Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar
deyince de dersler akla gelir.
Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içeriklerini uzmanlardan oluşan
komisyonlara hazırlatır. Her komisyonda alan uzmanları, program uzmanları,
ölçme uzmanları ve diğer daha akla gelmedik uzmanlar bulunur.
Alan uzmanları her dersin alanına kendi bakış açılarına göre en önemli,
hatta hayatın içindeki eğitim faaliyetlerinin içindeki en merkezi, en önemli
alanı olarak görür ve ders içeriklerinin de buna göre hazırlanmasını ister.
Komisyondaki diğer uzmanlar da alanı bilmemeleri nedeniyle alan ya da zaten
aslında uzmanlıkla ilgili olmadıkları halde uzmanmış gibi görünüp ve öyle kabul
edilip bu komisyonları birilerinin referansıyla dahil oldukları için azıcık
aşım, ağrısız başım, bana ne, ne diye kendine iş çıkarıp da rahatımı bozayım
diyerek ses çıkarmazlar ve alan uzmanına gözü kapalı tabi olurlar.
Sonuçta her alan bu anlayışla müfredatı hazırlayınca olan zavallı
öğrenciye ve hazırlanan müfredatı uygulama görevini üzerine alan okuldaki
öğretmene olur.
Gerçi öğrenci de öğretmen de yaşananlara, sisteme, kültüre adapte
oldukları için çok fazla bir strese girmez, kafaya takmaz ve amaan salla gitsin
anlayışıyla mış gibi yaparak okula gelir gider, derslere girer çıkar.
Sonuç; nasılsa sınıfta kalma, dersi gerçekten öğrenme gibi bir
yükümlülükleri olmadığı için öğrenmek zorunda kalmadan derslerden başarılıymış
gibi sınıflarını geçerler. Öğretmenler başarısız görünmemek için çocuklara
soruları ve cevapları verirler, notları şişirerek başarısızlığı örterler. Nasıl
olsa merkezi sınavlar dışında eğitimde niteliğe dair bir ölçme yapılmıyordur,
yapılsa dahi başarı ve başarısızlığın nedenlerine dair kimse sorgulama
yapmıyordur. Yapılmak istense dahi kimin sorumlu olduğunu tespit etmek imkansızdır.
Devasa pirinç çuvalının içindeki beyaz taşlara kim bakacak.
Ortaya çıkan başarısızlık fotoğrafına bakan Milli Eğitim Bakanlığı da
kendi kendine Allah, Allah, yağ var, un var, şeker var, ama bir türlü helva
olmuyor, neden acaba diye kendi kendine düşünür diyeceğim ama gerçekten
düşündüğünü sanmıyorum. Zira gerçekten düşünüyor olsalardı sistemdeki
sorunları, aslında kullanılan yağın bozuk olduğunu, şekerin tarihinin geçmiş
olduğunu, unun da küflenmiş, böceklenmiş olduğunu görmemek için ya kör ya da
gözünü bilerek kapatmış olmak gerektiği anlaşılır ki, bizde körlük değil,
gözlerin kapatılması söz konusudur.
Milli Eğitim Bakanlığı var olan bozuklukları görmek istese en basit bir
muhakemeyle dahi yaşananlar görülecektir.
Hazırlanan derslere ilişkin her müfredat sınırlı bir zamanda çocuğa
verilmeye çalışılır. Müfredatın muhatabı tek bir öğrencidir. Tek bir öğrenciye
sınırlı zamanda ona yakın farklı müfredat yüklenmeye çalışılır. Bu durum
insanın doğasına, bilime ve akla uymamaktadır. Bakanlar yıllar yılı müfredatı
sadeleştirmeden söz ederken bunu teknik düzeyde ele almaktadırlar. Oysa pedagojik
açıdan bu olaya bakılması gerekir. Pedagoji bilimi insana gelişim alanının
özelliklerine göre yaklaşılmasından söz ederken bizim eğitim sistemine yön
veren akıl sahiplerimiz bu yaklaşımdan habersiz hareket ederler. Eskiden beri
babalarından, dedelerinden öğrendiklerinden geleni sorgulamazlar.
İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite düzeninin hangisi olursa olsun
her düzeyde en gelişmiş insana göre kağıt üzerinde müfredat hazırlamaktan
vazgeçmemektedirler.
Mehmet Ali DEMİR |
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder