20 Nisan 2019 Cumartesi

Din Anlayışına Dair Bir Değerlendirme 1…


Din konusu toplumda hemen herkes tarafından önem verilen bir olgu. Din sosyal bir kurum. Bu kurum ülkemizde toplumun büyük çoğunluğu tarafından ilgi ile karşılanan, kabul edilen, sahiplenilen bir konuma sahip. Türklerin İslamiyet’e girmelerine dair tartışmalı kitaplar yazılmış da olsa bugün hala dine atfedilen değerin bu kitaplarda ileri sürülen aynı gerekçelerin geçerliliğinin doğruluğunu iddia edebilmek zor. Türklerin İslamı zorbalıkla kabul ettikleri görüşü din konusuna dışlayıcı bir bakış açısını taşıyor. Bu bakış açısı da toplumda bir renk olarak bulunuyor. Bu ve benzeri farklı ve dışlayıcı bakış açılarına rağmen din konusu toplumda büyük oranda kabul görüyor. Tarih boyunca din kurumu Türk toplumu tarafından önemli bir yönlendirme, etkileme unsuru olarak devleti yönetenler tarafından da her zaman kullanıldı. Osmanlı Devletini yönetenler ilayı kelimetullah kavramını uzun yıllar bir devlet ideolojisi olarak kullanmışlardır. Osmanlı devlet yapılanmasında din şekli olarak da olsa büyük bir etkiye sahipti. Osmanlı’da devletin varlığında din temel bir dayanaktı. Devleti yönetenler toplumu yönetme yetkisini kullanırken dinin tüm imkanlarını sonuna kadar kullandılar. Din devletin meşruiyet kaynaklarından birisi idi. Toplumun içindeki gruplar da yine dinsel kimliklere dayanan kategorilere göre yapılandırılmıştı. Bu tarihi tecrübenin etkisi bu güne kadar da devam etmektedir.

Devleti yönetenler din kurumunu toplum nezdinde kendi meşruiyetlerini güvence altına almada bir araç olarak kullanmışlardır. Devasa camilerin yapılması, kutsal gecelerin coşku ile anılmasını sağlayacak faaliyetler yapılması, kutsal topraklara maddi yardım götüren kervanların ihdas edilmesi, dini kisvelere sahip kişilere özel imtiyazlar verilmesi, dini hizmetleri destekleyecek ekonomik sistemlerin kurulması, geliştirilmesi, desteklenmesi gibi çalışmalar devlet sistemi ile din kurumu arasındaki etkileşimin göstergeleridir.

Devletin işleyiş sisteminde yaşanan sorunlar zamanla farklı çözüm önerilerinin geliştirilmesine neden oldu. Bu çözüm önerileri tarihimizde yenileşme hareketleri diye nitelenmektedir. Uzun süre yenileşme çerçevesinde sunulan çözümlerin büyük oranda yine din kavramına dayandığı, dini kurallara, şeriata riayet tekliflerini içerdiği görülmektedir. Devletin yönetiminde bulunanlara yönelik sunulan çözüm önerilerinde de uzun süre dine samimiyetle bağlılık çerçevesinde hareket edilmiştir. Bu durum din kurumuna yüklenen anlamın gücünü de göstermektedir.

Tarihi tecrübe içinde dine yüklenen bu güçlü anlam ve değere rağmen dinin tarihi süreç içinde gerçek anlamda doğru anlaşılıp toplumun ve devletin tüm katmanlarında ve uygulamalarında etkili olduğunu söylemek çok da doğru görünmemektedir. Devleti yönetenler her ne kadar meşruiyet zemini olarak dini görseler de toplum yaşamında ve devletin işleyişinde pek çok dine aykırı uygulamanın, işleyişin ve yaşayışın varlığından söz etmek mümkündür. Bu durum aslında dinin tarih boyunca gerçek anlamda anlaşılıp uygulanmasında önemli eksiklik ve sorunların olduğunu göstermektedir.

Din konusunda tarih boyunca uygulamaya geçmiş tecrübelere bakıldığında dini ibadetlerin yapıldığı camiler, dini gruplar, tarikatlar, cemaatler, vakıflar, eğitim kurumları niteliğindeki medreseler, tekke ve zaviyeler, din hizmetlerini yürüten kişiler ve makamlar, dine dair görüş ve tartışmaları içeren kitaplar, bu görüşler çerçevesinde oluşan grupların bulunduğu görülür. Bu kurumlar, sosyal gruplar, yapılanmalar dine dair uygulamaların çerçevesini oluşturmuştur. Bu çerçevenin içinde yer alan faaliyetlerin varlığını inkar etmek mümkün olmamakla birlikte bu faaliyetlerin birey düzeyinde ne derece hayata geçirilebildiğini belirlemek zor görünüyor. Din konusunda yazılmış eserlerin toplumun en temel birimi olan birey düzeyinde ne kadar anlaşıldığına dair elimizde yeterli veri bulunmamaktadır. Eğitim sistemi din temelli olmakla birlikte toplumun tümünü kapsayacak düzeyde yaygınlaşamamıştır. Dini uygulama anlamında en yaygın kurumsal uygulama mahalle mektepleri denen kurumlar söz konusudur. Bu kurumlarda verilen eğitim ise sadece dinin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumadan daha ileri gitmemektedir. Mahalle mektebi sonrası daha üst düzey din eğitimi veren kurumlar olarak sadece medreseler vardır. Medreseler toplumun yükseköğrenim düzeyindeki tüm eğitim ihtiyacını karşılayan yegane kurumlardır. Bu kurumlar belli bir dönemden sonra kendilerinden beklenen işlevi yerine getiremez hale gelmişlerdir.

Dinin devletin işleyiş sistemindeki yoğun etkisinin bir sonucu olarak bir süre sonra devletin bozuk düzeninin de sebebi gibi görülmüştür. Bunun bir nedeni de Avrupa’da ortaya çıkan yenileşme ve gelişme sürecinde Hristiyanlık dinine karşı alınan tavır sonucu ortaya çıkan ürünlerdir. Avrupa’da kilise yapılanmasına karşı verilen mücadele sonucunda edinilen hürriyet havası Osmanlı’da yenilik taraftarlarına da benzer mücadelenin İslam dinine karşı verilmesi gerektiği düşüncesini doğurmuştur. Bu düşünce dini kurumlara karşı cephe alınmasına neden olmuştur.

Cumhuriyet bu düşüncenin Osmanlı/Anadolu topraklarında cisimleşerek devlet sistemi haline gelmiş dönemidir. Cumhuriyetle birlikte çağdaşlaşma ideali devleti kuranlar tarafından toplumu dönüştürme projesi olarak hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Osmanlı toplumunda dine yüklenen güçlü anlam Cumhuriyet sonrası yok edilmeye çalışılmıştır. Dinin geçmişteki devlet sistemindeki ve toplum hayatındaki güçlü etkisini kaldırıp bireylerin iç dünyalarıyla sınırlı bir ritüel haline getirilmek istenmiştir. Bu uygulamalar çok daha ileri düzeylere kadar taşınıp sadece vicdani bir kanaat, düşünce olarak zihinsel, kişisel yaşam sınırlarından öteye geçmemesi, toplumda görünür hale gelmemesi istenmiştir.

Aslında Osmanlı döneminde güçlü bir anlama, etkiye sahip gibi görünen din gerçek anlamda doğru bir şekilde geçmişte olduğu gibi bu gün de anlaşılabilmiş gibi görünmemektedir. Bu gün toplumda tarihi tecrübe olarak canlandırılmaya çalışılan uygulamalara bu yönüyle bakıldığında bu yanlış anlamanın etkilerinin halen devam ettiğini göstermektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde din adına konuşanlar veya dini değerleri ön plana çıkaran lider konumundaki kişilerin söylemlerinde betimlenen din anlayışı bir yönüyle tarihte yaşananların yeniden canlandırılması hedeflenmektedir. Bu çerçevede yapılanlara bakılınca büyük camilerin yapılması, kur’an kurslarının açılıp yaygınlaştırılması, din eğitimi adına ibadetlerde kullanılacak arapça dua ve surelerin ezberlenmesi, hafızlık eğitiminin yaygınlaştırılması, dini görünüm olarak nitelenen kıyafetlerin yaygınlaştırılması, din eğitimi veren okul ve kurumların ön plana çıkarılıp herkese yaygınlaştırılması, dini gün ve gecelerin medya araçları aracılığı ile herkese hitap edecek şekilde yayınlanması gibi uygulamaların olduğu görülmektedir.

Toplumda din denilince Kur’an okumak akla geliyor. Kur’an okuma Kur’an ayetlerini arapça olarak ahenkli bir şekilde seslendirme olarak anlaşılıp uygulanıyor. Bu uygulamayı özellikle güzel sesli bir kişi tarafından yapılırsa dinleyiciler açısından daha duygusal bir coşkuya neden oluyor. Küçük çocuklar tarafından yapıldığında ise bu coşkunun etkisi daha da artıyor. Bireyler bu kadar güzel ve ahenkli olmasa dahi kutsal kitabı yüzünden ve arapça harfleri ile okuyabilmeyi büyük bir dini uygulama olarak kabul ediyorlar. Günlük namazlarını veya en azından haftada bir Cuma günleri veya yılda bir veya iki defa bayram namazına gitmek, Ramazan ayında bir ay oruç tutmak, hac veya umreye gitmek, bayanların baş örtmesi, erkeklerin sakal bırakması gibi uygulamalar dinin köklü ve güçlü göstergeleri olarak kabul ediliyor. Bu uygulamalara İslam adına bakıldığında bunların ne kadar dinin amacına uygun olduğunun üzerinde durulması gerekiyor.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com





9 Nisan 2019 Salı

Sorunların Köklerine Dair….


Adres kayıt sistemi ile ilgili emniyet görevlileri araştırma yapıyormuş. Adres kayıt sistemi nüfus işlerinin düzenlenmesine dair çıkarılmış bir kanun. Bu kanunun gereklerinin yerine getirilip getirilmediği hususunda bu güne kadar yüzlerce şikayet, olay, olumsuzluk yaşanmış olmasına rağmen bu güne kadar gerekli adımı atmayan yönetim birimleri bu gün konu seçim işlerine gelince harekete geçti. Ülkede kanunların hayata geçmesi konusunda hemen her alanda önemli sorunlar yaşanıyor. Bu durum yönetim işlerindeki düzensizliğin bir göstergesi. Ülkede var olan hangi kanun ne kadar hayata geçmiş diye bir araştırma yapılsa hayretle karşılaşılır. Ülkede medeni kanundan tutun ceza kanununa, imar kanunundan çevreye dair olanlara hemen her alanda kanunlar olmasına rağmen bunların büyük çoğunluğu hayata geçmemiş durumdadır. Yazılı olanla yaşanan arasında bu ülkede o kadar büyük bir fark var ki seçimde yaşananlar bunların yanında adeta devede kulak kalır. Bunun sorumlusu ülkede var olan yönetimdir. Yönetimde var olan kültür bir anda ortaya çıkmaz. Tarih boyunca yaşananların ortaya çıkardığı gelenekler, uygulamalar bu kültürü oluşturur. Yönetim kültüründe var olan sorunların giderilmesine dair çaba göstermesi gerekenlerin başında devleti yönetenler gelir. Sıradan bir vatandaşın yönetim sisteminde, yönetim kültüründe var olan sorunları ortadan kaldırmasına katkı sunabilmesi çok küçük düzeydedir. Bunu düzeltecek olan yönetim aygıtını elinde bulunduranlar yani yöneticilerdir. Yöneticiler içinde de hiyerarşik bir sıralama vardır. Devlet de hiyerarşik bir yapıdır. Bu hiyerarşik yapı içinde var olan her kurumun başındaki yöneticiler başında bulunduğu kurumdaki işleyişten, yönetim kültüründen sorumludur. Her kurumsal işleyiş kendi içinde bir yönetim kültürüne sahiptir. Bu yönüyle bir kurumdaki işleyişin bir başka kurumdaki işleyişe müdahale edebilmesini beklemek de doğru değil. Devlet diye nitelenen soyut varlığa dair doktrinde güçler ayrılığı ilkesinden söz edilir. Bu ilkeye göre devletin içinde bulunan güçler yasama, yürütme ve yargı olarak ayrılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesine göre bu ana gruplar birbirine müdahale edemez. İyi işleyen devlet sistemlerinde bu güçler arasında dengeli bir dağılım ve etkin bir işleyiş vardır. İyi işlemeyen devlet sistemlerinde ise dengeli, sağlıklı, etkin bir işleyiş söz konusu değildir. Ülkemiz bu yönüyle iyi işlemeyen devlet sistemlerine örnek teşkil etmektedir. Bu durum Osmanlı dönemindeki yenileşme hareketlerine kadar giden bir tarihi geçmişe sahiptir. Devlet sistemleri kendini oluşturan iç kurumların, kişilerin işleyişine bağlı gibi görünmekle birlikte aslında bozuk işleyiş sisteminin söz konusu olduğu devletlerde kurumlar ve kişiler içinde bulundukları bu sisteme etki ederek değişimi sağlayamazlar. Bozuk işleyiş sistemini değiştirme gücü ancak devletin içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tümüne etki imkanına sahip olanlarda vardır. Bu ise ancak siyasal gücü elinde bulunduran birimlerin elindedir. Siyasal gücü elinde bulunduranlar ülkemizde siyasi partiler şeklinde yapılanmıştır. Siyasal partiler seçimler aracılığıyla ülke yönetiminin tüm birimlerine ve güçlerine etki etme yetkisine sahip olurlar. Bir yönüyle siyasi partiler devletin yönetim aygıtının işleyişinde ve yönetim kültürünün oluşturulmasında, yönetim sisteminin yürütülmesinde en etkin olan temel birimlerdir. Siyasi parti seçimlerle devletin başına geçince devletin sistemini istediği gibi ele alır. Bu sistemi istediği gibi yönlendirir. Bu nedenle ülke içinde var olan sorunların baş sorumlusu da siyasi partilerdir. Mevcut kanun ve kuralların hayata geçmesinde siyasi partiler özellikle de iktidar partisi birinci sırada yer alır. Siyasi parti yasama, yürütme ve yargı sistemin etkin veya etkisiz işlemesine neden olabilir. Siyasi partilerin devletin işleyiş düzenine yön verebilmesi siyasal istikrar diye nitelenmektedir. Siyasal istikrar siyasi yönden yetkili olan kişilerin mevcut sorunları görme ve bunlara çözüm bulabilecek kadar yeterli sürede görevde kalabilmesini anlatır.

Ülkemizdeki duruma bu çerçevede bakılırsa geçmişten bu yana yaşanan pek çok sorunun temel nedeni olarak siyasi istikrarsızlıktan yakınıldığı görülür. Cumhuriyet tarihi boyunca sorunların yaşandığı dönemlerde iktidara gelen siyasi partilerin kısa sürelerle değiştiği görülür. Aslında Cumhuriyetin kuruluş tarihi olan 1923’den 1950’ye kadar tek parti dönemi vardır. 1950 ile 1960 arasında on yıllık demokrat parti iktidarı söz konusudur. 1960 sonrası kısa aralıklarla hükümet değişikliklerinin yaşandığı görülür. 1980 dönemine kadar siyasal, sosyal, ekonomik ve diğer pek çok alanlarda yaşanan sorunların yoğun bir şekilde var olduğu görülür. 1983 tarihinden 1990’lara kadar ANAP iktidarı yine siyasal istikrarın en azından görüntüde de olsa var olduğu söylenebilir. 1990 ile 2002 arasında yine istikrar konusunda sorunlardan söz edilebilir. 2002 yılından itibaren bu güne kadar gelen döneme bakıldığında Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli siyasi istikrarının varlığından söz edilebilir.

Siyasi istikrar sorunu çerçevesinde bakıldığında 1960-1980 dönemindeki 20 yıllık süre ile 1990-2002 arası 12 yıllık dönem hariç tutulursa ülkede siyasi istikrarsızlık süresinin çok da uzun dönemli olmadığı söylenebilir. Bu durum aslında siyasi istikrarsızlık sorunun yüzeysel bir bakışın ürünü olduğunu düşündürtmektedir. Zira Cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana siyasi istikrarsızlık denebilecek dönemlerin süresi 30 yıl civarında iken siyasi otoritenin güçlü olduğu bir yönüyle de siyasi istikrarın olduğu dönemlerin süresi 50 yıl civarındadır. Buna göre Cumhuriyet tarihinde siyasi istikrar süresi istikrarsızlık süresinden daha fazladır. Siyasi istikrarsızlık sorunlarımızın temeli iddiasının doğruluğu üzerinde daha dikkatli düşünmek gerekiyor.

2002 yılından bu yana mevcut siyasi iktidarın sahip olduğu güce bakınca Cumhuriyet tarihinde hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir gücün varlığından söz etmek gerekiyor. Buna rağmen sorunlara çözüm bulunamama gerekçeleri üzerinde durmak bir zorunluluk. Devletin yönetiminde 17 yıldır kesintisiz şekilde hakim olan siyasi iktidarın dönemlerine bakınca elbette 2002 yılında iktidara gelir gelmez devletin tüm süreçlerine hakim olunduğunu iddia etmek doğru olmaz. AK PARTİ/AKP iktidarı yönetime geldiği 2002 yıllarından itibaren iktidar olma/muktedir olmama tartışmaları ile karşılaşmıştır. Bu tartışmalar 2010’a kadar sürdü. Bir yönüyle 2010 tarihine kadar ülkede AK PARTİ/AKP’nin varolma mücadelesi yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum devlet aygıtında yapılması gereken düzenlemeler konusunda var olan eksiklikler için siyasi iktidarı mazur/haklı gösterebilir. Ancak 2010 yılı ve sonrası için aynı haklılık gerekçelerini ileri sürebilmek çok mümkün görünmüyor. Zira 2010 yılı sonrası artık siyasi iktidar varlık/yokluk mücadelesini kazanmış, rakiplerini alt etmiş durumda idi. Özellikle iktidarın liderinin sahip olduğu karizmatik güç o dönemden itibaren zirveye çıkmıştır. Hala da bu gücün büyük oranda korunduğu söylenebilir. Buna rağmen devletin işleyiş sorunlarında önemli bir azalmadan ziyade artıştan söz edilmektedir. Bu kadar güçlü siyasi istikrara rağmen sorunların azalmaktan çok artmasının arkasında başka sorunların olduğunu göstermektedir. İktidarı destekleyen çevreler 2016 FETÖ kalkışmasını dile getirmektedir ancak FETÖ sorunu iktidarın dışından kaynaklanan bir sorun olmaktan çok iktidarın kendi yönetim anlayışından kaynaklanmış bir sorundur.

Devletin işleyişinde var olan sorunların kaynağı siyasal istikrarsızlıktan ziyade yönetime gelenlerde yönetim kültürüne dair bir vizyon olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu vizyonsuzluğun önemli bir nedeni toplumda var olan yönetim kültürünün geçmişten buyana getirdiği kökleşmiş geleneklerin oluşturduğu tutum, davranış, alışkanlık ve düşünce biçimleridir. Toplumu oluşturan bireylerin sahip olduğu düşünce ve yaşam alışkanlıkları aynen yönetime gelenlerde de etkili olmaktadır. Aslında yönetime gelenlerle toplumu oluşturan bireylerde var olan alışkanlıkların birebir örtüşmesi toplum ile toplumun geliştirdiği kurumların karşılıklı etkileşiminin bir gereği gibi görülerek haklılaştırılabilir. Gerçekten toplumu oluşturan bireyler ve bireylerin bakış açıları ile toplumun içinde bulunan kurumların bakış açılarının birebir örtüşmesi toplum ve toplumu oluşturan bireylerin birlik ve bütünlüğü açısından önemlidir. Fakat bireyin bakış açısı ile kurumların bakış açısının özelliğine yakından bakıldığında bu örtüşmenin her zaman güç kaynağı olarak ortaya çıkmadığını gösterir. Bireyler kişisel olarak özel menfaatlerini düşünürken sadece kişilerin hayatı ile sınırlıdır. Oysa kurumsal yapılar kişilerin hayatlarından, amaçlarından çok daha kapsamlı, uzun süreli hayat ve hedeflere sahiptir. Bu nedenle her zaman kişiler ile kurumsal yapıların hedefleri örtüşmez. Kurumsal yapılar toplumun tümünü, geleceğini, tüm kaynakları, tüm ihtiyaçları uzun süreli olarak düşünür, planlar, koordine ve organize eder. Oysa kişiler kendilerini, yakın çevrelerini ve kısa süreli olarak dikkate alırlar. Bireysel düşünce ile toplumsal düşünce farklı farklıdır. Bir kişinin düşünce sınırına karşı toplum kollektif düşünce ile çok daha kapsamlı bir güce ve etkiye sahiptir.

Devletin yönetimine talip olanların da bu yönüyle kişilerin değil kurumların amaçlarına yönelik olarak çalışması, düşünmesi, hareket etmesi gerekir. İşte ülkemizde temel sorun burada başlamaktadır. Devleti yönetenler yönetime geldiklerinde toplumsal hedefler yerine kişisel hedefler doğrultusunda devleti işletmektedir. Bu durum sorunları çözmek yerine artırmaktadır. Devletin işleyişinde kişisel hedeflere odaklanınca devletin kurumsal olarak güçlenmesi yerine devlete ve devlet kurumlarını yönetenlere yakın olanlar veya etki edebilenler kendi amaçlarına, kişisel hedeflerine kolaylıkla ulaşabilmektedir. Toplumda var olan büyük ve sessiz çoğunluk ise çok çeşitli nedenlerle kaderlerine razı olmaktan başka bir şey yapamamaktadır. Bu kısır döngüyü bozacak olanlar da yine yönetimi elinde bulunduranlardadır. İşte siyasal güç ve yetki sahipleri bu kısır döngüyü bozma iradesini ne kadar güçlü ortaya koyabilirse sistemde iyileşme ve gelişme ortaya çıkabilmektedir. Siyasi güç sahipleri bu iradeyi göstermediği sürece yaşanan sorunların azalmasını beklememek gerekiyor.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com




7 Nisan 2019 Pazar

Seçimlerin Düşündürttükleri…


Seçim sonuçları İstanbul başta olmak üzere hala bazı yerlerde açıklanamadı. Bunun başta gelen nedeni iktidarın kaybettiği yerlerde kaybetmeyi hazmedememesi. Aslında hazmedememeden çok seçim kaybedilen yerlerdeki sorumluların özellikle Cumhurbaşkanı tarafından yiyecekleri azardan veya başarısızlığın sorumluluğunu azaltma endişesinin yarattığı bir çırpınış olarak da nitelenebilir. Cumhurbaşkanı seçimde başarısız oldukları yerlerde birilerine hesabı kesecek. Buralarda bulunan yöneticiler ve sorumlular bu hesap sorma sürecinde mazeret bulma amacıyla bu kadar büyük çaba harcıyorlar.

Seçim kurulları da bu süreçte büyük zorlukla karşılaşıyorlar. Özellikle iktidarla bağlantılı olanlardan gelen itirazlar kolay kolay görmezden gelinemiyor. Seçim kurulları bu davranışları ile görevlerini tarafsız bir şekilde yapmakta zorlandıkları anlaşılıyor. Güçlü bir iktidar karşısında kurallara sıkı sıkıya bağlı kalabilmek oldukça güç. Seçim kurulları sonuçta bürokraside görev yapan kişiler. Yargı mensubu da olsa sonuçta iktidarın iradesine bağlı bir sistem içinde görev yapıyorlar. İktidar yargı mensuplarının özlük hakları başta olmak üzere denetim, yönetim ve diğer işlerini takip etme gücüne sahip. Bir tarafta sonuç alınamadığı durumlarda bir başka alanda sonuç alacak şekilde sıkıştırma olanaklarına sahip olan iktidarın gücünden çekinmeden kurallara bağlılığı savunabilmek oldukça zor. Ülkemizde var olan yönetim kültüründe üst birimler alt birimlerden bir şey isterse alt birimdekiler kendilerini bu isteğin gereğini yerine getirmek zorunda hissederler. Üst birimlerdekiler de isteklerinin yerine getirilmemesi karşısında bunu bir kin, garez, intikam hissi ile bir kenara not ederler. Sahip olduğu gücü, yetkiyi, imkanı zamanı geldiğinde istediğini yapmayan alta karşı kullanmak için sıranın gelmesini beklerler. Bu kültür tarih boyunca yönetim sistemimizde her zaman vardı. Var olmaya da devam ediyor. AK PARTİ/AKP ne yazık ki bu kötü yönetim kültürünün ortadan kaldırılması için çaba göstermedi. Bunun için mücadele etmediler. Bu kültürden bürokrasinin içinde yer alan herkes haberdardır. Bunun gereğine göre hareket etmek zorunda hissederler. Bunun istisnası çok azdır. Bürokraside görev yapanların büyük çoğunluğu bu kültüre sahip olarak görevlerini yapmaktadır. Bu kültür devlet yönetim anlayışının seviyesini göstermektedir. Bu seviye aşiret anlayışıdır. Oldukça ilkeldir. Kurumsal bir devlet yönetim anlayışında olmaması gereken bir anlayıştır. Ne yazık ki binlerce yıl devlet geleneğine sahip olduğu söylenen ülkemizde hala kurumsallaşmış bir devlet yönetim geleneği oluşturulamamıştır.

İktidarın gücüne rağmen, bürokrasideki kötü yönetim kültür geleneğine rağmen seçimlerde seçim kurulları ve YSK büyük ihtimalle seçimlerde sonucu çok da fazla değiştireceğini zannetmiyorum. Büyük ihtimalle İstanbul’da da CHP’li Ekrem İMAMOĞLU sonunda seçimleri kazandı diye ilan edilecek diye düşünüyorum. Zira seçimlerde kullanılan oylardaki fark kolay kolay gizlenecek, tersine çevrilebilecek gibi görünmüyor. Öte yandan ülkemizde yapılan seçimlerde var olan geçersiz oy sayıları hala oy kullanma konusunda vatandaştaki eksiklikleri de gösteriyor. Bu nedenle tüm siyasi partiler bundan sonra taraftarlarını oy kullanma konusunda bilgilendirmek amacıyla çok daha fazla çaba harcamaları gerektiğini gösteriyor.

Seçimlerde CHP’nin kazandığı yerlerdeki yönetim başarısı iktidarın geleceği açısından da belirleyici olacaktır. Bu nedenle CHP seçimi kazandığı belediyelerde geleceği düşünerek hareket etmesi gerekiyor. Zira bu seçimlerde de görüldüğü gibi CHP hala toplumda bir alternatif olduğunu gösterecek düzeyde olmadığı, toplumun bu şekilde bir konuma CHP’yi taşımadığı anlaşılıyor. İktidar oy oranları itibariyle hala ülkede birinci sırada görünüyor. CHP seçimler sonrası kazandığı yerlerde topluma örnek bir yönetim stilini sunması gerekiyor. Belediye hizmetleri topluma doğrudan doğruya dokunan hizmetlerdir. Bu hizmetler toplumu önceleyerek yürütülebileceği gibi kişileri, menfaat zümrelerini de önceleyerek adeta bir rant dağıtım aracı gibi de kullanılabilmektedir. Ülkemizde ne yazık ki çoğunlukla toplumdan ziyade belli kişi ve gruplara rant dağıtım aracı olarak kullanılmaktadır. Mevcut iktidar da bunun istisnası değil. İktidar başlarda belediyeleri topluma hizmet aracı olarak kullanmış iken zamanla bu davranışını bırakarak kişilere ve gruplara rant sağlar hale gelmiştir. CHP belediyelerdeki yönetimleri kaybettiği zaman da aynı anlayışla topluma hizmet yerine kişilere rant sağlıyordu. Bu gün de aynı duruma iktidar düşmüştür. CHP kazandığı belediyelerde kişi ve gruplara rantı değil topluma hizmeti öncelerse toplumun güvenini yeniden kazanabilir. Belediyelerin sahip olduğu kaynak dağıtım aracı olma imkanını toplumun yararına kullanabilir hale getirebilirse kalıcı bir hale gelebilir. Belediye yönetimlerini yürütürken sadece kaynakları topluma hizmet eder şekilde kullanma ile yetinmemesi gerekiyor. Aynı zamanda topluma, vatandaşa tepeden bakmamayı, değerlere saldırmayıp saygı göstermeyi, ehliyet ve liyakati öncelemeyi, yolsuzluk ve yoksunluklarla mücadele etmeyi de başarması gerekiyor. Bu konularda da örnek uygulamalarla topluma mesaj vermesi gerekiyor. Bunu yapabilirse iktidar için düşüşün de başlangıcının görülebileceği söylenebilir.  

Muhalifbakış
           izmirmuhammedali@gmail.com



3 Nisan 2019 Çarşamba

TOKİ Sistemine Dair


TOKİ sistemi özellikle 1980 sonrası dönemde ülkemizde toplu konut sistemine önemli bir aktör olarak girdi. Konut ihtiyacı ülkemizde herkes için önemli bir konu. Aile bütçesindeki en önemli gider kalemlerinden birisi konut alanında.
Siyasiler bu konuda bir şeyler yapmayı vaad ederek iktidara geldiler ve gelmeye devam ediyorlar.
2002 yılı sonrası iktidara gelen AK PARTİ/AKP’nin bu sistemi oldukça etkili kullandığı söylenebilir. İktidar süreci boyunca hemen her dönem TOKİ’yi kullanarak ülkede özellikle dar gelirli insanlar için ümit kapısı olarak göründü. TOKİ, kentsel dönüşüm, deprem ve diğer doğal afet geçiren bölgelerde mağduriyet yaşayan insanların desteklenmesi ve sosyal amaçlı bina ve konutların yapılmasında kullanılan bir araç olarak kullanıldı ve oldukça önemli görevler icra etti ve etmeye devam ediyor.
TOKİ sisteminin toplum içinde icra ettiği işlevler genelde olumlu bir hava içinde kullanıldı ve adeta bu olumlu havanın etkisi ile her zaman bir reklam aracı gibi de kullanıldı. TOKİ sistemine girmemiş olanlar bu olumlu havadan her zaman büyülenmiş gibi davrandılar ve davranmaya devam ediyorlar. Buna karşın TOKİ sisteminden konut almış olanların  yaşadıkları olaylar ve şahit oldukları durumlar görüntünün hiç de zannedildiği kadar büyüleyici olmadığını gösteriyor.
TOKİ sisteminin işleyişinde konutların yapılacağı arsa alanlarının temin edilmesi ve konutların yapılması sürecinde serbest piyasa şartları açısından önemli sorunlardan söz edildiğini özellikle inşaat sektöründe olanlar tarafından her zaman dile getirilmiştir. TOKİ sistemine göre inşa edilecek konutların yapıldığı arsalar bir maliyet kalemi olarak yer almaz. Bu durum konutların maliyetlerine önemli bir etki yapar. Bununla birlikte bu yazıda TOKİ sistemindeki inşaatların yapım sürecinden ziyade kullanım sürecinde yaşanan sorunlardan söz edilecektir.
TOKİ, konutları inşaa ettirme sonrası toplu konutların yönetimini de kendi üzerine alarak vatandaşa iyilik yapıyor gibi görünmekle birlikte gerçeklik hiç de böyle değildir.
TOKİ inşaatların tamamlanması sonrası hak sahiplerine konutları teslim etmektedir. Konutların teslim edilmesi ile birlikte TOKİ’nin işlevi sona ermemektedir. TOKİ’nin teslim ettiği konutlar hak sahiplerine 120 aya varan vadelerde belirlenen taksitlerle ödeme yapılarak kullanıma sunulur. Peşin ödemeleri genelde düşük olmakla birlikte taksitler altı ayda bir farklı oranlarda yeniden belirlenir. Bu belirlemeler yapılırken enflasyon veya memur maaş zamlarına gelen oranlar dikkate alınır. TOKİ, hak sahipleri borçlarını tamamlayıncaya kadar tapuların devrini üzerinde tutar. Bu sürece bakıldığında ekonomik ve hukuki şartların gereği olarak normal bir işleyiş gibi görünebilir. Buna karşın bu süreçte yaşananlar önemli sorunları içermektedir. TOKİ, tapu sahibi olarak hak sahiplerine konutları teslim ederken hazırladığı sözleşmeleri imzalamayı zorunlu tutar. Hazırlanan sözleşmeler TOKİ ile hak sahiplerini karşılıklı yükümlülük altına sokmaktadır. Bu sözleşmeler konut kullanıcıları üzerinde tek taraflı büyük yükümlülüklerin altına sokmaktadır. TOKİ yönetimi bu sözleşmeleri kullanarak konut kullanıcılarını adeta kulu ve kölesi haline getirmektedir. TOKİ toplu yaşamanın gereğini insanlara öğretme, onları uyumlu bir toplum yaşama hazırlama adı altında yönetimi tek taraflı olarak eline almaktadır. Hazırlanan sözleşme ve oluşturulan yönetim aracılığı ile konut kullanıcıları esaret altına alınmaktadır. Sözleşmeye konulan maddeler TOKİ tarafından istendiği şekilde belirlenir. TOKİ’den konut alanların çoğu o güne kadar toplu yaşama veya kat mülkiyeti konularına yabancıdır. Bu yabancılık TOKİ tarafından adeta istismar edilmektedir. Sözleşmeye göre oturanlara toplu yaşamanın ve kat mülkiyetinin gereğini öğretmesi gereken TOKİ insanların bilgisizliğini kullanarak yıllar boyunca konutları kullananları kendisine mahkum müşteriler gibi görmektedir. Toplu yaşamanın gereği olarak konut kullanıcılarını bilgilendirme, yönetim birimlerini kurup oturanlara devir etmek yerine toplu yaşam alanlarını kendisi tarafından atanmış kişiler için iş kapısı haline getirmektedir. Verilen hizmetler site sakinlerinin memnuniyetsizliğine rağmen nitelikli hale dönüştürülmemekte, şikayetlere adeta kulak tıkanmaktadır.
Site yöneticisi olarak atanan kişilerin çoğu TOKİ tarafından daha önce siyasi iktidar adına siyasi mücadelelere girmiş ve kaybetmiş kişiler arasından seçilmektedir. Yönetici konumunda ödenecek kişilere ödenecek ücretler ve diğer hak edişler başta olmak üzere konutlarda ikamet eden konut kullanıcılarının ödeyeceği aidatlar tamamen TOKİ tarafından tek taraflı olarak belirlenir. Konut kullanıcıları bu meblağları ödemek zorundadır. İtiraz etme gibi bir imkanları yok dense yeridir. Zira konut kullanıcılarının çoğu hukuki hakları konusunda yeterli bilgi sahibi kişiler değildir. TOKİ devlet adına hareket eden, hukuki, ekonomik ve tecrübe itibariyle her yönden imkan ve güce sahip devasa bir örgüt olarak bir tarafta dururken yeterli bilgiye sahip olmayan bireyin buna karşı mücadele edebilmesini beklememek gerekiyor.
TOKİ’nin kurduğu yönetim sistemi sadece oradaki konut kullanıcılarına yönelik bir sistem olarak işlememektedir. Her nerede olursa olsun yapılan konutlar TOKİ adına yönetilirken TOKİ’nin de dahil olduğu farklı kurumlardan oluşan İstanbul merkezli şirketlere kaynak sağlar hale dönüşmüştür. Toplanan aidatların belli bir oranı doğrudan bu şirketlere aktarılır. Anadolu’nun en ücra köşesinde konut kullanıcısı olarak şevkle başını sokacak bir evi olduğu için sevinen vatandaşın ödediği aidatlar devasa şirketlere aktarılmaktadır.
TOKİ, konutların yönetimini oluştururken vatandaştan yönetim birimlerini oluşturma adına avans adı altında oldukça önemli miktarlarda meblağlar almaktadır. Belirlenen avansları konut alan herkes ödemek zorundadır. Daire başı belirlenen avansların toplamı yönetim birimlerinin oluşturulmasında ihtiyaç duyulan maddi kaynağın kat kat üstünde olmasına rağmen buna kimse itiraz edip sorgulayamamaktadır. TOKİ’nin yaptığı işleri etkin bir şekilde takip edip şikayetleri sorgulayan bir sistem bulunmamaktadır.
Son dönemde gelir düzeyi düşük kesimlere yönelik sosyal konutlar yapılmaktadır. Bu konutlar ise maliyetleri düşürme, kârı artırma adına balkon, havalandırma, ortak alanları yetersiz bir şekle dönüşmüş durumdadır. Belki konut sahipleri için başını sokacakları bir ev edinmeleri sağlanmış oluyor ancak maliyetlerin bu kadar düşürüldüğü söylenen bir sistemde insani ihtiyaçların da göz ardı edilmemesi gerekiyor. Üstelik de maliyetlerle satış fiyatları karşılaştırılınca hiç de ekonomik bir yönünün olmadığı görülmektedir. Altı ayda bir güncellenen ödeme sisteminde konut alanların ödediği faizin miktarı on yıl boyunca evin güncel fiyatını hiç de ucuzlatmamaktadır. Ucuz alıp pahalı satarak işleyen sistemi sosyal hizmet diye sunmak çok da inandırıcı değildir.
Buraya kadar TOKİ sistemi ile ilgili yaşanan sorunların küçük bir kısmı dile getirilmeye çalışılmıştır. TOKİ bu yönüyle belli kişilere rant sağlayan bir sisteme dönüşmüş gibi görünmektedir. Sözleşmeler bu sisteme geçirilmiş hukuki bir kılıf olarak konut alanların ayaklarına geçirilmiş prangalar durumuna gelmiştir.
Siyasal iktidarın toplumun konut ihtiyacını karşılama gibi sosyal bir hizmet amacıyla oluşturduğu bu sistemin bu şekilde belli kişilere rant sağlayan, içine girenleri kendisine mahkum eden, ya öde ya çık dayatması şeklinde işleyen, kontrolsüz ve de üstelik pahalı bir hizmeti sosyal bir hizmet olarak nitelemek mümkün değildir. Bu durum hiç de yeni ortaya çıkmış bir durum değildir. Uzun zamandır TOKİ sisteminde bu sorunlar mevcut olmasına karşın ekonomik darboğaza girilen bu günlerde ülke çapında bir kampanyaya dönüşme eğilimine giren TOKİ sistemiyle henüz tanışmamış olanların bu cepheyi de dikkate almalarında yarar bulunmaktadır.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com




Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...