Din konusu toplumda hemen herkes tarafından önem verilen bir
olgu. Din sosyal bir kurum. Bu kurum ülkemizde toplumun büyük çoğunluğu
tarafından ilgi ile karşılanan, kabul edilen, sahiplenilen bir konuma sahip.
Türklerin İslamiyet’e girmelerine dair tartışmalı kitaplar yazılmış da olsa
bugün hala dine atfedilen değerin bu kitaplarda ileri sürülen aynı gerekçelerin
geçerliliğinin doğruluğunu iddia edebilmek zor. Türklerin İslamı zorbalıkla
kabul ettikleri görüşü din konusuna dışlayıcı bir bakış açısını taşıyor. Bu
bakış açısı da toplumda bir renk olarak bulunuyor. Bu ve benzeri farklı ve
dışlayıcı bakış açılarına rağmen din konusu toplumda büyük oranda kabul
görüyor. Tarih boyunca din kurumu Türk toplumu tarafından önemli bir
yönlendirme, etkileme unsuru olarak devleti yönetenler tarafından da her zaman
kullanıldı. Osmanlı Devletini yönetenler ilayı kelimetullah kavramını uzun
yıllar bir devlet ideolojisi olarak kullanmışlardır. Osmanlı devlet
yapılanmasında din şekli olarak da olsa büyük bir etkiye sahipti. Osmanlı’da
devletin varlığında din temel bir dayanaktı. Devleti yönetenler toplumu yönetme
yetkisini kullanırken dinin tüm imkanlarını sonuna kadar kullandılar. Din
devletin meşruiyet kaynaklarından birisi idi. Toplumun içindeki gruplar da yine
dinsel kimliklere dayanan kategorilere göre yapılandırılmıştı. Bu tarihi
tecrübenin etkisi bu güne kadar da devam etmektedir.
Devleti yönetenler din kurumunu toplum nezdinde kendi
meşruiyetlerini güvence altına almada bir araç olarak kullanmışlardır. Devasa
camilerin yapılması, kutsal gecelerin coşku ile anılmasını sağlayacak
faaliyetler yapılması, kutsal topraklara maddi yardım götüren kervanların ihdas
edilmesi, dini kisvelere sahip kişilere özel imtiyazlar verilmesi, dini
hizmetleri destekleyecek ekonomik sistemlerin kurulması, geliştirilmesi,
desteklenmesi gibi çalışmalar devlet sistemi ile din kurumu arasındaki
etkileşimin göstergeleridir.
Devletin işleyiş sisteminde yaşanan sorunlar zamanla farklı
çözüm önerilerinin geliştirilmesine neden oldu. Bu çözüm önerileri tarihimizde
yenileşme hareketleri diye nitelenmektedir. Uzun süre yenileşme çerçevesinde
sunulan çözümlerin büyük oranda yine din kavramına dayandığı, dini kurallara,
şeriata riayet tekliflerini içerdiği görülmektedir. Devletin yönetiminde
bulunanlara yönelik sunulan çözüm önerilerinde de uzun süre dine samimiyetle
bağlılık çerçevesinde hareket edilmiştir. Bu durum din kurumuna yüklenen
anlamın gücünü de göstermektedir.
Tarihi tecrübe içinde dine yüklenen bu güçlü anlam ve değere
rağmen dinin tarihi süreç içinde gerçek anlamda doğru anlaşılıp toplumun ve
devletin tüm katmanlarında ve uygulamalarında etkili olduğunu söylemek çok da
doğru görünmemektedir. Devleti yönetenler her ne kadar meşruiyet zemini olarak
dini görseler de toplum yaşamında ve devletin işleyişinde pek çok dine aykırı
uygulamanın, işleyişin ve yaşayışın varlığından söz etmek mümkündür. Bu durum
aslında dinin tarih boyunca gerçek anlamda anlaşılıp uygulanmasında önemli
eksiklik ve sorunların olduğunu göstermektedir.
Din konusunda tarih boyunca uygulamaya geçmiş tecrübelere
bakıldığında dini ibadetlerin yapıldığı camiler, dini gruplar, tarikatlar,
cemaatler, vakıflar, eğitim kurumları niteliğindeki medreseler, tekke ve
zaviyeler, din hizmetlerini yürüten kişiler ve makamlar, dine dair görüş ve
tartışmaları içeren kitaplar, bu görüşler çerçevesinde oluşan grupların
bulunduğu görülür. Bu kurumlar, sosyal gruplar, yapılanmalar dine dair
uygulamaların çerçevesini oluşturmuştur. Bu çerçevenin içinde yer alan
faaliyetlerin varlığını inkar etmek mümkün olmamakla birlikte bu faaliyetlerin
birey düzeyinde ne derece hayata geçirilebildiğini belirlemek zor görünüyor.
Din konusunda yazılmış eserlerin toplumun en temel birimi olan birey düzeyinde
ne kadar anlaşıldığına dair elimizde yeterli veri bulunmamaktadır. Eğitim
sistemi din temelli olmakla birlikte toplumun tümünü kapsayacak düzeyde
yaygınlaşamamıştır. Dini uygulama anlamında en yaygın kurumsal uygulama mahalle
mektepleri denen kurumlar söz konusudur. Bu kurumlarda verilen eğitim ise
sadece dinin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumadan daha ileri
gitmemektedir. Mahalle mektebi sonrası daha üst düzey din eğitimi veren
kurumlar olarak sadece medreseler vardır. Medreseler toplumun yükseköğrenim
düzeyindeki tüm eğitim ihtiyacını karşılayan yegane kurumlardır. Bu kurumlar
belli bir dönemden sonra kendilerinden beklenen işlevi yerine getiremez hale
gelmişlerdir.
Dinin devletin işleyiş sistemindeki yoğun etkisinin bir
sonucu olarak bir süre sonra devletin bozuk düzeninin de sebebi gibi görülmüştür.
Bunun bir nedeni de Avrupa’da ortaya çıkan yenileşme ve gelişme sürecinde
Hristiyanlık dinine karşı alınan tavır sonucu ortaya çıkan ürünlerdir.
Avrupa’da kilise yapılanmasına karşı verilen mücadele sonucunda edinilen
hürriyet havası Osmanlı’da yenilik taraftarlarına da benzer mücadelenin İslam
dinine karşı verilmesi gerektiği düşüncesini doğurmuştur. Bu düşünce dini
kurumlara karşı cephe alınmasına neden olmuştur.
Cumhuriyet bu düşüncenin Osmanlı/Anadolu topraklarında
cisimleşerek devlet sistemi haline gelmiş dönemidir. Cumhuriyetle birlikte
çağdaşlaşma ideali devleti kuranlar tarafından toplumu dönüştürme projesi
olarak hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Osmanlı toplumunda dine yüklenen güçlü
anlam Cumhuriyet sonrası yok edilmeye çalışılmıştır. Dinin geçmişteki devlet
sistemindeki ve toplum hayatındaki güçlü etkisini kaldırıp bireylerin iç
dünyalarıyla sınırlı bir ritüel haline getirilmek istenmiştir. Bu uygulamalar
çok daha ileri düzeylere kadar taşınıp sadece vicdani bir kanaat, düşünce
olarak zihinsel, kişisel yaşam sınırlarından öteye geçmemesi, toplumda görünür
hale gelmemesi istenmiştir.
Aslında Osmanlı döneminde güçlü bir anlama, etkiye sahip gibi
görünen din gerçek anlamda doğru bir şekilde geçmişte olduğu gibi bu gün de
anlaşılabilmiş gibi görünmemektedir. Bu gün toplumda tarihi tecrübe olarak
canlandırılmaya çalışılan uygulamalara bu yönüyle bakıldığında bu yanlış
anlamanın etkilerinin halen devam ettiğini göstermektedir. İçinde bulunduğumuz
dönemde din adına konuşanlar veya dini değerleri ön plana çıkaran lider
konumundaki kişilerin söylemlerinde betimlenen din anlayışı bir yönüyle tarihte
yaşananların yeniden canlandırılması hedeflenmektedir. Bu çerçevede yapılanlara
bakılınca büyük camilerin yapılması, kur’an kurslarının açılıp yaygınlaştırılması,
din eğitimi adına ibadetlerde kullanılacak arapça dua ve surelerin
ezberlenmesi, hafızlık eğitiminin yaygınlaştırılması, dini görünüm olarak
nitelenen kıyafetlerin yaygınlaştırılması, din eğitimi veren okul ve kurumların
ön plana çıkarılıp herkese yaygınlaştırılması, dini gün ve gecelerin medya
araçları aracılığı ile herkese hitap edecek şekilde yayınlanması gibi
uygulamaların olduğu görülmektedir.
Toplumda din denilince Kur’an okumak akla geliyor. Kur’an
okuma Kur’an ayetlerini arapça olarak ahenkli bir şekilde seslendirme olarak
anlaşılıp uygulanıyor. Bu uygulamayı özellikle güzel sesli bir kişi tarafından
yapılırsa dinleyiciler açısından daha duygusal bir coşkuya neden oluyor. Küçük
çocuklar tarafından yapıldığında ise bu coşkunun etkisi daha da artıyor. Bireyler
bu kadar güzel ve ahenkli olmasa dahi kutsal kitabı yüzünden ve arapça harfleri
ile okuyabilmeyi büyük bir dini uygulama olarak kabul ediyorlar. Günlük
namazlarını veya en azından haftada bir Cuma günleri veya yılda bir veya iki
defa bayram namazına gitmek, Ramazan ayında bir ay oruç tutmak, hac veya umreye
gitmek, bayanların baş örtmesi, erkeklerin sakal bırakması gibi uygulamalar
dinin köklü ve güçlü göstergeleri olarak kabul ediliyor. Bu uygulamalara İslam
adına bakıldığında bunların ne kadar dinin amacına uygun olduğunun üzerinde
durulması gerekiyor.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder