Milli eğitim bakanı okullardaki eğitim sürecini öğretmen olan eşinin yaşadıklarından edindiği tecrübelerden biliyor. Bunu nereden biliyorsun denirse müsteşarlık döneminde meclis eğitim komisyonunda eğitimin denetim sistemine yönelik yapılması istenen değişiklikler konusunda yaptığı konuşmalarda açıkça beyan ettiği görülmektedir. İlgi duyanlar meclis komisyon tutanaklarına bakabilirler.
Milli Eğitim bakanının sahip olduğu böylesi bir bilgi
derinlemesine bir bilgi değildir. Üstünkörü, uzaktan, yüzeysel bir bilgi
türüdür. Bu tür bir bilgi düzeyi ile eğitim sistemini yönetmeye cesaret etmeye
ancak cahil cesareti denilebilir. Bu düzeydeki bilgi birikiminin etkin bir
yönetim becerisi vermesi mümkün değildir. Ancak ülkemizdeki mevcut yönetim
kültüründe bilgiye dayanan bir yönetim becerisi aranmaz. Bizdeki yönetim
kültüründe yönetenler kendilerini görevlendiren üst makamları memnun etme
endişesi ile hareket ederler. Böyle bir kültürde bilgiye fazla ihtiyaç
duyulmaz. Bilgi değil itaate önem verilir. Üst birimler de aynı kültürün
etkisiyle alttakilerden kendi kendilerine hareket etmeyi değil, kendilerine
verilecek emirlere riayet etmeyi bekler. Bu yönetim kültürü bilimsel yönetim
anlayışına uymaz. Bilimsel ilkelere uygun olmayan hemen hiçbir hareketin de
istenen sonucu vermesi beklenemez. Rastlantısallık söz konusudur. Kişilerle
sınırlı bir etkiden söz edilebilir.
Tarih boyunca da Osmanlı’da yönetim kişilerin yetenekleri
ile sınırlı etkiye sahip olabilmiştir. Baştaki yönetici yetkin ise sistemde
sorunlar az iken yöneticinin yetkinlik düzeyi düştükçe her alandaki yönetim
işleyişi bozulmuştur. İlk dönemler karşıda etkin bir güç olmamasının etkisiyle
yayılıp gelişen devlet sistemi zamanla duraklamış ve yıkım kaçınılmaz olmuştur.
Halen de bu etkiden çıkış söz konusu değildir.
Osmanlı konusunda hamasi nutuklar atmayı en çok seven
İslami hassasiyetleri olduğu kabul edilen mevcut iktidar da yine kısır döngüyü
kırmayı başaramamıştır. İktidarın yönetimi dönüştürmek yerine yönetimin
sağladığı gücü keyfine göre kullanmayı tercih etmesi yaşanan kısır döngünün
oluşmasında en büyük etkendir.
Topluma birlik, beraberlik söylemleri ile mesajlar veren
iktidar gerçekte perde arkasında kendine tabi olanlara mevki makam dağıtmayı
tercih etmiştir. İlk dönemlerinde toplumun tüm kesimlerini kucaklamaya imkan
verecek bir sistem kurulabilseydi zihniyeti ne olursa olsun tüm toplum kesimleri
devlet içinde kendilerine yer bulabilecek ve farklı anlayışlar arasında
işbirliğinin oluşması sağlanabilecekti. Farklı anlayışların arasında işbirliği adalet
anlayışının gelişmesini sağlarken toplumdaki birlik ve beraberlik gerçek
anlamda oluşmuş olurdu. O zaman toplumsal güç devasa bir potansiyeli ortaya
çıkarabilirdi. Bunun için toplumun tüm katmanlarının hayatına etki eden şeffaf,
objektif işleyiş düzenlerinin kurulması gerekirdi. Ekonomide, siyasette,
bürokraside başta olmak üzere tüm alanlarda gerçek anlamda yetkin olanların önü
açılmış olsaydı adaletli bir toplum da oluşmuş olurdu.
Geçmişte iktidarı elinde bulunduranlar masa başı
oluşturulmuş projeleri topluma dayatarak toplum mühendisliği yapıyorken İslami
anlayışı kendilerine rehber edindiğini iddia eden bugünkü iktidar sahipleri
eleştirdikleri tüm davranışları yapar hale gelmiştir. Geçmişte eleştirilen her
davranış, iktidara sahip olunca kendi açısından yapılması gerekir hale gelince
toplumdaki kısır döngü kırılmak yerine daha da derinleşmiştir. Yirmi yıl
boyunca yaşanan iktidar tecrübesi toplumu birleştirmekten çok parçalamıştır.
Bugün gittikçe küçülen iktidar oluşturduğu menfaat dağıtım
mekanizmalarını kullanarak gücünü korumaya çalışmaktadır. Cumhur ittifakı adı
altında oluşturulmuş gruba her geçen gün birbiriyle taban tabana zıt da olsa
yeni katılımlar dahil edilmeye çalışılmaktadır. Bu ittifaka girenler kendi grup
menfaatlerine ulaşma adına kendilerini destekleyen toplum kesimlerini ikna
edebilmektedir. Tek başına sahip olunabilmesi mümkün olmayan iktidar gücü oluşturulan
ittifaka dahil olunması sayesinde faydaya dönüşmektedir. Bu durum aslında
toplumsal yozlaşmayı da gittikçe derinleştirmektedir. Zira oluşturulan ittifak
menfaate dayanmaktadır. Menfaate dayalı bu işbirliği uzun süreli olamaz. Cumhur
ittifakının temel direği cumhurbaşkanıdır. Şahıslara dayanan bir sistem
şahısların hayatları ile sınırlıdır. İktidarın oluşturduğu ittifakın karşısında
oluşturulan Millet ittifakı da aslında gerçek anlamda bir alternatife
dönüşmekten çok uzaktır. Millet ittifakını oluşturan bileşenlerin toplum
nezdinde güven oluşturamayan yapısı iktidar alternatifi olmayı engellemektedir.
Zaten iktidar gücünü elinde tutan Cumhur ittifakı da bu alternatifsizlikten
beslenmektedir.
Ülkede birlik beraberliği sağlayacak adaletli bir yönetim
sistemi cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından istenseydi kurulabilirdi.
İktidar özellikle 2010 yılına kadar yaptıklarından dolayı açık bir eleştiriyi
hak etmiyor denebilir. Zira iktidarın ilk dönemlerinde karşısında mevcut siyasal,
ekonomik, askeri, bürokratik vesayet odaklarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Bu mücadele karşısında olması gereken sistem dönüşümünün yapılamamasının bir
gerekçesi vardı denebilir. Ancak 2010 yılı sonrası ülkede oluşan yeni düzende
Recep Tayyip Erdoğan adeta tek başına bir güç haline gelmiştir. 2010 sonrası
iktidarı her yönüyle eline alan cumhurbaşkanı istediği dönüşümü sağlayacak bir
sistemi kurabilir ve yaşatabilirdi. Bunu yapmak yerine kişisel iktidarını
güçlendirmeyi tercih etmesi büyük bir hatadır. Ülke için de büyük bir kayıptır.
Artık bu saatten sonra girilen yoldan geri dönebilmek mümkün görünmemektedir. En
başta cumhurbaşkanının kalan ömrü ve şimdiye kadar oluşturduğu yapı geri dönüşe
imkan vermez. Yaşanan yirmi yıllık iktidar tecrübesi tarihe büyük bir hüsran
olarak geçecek gibi görünüyor. İktidar bunu kamuoyuyla paylaştığı Türkiye
Yüzyılı söylemleri ile tersine çevirmeye çalışıyor ama sonucun değişeceğini
kabul etmek için çok fazla iyimser olmak gerekiyor. Bu kadar iyimserlik için yeterli
ve mantıklı göstergeler, zaman ve imkan mevcut değil.
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder