17 Ekim 2023 Salı

Arap-İsrail Mücadelesinin Düşündürttükleri

 

İsrail Hamas mücadelesinin son günlerde geldiği noktada tüm İslam dünyasında İsrail karşıtı gösteriler yapılıyor. İslam dünyasının kahrolsun İsrail söyleminden daha ileri bir adıma geçerek başarı ve başarısızlıkların nedenlerine ilişkin düşünmeye başlamalarının zamanı çoktan geçti. Arap dünyası İsrail’e karşı ortak bir cephe oluşturmaktan çok uzaklar. Aslında Arap dünyasının kendi içinde dahi bir birlik olmaları şu aşamada çok mümkün görünmüyor.

Arap dünyasındaki kafa karışıklığı ülkemiz için de geçerli dense yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Ülkemizde de Filistin davası denilen konular üzerinde toplumumuzun kafası oldukça karışık. Her Arap-İsrail çatışmasında camilerde, meydanlarda gösterilerle, toplu namazlar ve dualarla Allah’ın yardımı talep ediliyor.

            Oysa dünyadaki yaşayış düzeni üzerinde yaratıcının nereye kadar müdahil olduğu, nereden itibaren insanın şahsi ve dolayısıyla toplumsal iradesi devreye giriyor tespit edebilmek oldukça zor. Yüzyıllardır tartışılan kaza/kader anlayışı Müslüman dünya arasında halen doğru bir temele oturabilmiş değil.

            İnananlar açısından sünnetullah diye nitelenen yaratıcının dünyada koyduğu düzene uygun hareket etme zorunluluğu üzerinde Müslümanlar hala yaratıcıyı kendilerinin adeta emrinde bir güç olarak görüp kendilerinin insan olarak iradelerini harekete geçirmeyi gereksiz görmeleri içine düştükleri çıkmazdan kurtulmalarına da engel oluyor. Buna karşın rakipler ellerinden gelen çabayı işe koşmayı bırakmıyorlar. Sünnetullahtan kastın, Allah'ın bu dünyada inanan inanmayan kim olursa olsun dünya şartlarının gerektirdiği kurallara uygun yaşayanların başarılı, bu kurallara uymayanların da başarısız olduğunu ifade anlamında kullanmak ve anlamak gerekiyor.

1948 İsrail devletinin kurulduğu dönemde Filistin’de Yahudiler gerçekten azınlıkta idiler. Arap dünyası İsrail devletinin ilanı sonrası Mısır/Irak/Suriye/Ürdün eliyle en geç bir hafta içinde Yahudileri Kudüs'ten süreceklerini iddia ediyorlardı. Yahudiler dünya çapında örgütlenip akla dayalı bir işleyiş düzeni kurarken Araplar hiç bir plan, program yapmaksızın tersine Yahudileri destekleyen batılılıklarla perde arkasından işbirliğine gitmeyi tercih ettiler. Sonunda organize azınlık olan Yahudiler çoğunluk ama başıboş Arapları o günlerde dizginledi. İsrail devletinin 1948'den beri haritasındaki değişime bakınca aslında gelişme çok daha açık görülüyor. Bir türlü organize olamayan Arapların alanı daralırken Yahudilerin alanı bu güne kadar hep genişledi. Ümmet bilincine dayalı bir İslam anlayışı ne yazık ki bu topraklarda hemen hiç bir zaman gelişemedi. Hemen her dönemde saltanat sahipleri iktidarlarının devamı adına dini sömürdü, kullandı. Din konusunda âlim sıfatına sahip olanlar da aynı şekilde iktidar sahipleriyle işbirliğini tercih etti. 1400 yılı aşan tarih boyunca Müslümanlar İslam'ın ruhuna uygun bir yönetim, ekonomi, eğitim, toplum, dünya kurmak için çaba göstermek yerine hep yığınların zihinlerini uyuşturmayı tercih etti. Dinin okuma emrini Kur'an'ı anlamadan yüzünden okuma olarak anladılar. Ticareti hayatının olmazsa olmaz bir faaliyeti olarak gören peygamberi takip ettiğini iddia edenler ticareti Yahudilerin eline teslim ettiler. Ahireti kazanma adına dünyadan el etek çekerek araştırma geliştirmeyi boş bir çaba olarak görüp kötülediler. Aranızda sözleşmelerinizi yazın emrini görmezden gelerek okuryazarlığı en temel çaba olarak gören dinin emirlerine ters işler yaptılar. Geçmişi tekrar etmeyi dindarlık zannettiler. Sonuç söylem bazında kalan bir ümmet anlayışı ortaya çıktı. Bu çerçevede güç sahibi iktidarlar ve iktidarlarla işbirliğine giden âlim kılıklı sömürücülerin neden olduğu fitne bugün masum Filistinlilerin zarar görmesine neden oluyor.

Ülkemizde bazı kesimler arasında İslami anlayışın temsilcisi olarak nitelenen ümmet bilincinin hilafetin kaldırılması ile başlatanlar var. Ümmet bilincinin zayıflamasını hilafetin kaldırılmasıyla başlatmak tarihe biraz eksik bakmak gibi geliyor. Emevi ve Abbasilerden itibaren hilafetin saltanata dönüşmüş olmasıyla birlikte aslında ümmet bilinci neredeyse kaybolmaya yüz tutmuştu. Sonraki dönemlerde İslam dünyasında tamamen saltanata dayalı yönetim anlayışı hakim oldu.

Devleti saltanatın malı olarak gören anlayış toplumun İslam'a uygun bir anlayış kazanması yönünde çaba göstermek yerine iktidarın nimetlerinden yararlanmayı, bu nimetleri kendine yakın zümrelere aktarmayı tercih etti. Kur'an'ın indiği andan itibaren ayetler var olduğu halde ayetlerin içeriğine uygun bir devlet, toplum, ekonomi, siyaset, eğitim, kültür ve hayat nizamı nasıl kurulur sorusu üzerinde kafa yorma gereği duymayan alim sıfatlılar iktidarlara yanaşıp nimetlerden nemalanmayı tercih ettiler. Allah'ın ayetleri ilk günden beri vardı ve biliniyordu. Buna rağmen ayetlere uygun bir toplumu oluşturma yönünde çaba gösterme gibi bir anlayış gelişemedi. Sıradan insanın din anlayışı konusunda doğru bir görüşe ulaşabilmesi çağın şartları dikkate alındığında mümkün de değildi. Bu konuda topluma önderlik yapması gerekenler din konusunda bilgi sahibi olan ehil kişilerdi. Bu yönüyle bu türdeki kişilerin büyük sorumluluğu bulunuyor.

Osmanlı da bu süreçte dinin hayata hükmetmesini sadece lafta kullandı denebilir. İlayı kelimetullah kavramı siyasal bir araç olarak görüldü. Bu yönüyle hem İslam tarihine, hem de Osmanlı tarihine yeniden sorgulayıcı bir anlayışla bakmak gerekiyor.

Bu gün hilafet gittikten sonra toplumda İslami anlayış zayıfladı demek bu yönüyle eksiktir. Hilafet tarih boyunca olması gerektiği şekliyle hiç bir zaman işlev göremedi. Abdülhamit hilafeti batıya karşı kısmen kullanmaya çalıştı. Ama o da kendi kişisel iktidarını geçmiştekiler gibi güçlendirmeyi tercih etti. Abdülhamit dışında hemen hiç bir padişahın hilafetin adını andığı görülmez dense yanlış olmaz.

İslam’a uygun insan tipinin bugünün şartlarında somut şekilde ortaya konması gerekiyor. Bu insan tipinin yetiştirilmesi için sistemli çalışmak gerekiyor. İstenen insan tipi yetiştirilirse devletler bazında da bir şeyler yapılabilir. Tabi devletler bazında da yapılması gereken işlerin olduğunu inkar etmek doğru bir yaklaşım değildir. Bu yönüyle D8 uygulaması eleştirilecek bir proje değildir. Aşağıdan yukarıdan her yönden çalışmak şart. Ancak doğru din anlayışı, dine bağlı insanın nitelikleri konusunda zihinlerin netleşmesi gerekiyor. Bu çerçevede geleneksel eğitim metotlarının bu güne cevap verip vermediğinin sorgulanması ve topluma da bunun anlatılması gerekiyor. Örnek olarak Kur'an-ı Kerimi okumak demek anlamadan yüzünden okumak değildir söylemini yaymak ve asıl olanın dinin mesajını anlamak ve gereğini yapmak olduğunu toplumda sık sık dile getirmek gerekiyor. Aynı şekilde tartışmasız bir yetkin din anlayışı temsilcisi olarak görülen hafızlık müessesesinin de yeniden düşünülmesi gerekiyor. Aslında hafızlık müessesesinin dinle doğrudan bir ilgisinin olduğunu söylemek doğru bir değerlendirme değildir. Din insandan, anlamadan mesajı tekrar etmeyi istemez. Asıl olan mesajın doğru anlaşılması ve gereğine uygun bir yaşam biçimi geliştirmesi, buna göre bir dünya kurması için sahip olduğu her şeyi kullanmasıdır. Bu süreçte de sadece Allah rızasının gözetilmesi istenir. Samimiyet bunu gerektirir.

Çağın ihtiyaç duyduğu insan tipinin inanan, çalışan, araştıran, okuyan, sorgulayan, kendini sürekli geliştiren ve dünyada yaşanan sorunlara çözümler üreten tipte olduğunu göstererek anlatmak gerekiyor. Bir lokma bir hırka anlayışının veya asıl olan öbür dünyadır, bu dünyaya değer vermeye gerek yok, kâfirler bu dünyada cenneti yaşayacak ama ahirette onlar cehenneme, biz cennete gideceğiz, bu nedenle buraya değer vermeye gerek yok anlayışının Müslüman zihninde yerinin olmaması, bu dünyada Allah'ın halifesi olan insanın başkalarının güdümünde hareket etmemesi gerektiğini zihinlere yerleştirmek gerekiyor.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...