En yaygın kamu hizmeti olarak eğitim faaliyetleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın
görevi olarak ülkenin her alanında yürütülmektedir. Eğitim faaliyetlerinin
bugünkü şekle girmesinin tarihi henüz iki yüz yıllık bir süreyi aşabilmiş
değil. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi olarak iki ana döneme ayrılan eğitim
hizmetinin sunumu konusunda kökleşmiş bir sistemden söz edebilmek hala zor görünüyor.
İki yüz yıldır yaşanan eğitim hizmeti sunma tecrübesinin halen istikrara
kavuşamamış olması üzüntü verici. Hemen her dönemde eğitime dair tartışmalar
toplumda siyasal saiklerden kurtulup eğitim biliminin temelleri üzerine
oturtulabilmiş değil. Siyasal iktidarlar eğitimi toplumu dönüştürmenin bir
aracı olarak görmekten vazgeçemiyor. Mevcut iktidar da geçmişte yapılanlardan
farklı bir yol izlemek yerine kendi anlayışına uygun bir sistemi kurarak topluma
eğitim aracıyla etki etme yolunu tercih etti.
Mevcut iktidarın eğitim sistemine yönelik yaklaşımı iktidara geldiği günden
itibaren aynı çizgide devam ettiği söylenemez. 2002 yılındaki ilk iktidara
geliş dönemi ile bugünkü dönem arasında pek çok farklı uygulamanın hayata
geçirilmeye çalışıldığı görülüyor. İktidarın eğitime dair uygulamaları iktidara
özgü bir renk taşımaktan ziyade gelen her bakanın kişisel anlayışına göre bir
renk taşıdığını söylemek daha doğru olacaktır. Bu da eğitim alanında aynı
iktidarın farklı bakanlarına göre farklı uygulamaların yaşandığı anlamına
geliyor. Her bakan aynı iktidarın eğitime dair temel anlayışını sürekli
geliştirmek yerine kendi kişisel anlayışlarına göre bir eğitim sistemi kurma
çabası içine girmişlerdir. Bu durum güçlü bir siyasal iktidar da olsa sağlam
bir eğitim anlayışının olmadığı anlamına geliyor. Mevcut iktidar genel anlamda özgün
bir yönetim anlayışını hayata geçirmek yerine duruma, zamana ve ortama göre taktik
yollara başvurmuştur. Bu taktik bakış açısı eğitim sistemine de aynı şekilde
yansımış olması da aslında normal bir durumdur. Genel yönetim her zaman diğer
alanları güçlü bir şekilde etkilemiştir.
En son gelinen noktada 2018 sonrası yeni yönetim sisteminin oluşması
sürecinde eğitim de aynı anlayışla yapılandırılmıştır. Cumhurbaşkanlığı hükümet
sistemi büyük oranda yürütmeyi güçlendirirken yürütmenin başı olan
Cumhurbaşkanını da her kararın başında tek etkin güç haline dönüştürmüştür. Bu
yeni yapı Milli Eğitim Bakanlığını da doğrudan etkilemiştir. Cumhurbaşkanlığı
hükümet sisteminin tartışmalarının yaşandığı ilk zamanlarda yasama, yürütme ve
yargı olarak her biri kendi işine odaklanarak devletin işleyişinde düzenin
geleceği iddia edildiği halde yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanması
işleyişe düzen getirmekle birlikte bilimsel yönetim anlayışından çok şahsa
bağlı yönetim anlayışının doğmasına, gelişip güçlenmesine yol açmış gibi
görünüyor. Bu kadar ağır bir yükün altından bir kişinin kalkabilmesinin mümkün
olmadığı cumhurbaşkanının son birkaç yıl içinde geçirdiği fiziksel dönüşümle de
açıkça görünüyor. Ağır devlet yönetim yükünün altında ezilen Cumhurbaşkanı her
geçen gün daha fazla fiziksel ve ruhsal tükenmişlik emareleri taşıyor.
Milli Eğitim Bakanlığının görev ve sorumlulukları anayasa, yasa ve
cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile şekillendiriliyor. 652 sayılı kararnamede
bakanlığın görevleri açıklanırken eğitime dair her tür faaliyetlerin tasarlanması, uygulanması,
güncellenmesi, yürütülmesi, denetlenmesi, geliştirilmesi, koordine edilmesi ve
her tür izinlerin verilmesi şeklinde belirlendiği görülüyor.
Bakanlığın bu
faaliyetlerini ne düzeyde gerçekleştirdiğine dair kamuoyuyla paylaşılmış bir
verinin olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Bir kurum düşünün ki kuruluş
amaçlarını ne derece yerine getirdiği konusunda herhangi bir değerlendirme
yapılmasın.
Ülkede eğitimle ilgili kurumsal yapılar olarak en başta cumhurbaşkanı ve
ona bağlı Eğitim Öğretim Politikalar Kurulu bulunuyor. Daha sonra eğitim
öğretim faaliyetlerinin yöneticisi konumunda oluşturulmuş Milli Eğitim
Bakanlığı var. Eğitim öğretim faaliyetlerinin akademik düzeyde ele alan
üniversiteler de bu sıralamada yer alması gereken kurumlardan bir diğeri.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin hayata geçmesi sonrasında Milli Eğitim
Bakanlığı cumhurbaşkanlığına bağlı bir kuruma dönüştü. Bakanlık makamı da
siyasal bir karakter olmaktan memur/bürokrat karakterine bürünmüş gibi bir
duruma dönüştü. Milli Eğitim Bakanlığı da bu yönüyle cumhurbaşkanlığına bağlı
bir ofis haline geldi. Milli Eğitim Bakanı Cumhurbaşkanlığından gelen her tür
yönlendirmede söylenenleri dikkate alan bir memura dönüşünce eğitim öğretim
faaliyetleri siyasal kararlardan çok daha fazla etkilenir bir hale gelmiş oldu.
Akademik alanda çalışan üniversitelerin yönetimleri de genel olarak
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte cumhurbaşkanının kişisel atamasına
bağlı olarak çalışıyorlar. Bu durumda akademik dünya da siyasal figür olan
cumhurbaşkanından bağımsız hareket eden bir yapıda demek güçleşmektedir. Eğitim
faaliyetleri büyük oranda siyasal kararların etkisinde faaliyetlere dönüşmüş
durumda.
Ülkenin eğitim gündemine bakıldığında 2018 yılından bu yana
kurulmuş/oluşturulmuş olan Eğitim Öğretim Politikalar kurulunun gündeme
getirdiği bir veriden söz edilememektedir. Politika kurulları olarak dokuz adet
kurul oluşturulmuş olmasına rağmen bu kurulların dişe dokunur bir çalışma
yaptıkları görülmemektedir. Eğitim öğretim politika kurulu da bu kurullardan
sadece birisi. Politika kurullarının kimlerden oluştuğuna, ne tür çalışmalar
yaptıklarına dair kamu oyunu aydınlatıcı bir bilgi veya veriye ulaşmak mümkün
değil. Bu kurul üyeleri zaman zaman milli eğitim bakanı ile bir araya
geldiklerine dair haberler bakanlığın sayfasında yayınlansa da kurul üyelerini
tanıyan kimseye ulaşmak zor görünmektedir. Eğitim öğretim politika kurulu
isimli özel bir politika kurulu oluşturulduğu halde bu alanda hiçbir şey
yapılmıyor olması kamu kaynaklarının kullanımı adına üzüntü verici bir durum.
Toplumun da bu konularda kamu kaynaklarının kullanımına karşı ilgisiz ve
bilgisiz bir hayatı yaşıyor olması devasa bir nüfusa sahip ülkenin insan
gücünün heba olması, israf edilmesi de yine üzücü. Toplum ilgisiz ve bilgisiz,
topluma hizmet etmesi gereken yönetim toplumu bilgilendirmeyi gereksiz gören
bir anlayışla yönetiyor olması dünyanın en önemli noktasındaki bir ülke
açısından üzücü.
Kağıt üzerinde adı geçen kurullar, bakanlık ve üniversitelere pek çok
görevler tanımlanmış da olsa bu konularda yapılanlara ilişkin herhangi bir
somut veri bulunmuyor. Eğitim Öğretim Politikalar Kurulun adı var kendi yok
durumu apaçık ortada iken Milli Eğitim Bakanlığının eğitim öğretim adına
yaptıklarına dair yıllık bülten olarak yayınladığı içi boş dokümandan başka bir
veri de bulunmuyor. Yayınlanan bültende bakanlığın merkez teşkilatları
tarafından hazırlanmış birkaç sayfalık bilgi ve bol resimler dışında başka bir
somut veriye ulaşmak mümkün değil. Görev alanı olarak sayılmış faaliyetler
konusunda nereden nereye gelindiği, bir yıl boyunca hangi alanlarda ne tür
gelişmeler kaydedildiğine dair somut karşılaştırmalı verilere ulaşılamıyor.
İstatistiki veri olarak sunulan veriler gerçekliği betimlemekten çok uzak. Yani
eğitim öğretim adına bir yıllık çalışmanın sonucunda dişe dokunur bir veriye
ulaşmak imkansız. Milli Eğitim Bakanlığının bu veri sağlama konusundaki yetersizliği
2024 yılında Avrupa Birliğinin Türkiye’ye yönelik hazırlattığı Türkiye'deki
Mülteciler için Mali Yardım Programında verilerin bakanlık tarafından sağlıklı
bir şekilde tutulmadığını açıkça ilan etmiştir.
Eğitim
sistemi devasa bir yapıda. Yirmi milyon civarında öğrenci, milyonu aşan
çalışanı, yüz bine yaklaşan kurum sayısı ile devasa yapıdaki eğitim sistemine
ilişkin sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek oldukça güç. Hangi alan ele
alınsa devasa bir veri yığını ile karşılaşıldığı halde düzenli bir veri setinin
bulunduğu söylenemez. Adeta körlerin tanımlamaya çalıştığı fil misali kim
neresinden tutarsa kendisine göre bir tanımlama ve değerlendirme yapıyor. Yapılan
değerlendirmelerin hiç birisi tam değil ama hepsinde de gerçeğin bir boyutu
bulunuyor. Bu yönüyle eğitim sistemi konusunda sağlıklı bir sonuca varabilmek
çok zor.
Eğitimde
tek söz sahibi olan bakanlık her konudan haberdar olma endişesi ile elektronik
ortamda oluşturduğu modüller aracılığıyla eğitim sistemindeki tüm verileri tek
başına elinde tutuyor. Tutulan bu verileri hiç kimse ile paylaşmıyor. Açık veri
paylaşımı olmaksızın bakanlık tüm değerlendirmeleri kendince yapıyor. Ülkede
toplumsal bir kamuoyu duyarlılığı olmaması/çok düşük olması bakanlığın bu
tavrına tepki gelmesini de engelliyor. Bu rahatlık içinde bakanlık eğitime dair
her konuyu kendi bildiği gibi yönetmeyi tercih ediyor.
Her ne kadar siyasal iktidar Türkiye Yüzyılı gibi iddialı bir söylemle
kitleleri motive etmeye çalışsa da bunun gerçeklikte bir karşılığı olmadığının
herkes farkında. Bundan dolayı da bu söylemi iktidar taraftarları dışında
ciddiye alan yok. İktidar taraftarları ise bunun söylemden ileri bir anlamı
olmadığının farkındalar.
Seksen milyonu aşan bir nüfusla hemen hiçbir alanda etki gücüne sahip
olamayan bir toplumsal yığın olarak başkalarının güdümüne giren bir toplum
olmaktan çıkmak gerekiyor. Bu ise şahsa bağlı bir devlet yapılanmasından acilen
çıkılması ile mümkün.
Mehmet Ali DEMİR |
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder