9 Nisan 2019 Salı

Sorunların Köklerine Dair….


Adres kayıt sistemi ile ilgili emniyet görevlileri araştırma yapıyormuş. Adres kayıt sistemi nüfus işlerinin düzenlenmesine dair çıkarılmış bir kanun. Bu kanunun gereklerinin yerine getirilip getirilmediği hususunda bu güne kadar yüzlerce şikayet, olay, olumsuzluk yaşanmış olmasına rağmen bu güne kadar gerekli adımı atmayan yönetim birimleri bu gün konu seçim işlerine gelince harekete geçti. Ülkede kanunların hayata geçmesi konusunda hemen her alanda önemli sorunlar yaşanıyor. Bu durum yönetim işlerindeki düzensizliğin bir göstergesi. Ülkede var olan hangi kanun ne kadar hayata geçmiş diye bir araştırma yapılsa hayretle karşılaşılır. Ülkede medeni kanundan tutun ceza kanununa, imar kanunundan çevreye dair olanlara hemen her alanda kanunlar olmasına rağmen bunların büyük çoğunluğu hayata geçmemiş durumdadır. Yazılı olanla yaşanan arasında bu ülkede o kadar büyük bir fark var ki seçimde yaşananlar bunların yanında adeta devede kulak kalır. Bunun sorumlusu ülkede var olan yönetimdir. Yönetimde var olan kültür bir anda ortaya çıkmaz. Tarih boyunca yaşananların ortaya çıkardığı gelenekler, uygulamalar bu kültürü oluşturur. Yönetim kültüründe var olan sorunların giderilmesine dair çaba göstermesi gerekenlerin başında devleti yönetenler gelir. Sıradan bir vatandaşın yönetim sisteminde, yönetim kültüründe var olan sorunları ortadan kaldırmasına katkı sunabilmesi çok küçük düzeydedir. Bunu düzeltecek olan yönetim aygıtını elinde bulunduranlar yani yöneticilerdir. Yöneticiler içinde de hiyerarşik bir sıralama vardır. Devlet de hiyerarşik bir yapıdır. Bu hiyerarşik yapı içinde var olan her kurumun başındaki yöneticiler başında bulunduğu kurumdaki işleyişten, yönetim kültüründen sorumludur. Her kurumsal işleyiş kendi içinde bir yönetim kültürüne sahiptir. Bu yönüyle bir kurumdaki işleyişin bir başka kurumdaki işleyişe müdahale edebilmesini beklemek de doğru değil. Devlet diye nitelenen soyut varlığa dair doktrinde güçler ayrılığı ilkesinden söz edilir. Bu ilkeye göre devletin içinde bulunan güçler yasama, yürütme ve yargı olarak ayrılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesine göre bu ana gruplar birbirine müdahale edemez. İyi işleyen devlet sistemlerinde bu güçler arasında dengeli bir dağılım ve etkin bir işleyiş vardır. İyi işlemeyen devlet sistemlerinde ise dengeli, sağlıklı, etkin bir işleyiş söz konusu değildir. Ülkemiz bu yönüyle iyi işlemeyen devlet sistemlerine örnek teşkil etmektedir. Bu durum Osmanlı dönemindeki yenileşme hareketlerine kadar giden bir tarihi geçmişe sahiptir. Devlet sistemleri kendini oluşturan iç kurumların, kişilerin işleyişine bağlı gibi görünmekle birlikte aslında bozuk işleyiş sisteminin söz konusu olduğu devletlerde kurumlar ve kişiler içinde bulundukları bu sisteme etki ederek değişimi sağlayamazlar. Bozuk işleyiş sistemini değiştirme gücü ancak devletin içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tümüne etki imkanına sahip olanlarda vardır. Bu ise ancak siyasal gücü elinde bulunduran birimlerin elindedir. Siyasal gücü elinde bulunduranlar ülkemizde siyasi partiler şeklinde yapılanmıştır. Siyasal partiler seçimler aracılığıyla ülke yönetiminin tüm birimlerine ve güçlerine etki etme yetkisine sahip olurlar. Bir yönüyle siyasi partiler devletin yönetim aygıtının işleyişinde ve yönetim kültürünün oluşturulmasında, yönetim sisteminin yürütülmesinde en etkin olan temel birimlerdir. Siyasi parti seçimlerle devletin başına geçince devletin sistemini istediği gibi ele alır. Bu sistemi istediği gibi yönlendirir. Bu nedenle ülke içinde var olan sorunların baş sorumlusu da siyasi partilerdir. Mevcut kanun ve kuralların hayata geçmesinde siyasi partiler özellikle de iktidar partisi birinci sırada yer alır. Siyasi parti yasama, yürütme ve yargı sistemin etkin veya etkisiz işlemesine neden olabilir. Siyasi partilerin devletin işleyiş düzenine yön verebilmesi siyasal istikrar diye nitelenmektedir. Siyasal istikrar siyasi yönden yetkili olan kişilerin mevcut sorunları görme ve bunlara çözüm bulabilecek kadar yeterli sürede görevde kalabilmesini anlatır.

Ülkemizdeki duruma bu çerçevede bakılırsa geçmişten bu yana yaşanan pek çok sorunun temel nedeni olarak siyasi istikrarsızlıktan yakınıldığı görülür. Cumhuriyet tarihi boyunca sorunların yaşandığı dönemlerde iktidara gelen siyasi partilerin kısa sürelerle değiştiği görülür. Aslında Cumhuriyetin kuruluş tarihi olan 1923’den 1950’ye kadar tek parti dönemi vardır. 1950 ile 1960 arasında on yıllık demokrat parti iktidarı söz konusudur. 1960 sonrası kısa aralıklarla hükümet değişikliklerinin yaşandığı görülür. 1980 dönemine kadar siyasal, sosyal, ekonomik ve diğer pek çok alanlarda yaşanan sorunların yoğun bir şekilde var olduğu görülür. 1983 tarihinden 1990’lara kadar ANAP iktidarı yine siyasal istikrarın en azından görüntüde de olsa var olduğu söylenebilir. 1990 ile 2002 arasında yine istikrar konusunda sorunlardan söz edilebilir. 2002 yılından itibaren bu güne kadar gelen döneme bakıldığında Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli siyasi istikrarının varlığından söz edilebilir.

Siyasi istikrar sorunu çerçevesinde bakıldığında 1960-1980 dönemindeki 20 yıllık süre ile 1990-2002 arası 12 yıllık dönem hariç tutulursa ülkede siyasi istikrarsızlık süresinin çok da uzun dönemli olmadığı söylenebilir. Bu durum aslında siyasi istikrarsızlık sorunun yüzeysel bir bakışın ürünü olduğunu düşündürtmektedir. Zira Cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana siyasi istikrarsızlık denebilecek dönemlerin süresi 30 yıl civarında iken siyasi otoritenin güçlü olduğu bir yönüyle de siyasi istikrarın olduğu dönemlerin süresi 50 yıl civarındadır. Buna göre Cumhuriyet tarihinde siyasi istikrar süresi istikrarsızlık süresinden daha fazladır. Siyasi istikrarsızlık sorunlarımızın temeli iddiasının doğruluğu üzerinde daha dikkatli düşünmek gerekiyor.

2002 yılından bu yana mevcut siyasi iktidarın sahip olduğu güce bakınca Cumhuriyet tarihinde hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir gücün varlığından söz etmek gerekiyor. Buna rağmen sorunlara çözüm bulunamama gerekçeleri üzerinde durmak bir zorunluluk. Devletin yönetiminde 17 yıldır kesintisiz şekilde hakim olan siyasi iktidarın dönemlerine bakınca elbette 2002 yılında iktidara gelir gelmez devletin tüm süreçlerine hakim olunduğunu iddia etmek doğru olmaz. AK PARTİ/AKP iktidarı yönetime geldiği 2002 yıllarından itibaren iktidar olma/muktedir olmama tartışmaları ile karşılaşmıştır. Bu tartışmalar 2010’a kadar sürdü. Bir yönüyle 2010 tarihine kadar ülkede AK PARTİ/AKP’nin varolma mücadelesi yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum devlet aygıtında yapılması gereken düzenlemeler konusunda var olan eksiklikler için siyasi iktidarı mazur/haklı gösterebilir. Ancak 2010 yılı ve sonrası için aynı haklılık gerekçelerini ileri sürebilmek çok mümkün görünmüyor. Zira 2010 yılı sonrası artık siyasi iktidar varlık/yokluk mücadelesini kazanmış, rakiplerini alt etmiş durumda idi. Özellikle iktidarın liderinin sahip olduğu karizmatik güç o dönemden itibaren zirveye çıkmıştır. Hala da bu gücün büyük oranda korunduğu söylenebilir. Buna rağmen devletin işleyiş sorunlarında önemli bir azalmadan ziyade artıştan söz edilmektedir. Bu kadar güçlü siyasi istikrara rağmen sorunların azalmaktan çok artmasının arkasında başka sorunların olduğunu göstermektedir. İktidarı destekleyen çevreler 2016 FETÖ kalkışmasını dile getirmektedir ancak FETÖ sorunu iktidarın dışından kaynaklanan bir sorun olmaktan çok iktidarın kendi yönetim anlayışından kaynaklanmış bir sorundur.

Devletin işleyişinde var olan sorunların kaynağı siyasal istikrarsızlıktan ziyade yönetime gelenlerde yönetim kültürüne dair bir vizyon olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu vizyonsuzluğun önemli bir nedeni toplumda var olan yönetim kültürünün geçmişten buyana getirdiği kökleşmiş geleneklerin oluşturduğu tutum, davranış, alışkanlık ve düşünce biçimleridir. Toplumu oluşturan bireylerin sahip olduğu düşünce ve yaşam alışkanlıkları aynen yönetime gelenlerde de etkili olmaktadır. Aslında yönetime gelenlerle toplumu oluşturan bireylerde var olan alışkanlıkların birebir örtüşmesi toplum ile toplumun geliştirdiği kurumların karşılıklı etkileşiminin bir gereği gibi görülerek haklılaştırılabilir. Gerçekten toplumu oluşturan bireyler ve bireylerin bakış açıları ile toplumun içinde bulunan kurumların bakış açılarının birebir örtüşmesi toplum ve toplumu oluşturan bireylerin birlik ve bütünlüğü açısından önemlidir. Fakat bireyin bakış açısı ile kurumların bakış açısının özelliğine yakından bakıldığında bu örtüşmenin her zaman güç kaynağı olarak ortaya çıkmadığını gösterir. Bireyler kişisel olarak özel menfaatlerini düşünürken sadece kişilerin hayatı ile sınırlıdır. Oysa kurumsal yapılar kişilerin hayatlarından, amaçlarından çok daha kapsamlı, uzun süreli hayat ve hedeflere sahiptir. Bu nedenle her zaman kişiler ile kurumsal yapıların hedefleri örtüşmez. Kurumsal yapılar toplumun tümünü, geleceğini, tüm kaynakları, tüm ihtiyaçları uzun süreli olarak düşünür, planlar, koordine ve organize eder. Oysa kişiler kendilerini, yakın çevrelerini ve kısa süreli olarak dikkate alırlar. Bireysel düşünce ile toplumsal düşünce farklı farklıdır. Bir kişinin düşünce sınırına karşı toplum kollektif düşünce ile çok daha kapsamlı bir güce ve etkiye sahiptir.

Devletin yönetimine talip olanların da bu yönüyle kişilerin değil kurumların amaçlarına yönelik olarak çalışması, düşünmesi, hareket etmesi gerekir. İşte ülkemizde temel sorun burada başlamaktadır. Devleti yönetenler yönetime geldiklerinde toplumsal hedefler yerine kişisel hedefler doğrultusunda devleti işletmektedir. Bu durum sorunları çözmek yerine artırmaktadır. Devletin işleyişinde kişisel hedeflere odaklanınca devletin kurumsal olarak güçlenmesi yerine devlete ve devlet kurumlarını yönetenlere yakın olanlar veya etki edebilenler kendi amaçlarına, kişisel hedeflerine kolaylıkla ulaşabilmektedir. Toplumda var olan büyük ve sessiz çoğunluk ise çok çeşitli nedenlerle kaderlerine razı olmaktan başka bir şey yapamamaktadır. Bu kısır döngüyü bozacak olanlar da yine yönetimi elinde bulunduranlardadır. İşte siyasal güç ve yetki sahipleri bu kısır döngüyü bozma iradesini ne kadar güçlü ortaya koyabilirse sistemde iyileşme ve gelişme ortaya çıkabilmektedir. Siyasi güç sahipleri bu iradeyi göstermediği sürece yaşanan sorunların azalmasını beklememek gerekiyor.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...