İslam dünyasının kahrolsun
İsrail söyleminden daha ileri bir adıma geçerek başarı ve
başarısızlıkların nedenlerine ilişkin düşünmeye başlaması gerekiyor.
İslam dünyasında dini
düşüncenin uzun zamandır gerektiği gibi anlaşıldığını söyleyebilmek mümkün
görünmüyor. Ayetlerde Müslüman olmakla İman etmenin aynı şey olmadığına dair değerlendirmeler
dikkate alındığında İslam’ın gerçek anlamda anlaşılması için daha derin
düşünmek gerektiği anlaşılıyor.
Müslüman anlayışta
sünnetullah kavramının doğru anlaşılmadığı görülüyor. Müslüman dünya sünnetullahtan
kastın Allah'ın bu dünyada inanan inanmayan kim olursa olsun dünya şartlarının
gerektirdiği kurallara uygun yaşayanların başarılı, bu kurallara uymayanların
da başarısız olduğunu anlatan bir kavram olarak anlamıyor. Bu dünyada Müslüman
olmanın ayrıcalıklı olmak anlamına geldiğini düşünüyor. Bu yanlış düşünce
nedeniyle sözde Müslümanlığı ilan etmekle Allah’ın yardımını yanında bulacağını
zannediyor. Dünyanın böyle bir yer olmadığını İslam dünyasının anlaması
gerektiği halde kısa vadede bu anlayışın gelişmeyeceği açıkça görünüyor.
1948 İsrail devletinin
kurulduğu dönemde Filistin’de Yahudiler gerçekten azınlıkta idiler. Arap
dünyası İsrail devletinin ilanı sonrası Mısır/Irak/Suriye/Ürdün eliyle en geç
bir hafta içinde Yahudileri Kudüs'ten süreceklerini iddia ediyorlardı.
Yahudiler dünya çapında örgütlenip dünyanın kurallarına uyarak akla dayalı bir
işleyiş düzeni kurarken Araplar hiç bir plan, program yapmaksızın tersine Yahudileri
destekleyen Batılılılarla perde arkasından işbirliğine gitmeyi tercih ettiler.
Sonunda organize azınlık Yahudiler, çoğunluk ama başıboş Arapları o günlerde
dizginledi. İsrail devletinin 1948'den beri haritasındaki değişime bakınca
aslında gelişme çok daha açık görülüyor. Bir türlü organize olamayan Arapların
alanı daralırken Yahudilerin alanı bu güne kadar hep genişledi. Ümmet bilincine
dayalı bir İslam anlayışı ne yazık ki bu topraklarda hemen hiç bir zaman
gelişemedi. Hemen her dönemde saltanat sahipleri iktidarlarının devamı adına
dini sömürdü, kullandı. Din konusunda âlim sıfatına sahip olanlar da aynı
şekilde iktidar sahipleriyle işbirliğini tercih etti. 1400 yılı aşan tarih
boyunca Müslümanlar İslam'ın ruhuna uygun bir yönetim, ekonomi, eğitim, toplum,
dünya kurmak için çaba göstermek yerine hep yığınların zihinlerini uyuşturmayı
tercih etti. Dinin okuma emrini Kur'an'ı anlamadan yüzünden okuma olarak
anladılar. Ticareti hayatının olmazsa olmaz bir faaliyeti olarak gören
peygamberi takip ettiğini sözde iddia edenler gerçek hayatın içinde ticareti Yahudilerin
eline teslim ettiler. Ahireti kazanma adına dünyadan el etek çekerek araştırma
geliştirmeyi boş bir çaba olarak görüp kötülediler. Aranızda sözleşmelerinizi
yazın emrini görmezden gelerek, okuryazarlığı en temel çaba olarak gören dinin
emirlerine ters işler yaptılar. Geçmişi tekrar etmeyi dindarlık zannettiler.
Sonuç; söylem bazında kalan bir ümmet anlayışı, dünya gerçeklerine yenildi. Bu
çerçevede güç sahibi iktidarlar ve iktidarlarla işbirliğine giden âlim kılıklı
sömürücülerin neden olduğu fitne bugün masum Filistinlilerin zarar görmesine neden
oluyor.
Bazıları ümmet
bilincinin zayıflamasını hilafetin kaldırılmasıyla başlatma düşüncesine
sarılıyor. Bu bakış açısı tarihe eksik bakmanın yansımasıdır. Emevi ve
Abbasilerden itibaren hilafetin saltanata dönüşmüş olmasıyla birlikte aslında
ümmet bilinci neredeyse kaybolmaya yüz tuttu. Sonraki dönemler tamamen
saltanata dayalı yönetim anlayışı hâkim oldu. Devleti saltanatın malı olarak
gören anlayış toplumun İslam'a uygun bir anlayış kazanması yönünde çaba
göstermek yerine iktidarın nimetlerinden yararlanmayı tercih etti. Kur'an'ın
indiği andan itibaren ayetler var olduğu halde ayetlerin içeriğine uygun bir
devlet, toplum, ekonomi, siyaset, eğitim, kültür ve hayat nizamı nasıl kurulur
sorusu üzerinde kafa yormayı bırakan âlim sıfatlılar iktidarlara yanaşıp
nimetlerden nemalanmayı tercih ettiler. Allah'ın ayetleri İslam’ın geldiği ilk
günden beri vardı ve biliniyordu. Buna rağmen ayetlere uygun bir toplumu
oluşturma yönünde çaba göstermeyen her bir âlimin büyük sorumluluğu
bulunmaktadır. Osmanlı da bu süreçte dinin hayata hükmetmesini sadece lafta
kullandı denebilir. İlay-ı Kelimetullah kavramı siyasal bir araç olarak görüldü
ve kullanıldı. Bu yönüyle hem İslam tarihine, hem de Osmanlı tarihine yeniden
sorgulayıcı bir anlayışla bakmak gerekiyor. Bu gün hilafet gittikten sonra
toplumda İslami anlayış zayıfladı demek bu yönüyle eksiktir. Hilafet tarih
boyunca olması gerektiği şekliyle hiç bir zaman işlev göremedi, kullanılamadı,
geliştirilemedi. Abdülhamit hilafeti batıya karşı kısmen kullanmaya çalıştı.
Ama o da kendi kişisel iktidarını geçmiştekiler gibi güçlendirmeyi tercih etti.
Abdülhamit dışında hemen hiç bir padişahın hilafetin adını andığı görülmez
dense yanlış olmaz. İslam’a uygun insan tipinin bugünün şartlarında somut
şekilde ortaya konması gerekiyor. Bu insan tipinin yetiştirilmesi için sistemli
çalışmak gerekiyor. İstenen insan tipi yetiştirilirse devletler bazında da bir
şeyler yapılabilir. Tabi devletler bazında da yapılması gereken işlerin olduğu
inkar edilemez. Bu yönüyle D8 uygulaması eleştirilecek bir proje değildir.
Aşağıdan yukarıdan, her yönden çalışmak şart. Ancak doğru din anlayışı, dine
bağlı insanın nitelikleri konusunda zihinlerin netleşmesi gerekiyor. Bu
çerçevede geleneksel eğitim metotlarının bu güne cevap verip vermediğinin
sorgulanması ve topluma da bunun anlatılması gerekiyor. Örnek olarak Kur'an-ı
Kerimi okumak demek anlamadan yüzünden okumak değildir söylemini yaymak ve asıl
olanın dinin mesajını anlamak ve gereğini yapmak olduğunu toplumda sık sık dile
getirmek gerekiyor. Çağın ihtiyaç duyduğu insan tipinin inanan, çalışan,
araştıran, okuyan, sorgulayan, kendini sürekli geliştiren ve dünyada yaşanan
sorunlara çözümler üreten tipte olduğunu göstererek anlatmak gerekiyor. Bir
lokma bir hırka anlayışının veya asıl olan öbür dünyadır, bu dünyaya değer
vermeye gerek yok, kâfirler bu dünyada cenneti yaşayacak ama ahirette onlar cehenneme,
biz cennete gideceğiz, bu nedenle buraya değer vermeye gerek yok anlayışının
Müslüman zihninde yerinin olmaması, bu dünyada Allah'ın halifesi olan insanın
başkalarının güdümünde hareket etmemesi gerektiğini zihinlere yerleştirmek
gerekiyor.
Mehmet Ali Demir |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder