Genel olarak
dile getirilen bir soruyu sık sık duyarız. Allah’ımız bir, Kur’an’ımız bir,
peygamberimiz bir, buna rağmen neden bu kadar çok cemaat ve tarikat var?
Bu soru üzerinde
kafa yoranlar değil ancak şaşıranlara şaşırmak gerekir. Tarikat ve cemaat
kavramları toplumsal gruplaşma türlerinden bir kaçıdır. Toplumda insanlar tek
tek yaşamazlar. Toplumsal hayata yönelik sosyoloji, sosyal psikoloji gibi bilim
dalları toplu halde yaşayan insanlara yönelik çalışmalar yapar. Toplum içinde
formal ve informal grupların varlığı konusunda çalışan bilimler toplumdaki bu
gruplaşmalara şaşırmaz. Bunları anlamaya çalışır. Toplumsal hayatın kendi
içinde kuralları ve işleyiş düzenleri vardır. Bu yönüyle tarikat ve cemaat türü
yapılanmaları sosyolojik bir gerçeklik olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.
Toplu halde
yaşayan insanların oluşturdukları gruplar bilimsel bir gerçeklik olarak kabul
edilmiş ve grup dinamiğine yönelik çözümleme teknikleri geliştirilmiştir. İnsanların
neden grup içinde bulunmak istediklerinin anlaşılması amacıyla çok farklı
çalışmalar yapmış bilim insanları vardır.
Din de toplumsal
hayatın içinde yer alan değerlerden biridir. Bu değer etrafında toplanan
insanların oluşturdukları gruplar aslında tarikat ve cemaat olarak
isimlendirilir. Tarikat veya cemaat yapılanması doğal bir oluşumdur. Doğal
olmayan bu tür toplumsal gruplaşmaları yok saymak, yok etmeye çalışmaktır.
Bugün tarikat ve cemaat yapılanmaları konusunda toplumun çoğunun zihninde
oluşan sorular aslında devleti yönetenlerin bu tür yapılanmaları yok
saymalarından kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde
Osmanlı döneminde bu tür tarikat ve cemaat yapılanmaları devlet tarafından
kabul edilen bir olgu olarak görülüyordu. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte toplum
doğal gelişim çizgisinden çıkarılarak zorla dönüştürülmeye çalışıldı. Bu
dönüşüm siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel olmak üzere pek çok yönden topluma
dayatıldı. Toplumun dünyaya açık hale getirilmesi aslında toplumsal değişimin
doğal çizgisine oturmasını sağlayacaktır. Ancak bu uzun süreli bir beklemeyi
gerektirir. Toplumsal değişim ve dönüşüm doğal olarak uzun sürede oluşur.
Bununla birlikte özellikle Cumhuriyetin ilanı sonrası devleti yönetme gücünü
ele alanların bu kadar uzun süre beklemeye tahammülü, sabrı ve zamanı olmaması nedeniyle
süreyi zorlayıcı projeler aracılığıyla kısaltabileceklerini zannettiler. Bir
yönüyle Cumhuriyet toplumsal bir deneye dönüşmüş oldu. Bugün Cumhuriyet ile
birlikte girişilen toplumsal deneyin hem sonuçlarını hem de etkilerini
yaşıyoruz.
Osmanlı döneminde
var olan tarikat ve cemaat yapılanmaları ideal bir sistemde idiler iddiasını
ileri sürmek mümkün değildir. Osmanlı dönemindeki sistemde de önemli sorunların
olduğu açık olmakla birlikte en azından toplumsal gerçeklikle mücadele etme
gibi bir anlayış yoktu. Cumhuriyet toplumsal gerçekliği kabul etmekten vaz
geçerek tarikat ve cemaat yapılanmalarını tümüyle yasakladı, yok saydı. Yasaklama
ile toplumsal bir gerçekliğin yok olacağı zannedildi. Hiçbir toplumsal
gerçeklik zorlama ile yasal düzenleme ile yok olmaz. Toplumsal gerçekliği var
eden şey toplumu oluşturan bireylerin istek ve ihtiyaçlarıdır. Bu istek ve
ihtiyaçlar doğal şartlarla karşılanmadığı sürece yok olmadığını bu gün de görüp
yaşıyoruz.
Tarikat ve
cemaat türü yapılanmalar devlet tarafından yasaklanınca doğal olarak bu tür
yerlere giden insanlar yasak bir davranış yapıyor korkusuyla yaptıklarını
gizlemek zorunda kalıyorlar. Devletin kabul etmediği, yasakladığı bir davranışı
gizlice yapan, bu davranışın yapılmasına dahil olan herkes suç işlediği
iddiasıyla karşı karşıya kalma korkusuyla tedirginlik yaşar. Gizli örgütsel
faaliyetlerin kendi içinde kuralları, işleyiş düzenleri ve organize yapıları
olur. Devletin yasakladığı bir faaliyet olması nedeniyle kurallar, işleyiş
düzenleri çoğu zaman gizlenir. Gizli olan her faaliyette kötüye kullanma da her
zaman vardır.
Bugün toplumda
var olan her tür faaliyetin belirlenmiş kurallar çerçevesinde izne tabi hale
getirilmesi gerekmektedir. Kamunun izni ile oluşturulmuş her faaliyet toplumsal
bir meşruiyet kazanmış olursa kötüye kullanma da ortadan kalkacaktır.
Cumhuriyet
döneminde dine dair faaliyetler uzun bir süre devletin ilgi alanının dışına
çıkarılmış olarak bırakıldı. O dönemde din, Allah ile kul arasında bir iştir
denilerek devletin ilgi alanı dışına doğal olarak da kamusal alanın dışına
itilmeye çalışıldı. Osmanlı döneminde din hiçbir zaman toplumun kendi kendine
yürüttüğü bir hizmet olarak bırakılmadı. Toplumu oluşturan bireyler kendi
aralarında oluşturdukları sistemler aracılığıyla dini faaliyetleri organize
etmeye alıştırılmadı. Devlet her zaman dini kendi tekelinde tutarak sürekli
desteklerken aynı zamanda kontrol altında da tuttu. Bu durum toplumda dini
teşkilatların geliştirilip kurulması tecrübesi edinmesine engel oldu.
Cumhuriyet bir anda dini kamusal hizmet alanı dışına çıkarınca toplum büyük bir
boşluğa düşmüş oldu. Toplumda ortaya çıkan bu boşluk din konusunda endişe
taşıyan bir takım kişilerin perde arkasından bu faaliyetleri organize etmesine
yol açtı. Bugün var olan hemen tarikat ve cemaat yapılanmalarının dayandığı
kişiler Cumhuriyet döneminde yaşanan bu boşluğu doldurmaya çalışan kişilerin
çabalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyet
döneminde tek parti rejimi devam ettiği sürece dayatmacı anlayış varlığını
güçlü bir şekilde devam ettirdi. Ne zaman ki çok partili hayata geçiş
tecrübesine girişildi artık dayatmacı anlayışla iktidar gücünün devam
ettirilemeyeceği anlaşıldı. Bu durum artık toplumsal hayatın farklı bir boyuta
evrilmesine yol açtı. Buna rağmen eski dönemin uygulamaları ile yeni dönemin
anlayışı hemen rayına oturamadı. Bugün halen bu düzensizliğin sancıları
yaşanmaya devam etmektedir.
Mehmet Ali DEMİR |
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder