27 Ekim 2023 Cuma

Sözde Değil, Özde Cumhuriyet

 

Mustafa Kemal daha kurtuluş savaşından yıllar önce yaverine bir gün ülkede Cumhuriyeti ilan edeceğini söylemiş. Şu an televizyonlardaki cumhuriyetin yüzüncü yıl etkinlikleri çerçevesinde hazırlanmış kısa filmlerde bu sahne de geçiyor. Mustafa Kemal bunu söyleyince dinleyen şahıs paşam hayallerinizi pek çoğumuz anlamıyoruz benzeri bir cevap verince Mustafa Kemal de bekle ve gör anlamında bir cevap veriyor. Bu olayın 1919 yılında Mazhar Müfit(Kansu) ile Mustafa Kemal arasında geçtiği ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Mustafa Kemal’in gençlik yıllarından itibaren ülkede var olan yönetim şekline karşı eleştirilerinin olduğu, gelecekte yapacaklarına dair planlarından söz ettiği diğer başka kaynaklarda da geçer. Kurtuluş savaşının bitmesi sonrası ülkede yeni yapılanmaya yönelik düşünceler herkesin zihninde dolaşmaya başladığı bir dönemde yine Mustafa Kemal yarın Cumhuriyet’i ilan ediyoruz beyanı ile ete kemiğe bürünmüştür. Bu tarihi sürece bakıldığında Mustafa Kemal’in öngörüsünün gücü ve fikri takip yeteneğinin ne kadar ileri olduğunu görmek mümkündür.

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Mustafa Kemal geçmişten beri eleştirisini yaptığı yönetim sistemini tamamen devre dışı bırakıp yepyeni bir yola girmeyi tercih etmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yönetim sistemi temelden yepyeni bir yapıya kavuşturulmak istenmiştir. Devlet yönetim sisteminde ortaya çıkan yeni yapının kurulmaya başlanması sonrası daha bu alanda sonuç alınmaksızın sosyal, kültürel, ekonomik alanlar başta olmak üzere birey ve toplum tümüyle dönüştürülmeye yönelen kapsamlı projelere girişildiği görülmektedir.

Devletin işleyişi düzene oturtulmadan bu topluma ve bireye yönelik kapsamlı dönüşüm projelerine girişilmesi adeta savaşılması gereken cephelerin de çoğalmasına yol açmıştır. Yüzyıllar boyu toplum hemen hiçbir dönemde yönetime katılma alışkanlığına sahip değildi. Batıdaki gibi sınıflar bizim toplumumuzda yoktu. Sınıf bilinci oluşmamış bir toplumda belirli grupların topluma önderlik etmesi beklenemez. Bu nedenle Mustafa Kemal devleti kurduktan sonra toplumda asker, sivil bürokrasi ile yerel eşraf ve ağa gibi kişi ve gruplara dayanarak devleti yönetmek zorunda kalmıştır.

Osmanlı dönemindeki yönetim sisteminin savunulmasını düşünmek o günkü dünya şartlarını anlamamak demektir.

Osmanlı hemen tüm alanlarda gerilik içinde idi. Bu nedenle Osmanlı yönetim sistemi zaten enkaz halinde idi. Bu yönüyle devlet yönetim sisteminin Cumhuriyet olarak değiştirilmesi aslında çok yerinde bir karardır. Bu kararı bugün halen eleştirenler tarih bilgisi ve bilincinden yoksun kesimlerdir. Bununla birlikte cumhuriyetin ilanı ile birlikte hak, adalet, özgürlük kavramlarının topluma hakim olduğunu, hele hele egemenliğin gerçek anlamda millete aktarıldığını iddia ederek, bireylerin kul olmaktan çıkıp hakları olan vatandaş kimliğine girdiğini iddia ederek Cumhuriyet kutlamaları aracılığıyla Mustafa Kemal ATATÜRK’ü demokrasi havarisi, halk kahramanı, halka bağımsızlık veren hürriyet aşığı söylemleri de aynı şekilde doğru bilgi ve bilinçten uzak değerlendirmelerdir.

Bu eleştirilerin Cumhuriyet düşmanlığı, hilafet sevicilik olarak suçlanarak yargısız infaz yapılması insafsızlıktır. Cumhuriyet rejiminin ismi ve resmi 29 Ekim 1923’te ortaya çıkmış olabilir. Buna karşın cumhuriyet rejiminin ruhu ve gerçekliği bugün bile halen kurulabilmiş değildir. Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyet yarın ilan edeceğiz diyerek Osmanlı yönetim geleneğinin kendisine kazandırdığı anlayışa uygun hareket etmiştir. Osmanlı yönetim geleneğinde iktidara sahip olan kişi ve gruplar farklı güç sahibi araçları kullanarak kendi istediklerini yaparken Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyet ismini verdiği rejimde egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğunu iddia ederken tüm gücü tekelinde toplamış ve istediği her şeyi yapmaya yönelmiştir. Seçimler, meclis, siyasal parti ve diğer tüm kurumsal yapılar gerçek gücün hizmetinde işe koşulan araçlar olarak kalmıştır. Osmanlı döneminde topluma sunulmayan yönetime katılma imkanı Cumhuriyet döneminde sistemin kurulmuş olmasına rağmen yine toplumdan esirgenmiştir. Osmanlı dönemi yöneticileri içinde yaşadıkları çağın şartlarında diğer ülkelerde var olan yönetimi güçlendirmeyi sağlayan sistemleri görmezden gelmişlerdir. İngiltere’de magna carta 13.yüzyıllara kadar geçmişe dayanır. Bu durum İngiltere’de yönetenlerle yönetilenler arasında sözleşmeye dayalı yönetimin kuruluş tarihidir. İngiltere’nin bu uygulamasından Osmanlı’nın haberdar olmadığı söylenemez. Benzer şekilde Avrupa ülkelerinin hemen çoğunda saltanata dayalı yönetimler olsa bile baştaki yöneticinin gücünü dengeleyebilen gruplar, sınıflar, meclisler hep olagelmiştir. Daha Fatih döneminde mücadele edilen Cenevizlilerde ve diğer topluluklarda kararların kurulan meclislerde yapılan tartışmalar aracılığıyla alındığı tarihlerde yazılıdır. 2. Beyazıt, kardeşi Cem’i esir tutmaları için Rodos Şövalyelerine her yıl adeta vergi verirken Rodos Şövalyeleri nasıl hareket edeceklerine dair kararlarını var olan meclislerinde tartıştıkları yine tarihlerde yazılıdır. Fransa, İspanya, Avusturya, Rusya, Prusya gibi bugün batının köklerini oluşturan devlet yapılanmalarında hep tek adam yönetiminin sakıncalarını gideren sistemlere sahip oldukları görülür.

Avrupa’da var olan bu yönetim sistemlerine karşı Osmanlı yönetim sistemi tek adamlığın adeta dibine vurmuştur. Bugün bile demokrasi sisteminden söz edilince gerçek anlamda cumhuriyet ve demokrasi rejimlerinin temel ilkelerinin İslam’ın ilk yıllarından itibaren var olduğunu, Medine şehir devletinde peygamberin gerçek anlamda bir cumhuriyeti uyguladığını dile getiren Müslüman dünya hemen hiçbir döneminde tek adam yönetiminden vazgeçmeyi düşünmemiştir. İslam’ın ilk yıllarında var olduğu söylenen uygulamalar yanında kutsal kitapta işlerin istişare ve danışmanın zorunluluğuna dair ayetlerden de sık sık söz edilir. Böylesine güçlü uygulama ve ilkelerin tarih boyunca hayata geçmemesi Müslümanlar adına büyük bir zaaftır. Bu uygulama ve ilkelerden Osmanlı devlet adamlarının haberdar olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Buna rağmen toplumda yöneten-yönetilen ilişkilerinin peygamberin uygulamasından çok uzak bir şekilde ele alınmış olmasını şeriata dayalı yönetime sahip olduğu söylenen bir devlete yakıştırmak çok zordur. Bu anlayış yüz yıllar boyu değişmeden Cumhuriyetin ilanına kadar süregelmiştir.

Yüzyıllar boyu sürmüş olan bir geleneğin Cumhuriyet tarafından bir anda kaldırılması mümkün değildi denerek Cumhuriyetin ilanının ilk anından itibaren yapılanları hoş görmek doğru değildir. Cumhuriyet yeni bir yönetim şekli kurmakla işe başlamakla doğru bir iş yapmıştır. Bunda şüphe yoktur. İtiraz da edilemez. Yeni yönetim şeklinin belirlenmesi sonrası devletin yönetim sisteminin adeta sıfırdan kurulması gerekirdi. Bu işte yine sorumluluk ve yetkinin doğal olarak Mustafa Kemal’de olmasında sorun yok. Savaşın kazanılmasındaki liderlik özellikleri Mustafa Kemal’e bu yetkiyi ve sorumluluğu veriyordu. Mustafa Kemal’in de toplumun tümü üzerinde büyük bir etkisi, karizması vardı. Mustafa Kemal bu karizması sayesinde toplumdaki tüm yokluklarla mücadelede tüm toplum kesimlerini işbirliği yapmaya ikna edebilirdi. Toplumun büyük çoğunluğu gönüllü bir şekilde yeni mücadelede Mustafa Kemal’in etrafında kenetlenebilirdi.  

Yeni yönetim sisteminin sıfırdan kurulması için ihtiyaç duyulan hemen hiçbir şey yoktu dense yanlış olmaz. Tüm bu yokluklara rağmen kazanılmış olan Kurtuluş Savaşı aslında hiçbir şeyin olmadığı söylemini çürütmektedir. Yoklukların devasa boyutlarda olduğu doğru olmakla birlikte karizmatik lidere olan güvenin adeta sınırı yoktu. Böylesi bir toplumsal yapı içinde yokluklarla mücadeleyi imkansız görmemek gerekiyor. Mustafa Kemal kurtuluş savaşı döneminde edindiği toplumsal karizmayı yeni yönetim sistemini sıfırdan kurarken toplumla işbirliği yapmayı tercih etmek yerine toplumun tümünü sosyal, ekonomik, kültürel, dinsel, hukuki ve daha pek çok alanda toplumsal ve bireysel dönüştürme projesini dayatmada kullanmayı tercih etti. Bu durum Mustafa Kemal Atatürk’ü pek çok toplum kesiminin muhalif olmasına yol açtı. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’in ilanı sonrası toplumsal muhalefeti baskı altına alarak sindirmeyi tercih etti. Savaş şartlarında oluşturulan İstiklal Mahkemelerini savaş sonrası muhalifleri susturmak için kullandı. Ölünceye kadar adeta demir bir yumrukla ülkeyi yönetmeyi tercih etti. Tek adamlık vasfını kabul etmek zorunda kaldı. Bugün Cumhuriyet’in ilanı veya milli zafer günlerinde halen camilerde gönül rahatlığı ile Mustafa Kemal Atatürk’ün adı açıkça anılmıyorsa bunun sorumluluğunu sadece gericiler, irticacılar, cumhuriyet düşmanları diyerek şeytanlaştırılan dindarlara vermek tek taraflı bir bakıştır. Cumhuriyeti kuran iradeyi de sorgulamak gerekiyor. Bugün halen Cumhuriyet bu topraklarda gerçek anlamıyla ve ruhuyla yerleşmemişse bunda tüm toplum kesimlerinin ama en çok da Cumhuriyeti kurduktan sonra toplumun tüm kesimlerini zorla çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırma yolunda tüm devlet imkanlarını işe koşan ve bu uğurda askeri müdahaleler yapmaktan, muhalif düşünen herkesi irticacı, solcu, komünist, bölücü, yıkıcı yaftası ile yaftalamaktan kaçınmayan, her türlü hukuksuzluğu kolayca yapan ve tüm bu olumsuz toplumsal bakışın sonucunda son yirmi yıllık iktidar tecrübesinin yaşanmasında büyük payı bulunan tekçi, cumhuriyetçi bakışın sorumluluğu bulunmaktadır.

Bugünkü dindarlık söylemini maske olarak kullanan bugünkü iktidar da bir dönem geçmişin tek adam yönetim uygulamalarını eleştirmede en önde gelen gruplardan oluşuyor. Cumhurbaşkanının Kemalizm söylemleri her zaman dışlayıcı, küçümseyici, eleştirel olmuştur. Buna rağmen iktidarı kullanma tecrübesine bakıldığında Mustafa Kemal Atatürk döneminden çok daha ileri adımları atmıştır. Bundan dolayı son dönemlerde Mustafa Kemal Atatürk’ü sahiplenici söylemlere kolaylıkla yönelebilmektedir. Cumhurbaşkanının geçmişteki söylemleri ile bugünkü söylemleri birebir kıyaslansa pek çok çelişkili söylemin olduğu görülmektedir.

Cumhuriyetin asli unsurunu, ruhunu toplumun hayatına geçirmede en büyük imkan yönetim gücünü elinde bulunduran iktidar sahibindedir. Cumhuriyet, iktidar gücünü paylaşmayı gerektirir. İktidar gücünün paylaşılmasına imkan sağlayan sistemler batı toplumlarında toplumsal sınıfların yaptığı mücadele sonucunda ortaya çıkmışken İslam toplumlarında böyle bir mücadele süreci yaşanmamıştır. Osmanlı tecrübesinde de yine böyle bir mücadele söz konusu değildir. Yönetme gücünü elinde bulunduranlar da hiçbir zaman gönüllü olarak bu gücü paylaşmak istememektedir. Gücü paylaşmak fedakarlık gerektirir. Bugünkü iktidar da gücü paylaşma fedakarlığını kabul etmediği için geçmişteki İslam devletlerinden, Osmanlı’dan, Cumhuriyet’i kuranlardan ayrılamamaktadır. Cumhuriyeti ilan etmekle isim ve resim asılmış ancak halen kabuktan içeriye girilebilmiş değil. Bu anlayışla da öze inilmesi zor görünüyor.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...