştikleri mücadelede içlerine kapanıp kalma yerine kendi anlayışlarına uygun olarak oluşturulmuş paralel dini eğitim sistemi içinde varlıklarını sürdürme yolunu seçmişlerin sayısı hiç de az değil. Toplumun yok sayılan hiçbir kesimi yok olmuyor. Hayat bir şekilde devam ediyor. Herkes kendine özgü değerler dünyasına uygun olarak oluşturduğu ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, eğitsel ve hatta hukuki yaşayış şeklini oluşturup yaşamaya devam ediyor. Bir süre sonra toplumun içinde farklı değerler dünyasına sahip toplum kesimlerinden oluşmuş bloklar, cemaatler, cemiyetler, kitleler kendi güçlerini oluşturuyorlar. Cumhuriyet yönetim anlayışı hayatın bu gerçekliğini doğru bir şekilde anlayıp kabul etmek yerine yok etmeye çalışmış ve sonuçta bugünkü parçalanmış toplum yapımız ortaya çıkmış görünüyor. Emine Şenlikoğlu bu yaşayış düzeninde varlığını ortaya koymuş birisi.

Farklı değerlere sahip toplum kesimleri kendi bilgi edinme sistemlerini de doğal olarak oluşturuyor. İşte Emine Şenlikoğlu kendi içinde bulunduğu toplum kesiminin oluşturduğu bilgi edinme sisteminin ürettiği bilgiyi kullanmış birisi. Dindar camia yıllarca yalan söyleyen tarih, resmi tarih gibi söylemlerle tarihi kulaktan dolma bir şekilde öğrenmeye, tanımaya alıştı. Cumhuriyet yönetim anlayışının geliştirdiği eğitim sisteminin ürettiği her tür bilgiye şüpheyle baktı. Aynı şekilde bu eğitim sisteminin içinden çıkmış otoritelerin söylemlerine de şüpheyle yaklaşıldı. Buna karşın kendi tarafından olanlarca söylenen hemen her söze de adeta dört elle sarıldı. Sorgulayıcı bakış açısı hemen hiç gelişmedi. Aslında Cumhuriyet yönetim anlayışı da bu yönüyle benzer bir anlayıştadır denebilir. Cumhuriyet sorgulayıcı bakış yerine itaat eden vatandaş üretmeye çalıştı. Soru sormak mevcut rejimi kabul etmemekle eşleştirildi. Soru sormak bu şekilde şüpheyle karşılaşınca doğal olarak gelişemedi. Dindar camia da bu yönüyle Cumhuriyet yönetim anlayışından farklı bir durumda değil. Aslında hangi kesim ele alınırsa alınsın bizim kültürümüzde geçmişten bu güne soru sorma, farklı düşünme, alternatif söylemler geliştirme istenen, hoş görülen, geliştirilmeye çalışılan bir davranış olarak görülmemiştir. Sorgulamadan itaat etme, lidere bağımlı olma, lideri takip etme davranışı aileden, okula, iş hayatına kadar hemen her alanda sürekli telkin, tavsiye ve destek görmüştür. Tarih boyunca bu kültürün içinde yoğrulan bireylerin oluşturduğu toplum ve onun geliştirdiği kültürün gereği olarak bu temel iç güdü bireysel ve toplumsal genlerimizin içine işlemiş bulunuyor.

Bu genel çerçeve içinde Emine Şenlikoğlu’nun söylemlerine bakınca fazla şaşırtıcı bir durumun olmadığı görülüyor. Toplumdaki her grup kendi içinden ürettiği lider kişiliklerin söylediklerine değer verirken diğerlerini yok sayıyor. Hiçbir grup diğerleri ne söylüyor diye bakma gereği duymuyor. Diğer gruptakileri karşı cephe olarak konumlandırınca oradan gelecek her tür bilgiyi, söylemi ve fikri kendini parçalayacak bir mayın olarak görüp dışlıyor.

Toplumu oluşturan bu gruplar arasındaki cepheleşme toplumda güven bunalımı oluşturuyor. Bu güven bunalımı karşılıklı mücadeleyi gerektiriyor. Bugünkü iktidar aslında bu mücadelenin, cepheleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmış durumda. Birlik ve beraberlik ruhu diye bir olgu uzun zamandır toplumumuzda var olmayan bir olgu. Bunun yerine kendi taraftarlarını çoğaltıp kaynaklara hakim olma mücadelesi yaşanıyor. En büyük kaynak dağıtma aracı devlet olunca herkes devleti ele geçirmeye çalışıyordu. Laik zihniyet dindarları devlet için tehlike olarak görüyor ve kendince geliştirdiği mücadele yollarını kullanarak bu kesimleri dönüştürmeye çalıştı. Buna karşı varlık mücadelesi yürüten dindar kesimler -ki bunların içinde Emine Şenlikoğlu da bulunuyor- zamanla gelişip güçlenerek devleti ele geçirmeyi başardı. Devleti ele geçirince kendisine uygulanan politikaların aynısını kendi menfaatleri için kullanmaya başladı. Yirmi yıllık AK PARTİ/AKP iktidarı bu politikalarla varlığını sürdürdü. Birlik ve beraberlik yerine cepheleşme anlayışı ile yürütülen bu mücadelenin başarıya ulaşabilmesinin imkanı yoktu. Toplumun bir kesimini yok sayarak yürütülen her mücadele toplumda cepheleşmeyi kökleştirdiği için düşmanlığı güçlendirdi. Güçlüye karşı toplumun büyük çoğunluğu maske kullanmak zorunda kalır. Geçmişte laik zihniyet insanlara maske kullanma alışkanlığını kazandırırken bundan dindar kesimlerin muaf olması beklenemez. Dindar anlayışın gücü eline geçirdiği mevcut iktidar döneminde de başkaları aynı şekilde maske kullanmak zorunda kaldılar. Sonuçta geçmişten bu güne yozlaşmış olan toplumsal yapımız içinde bugün de farklı bir durumla karşılaşmayı beklememek gerekiyor.

Cepheleşmenin ortadan kalkması kısa vadede zor görünüyor. Toplumda birlik ve beraberlik ruhunun gelişmesi için açıklığa ihtiyaç bulunuyor. Devleti ele geçirerek toplumun diğer kesimlerini hizaya sokma planları hiçbir zaman amacına ulaşamaz. Açıklık her alanda ancak özellikle devlet yönetim sisteminde geliştirilmelidir. Devlete ait kurumlara girişlerin tüm aşamalarında objektif seçme sistemleri geliştirilip kullanılmalı. Hangi zihniyet ve ideolojik yapıda olursa olsun şüphe oluşturmayacak seçme sistemlerinden geçerek herkes bilgisi, becerisi, gelişmişlik düzeyine uygun mevki ve makamlara, kurum ve kuruluşlara girebilmelidir. Mülakat, istisnai mevki ve makamların tümüyle yok edilmesi gerekiyor. En alttan başlayarak yönetim makamları için eğitim ve geliştirme sistemleri kurulmalı ve bu sistemlerden geçenlerin yönetim makamlarına getirilmesi gerekiyor. Siyasal irade bu sistemin kurulması için harekete geçmesi gerekiyor. Etkin ve hukuka dayalı bir yönetim ve denetim sistemi kurularak bürokrasi ve yargı sistemi kurulursa bu durum toplumsal hayatın hemen tüm alanlarını etkileyecektir. Ekonomik sistem, eğitim sistemi, güvenlik sistemi adalet ve hukuk üzerine oturursa zamanla toplumdaki yozlaşmış yapılar dönüşebilir. Toplumun ürettiği her tür değer küçük menfaat grupları yerine toplumun tüm kesimlerine hizmet eder duruma gelebilirse kısa sürede yaşadığımız sorunlar çözüm yoluna girer. Kaynaklar toplumun tüm kesimlerine hizmet edecek şekilde kullanılmaya başlayınca doğal olarak var olan ekonomik, sosyal ve kültürel uçurumlar kapanır. Hak ve hukukun, adalet ve güvenliğin hakim olduğu toplumda ortaya çıkacak sinerji ile Mehmet Akif Ersoy’un dile getirdiği toplu vuran sineler ortaya çıkar ve o sineleri ancak o zaman top dahi sindiremez.

 

 

              Muhalifbakış

                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitim Yönetim İlişkisi Üzerine

Eğitim sistemi insan ilişkilerinin yoğun olduğu bir çalışma alanı/sektör. Her sektörün kendi işleyiş düzeni vardır. Yürütülen faaliyetin öze...