İsrail Hamas mücadelesinin son günlerde
geldiği noktada tüm İslam dünyasında İsrail karşıtı gösteriler yapılıyor. İslam
dünyasının kahrolsun İsrail söyleminden daha ileri bir adıma geçerek
başarı ve başarısızlıkların nedenlerine ilişkin düşünmeye başlamalarının zamanı
çoktan geçti. Arap dünyası İsrail’e karşı ortak bir cephe oluşturmaktan çok
uzaklar. Aslında Arap dünyasının kendi içinde dahi bir birlik olmaları şu
aşamada çok mümkün görünmüyor.
Arap dünyasındaki kafa karışıklığı ülkemiz
için de geçerli dense yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Ülkemizde de
Filistin davası denilen konular üzerinde toplumumuzun kafası oldukça karışık. Her
Arap-İsrail çatışmasında camilerde, meydanlarda gösterilerle, toplu namazlar ve
dualarla Allah’ın yardımı talep ediliyor.
Oysa dünyadaki
yaşayış düzeni üzerinde yaratıcının nereye kadar müdahil olduğu, nereden
itibaren insanın şahsi ve dolayısıyla toplumsal iradesi devreye giriyor tespit
edebilmek oldukça zor. Yüzyıllardır tartışılan kaza/kader anlayışı Müslüman dünya
arasında halen doğru bir temele oturabilmiş değil.
İnananlar açısından
sünnetullah diye nitelenen yaratıcının dünyada koyduğu düzene uygun hareket
etme zorunluluğu üzerinde Müslümanlar hala yaratıcıyı kendilerinin adeta
emrinde bir güç olarak görüp kendilerinin insan olarak iradelerini harekete
geçirmeyi gereksiz görmeleri içine düştükleri çıkmazdan kurtulmalarına da engel
oluyor. Buna karşın rakipler ellerinden gelen çabayı işe koşmayı bırakmıyorlar.
Sünnetullahtan kastın, Allah'ın bu dünyada inanan inanmayan kim olursa olsun
dünya şartlarının gerektirdiği kurallara uygun yaşayanların başarılı, bu
kurallara uymayanların da başarısız olduğunu ifade anlamında kullanmak ve
anlamak gerekiyor.
1948 İsrail devletinin kurulduğu dönemde Filistin’de
Yahudiler gerçekten azınlıkta idiler. Arap dünyası İsrail devletinin ilanı
sonrası Mısır/Irak/Suriye/Ürdün eliyle en geç bir hafta içinde Yahudileri
Kudüs'ten süreceklerini iddia ediyorlardı. Yahudiler dünya çapında örgütlenip
akla dayalı bir işleyiş düzeni kurarken Araplar hiç bir plan, program
yapmaksızın tersine Yahudileri destekleyen batılılıklarla perde arkasından
işbirliğine gitmeyi tercih ettiler. Sonunda organize azınlık olan Yahudiler
çoğunluk ama başıboş Arapları o günlerde dizginledi. İsrail devletinin 1948'den
beri haritasındaki değişime bakınca aslında gelişme çok daha açık görülüyor.
Bir türlü organize olamayan Arapların alanı daralırken Yahudilerin alanı bu
güne kadar hep genişledi. Ümmet bilincine dayalı bir İslam anlayışı ne yazık ki
bu topraklarda hemen hiç bir zaman gelişemedi. Hemen her dönemde saltanat
sahipleri iktidarlarının devamı adına dini sömürdü, kullandı. Din konusunda âlim
sıfatına sahip olanlar da aynı şekilde iktidar sahipleriyle işbirliğini tercih
etti. 1400 yılı aşan tarih boyunca Müslümanlar İslam'ın ruhuna uygun bir
yönetim, ekonomi, eğitim, toplum, dünya kurmak için çaba göstermek yerine hep
yığınların zihinlerini uyuşturmayı tercih etti. Dinin okuma emrini Kur'an'ı
anlamadan yüzünden okuma olarak anladılar. Ticareti hayatının olmazsa olmaz bir
faaliyeti olarak gören peygamberi takip ettiğini iddia edenler ticareti Yahudilerin
eline teslim ettiler. Ahireti kazanma adına dünyadan el etek çekerek araştırma
geliştirmeyi boş bir çaba olarak görüp kötülediler. Aranızda sözleşmelerinizi
yazın emrini görmezden gelerek okuryazarlığı en temel çaba olarak gören dinin
emirlerine ters işler yaptılar. Geçmişi tekrar etmeyi dindarlık zannettiler.
Sonuç söylem bazında kalan bir ümmet anlayışı ortaya çıktı. Bu çerçevede güç
sahibi iktidarlar ve iktidarlarla işbirliğine giden âlim kılıklı sömürücülerin
neden olduğu fitne bugün masum Filistinlilerin zarar görmesine neden oluyor.
Ülkemizde bazı kesimler arasında İslami
anlayışın temsilcisi olarak nitelenen ümmet bilincinin hilafetin kaldırılması
ile başlatanlar var. Ümmet bilincinin zayıflamasını hilafetin kaldırılmasıyla
başlatmak tarihe biraz eksik bakmak gibi geliyor. Emevi ve Abbasilerden
itibaren hilafetin saltanata dönüşmüş olmasıyla birlikte aslında ümmet bilinci
neredeyse kaybolmaya yüz tutmuştu. Sonraki dönemlerde İslam dünyasında tamamen
saltanata dayalı yönetim anlayışı hakim oldu.
Devleti saltanatın malı olarak gören anlayış
toplumun İslam'a uygun bir anlayış kazanması yönünde çaba göstermek yerine
iktidarın nimetlerinden yararlanmayı, bu nimetleri kendine yakın zümrelere
aktarmayı tercih etti. Kur'an'ın indiği andan itibaren ayetler var olduğu halde
ayetlerin içeriğine uygun bir devlet, toplum, ekonomi, siyaset, eğitim, kültür
ve hayat nizamı nasıl kurulur sorusu üzerinde kafa yorma gereği duymayan alim
sıfatlılar iktidarlara yanaşıp nimetlerden nemalanmayı tercih ettiler. Allah'ın
ayetleri ilk günden beri vardı ve biliniyordu. Buna rağmen ayetlere uygun bir
toplumu oluşturma yönünde çaba gösterme gibi bir anlayış gelişemedi. Sıradan
insanın din anlayışı konusunda doğru bir görüşe ulaşabilmesi çağın şartları
dikkate alındığında mümkün de değildi. Bu konuda topluma önderlik yapması
gerekenler din konusunda bilgi sahibi olan ehil kişilerdi. Bu yönüyle bu
türdeki kişilerin büyük sorumluluğu bulunuyor.
Osmanlı da bu süreçte dinin hayata
hükmetmesini sadece lafta kullandı denebilir. İlayı kelimetullah kavramı siyasal
bir araç olarak görüldü. Bu yönüyle hem İslam tarihine, hem de Osmanlı tarihine
yeniden sorgulayıcı bir anlayışla bakmak gerekiyor.
Bu gün hilafet gittikten sonra toplumda İslami
anlayış zayıfladı demek bu yönüyle eksiktir. Hilafet tarih boyunca olması
gerektiği şekliyle hiç bir zaman işlev göremedi. Abdülhamit hilafeti batıya
karşı kısmen kullanmaya çalıştı. Ama o da kendi kişisel iktidarını
geçmiştekiler gibi güçlendirmeyi tercih etti. Abdülhamit dışında hemen hiç bir
padişahın hilafetin adını andığı görülmez dense yanlış olmaz.
İslam’a uygun insan tipinin bugünün
şartlarında somut şekilde ortaya konması gerekiyor. Bu insan tipinin
yetiştirilmesi için sistemli çalışmak gerekiyor. İstenen insan tipi
yetiştirilirse devletler bazında da bir şeyler yapılabilir. Tabi devletler
bazında da yapılması gereken işlerin olduğunu inkar etmek doğru bir yaklaşım
değildir. Bu yönüyle D8 uygulaması eleştirilecek bir proje değildir. Aşağıdan
yukarıdan her yönden çalışmak şart. Ancak doğru din anlayışı, dine bağlı
insanın nitelikleri konusunda zihinlerin netleşmesi gerekiyor. Bu çerçevede
geleneksel eğitim metotlarının bu güne cevap verip vermediğinin sorgulanması ve
topluma da bunun anlatılması gerekiyor. Örnek olarak Kur'an-ı Kerimi okumak
demek anlamadan yüzünden okumak değildir söylemini yaymak ve asıl olanın dinin
mesajını anlamak ve gereğini yapmak olduğunu toplumda sık sık dile getirmek
gerekiyor. Aynı şekilde tartışmasız bir yetkin din anlayışı temsilcisi olarak
görülen hafızlık müessesesinin de yeniden düşünülmesi gerekiyor. Aslında
hafızlık müessesesinin dinle doğrudan bir ilgisinin olduğunu söylemek doğru bir
değerlendirme değildir. Din insandan, anlamadan mesajı tekrar etmeyi istemez. Asıl
olan mesajın doğru anlaşılması ve gereğine uygun bir yaşam biçimi geliştirmesi,
buna göre bir dünya kurması için sahip olduğu her şeyi kullanmasıdır. Bu
süreçte de sadece Allah rızasının gözetilmesi istenir. Samimiyet bunu
gerektirir.
Çağın ihtiyaç duyduğu insan tipinin inanan,
çalışan, araştıran, okuyan, sorgulayan, kendini sürekli geliştiren ve dünyada
yaşanan sorunlara çözümler üreten tipte olduğunu göstererek anlatmak gerekiyor.
Bir lokma bir hırka anlayışının veya asıl olan öbür dünyadır, bu dünyaya değer
vermeye gerek yok, kâfirler bu dünyada cenneti yaşayacak ama ahirette onlar
cehenneme, biz cennete gideceğiz, bu nedenle buraya değer vermeye gerek yok
anlayışının Müslüman zihninde yerinin olmaması, bu dünyada Allah'ın halifesi
olan insanın başkalarının güdümünde hareket etmemesi gerektiğini zihinlere
yerleştirmek gerekiyor.
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder