6 Mart 2024 Çarşamba

İsrail-Filistin Sorunu ve Doğru İslam Anlayışı

 

İslam dünyasının kahrolsun İsrail söyleminden daha ileri bir adıma geçerek başarı ve başarısızlıkların nedenlerine ilişkin düşünmeye başlaması gerekiyor.

İslam dünyasında dini düşüncenin uzun zamandır gerektiği gibi anlaşıldığını söyleyebilmek mümkün görünmüyor. Ayetlerde Müslüman olmakla İman etmenin aynı şey olmadığına dair değerlendirmeler dikkate alındığında İslam’ın gerçek anlamda anlaşılması için daha derin düşünmek gerektiği anlaşılıyor.

Müslüman anlayışta sünnetullah kavramının doğru anlaşılmadığı görülüyor. Müslüman dünya sünnetullahtan kastın Allah'ın bu dünyada inanan inanmayan kim olursa olsun dünya şartlarının gerektirdiği kurallara uygun yaşayanların başarılı, bu kurallara uymayanların da başarısız olduğunu anlatan bir kavram olarak anlamıyor. Bu dünyada Müslüman olmanın ayrıcalıklı olmak anlamına geldiğini düşünüyor. Bu yanlış düşünce nedeniyle sözde Müslümanlığı ilan etmekle Allah’ın yardımını yanında bulacağını zannediyor. Dünyanın böyle bir yer olmadığını İslam dünyasının anlaması gerektiği halde kısa vadede bu anlayışın gelişmeyeceği açıkça görünüyor.

1948 İsrail devletinin kurulduğu dönemde Filistin’de Yahudiler gerçekten azınlıkta idiler. Arap dünyası İsrail devletinin ilanı sonrası Mısır/Irak/Suriye/Ürdün eliyle en geç bir hafta içinde Yahudileri Kudüs'ten süreceklerini iddia ediyorlardı. Yahudiler dünya çapında örgütlenip dünyanın kurallarına uyarak akla dayalı bir işleyiş düzeni kurarken Araplar hiç bir plan, program yapmaksızın tersine Yahudileri destekleyen Batılılılarla perde arkasından işbirliğine gitmeyi tercih ettiler. Sonunda organize azınlık Yahudiler, çoğunluk ama başıboş Arapları o günlerde dizginledi. İsrail devletinin 1948'den beri haritasındaki değişime bakınca aslında gelişme çok daha açık görülüyor. Bir türlü organize olamayan Arapların alanı daralırken Yahudilerin alanı bu güne kadar hep genişledi. Ümmet bilincine dayalı bir İslam anlayışı ne yazık ki bu topraklarda hemen hiç bir zaman gelişemedi. Hemen her dönemde saltanat sahipleri iktidarlarının devamı adına dini sömürdü, kullandı. Din konusunda âlim sıfatına sahip olanlar da aynı şekilde iktidar sahipleriyle işbirliğini tercih etti. 1400 yılı aşan tarih boyunca Müslümanlar İslam'ın ruhuna uygun bir yönetim, ekonomi, eğitim, toplum, dünya kurmak için çaba göstermek yerine hep yığınların zihinlerini uyuşturmayı tercih etti. Dinin okuma emrini Kur'an'ı anlamadan yüzünden okuma olarak anladılar. Ticareti hayatının olmazsa olmaz bir faaliyeti olarak gören peygamberi takip ettiğini sözde iddia edenler gerçek hayatın içinde ticareti Yahudilerin eline teslim ettiler. Ahireti kazanma adına dünyadan el etek çekerek araştırma geliştirmeyi boş bir çaba olarak görüp kötülediler. Aranızda sözleşmelerinizi yazın emrini görmezden gelerek, okuryazarlığı en temel çaba olarak gören dinin emirlerine ters işler yaptılar. Geçmişi tekrar etmeyi dindarlık zannettiler. Sonuç; söylem bazında kalan bir ümmet anlayışı, dünya gerçeklerine yenildi. Bu çerçevede güç sahibi iktidarlar ve iktidarlarla işbirliğine giden âlim kılıklı sömürücülerin neden olduğu fitne bugün masum Filistinlilerin zarar görmesine neden oluyor.

Bazıları ümmet bilincinin zayıflamasını hilafetin kaldırılmasıyla başlatma düşüncesine sarılıyor. Bu bakış açısı tarihe eksik bakmanın yansımasıdır. Emevi ve Abbasilerden itibaren hilafetin saltanata dönüşmüş olmasıyla birlikte aslında ümmet bilinci neredeyse kaybolmaya yüz tuttu. Sonraki dönemler tamamen saltanata dayalı yönetim anlayışı hâkim oldu. Devleti saltanatın malı olarak gören anlayış toplumun İslam'a uygun bir anlayış kazanması yönünde çaba göstermek yerine iktidarın nimetlerinden yararlanmayı tercih etti. Kur'an'ın indiği andan itibaren ayetler var olduğu halde ayetlerin içeriğine uygun bir devlet, toplum, ekonomi, siyaset, eğitim, kültür ve hayat nizamı nasıl kurulur sorusu üzerinde kafa yormayı bırakan âlim sıfatlılar iktidarlara yanaşıp nimetlerden nemalanmayı tercih ettiler. Allah'ın ayetleri İslam’ın geldiği ilk günden beri vardı ve biliniyordu. Buna rağmen ayetlere uygun bir toplumu oluşturma yönünde çaba göstermeyen her bir âlimin büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Osmanlı da bu süreçte dinin hayata hükmetmesini sadece lafta kullandı denebilir. İlay-ı Kelimetullah kavramı siyasal bir araç olarak görüldü ve kullanıldı. Bu yönüyle hem İslam tarihine, hem de Osmanlı tarihine yeniden sorgulayıcı bir anlayışla bakmak gerekiyor. Bu gün hilafet gittikten sonra toplumda İslami anlayış zayıfladı demek bu yönüyle eksiktir. Hilafet tarih boyunca olması gerektiği şekliyle hiç bir zaman işlev göremedi, kullanılamadı, geliştirilemedi. Abdülhamit hilafeti batıya karşı kısmen kullanmaya çalıştı. Ama o da kendi kişisel iktidarını geçmiştekiler gibi güçlendirmeyi tercih etti. Abdülhamit dışında hemen hiç bir padişahın hilafetin adını andığı görülmez dense yanlış olmaz. İslam’a uygun insan tipinin bugünün şartlarında somut şekilde ortaya konması gerekiyor. Bu insan tipinin yetiştirilmesi için sistemli çalışmak gerekiyor. İstenen insan tipi yetiştirilirse devletler bazında da bir şeyler yapılabilir. Tabi devletler bazında da yapılması gereken işlerin olduğu inkar edilemez. Bu yönüyle D8 uygulaması eleştirilecek bir proje değildir. Aşağıdan yukarıdan, her yönden çalışmak şart. Ancak doğru din anlayışı, dine bağlı insanın nitelikleri konusunda zihinlerin netleşmesi gerekiyor. Bu çerçevede geleneksel eğitim metotlarının bu güne cevap verip vermediğinin sorgulanması ve topluma da bunun anlatılması gerekiyor. Örnek olarak Kur'an-ı Kerimi okumak demek anlamadan yüzünden okumak değildir söylemini yaymak ve asıl olanın dinin mesajını anlamak ve gereğini yapmak olduğunu toplumda sık sık dile getirmek gerekiyor. Çağın ihtiyaç duyduğu insan tipinin inanan, çalışan, araştıran, okuyan, sorgulayan, kendini sürekli geliştiren ve dünyada yaşanan sorunlara çözümler üreten tipte olduğunu göstererek anlatmak gerekiyor. Bir lokma bir hırka anlayışının veya asıl olan öbür dünyadır, bu dünyaya değer vermeye gerek yok, kâfirler bu dünyada cenneti yaşayacak ama ahirette onlar cehenneme, biz cennete gideceğiz, bu nedenle buraya değer vermeye gerek yok anlayışının Müslüman zihninde yerinin olmaması, bu dünyada Allah'ın halifesi olan insanın başkalarının güdümünde hareket etmemesi gerektiğini zihinlere yerleştirmek gerekiyor.

 

Mehmet Ali Demir

izmirmuhammedali@gmail.com

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...