Girmeden
tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
(Mehmet Akif
ERSOY)
Millete tefrika girmesi ne demek? Tefrika, ayrılık, ikilik
anlamlarına geliyor. Millet ise genel olarak; bir toprak parçası üzerinde
yaşayan insanlar topluluğu anlamına geliyor. Millet kavramına ırk birliği, din
birliği, dil birliği ve tarih birliği gibi farklı unsurlar ekleyenler de var
ancak bunun tamamen var olabilmesi bu günkü dünya şartlarında çok da mümkün
görünmüyor. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türk milleti kavramını
tanımlamaya çalışanlar bunu genelde ırk birliği çerçevesi içinde yapmaya çalıştılar.
Fakat bu çok da mümkün olmadı. Irk kavramının içine giren kültür, dil ve tarih
unsurlarının tümüyle tek tip hale getirilmesi çok da mümkün görünmüyor.
Yaşadığımız topraklarda bu anlamda tek tip bir millet oluşumundan söz edebilmek
neredeyse imkansız. Başta siyasiler olmak üzere topluma dair fikir, söz ve
eylem içinde bulunanların tümü ülkede Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler,
Abazalar, Romanlar diye başlayıp gittikçe uzayan türde ırklardan her zaman söz
ediyor. Anadolu coğrafyası geçmişten bu yana pek çok farklı ırkın harmanlandığı
bir yer olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu çerçevede millet kavramını
da tam olarak tartışmasız bir şekilde tanımlayabilmek mümkün görünmemekle
birlikte toplumda kültürü, dili, nüfusu, coğrafyası, ekonomik, sosyal
faaliyetleri ile varlığını ortaya koyan insan toplulukları olarak tanımlamak
çok daha gerçekçi gibi görünüyor. İnsan topluluğu tanımlaması yapılınca doğal
olarak bireyden bağımsız bir yapı ortaya çıkıyor. Bu da kamusal gücü,
faaliyetleri, yapıları yani devlet mekanizmasını gerektiriyor.
İnsan topluluklarını bir arada tutan olay ve olgular vardır.
En küçük topluluk olan aileyi bir arada tutan en temel değerler topluma doğru
çıkıldıkça daha da soyutlaşarak genişler. Ailenin üstünde yakın akrabalık
ilişkilerinin hakim olduğu kan bağına dayanan üst gruplar ortaya çıkar. Bu üst
gruplar komşuluk ilişkileri ile coğrafi yakınlık bağına bağlı daha üst grupları
ortaya çıkarır. Aynı mahallede, aynı köyde, aynı coğrafyada yaşayan insanlar
arasında var olan ortak menfaat, ilişki ve etkileşimler insanları bir arada
tutar. Coğrafyalar büyüdükçe araya giren mesafeler farklı gruplar arasındaki
etkileşimi de gittikçe zorlaştırır. Bu düzeyde çok daha soyut değerler ortaya
çıkmaya başlar. Toprak parçası üzerinde yaşayan insanlar arasındaki bağların
gücü topluluğun gücüne dönüşür. Bir kişinin sahip olduğu
gücün çok üstünde bir güç ortaya çıkar. Bunun olabilmesi toprak parçası
üzerinde yaşayan insanlar arasında var olan ve paylaşılan değerlerin çokluğuna
bağlıdır. Ancak bir değerin varlığından ve paylaşıldığından söz edebilmek için
bunun söylem düzeyinde kalmaması, gerçek hayatın her alanında hissedilmesi,
yaşanması, görünür hale gelmesi gerekir. Bireyi aşan yapıların ortaya çıkması
devlet kurumunun varlığını gerektirmiştir. Dolayısıyla bireyden çok daha geniş insan
topluluklarını ilgilendiren durumlarda en önemli unsur devlet kurumudur.
Toplumda birlik oluşacaksa veya ayrılık ve ikilik gibi istenmeyen kavramlar
ortadan kaldırılacaksa bu sadece bireyin çabasıyla olacak bir durum değildir.
Devlet kurumu bu konuda baş sorumlu ve yetkilidir. Dolayısıyla millet denilen
unsur arasında ikilik ve ayrılık ancak devlet denilen kamu tüzel kişiliğinin
çalışması, çabası ile ortadan kaldırılabilir. Devlet denilen tüzel kişilik ise
yönetim makamlarında bulunan kişilerin çabalarına büyük oranda bağlıdır.
Yönetim makamlarında gücü elinde bulunduranlar yaptıkları uygulamalarla
devletin gücünü toplumsal birliği sağlamaya dönük olarak kullanabilecekleri
gibi toplumda ayrılık ve ikiliği güçlendirecek yönde de kullanabilirler. Devlet
bir aygıt, araç olarak onu kullananlar eliyle yönlenmekte, sonuç üretmektedir.
Devlet kurumu eğitim aracını kullanarak yeni yetişenlere
bilgi, beceri, anlayış, bakış açısı, potansiyel kazandırmaya çalışır. Ancak
sadece eğitimle alınabilecek sonuç belli bir sınıra kadardır. Eğitim toplum
içinde var olan pek çok unsurdan sadece birisidir. Üstelik de ülkenin genel
yönetim anlayışı ile doğrudan etkileşim içindedir. Eğitimden çok daha kısa
süreli ve güçlü etkiye sahip unsur olarak genel yönetim anlayışı vardır. Genel
yönetim anlayışı eğitim başta olmak üzere devlet tüzel kişiliği içinde yer alan
tüm alt sistemleri doğrudan etkiler. Ülke içinde var olan yönetim anlayışı
toplum içindeki birlik beraberlik duygusunu en güçlü şekilde etkiler. Yönetim
anlayışı yönetim makamında bulunan kişilerden bağımsız değildir.
Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi şeklinde ortaya çıkan yeni yönetim stilinin
kabulü ile birlikte yönetim sisteminin etkisi çok daha fazla bir şekilde ve
kısa sürede hissedilir hale gelmiştir. Bu durum yönetim anlayışının niteliğine
yönelik çok daha hassas olunmasını gerektiğini ortaya çıkarmıştır.
Ülke içinde yaşayan insan toplulukları arasında
vazgeçilemeyecek en temel değer adalettir. En temel birim olan aileden tutun en
geniş insan topluluklarına kadar adalet kavramına önem vermeyen bir kişi veya
grubun varlığında söz edebilmek mümkün değildir. Kişisel olarak adaletin
gereksizliğine dair bir beyan, uygulama veya kararın gerekliliğini, haklılığını
savunabilecek, isteyebilecek birisinin olması düşünülemez. Bu nedenle millet
içinde ikilik ve ayrılık girmesin deniyorsa ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin
herkes adalet anlayışında birleşecektir. Devleti yönetenler bu çerçevede gerçek
anlamda birlik, beraberlik istiyorsa adaleti ayakta tutacak kararlar,
sistemler, düzenlemeler geliştirmelidir.
Adalet kavramını sadece yargısal bir sistem olarak ele
almamak gerekiyor. Yargısal sistem olarak adalet devletin işleyiş düzenine etki
etmekle birlikte yargı sistemi toplum içinde sınırlı bir güç ve etkiye
sahiptir. Yargı sisteminden çok daha geniş alanlarda adalet kavramının
yaşatılmasına ihtiyaç vardır. Bu çerçevede son 17 yıldır iktidarda bulunan
siyasal iradenin üzerine büyük görevler düşmekteydi. 17 yıldır geçen süre
içinde hayata geçen uygulamalara genel olarak bakıldığında bu alanda istenen
düzeye gelinemediğini söylemek çok yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.
Yönetimde adalet anlayışının gerektiği gibi hayata geçmediğine dair sayısız
örnekler yaşandı. Bunların tümünü tek tek bir yazının sınırları içinde
sayabilmek çok mümkün görünmüyor. Devletin etkili makamlarına yapılan
görevlendirmelere dair herkes tarafından bilinen, kabul edilen bir sistemin
varlığından söz edilememektedir. Mevcut yönetimin sağlık başta olmak üzere
ulaşım alt yapısına dair pek çok alandaki hizmetlerinden herkes söz ederken
ehliyet ve liyakati önceleyen bir sistemin kurulduğundan söz edilememektedir.
Tersine objektif sınav kriterlerinin etrafından dolaşacak, bu kriterleri devre
dışı bırakacak onlarca uygulamadan söz edilmektedir. Mülakat sınavlarında
yapılan usulsüzlükler, yönetici atamalarında kayırılan sendikacılar, istisnai
memurluklara yapılan atamalar, parti yönetiminin etkisinde oluşturulan
komisyonlar ve daha bir çok şaibeli işlemin yapıldığına dair haber, yorum,
değerlendirme ve paylaşımlar her zaman varlığını devam ettirdi. Ehliyet ve
liyakatin dışında kurulan seçme sistemlerini istismar edenlerin yarattığı kaos
ülkemize 15 temmuzu yaşattı. FETÖ diye ortaya çıkan yapılara yönelik geçmişte
siyasal iktidarın en üst basamaklarından itibaren aşağıya doğru yer alan tüm
devlet yetkililerinin özür ve af beyanları hala unutulmuş değil. Bu gün de
benzer yapıların yine devletin belli kurum ve sistemleri içinde yer almaya
devam ettiğini herkes dile getirmeye devam ediyor.
Bu işleyiş sürecinde Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan lider
figürünün de büyük sorumluluğu hala devam ediyor. Bazıları lider tek başına ne
yapabilir ki, etrafındaki kötü niyetliler bunu istismar ediyor türü
açıklamalarla yaşanan olumsuzluklarda kendilerince değerlendirmelerde bulunuyorlar.
Ancak cumhurbaşkanının özellikle 2010 yılından sonra sahip olduğu gücün
kapsamına, etkisine baktığımızda yapılan değerlendirmelerde haklılık payı
bulunmadığını söylemek haksız bir söylem gibi görünmüyor. Cumhurbaşkanı bir
kişi olabilir. Elbette bir kişinin tüm sisteme tek başına hakim olmasını
beklemek doğru olmayabilir. Sonuçta kişilerin denetim alanlarının da mutlak
sınırları var. Burada gücü elinde bulunduran kişinin bunun farkında olarak
devletin işleyiş sistemi içinde etkin sistemleri kurması gerekir. Bir tek kişi
tüm sistemi kendi başına kontrol edemeyebilir. Ancak bir tek kişi kolaylıkla
etkin bir yönetim ve denetim sistemi kurulmasının takipçisi olabilir. 2010
yılından itibaren başbakan/cumhurbaşkanı makamında bulunan kişinin çizdiği
çerçeveye uygun bir yönetim sisteminin kurulmasına engel olabilecek bir kişi,
grup, anlayış bulunmamaktadır. Devletin tüm kademelerini elinde bulunduran bir
kişi yasal olarak hangi sistemin kurulmasını isteseydi 2010 yılından bu yana
bunu başarma imkan ve gücüne sahipti. Liderin toplum nezdinde sahip olduğu
karizmatik güç sayesinde yönetim ve denetimi adalet temeline dayalı, toplumun
yararına işleyen bir devlet yapısının kurulmasını sağlayabilirdi. Lider tek
başına her şeyi yapamayabilir ancak kuracağı ekipler aracılığı ile birbirini
kontrol eden bir sistem oluşturup tüm bunlara yön gösteren etkin bir yönetim ve
denetim sistemi hiç de hayal edilemez bir şey değildir. Oluşturulacak ekipte
bulunacak kişilerin belirlenmesi, bu ekipten beklentiler, hedefler, çalışma
sistemi oluşturulabilirdi. Bunların yapılabilmesi için sadece liderin
iradesine, koordinasyonuna ve takibine ihtiyaç vardı.
Bu nedenle gerçekten millete tefrika girilmesin isteniyorsa
yapılması gerekenler bunlardı. Artık geçti mi? Önemli bir zaman kaybı yaşandı.
Bundan sonra yapılabilir mi sorusuna ise umutsuz olmamak gerekir demekten başka
cevap bulamıyorum.
Muhalifbakış