20 Ağustos 2024 Salı

Kök Sorun: Yönetim Sorunu


 

Yönetim kavramının bilimsel bir anlayışla ele alınmaya başlaması oldukça yenidir. Yönetim, insanlığın var olduğu andan itibaren var olan bir olgu olmakla birlikte bilimsel anlayışla var olması yeni. Bilimsel anlayışla ele almak mevcut bilginin sistematik bir şekilde düzenlenmesini gerektiriyor. Yönetimin bilimsel bir anlayışla ele alınması çağdaş bir yaklaşım olarak kabul ediliyor.

Ülkemizde yönetim olgusunun bilimsel anlayışla ele alındığını söylemek zor. Yönetim faaliyeti toplumsal bir faaliyet olarak herkesi ilgilendirir.

Yönetim konusunda üniversitelerde farklı bölümler kurulmuş. Bu bölümler aracılığıyla dünyadaki yönetim bilimi üzerine çalışmalar takip edilmeye çalışılıyor. Kamu yönetimi, işletme, yönetim ve bilişim, eğitim yönetimi gibi bölümler bu şekilde kurulmuş bölümlerden bazıları. Bilimsel anlamda yönetim faaliyeti üzerine çalışmaların olması o toplumda yönetim anlayışına dair net bir fikir birliği olduğu anlamına gelmiyor. Bilimsel yönetim son yüz-iki yüz yıl içinde ortaya çıkmış bir anlayış. Bu anlayış batıda ortaya çıkmış ve halen batıda yapılan çalışmalarla kendine yön çiziyor.

            İçinde yaşadığımız toplumda pek çok alanda olduğu gibi yönetim alanında da bilimsel gelişmelere göre hareket etme kültürü halen gelişebilmiş değil. Bilimsel bakış açısının gelişmediği her kültürde olduğu gibi bizde de kişilerin anlayış ve inançlarına bağlı, günün şartlarına göre şekillenen bir işleyiş düzeni mevcut. Bilimsel bakış açısı akla dayalı bir temele oturuyor. Akla dayalı bir temel ise belirli ilke ve kurallara göre hareket etmeyi, öngörülerin muhtemel sonuçlarına göre alternatifli olarak planlanmasını gerektiriyor. Kaynakların buna göre ayrılmasını, planlara mümkün olduğunca uyulmasına gerekliliği getiriyor.

            Günün şartlarına göre yaşayış uzun dönemli bir yaşayış değildir. Günlük acil ihtiyaçlar neyi gerektiriyorsa öyle davranılır. Kişiler genelde bu şekilde yaşamaya eğilimlidir. Uzun dönemli düşünce öğrenilebilir bir beceridir.

             Siyasetçiler genelde devlet geleneğimizin 2500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu iddia eder. Tarihi süreç içinde zincirleme bir şekilde 2500 yıllık bir tarihi geçmiş söylemi bulunmakla birlikte tüm bu süreci tek bir çizgi olarak görmek oldukça zordur. 2500 yıl boyunca farklı coğrafyalarda, farklı isimlerle varlığını sürdürüyor gibi görünse de bütünüyle tek tip bir anlayıştan, gelenekten, kültürden, sistemden söz edilemez.

            Günümüze en yakın dönem olarak Osmanlı ele alındığında 600 yıllık tarih içinde de benzer şekilde bir köklü gelenek bulunmamaktadır. Geçmişten itibaren etkileşimde bulunulan İran, Arap, Bizans kültürlerinden tevarüs edilen devlet yönetim düzenlerinden seçilerek kullanılan uygulamaları kendi öz kültürümüzün ürünü olarak saymak yanlış olur. 2500 yıllık dönem boyunca geliştirilen bir yönetim sistemi yerine günün şartlarına göre bulunulan coğrafyada mevcut işleyiş düzeninden yararlanılarak geliştirilen uygulamalardan söz etmek daha doğru olur. Bu ise köklü bir yönetim geleneği anlamına gelmez.

            Geçmişten beri yönetim erkini ele geçirenlerin kişisel anlayışlarına göre günübirlik kararlarla yönetim uygulamaları hayata geçirilmiştir. Bu uygulamalar sistemli bir kurumsal işleyişe dönüşememiştir. Kişilere bağlı uygulamalar kişilerin yönetimden uzaklaşması ile birlikte sona ermiştir. Kişilerde görülen zayıflık devlet kurumunun da zayıflamasına neden olmuştur. Zayıf yöneticilerin gücü en yakında bulunan fırsatçılar tarafından istismar edilir hale gelmiştir. Kurumsallaşamayan devlet yönetim uygulamaları topluma hizmet etmekten çok gücü eline geçiren zümrelere hizmet eder hale gelmiştir. Bu ise toplumun geniş kesimlerine hizmet etmesi gereken yönetim sistemini menfaat gruplarının eline geçmesine neden olmuştur. 600 yıllık uzun süre içinde dünyada kurulan yeni sistem oturuncaya kadar Osmanlı’yı yönetenler de bilinçsiz bir şekilde kendilerince çözüm üretmeye çalışmışlarsa da kişilere bağlı yönetim anlayışında değişiklik olmaması nedeniyle olması gereken dönüşüm sağlanamamıştır. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yeni bir yönetim anlayışı geldiği iddialarının aslı yoktur. Cumhuriyet, kendinden önce var olan menfaat gruplarına hizmet eden devlet sisteminde köklü dönüşümler gerçekleştirememiştir.

Devletin gücünü eline geçirenler bu gücü toplumun tümünün hizmetine sunmak yerine geçmişteki gibi belirli zümrelere yarar sağlayacak şekilde kullanmayı tercih etmişlerdir.

            Mevcut iktidar 20 yıl boyunca devleti çağın getirdiği değerlere göre yeniden dizayn etmek yerine kendi eliyle oluşturduğu zümrelere hizmet edecek şekilde kullanmayı tercih etmiştir.

            Çağın getirdiği yönetim değerlerine bakıldığında kurumsal bir işleyiş düzeninin olduğu görülür. Bu işleyiş düzeninin toplumun tüm kesimlerine yönelik olarak kullanılması gerekir. Kararlar alınırken toplumun geniş kesimleri dikkate alınır. Toplumun yararını önceleyen bir işleyiş düzeni vardır. Toplum adına yönetim faaliyetlerini sürekli denetleyen meclis gibi, basın gibi güçler vardır. Sürekli birbirini denetleyen bir sistem kurulmuştur.

            Ülkemizde yaşanan pek çok sorunun kaynağında çağın gerektirdiği bir yönetim sisteminin halen bizde kurulamamış olması bulunmaktadır. Ekonomik, sosyal, siyasal, eğitsel sorunlar, gelişmeyi destekleyecek bir yönetim sisteminin kurulamamış olması nedeniyle her geçen gün daha da derinleşmektedir.

           

 

 

Mehmet Ali DEMİR

Muhalifbakış

izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...