Adres kayıt sistemi ile ilgili emniyet görevlileri araştırma
yapıyormuş. Adres kayıt sistemi nüfus işlerinin düzenlenmesine dair çıkarılmış
bir kanun. Bu kanunun gereklerinin yerine getirilip getirilmediği hususunda bu
güne kadar yüzlerce şikayet, olay, olumsuzluk yaşanmış olmasına rağmen bu güne
kadar gerekli adımı atmayan yönetim birimleri bu gün konu seçim işlerine
gelince harekete geçti. Ülkede kanunların hayata geçmesi konusunda hemen her
alanda önemli sorunlar yaşanıyor. Bu durum yönetim işlerindeki düzensizliğin
bir göstergesi. Ülkede var olan hangi kanun ne kadar hayata geçmiş diye bir
araştırma yapılsa hayretle karşılaşılır. Ülkede medeni kanundan tutun ceza
kanununa, imar kanunundan çevreye dair olanlara hemen her alanda kanunlar
olmasına rağmen bunların büyük çoğunluğu hayata geçmemiş durumdadır. Yazılı
olanla yaşanan arasında bu ülkede o kadar büyük bir fark var ki seçimde
yaşananlar bunların yanında adeta devede kulak kalır. Bunun sorumlusu ülkede
var olan yönetimdir. Yönetimde var olan kültür bir anda ortaya çıkmaz. Tarih
boyunca yaşananların ortaya çıkardığı gelenekler, uygulamalar bu kültürü
oluşturur. Yönetim kültüründe var olan sorunların giderilmesine dair çaba
göstermesi gerekenlerin başında devleti yönetenler gelir. Sıradan bir
vatandaşın yönetim sisteminde, yönetim kültüründe var olan sorunları ortadan
kaldırmasına katkı sunabilmesi çok küçük düzeydedir. Bunu düzeltecek olan
yönetim aygıtını elinde bulunduranlar yani yöneticilerdir. Yöneticiler içinde
de hiyerarşik bir sıralama vardır. Devlet de hiyerarşik bir yapıdır. Bu
hiyerarşik yapı içinde var olan her kurumun başındaki yöneticiler başında
bulunduğu kurumdaki işleyişten, yönetim kültüründen sorumludur. Her kurumsal
işleyiş kendi içinde bir yönetim kültürüne sahiptir. Bu yönüyle bir kurumdaki
işleyişin bir başka kurumdaki işleyişe müdahale edebilmesini beklemek de doğru
değil. Devlet diye nitelenen soyut varlığa dair doktrinde güçler ayrılığı
ilkesinden söz edilir. Bu ilkeye göre devletin içinde bulunan güçler yasama,
yürütme ve yargı olarak ayrılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesine göre bu ana
gruplar birbirine müdahale edemez. İyi işleyen devlet sistemlerinde bu güçler
arasında dengeli bir dağılım ve etkin bir işleyiş vardır. İyi işlemeyen devlet
sistemlerinde ise dengeli, sağlıklı, etkin bir işleyiş söz konusu değildir.
Ülkemiz bu yönüyle iyi işlemeyen devlet sistemlerine örnek teşkil etmektedir.
Bu durum Osmanlı dönemindeki yenileşme hareketlerine kadar giden bir tarihi
geçmişe sahiptir. Devlet sistemleri kendini oluşturan iç kurumların, kişilerin
işleyişine bağlı gibi görünmekle birlikte aslında bozuk işleyiş sisteminin söz
konusu olduğu devletlerde kurumlar ve kişiler içinde bulundukları bu sisteme
etki ederek değişimi sağlayamazlar. Bozuk işleyiş sistemini değiştirme gücü
ancak devletin içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tümüne etki
imkanına sahip olanlarda vardır. Bu ise ancak siyasal gücü elinde bulunduran
birimlerin elindedir. Siyasal gücü elinde bulunduranlar ülkemizde siyasi
partiler şeklinde yapılanmıştır. Siyasal partiler seçimler aracılığıyla ülke
yönetiminin tüm birimlerine ve güçlerine etki etme yetkisine sahip olurlar. Bir
yönüyle siyasi partiler devletin yönetim aygıtının işleyişinde ve yönetim
kültürünün oluşturulmasında, yönetim sisteminin yürütülmesinde en etkin olan
temel birimlerdir. Siyasi parti seçimlerle devletin başına geçince devletin
sistemini istediği gibi ele alır. Bu sistemi istediği gibi yönlendirir. Bu
nedenle ülke içinde var olan sorunların baş sorumlusu da siyasi partilerdir.
Mevcut kanun ve kuralların hayata geçmesinde siyasi partiler özellikle de
iktidar partisi birinci sırada yer alır. Siyasi parti yasama, yürütme ve yargı
sistemin etkin veya etkisiz işlemesine neden olabilir. Siyasi partilerin
devletin işleyiş düzenine yön verebilmesi siyasal istikrar diye
nitelenmektedir. Siyasal istikrar siyasi yönden yetkili olan kişilerin mevcut
sorunları görme ve bunlara çözüm bulabilecek kadar yeterli sürede görevde
kalabilmesini anlatır.
Ülkemizdeki duruma bu çerçevede bakılırsa geçmişten bu yana
yaşanan pek çok sorunun temel nedeni olarak siyasi istikrarsızlıktan yakınıldığı
görülür. Cumhuriyet tarihi boyunca sorunların yaşandığı dönemlerde iktidara
gelen siyasi partilerin kısa sürelerle değiştiği görülür. Aslında Cumhuriyetin
kuruluş tarihi olan 1923’den 1950’ye kadar tek parti dönemi vardır. 1950 ile
1960 arasında on yıllık demokrat parti iktidarı söz konusudur. 1960 sonrası
kısa aralıklarla hükümet değişikliklerinin yaşandığı görülür. 1980 dönemine
kadar siyasal, sosyal, ekonomik ve diğer pek çok alanlarda yaşanan sorunların
yoğun bir şekilde var olduğu görülür. 1983 tarihinden 1990’lara kadar ANAP
iktidarı yine siyasal istikrarın en azından görüntüde de olsa var olduğu
söylenebilir. 1990 ile 2002 arasında yine istikrar konusunda sorunlardan söz
edilebilir. 2002 yılından itibaren bu güne kadar gelen döneme bakıldığında Cumhuriyet
tarihinin en uzun süreli siyasi istikrarının varlığından söz edilebilir.
Siyasi istikrar sorunu çerçevesinde bakıldığında 1960-1980
dönemindeki 20 yıllık süre ile 1990-2002 arası 12 yıllık dönem hariç tutulursa
ülkede siyasi istikrarsızlık süresinin çok da uzun dönemli olmadığı
söylenebilir. Bu durum aslında siyasi istikrarsızlık sorunun yüzeysel bir
bakışın ürünü olduğunu düşündürtmektedir. Zira Cumhuriyetin kurulduğu tarihten
bu yana siyasi istikrarsızlık denebilecek dönemlerin süresi 30 yıl civarında
iken siyasi otoritenin güçlü olduğu bir yönüyle de siyasi istikrarın olduğu
dönemlerin süresi 50 yıl civarındadır. Buna göre Cumhuriyet tarihinde siyasi
istikrar süresi istikrarsızlık süresinden daha fazladır. Siyasi istikrarsızlık
sorunlarımızın temeli iddiasının doğruluğu üzerinde daha dikkatli düşünmek
gerekiyor.
2002 yılından bu yana mevcut siyasi iktidarın sahip olduğu
güce bakınca Cumhuriyet tarihinde hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir
gücün varlığından söz etmek gerekiyor. Buna rağmen sorunlara çözüm bulunamama
gerekçeleri üzerinde durmak bir zorunluluk. Devletin yönetiminde 17 yıldır
kesintisiz şekilde hakim olan siyasi iktidarın dönemlerine bakınca elbette 2002
yılında iktidara gelir gelmez devletin tüm süreçlerine hakim olunduğunu iddia
etmek doğru olmaz. AK PARTİ/AKP iktidarı yönetime geldiği 2002 yıllarından
itibaren iktidar olma/muktedir olmama tartışmaları ile karşılaşmıştır. Bu
tartışmalar 2010’a kadar sürdü. Bir yönüyle 2010 tarihine kadar ülkede AK
PARTİ/AKP’nin varolma mücadelesi yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu durum
devlet aygıtında yapılması gereken düzenlemeler konusunda var olan eksiklikler
için siyasi iktidarı mazur/haklı gösterebilir. Ancak 2010 yılı ve sonrası için
aynı haklılık gerekçelerini ileri sürebilmek çok mümkün görünmüyor. Zira 2010
yılı sonrası artık siyasi iktidar varlık/yokluk mücadelesini kazanmış,
rakiplerini alt etmiş durumda idi. Özellikle iktidarın liderinin sahip olduğu
karizmatik güç o dönemden itibaren zirveye çıkmıştır. Hala da bu gücün büyük oranda
korunduğu söylenebilir. Buna rağmen devletin işleyiş sorunlarında önemli bir
azalmadan ziyade artıştan söz edilmektedir. Bu kadar güçlü siyasi istikrara
rağmen sorunların azalmaktan çok artmasının arkasında başka sorunların olduğunu
göstermektedir. İktidarı destekleyen çevreler 2016 FETÖ kalkışmasını dile
getirmektedir ancak FETÖ sorunu iktidarın dışından kaynaklanan bir sorun
olmaktan çok iktidarın kendi yönetim anlayışından kaynaklanmış bir sorundur.
Devletin işleyişinde var olan sorunların kaynağı siyasal
istikrarsızlıktan ziyade yönetime gelenlerde yönetim kültürüne dair bir vizyon
olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu vizyonsuzluğun önemli bir nedeni toplumda
var olan yönetim kültürünün geçmişten buyana getirdiği kökleşmiş geleneklerin
oluşturduğu tutum, davranış, alışkanlık ve düşünce biçimleridir. Toplumu
oluşturan bireylerin sahip olduğu düşünce ve yaşam alışkanlıkları aynen
yönetime gelenlerde de etkili olmaktadır. Aslında yönetime gelenlerle toplumu
oluşturan bireylerde var olan alışkanlıkların birebir örtüşmesi toplum ile
toplumun geliştirdiği kurumların karşılıklı etkileşiminin bir gereği gibi
görülerek haklılaştırılabilir. Gerçekten toplumu oluşturan bireyler ve
bireylerin bakış açıları ile toplumun içinde bulunan kurumların bakış açılarının
birebir örtüşmesi toplum ve toplumu oluşturan bireylerin birlik ve bütünlüğü
açısından önemlidir. Fakat bireyin bakış açısı ile kurumların bakış açısının
özelliğine yakından bakıldığında bu örtüşmenin her zaman güç kaynağı olarak
ortaya çıkmadığını gösterir. Bireyler kişisel olarak özel menfaatlerini
düşünürken sadece kişilerin hayatı ile sınırlıdır. Oysa kurumsal yapılar
kişilerin hayatlarından, amaçlarından çok daha kapsamlı, uzun süreli hayat ve
hedeflere sahiptir. Bu nedenle her zaman kişiler ile kurumsal yapıların
hedefleri örtüşmez. Kurumsal yapılar toplumun tümünü, geleceğini, tüm
kaynakları, tüm ihtiyaçları uzun süreli olarak düşünür, planlar, koordine ve
organize eder. Oysa kişiler kendilerini, yakın çevrelerini ve kısa süreli
olarak dikkate alırlar. Bireysel düşünce ile toplumsal düşünce farklı
farklıdır. Bir kişinin düşünce sınırına karşı toplum kollektif düşünce ile çok
daha kapsamlı bir güce ve etkiye sahiptir.
Devletin yönetimine talip olanların da bu yönüyle kişilerin
değil kurumların amaçlarına yönelik olarak çalışması, düşünmesi, hareket etmesi
gerekir. İşte ülkemizde temel sorun burada başlamaktadır. Devleti yönetenler
yönetime geldiklerinde toplumsal hedefler yerine kişisel hedefler doğrultusunda
devleti işletmektedir. Bu durum sorunları çözmek yerine artırmaktadır. Devletin
işleyişinde kişisel hedeflere odaklanınca devletin kurumsal olarak güçlenmesi
yerine devlete ve devlet kurumlarını yönetenlere yakın olanlar veya etki
edebilenler kendi amaçlarına, kişisel hedeflerine kolaylıkla ulaşabilmektedir.
Toplumda var olan büyük ve sessiz çoğunluk ise çok çeşitli nedenlerle
kaderlerine razı olmaktan başka bir şey yapamamaktadır. Bu kısır döngüyü
bozacak olanlar da yine yönetimi elinde bulunduranlardadır. İşte siyasal güç ve
yetki sahipleri bu kısır döngüyü bozma iradesini ne kadar güçlü ortaya
koyabilirse sistemde iyileşme ve gelişme ortaya çıkabilmektedir. Siyasi güç
sahipleri bu iradeyi göstermediği sürece yaşanan sorunların azalmasını
beklememek gerekiyor.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder