Tarihi süreçte
Osmanlı’nın gerilemesine yönelik çözüm üretme çabasına girenler ilk başta
askeri alanda yeniliklere girişmeye başlamışlardı. Bu konuda yorum yapan tarihçiler
en başta ve somut şekilde askeri yenilgilerin görünür olması nedeniyle askeri
alanda yeniliklere öncelik verilmesinin doğal olduğunu söylemektedir. Bugün
geçmişteki askeri alanın yerini ekonomik alan almıştır. Ekonomide yaşanan
sorunlar en başta ve en somut şekilde toplumun hayatına etki yapmaktadır.
Ekonomiden
sorumlu bakan Mehmet ŞİMŞEK’in ekonomik alana yönelik rasyonel politikalara
dönüş zorunluluğuna ilişkin değerlendirmesi aslında ülkedeki tüm alanlar için
geçerlidir. Türkiye, dünya üzerinde halen rasyonel politikalara dayalı devlet
yönetiminin oluşturulamamasının sıkıntılarını yaşamaya devam etmektedir.
Türkiye’nin geçmişten bu güne getirdiği arka planına bakıldığında işgal ettiği
coğrafi konum itibariyle dünyanın en kritik bir bölgesinde yer aldığını herkes
kabul etmektedir. Bir dönem üç kıtaya hükmetmiş, dünyada önemli dengelere yön
vermiş bir ülke konumundan zamanla ülkeler arasındaki dengelere göre birilerinin
desteği ile ayakta kalabilir bir konuma düşmüştür. Bir dönem hasta adam
muamelesi görerek mirasının paylaşımı kavgalarına sahne olmuştur. Ülkedeki bu
konum değişikliğinin en önemli sebebi dünyadaki gelişmelere ayak uyduramayan
yöneticilerin içine düştükleri acziyet olmuştur. Yönetim makamında bulunanlar
dünyada meydana gelen devlet yönetim düzenine ayak uydurmak yerine içine
düştükleri kişisel arzu, istek ve hırslarının esiri olarak günlerini geçirmeyi
tercih etmişlerdir.
Rasyonel
politika kavramını kullanan ekonomi bakanı Mehmet ŞİMŞEK’in kast ettiğinin ne
olduğuna dair açıklama yapan uzmanlar ekonomi biliminin kendine özgü
kurallarının, ilkelerinin, yol ve yöntemlerinin olduğunu, buna uygun hareket
etmekle ekonomi biliminin gereklerine uyulmasının kast edildiğini
söylemektedirler. Bilim kavramı her alanda dünya üzerinde var olan işleyiş
düzenine uygun hareket etme anlamında akla uygun davranma zorunluluğunu
içermektedir. Kısa bir süre önce ülkemizin yaşadığı deprem felaketi üzerine
televizyonlara çıkan tüm uzmanlar deprem biliminin kendine özgü kurallarının,
ilkelerinin, yol ve yöntemlerinin olduğunu, buna göre hareket edilmesinin
zorunluluk olduğunu günlerce söylediler. Devleti yönetenler, karar vericiler de
bundan sonra şehirlerin yapılışında deprem biliminin kural, ilke, yol ve
yöntemlerine uyulacağını taahhüt ettiler. Deprem bilimine uymak denilince
deprem konusunda da rasyonel politikaların hayata geçmesinin zorunluluğunun
ortaya çıktığı görülüyor.
Rasyonel politika,
akla uygun hareket etme anlamına geldiğine göre bunun tersi akla uymayan,
duygusal hareket anlamına gelir. Duygusal politika ile rasyonel/akla dayalı
politika arasındaki farkları bir kalemde ortaya koymak mümkün değildir.
Ülkemizin tarih
içindeki yaşadığı serencama bakılınca çok uzun zamandır ülkemizde akla uygun
yönetim politikalarının hayata geçirilemediğini görmek sıradan bir tespit
haline gelmiştir. Bugün ekonomi için ileri sürülen rasyonel politika söylemi
geçmişte Osmanlı’da dünyanın gelişmiş ülkelerinde görülmeye başlayan
gelişmelere ilişkin kronoloji ile at başı gitmektedir denilse yanlış olmaz. Başlarda
askeri, ekonomik, sosyal ve siyasal konularda dünya dengelerine yön veren
Osmanlı zamanla ortaya çıkan yeniliklere gözünü kapayınca dünyadan koptu.
Dünyadan kopmak rasyonel olmayan bir politikadır. Osmanlı’yı yönetenler uzun
süre yenilgiye uğrattığı Avrupa ülkelerini küçük görmüş ve onlardan bir şey
öğrenmeyi kendileri için küçüklük olarak algılamıştır. Büyüklük hastalığına
tutulmak rasyonel olmayan bir politikadır. Ordunun geçmişten beri getirdiği
işleyiş düzeni çağın getirdiği teknolojilerden uzak kalınca çağdışı hale
gelmiştir. Çağın teknolojilerinden uzak kalmak rasyonel olmayan politikalara
bir başka örnektir. Avrupa ülkeleri her alanda ortaya koydukları keşiflerle
akıl, bilim ve teknolojide hızla gelişirken birey ve toplum olarak her alandaki
yaşam şekillerini de buna göre yeni şartlara uyar hale getirmiş ve en küçük bir
birey kadar toplumun tümünün yararını, menfaatini, mutluluğunu düşünen
politikalara dayalı sistemler, işleyiş düzenleri kurmuştur. Osmanlı yakın
zamanlara kadar devletin işi toplumu ilgilendirmez anlayışı ile devlet yönetme
kültüründen vaz geçmediği gibi birey ve toplumun hayatına yönelik bir işleyiş
düzeni geliştirmeyi, toplumun tümüne yönelik refahı, huzuru ve mutluluğu
yaymayı aklına bile getirmemiştir. Gelişmiş ülkelerde yönetme işlevi toplumda
herkesçe paylaşılan bir işleve dönüştürülmüştür. Yönetişim diye nitelenen
kavramı gelişmiş ülke toplumları gerçek anlamda hayata geçirmiştir. Yönetişim
kavramının olmadığı, yönetimi sadece devletin başındakilerin bir işi olarak
görme rasyonel olmayan politikaya örnektir. Toplumun tümünü değil de sadece
küçük bir zümreyi önceleyen uygulamalar rasyonel olmayan politikalara örnektir.
Benden olan ve benden olmayan anlayışı, bir konuda karar verilecekse bunu en
iyi ben bilirim anlayışı, her konuyu ben bilirim anlayışı yine benzer şekilde
rasyonel olmayan politikalara örnekler olarak sayılabilir. Bu yönüyle bakıldığında
akla dayalı politika ile devlet yönetme geleneği halen ülkemiz için yabancıdır.
Osmanlı,
dışarının zorlaması ile uygular gibi göründüğü politikaları gerçekte uzun bir
süre kabul edememiştir. Mış gibi yaparak gidişatı değiştireceğini zannederek
rasyonel olmayan politikaların adeta dibine vurmuştur. Dünyanın o dönemde
içinden geçtiği zamanın şartları ülkelerdeki değişim rüzgârının bir diğerine
geçmesini kolaylaştırmıyordu. Bu nedenle uzun bir süre Osmanlı ayakta kalmayı
başardı. Osmanlı’nın yıkılıp Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte akıl ve
bilimi kendine rehber olarak kabul ettiğini beyan eden kurucu irade yine
geçmişten gelen sorunlarından kurtularak gerçek anlamda bir devlet yönetim
sistemi kuramadı. Tersine toplumu zorunlu dönüştürme projeleri gibi hiç de akla
uymayan bir politika uygulama yolunu seçti. Bu durum toplum ile devlet arasında
çatışmaya yol açtı. Kurucu iradeyi takip eden arkadan gelenler akla uygun
olmayan projeleri dayatmaya devam ettiler. Cumhuriyet döneminde ülke kısa
aralıklarla askeri darbeler yaşayarak akla uymayan politikaların sancılarını
yaşamaya devam etti. Cumhuriyet dönemi Osmanlı’nın içinden geçtiği zamanlardan
farklı olarak dünyadaki değişim rüzgârlarının etkilerinin hızla diğer
toplumlara yayılabildiği dönemler oldu. Artık dünya küçük bir köye dönüşürken
herkes her şeyden kısa sürede haberdar olmaya, etkilenmeye başladı. En son
mevcut iktidarın iktidara gelmesini kolaylaştıran 28 Şubat süreci de bir başka
rasyonel olmayan politika örneğidir. Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan pek
çok devlet politikası rasyonel olmayan politikalara örneklerle doludur. AK
PARTİ/AKP iktidarı işte bu rasyonel olmayan politikaların getirdiği çöküşten
yararlanarak iktidarı elde etti. İktidara geldiği andan itibaren büyük bir
fırsatı da yakalamış oldu. Buna rağmen gelinen noktada iktidar da hırsına yenik
düşerek rasyonel politikaları köklü bir şekilde hayata geçirmek yerine gücün
kölesi haline gelerek rasyonel politikaların yerine duygusal politikalara
yöneldi. Geçmişte Osmanlı yöneticilerinin uyguladığı mış gibi yapmak yöntemini
bu iktidar kullanmayı tercih etti. Kağıt üzerinde yapılan düzenlemelerin gerçek
hayatı etkileyeceği zannıyla hareket rasyonel olmayan en somut politika
örneğidir.
Bugün ekonomi
alanı dışında da rasyonel olmayan politikaların uygulanmakta olduğunu söylerken
dayanaksız iddiaların ileri sürüldüğü düşünülmesin. Ekonomideki rasyonel
olmayan politikalara örnekler herkes tarafından gün gibi ortada. Cumhurbaşkanı
ben ekonomistim diyerek dünyada var olan ekonomi biliminin hiçbir kuralı ile
uyuşmayan söylemleri devlet yönetiminde herkese dikte edebileceğini zannetti.
Bu söylemi ile aslında Cumhurbaşkanının Cumhuriyet dönemi zorba değişim projesi
dayatmacılarından hiçbir farkı kalmadı. Ekonomi bilimini kuran dünyadaki
gelişmiş batı toplumlarının hiç birinin tasvip etmediği, uygulamadığı
yöntemleri ısrarla uygulamaya çalışan cumhurbaşkanı sonunda ülkenin ekonomisini
çamura saplamış durumda. Enflasyon, faiz, kur sarmalı ülkeyi dünyanın en kötü
ekonomik göstergelerine sahip ülkesi haline getirdi. Ekonomiden sorumlu bakan
Mehmet ŞİMŞEK şimdi beş yıla yakın süren bu rasyonel olmayan politikalardan
dönüş dışında başka seçenek kalmadığını ilan etti.
Ekonomi
alanındaki rasyonel olmayan politikaların diğer alanlarda da olduğu söylemini
örnekleyecek olursak eğitim sistemini bu yönüyle ele alabiliriz. Eğitim sistemi
Cumhuriyet tarihi boyunca istendik insan yetiştirme ideolojisine hizmet ederken
bu iktidar döneminde yine benzer şekilde iktidarın sahip olduğu ideolojiye
hizmet eder halde bir araca dönüştürülmeye çalışıldı. Cumhuriyet dönemindeki
laik ideoloji bu iktidar döneminde dindar nesil yetiştirmenin aracına dönüşmüş
durumda. Eğitim sisteminin bu şekilde hizmet aracı olarak kullanılabilmesi için
Eğitim Bir Sen sendikası kurumsallaştırılmış durumda. Bu sendika eğitimi
tekeline alarak tümüyle iktidarın ideolojisine hizmet etmeyi kendine ödev
olarak kabul etti. Eğitimin bir sendikanın tekeline verilmesi, eğitim
sisteminin dindar nesil yetiştirme aracı olarak kullanılmaya çalışılması
tümüyle rasyonel olmayan politikaya örnektir. Eğitim sisteminin genel işleyişi
yanında okulların kademelendirilmesi, personelin işe koşulması, tüm okul
yöneticilerinin perde arkası yöntemlerle tek sendikaya bağlı olanlardan
seçilmesi, mevzuatın sürekli yaz boz anlayışı ile kişilerin isteğine göre
değiştirilmesi, sınav odaklı yaklaşım gibi pek çok uygulama rasyonel olmayan
eğitim politikalarının somut göstergeleridir. Bu gün ülkede eğitim almak adeta
anlamsızlaşmış bir duruma gelmiştir. Okullar işsizliği gizleyen kurumlar haline
dönüşmüş durumda. Okula gitme ile gitmemenin kıyaslandığında gitmemenin daha
avantajlı olduğu algısı toplumda herkes tarafından kabul edilmiş durumda. Siyasal
iktidar eğitimi tümüyle ideolojik bir anlayışla işe koşmaktadır. Siyasal
iktidarın temsilcisi olan Milli Eğitim Bakanı eğitim biliminin gerekleri yerine
mensup olduğu siyasal iktidarın gücünü artırmak amaçlı adam devşirmeye hizmet
edecek bir anlayışla eğitimi yönetmektedir. Eğitim adına sürekli personel
görevlendirme değişikliği, okul levhası değişikliği ve mevzuat/program
değişikliği dışında fazla bir şey yapılmıyor. Eğitim hizmetlerinin yönetimine
ilişkin merkez teşkilatı eğitim biliminin kural, ilke ve yöntemlerinden uzak
bir şekilde günü birlik emir ve talimatlarla yönetilmektedir. Eğitim sisteminin
içinde yer alan önemli miktardaki iş gücü havuzda veya uzman kadrosu adı
altında evinden dahi çıkmadan emeklilik günlerini doldurmaktadır. Eğitim
sektöründeki iş gücü verimsizliği had safhadadır. Eğitimin alt alanları yine
benzer şekilde eğitim biliminin kural, ilke ve yöntemlerinden habersiz şekilde
rutin işlerle zaman geçirmektedir. Eğitim sisteminde yer alan hemen herkes en
kolay yoldan emeklilik hakkını nasıl elde edebilirim yolunu arama dışında eğitim
faaliyetinden bir şey beklemez hale gelmiş durumda. Eğitim sisteminde
hiyerarşi, ehliyet, liyakat ve kariyer tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi
ortadan kalkmış durumda.
Eğitim
sektörünün benzeri olarak ülkedeki adalet sisteminin işleyiş düzenine bakılırsa
sorunlardan arınık bir alanın bulunması neredeyse imkânsızdır. İktidar kısa
aralıklarla reform söylemleri açıklayarak adalet sistemini ayağa kaldıracağını
iddia etmekte, inşa edilen adalet sarayları aracılığıyla adalet sistemi işliyor
izlenimi vermeye çalışıyor.
Ülkenin dış
politikası, göç politikası, imar politikası, kültür politikası, sağlık
politikası, emniyet-asayiş politikası, merkezi ve yerel yönetim politikası, sosyal
politikaları, çalışma hayatı, emeklilik, sosyal güvenlik sistemi, vergi düzeni
gibi mikro ve makro düzeydeki alanlarından hangisi ele alınsa devasa sorunlarla
boğuşulduğu hemen görülür. Tüm bu sorunlu alanlara rağmen iktidarın yüz yıllık
bir döneme ilişkin gelecek politikalarını belirlediği iddiasını duyunca bu
ülkenin rasyonel politikalara dönmesine ilişkin söylemler karikatür gibi
geliyor.
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder