17 Nisan 2023 Pazartesi

Köy Enstitülerine Gerçekçi Bakış

Köy enstitüsü hareketi temel eğitime yönelik bir çalışma olarak ortaya çıkmıştır. Temel eğitimin yaygınlaştırılması, temel eğitim alanında özellikle kırsal kesimde öğretmen bulma sorununa çözüm bulma amacıyla girişilen çabalar köy enstitüsü hareketinin doğmasına neden oldu. Bu hareketin doğması ve gelişmesi kapsamlı bir ekip çalışmasından çok küçük bir kadro hareketinin gönüllü, özverili ve sabırlı çalışmasına dayanmıştır. Bu küçük kadro hareketinde en büyük pay 1935-1946 yılları arasında 11 yıl boyunca İlköğretim Genel Müdürlüğü görevini yürüten İsmail Hakkı TONGUÇ ile 1938-1946 tarihleri arasında 7 yılı aşan bir süre Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan Hasan Ali YÜCEL’e ait olmuştur. Hasan Ali YÜCEL cumhuriyet tarihinin en uzun süre bakanlık yapan kişisi olarak halen rekoru elinde bulundurmaktadır. Bu ikiliye dönem dönem değişen şiddetteki desteğiyle İsmet İNÖNÜ de kısmen dahil edilebilir.

İsmet İNÖNÜ, bir dönem desteklediği köy enstitüleri çalışmalarını CHP içindeki grup dengelerini dikkate alarak bir süre sonra gözden çıkaran kişi olarak önemli bir figürdür.

Köy enstitüleri hareketinin ortaya çıkması, gelişmesi ve sona ermesi sürecine bakıldığında 1935-1954 dönemini kapsadığı görülür. Yirmi yıla yaklaşan bu deneme sürecinde 1940-1946 dönemi kritik bir evre olarak ele alınır. Köy enstitüsü konusunda fikir ortaya koyanlar, bu harekete gönül vermiş olanlar, gerçek anlamda enstitü fikrinin bu dönemler arasında hayata geçebildiğini, 1946 sonrası yaşanan süreci, hareketin yozlaşması, felce uğraması ve ortadan kalkmasına, yıkılmasına gidiş olarak ele aldıkları görülür. Köy enstitüsü hareketinin İsmail Hakkı TONGUÇ’un kişisel çabasıyla doğduğu, Hasan Ali YÜCEL’in güçlü desteği ile geliştiği, bu iki kişinin sistem dışına çıkarılmasıyla birlikte de sönmeye yüz tuttuğu açıkça dile getirilir.

Geçmişten bu güne köy enstitülerinin kapatılması ithamı Demokrat Parti üzerinde yapışmış ise de aslında köy enstitüsü hareketinin yok edilmesinde Cumhuriyet Halk Partisinin de önemli bir payı bulunmaktadır. CHP iktidarı köy enstitüsü hareketini başlatan olarak görüldüğü kadar bu hareketin amacından sapmasının da sorumlusu olarak görülmektedir. CHP’deki sağ kesim diye nitelenen grup köy enstitüsü hareketinin sekteye uğramasında baş sorumlu olarak yargılanmaktadır.

Köy enstitüsü hareketi için kritik devre olarak görülen 1940-1946 dönemi İkinci Dünya Savaşının etkisinin en yoğun yaşandığı yıllara rast geldiği görülür. Bu yıllar dünyada devasa savaşın etkisi yaşanırken Türkiye’de de tek parti uygulamasının en yoğun hissedildiği yıllardır. Bu yönüyle Köy enstitüsü hareketini savaş ve yoğun tek parti döneminde hayata geçen baskıcı yılların bir uygulaması olarak görmek hiç de yanlış olmaz. Köy enstitüsü hareketi ile ilgili uygulamalara bakıldığında bu uygulamaların ancak baskı ve zorlama ile yapılabileceğini söylemek gerekir. Buradan hareketle köy enstitüsüne öğrenci olarak katılanlar veya öğretmenlik görevini yürütenler baskı ve zorlama ile okullarda tutulmuştur gibi bir iddiada bulunmak doğru olmaz. Köy enstitülerinde öğrenci olarak bulunanlar geldikleri köy hayatının şartları ve ülkenin o dönemdeki gelişim seviyesi dikkate alındığında okul şartları onlar için zorlamayla kalınacak yerler olmuştur denemez. Enstitülerde öğrencilik yapanlar için okullar köylerindeki çalışma şartlarından çok da farklı olmayan ortamlardı denebilir. Üstelik aynı yaş grubundakilerin bir arada bulunmaları, birlikte iş yapmaları, köy hayatından kurtulmaya vesile olacak okul şartları onlar için kaçılacak yerler olmaktan çok geleceğe açılmış bir ümit kapısı olarak görülmüşlerdir. Öğretmenler için de büyük çoğunluğu için idealist bir bakış açısıyla görev yapılan kurumlar olarak görülen enstitüler toplumun dönüştürücü araçları olarak kabul edilerek benimsenmiştir. Öğrenci ve öğretmenlerin tümüyle idealist bir anlayışla bu okullarda bulunduklarını iddia etmek de çok fazla iddialı bir değerlendirme olmakla birlikte genel olarak bu hareketin içinde bulunmuş olanlarda özel bir birlik ruhu olduğunu kabul etmek gerekir. Aslında bugün hala köy enstitüsü hareketinin toplumda yer bulmasının en büyük dayanağı bu birlik ruhudur dense yanlış olmaz. Ancak bu ruhun duygusal/psikolojik boyutlarıyla fazla abartıldığını da kabul etmek gerekir. Dönemin baş sorumlu kişisi olan İsmail Hakkı TONGUÇ’un mektupları bu yönüyle duygusallıktan uzak değerlendirmeler yapılmasında önemli bir kaynak olarak ele alınması, incelenmesi gerekir. Bu mektuplarda dönemin enstitülerinde yaşanan öğretmen, öğrenci ve yönetici davranışlarına görülen sorunlu davranışlara örneklerin yakından görülecektir.

Köy enstitüsü hareketini ilköğretime yönelik bir faaliyet olarak tanımlarken ilköğretimin ülkenin tümüne yönelik olduğu düşünülmemelidir. Adı üstünde köy enstitüsü köye/kırsala yönelik bir faaliyet olarak düşünülmüş ve hayata geçirilmiştir. Köylü milletin efendisi söylemi dile getirilmiş de olsa bu efendilik sadece sözde kalmıştır. Köy enstitüsü hareketiyle köylüye okulunu yapma, okulunu yaşatma, okulunu geliştirme sorumluluğu yüklenmiştir. Köylü okulunu yaparken köyde öğretmenlik yapacak kişiler de yine köyden alınarak eğitimi sunacak insan gücünün de yine köye yüklenen bir sorumluluk olduğu görülmektedir. Öğretmenlik yapacak köylü çocukları eğitim görecekleri okullarına ait binalarını, binaların işleyişinin sağlanmasını ve bakımını da yine yapmakla mükellef tutuldular. Enstitülerde eğitim görmüş, yetişmiş kişilerin ortaya koyduğu yazın alanı incelendiğinde enstitülerin bütün binalarını öğrencilerin yapmakta olduğu, elektrik ve kanalizasyon işlerinin, yemek ihtiyacı için ortaya çıkan her tür ürünün kendileri tarafından üretildiği anlatılır. Bu uygulama kamu hizmetlerini üretme sorumluluğunu üzerine aldığı söylenen devlet yöneticileri açısından aranıp da bulunamayacak bir nimettir. 

Köy enstitüsü hareketinde karar vericiler sahip oldukları yetkiyi kullanarak bir takım planlar hazırlamış, bu planların hayata geçirilmesi adına topluma görev ve sorumluluklar yüklemiş ve yükümlülükleri yerine getirmeyenlere de yaptırım uygulamayı öngörmüşlerdir. Hazırlanan planların hedefi toplumun daha üst bir yaşam düzeyine çıkarılması olarak kabul edilmiştir.

Köy enstitüsü hareketi ile ulaşılmak istenen hedefleri küçümsemek doğru olmaz. Köy enstitüsü hareketine ilişkin planları hazırlayan, planların hayata geçmesine yönelik çalışmalar yapan İsmail Hakkı TONGUÇ’tur. İsmail Hakkı TONGUÇ gerçekten bu konuda çok büyük çabalar harcamış, fikir ve beden sermayesini yetki elinde bulunduğu sürece samimi bir şekilde kullanmaktan çekinmemiştir. Bu yönüyle İsmail Hakkı TONGUÇ’u takdir etmemek büyük haksızlık olur. Ülkenin dört bir yanını gezerek ilköğretim davasının mevcut durumunu görmüş, mevcut durumda yaşanan sorunlara yönelik akla dayanan yöntemler geliştirmiş, çözüm önerilerinin hayata geçmesi adına durmadan çalışmıştır. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL onun bu fedakârca çalışmasına her zaman tam destek vermiştir. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ de bu süreçte önemli destekler vermiştir.

Devlet yöneticileri açısından köy enstitüleri uygulaması gibi adeta hiçbir maliyete katlanmadan eğitim alanındaki kamu hizmetinin kendi adına başka birileri tarafından yerine getirilmesi elbette istendik bir durumdur. Devleti yönetenler açısından istendik olan bu durumun yükümlülük altına girenler açısından aynı düzeyde istendik olduğunu söylemek zordur. Çıkarılan yasal düzenlemelerle kadın erkek tüm köylü kesimine getirilen yükümlülükler uzun süre taşınabilecek bir yük değildir. 18-50 yaş arasındaki kadın erkek herkesin yılda 20 gün köy okulu inşaat yapımlarında çalışma zorunluluğu getirilmesi devleti yönetenler açısından bedava iş gücü olarak önemli bir getiri sağlamakla birlikte bu yükümlülük altına girenler açısından doğal olarak büyük şikayetlere neden olmuştur. Köy okullarının yapılacağı yerlere ilişkin arsa, uygulama bahçeleri ve tarlaların temini de önemli sorunlara neden olmuştur. Bunlar okullarla ilgili halka bakan şikayet konularından sadece birkaç örnektir. Okullarda görev yapan öğretmenlerin göreve başlaması sonrası yaşadıkları sorunlar ise personele bakan yönleri oluşturmaktadır. Öğretmenlik görevine başlayan enstitü mezunlarına 20 yıl zorunlu hizmet yükümlülüğü getirilmesi, şehirde yaşanan öğretmene verilen maaşın üçte birini alan köy öğretmenine maaşının eksik kalan kısmını okulun tarlasında, işliğinde, ahırında fazladan yapacağı çalışmalarla çıkarması kuralının getirilmesi, okuldan, işlikten, tarladan ve ahırdan arta kalan zamanlarda da köylü yetişkinlere yönelik kurs ve yaygın eğitim faaliyetleri yapma yükümlülüğü getirilmesi de önemli sorun alanları olarak ortaya çıkmıştır. Köydeki öğretmen adeta süper insan olmaya zorlanmıştır. Buna karşı üst bürokrasi öğretmene yönelik hiçbir destek sağlama çabasına girmemiştir. Kaldırılması mümkün olmayan bir yükün altına sokulan öğretmen camiasının da uzun süre bu yükü taşıması mümkün olmamıştır.

Köy enstitüsü hareketinde etkin olanlar yasal zorunluluklara dayalı olarak yükümlülüklerini yerine getirmeyenlere yaptırım uygulamayı kendileri için bir hak olarak görürken halkın şikâyetlerine dünya ve ülkenin içinden geçtiği zorlu şartlardan dolayı kulaklarını kolayca tıkayabilmişlerdir.

Doğru bir yöntem uygulanmadığı zaman doğru bir sonucun ortaya çıkması mümkün değildir. Köy enstitüsü hareketini tümüyle kötülemek doğru değildir. Bununla birlikte yanlış uygulamalar üzerinde durulması gerekir.

Milli eğitim bakanlığının yetiştirdiği bir kişiyle hem sağlık, hem tarım/hayvancılık hem de eğitim faaliyetlerinin tümüne yönelik çözümler üretmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Sağlık bakanlığı, tarım/hayvancılık bakanlığı en alt düzey maliyetle en üst verimi alması gerçekçi bir çözüm olmadığı için görüntüde bazı başarılar elde edilmiş gibi görünse de uzun süreli ve kalıcı bir sorun çözme süreci olması beklenemezdi. Öyle de oldu. Milli eğitim bakanlığının kendi alanı dışındaki bakanlıklara yönelik kamu hizmeti üretmesi mümkün olmayan bir durumdur. Çok kapsamlı bir çalışmayı gerektiren böylesi bir faaliyetin üç-beş kişilik bir ekiple sonuca ulaştırılmasını beklemek hayaldir. Öğretmenlerin kaldıramayacağı yüklerin benzerinin Tonguç ve Yücel’e yüklendiği söylenirse yanlış olmaz.

Köy enstitüsü hareketine duygusal yaklaşan toplum kesimleri bu kurumların olumsuz propaganda ve eleştirilerden dolayı kapatıldığını iddia etse de aslında bu hareketin serencamını gerçekçi bir temele dayanmayan ve normal toplumsal yaşam şartlarına uymayan planların ve uygulamaların ömürlerinin kısa olacağı gerçeğinin bir örneği olarak görmek daha doğru olur. Gerçeklikle uyuşmayan her iş sonuçta yokluğa mahkum olacaktır. Köy enstitü hareketini de bu çerçevede değerlendirmek daha doğru olacaktır.

 

 

 

12 Nisan 2023 Çarşamba

Yeter Söz Milletin Söylemi Üzerine

2023 seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde Cumhurbaşkanı seçim sloganı olarak 1950 yılındaki CHP-DP arasındaki seçim yarışında kullanılan sloganı kullanıyor. 1950 yılı seçimleri çok partili hayata geçişin iktidar değişimine yol açtığı önemli bir dönüm noktasıdır. 1946 yılında çok partili hayata geçişle birlikte yapılan seçimlerde uygulanan seçim hileleri sonucu iktidar değişikliği yaşanamamıştı. 1946 yılında yaşanan yolsuzluklar 1950 yılında tekrar edilmediği için DP(Demokrat Parti) iktidara gelmeyi başardı. Bu başarı 27 yıllık tek parti yönetim uygulamasına son vermiş oldu. Bu yönüyle 1950 yılındaki DP tarafından kullanılan yeter söz milletin sloganı o dönem için anlamlı idi.

Aynı sloganı bugün Cumhurbaşkanının kullanmaya çalışması 1950 ruhuyla uyuşmuyor. 27 yıllık tek parti iktidarına karşı yeter söz milletin sözünün anlamı vardı. Oysa bugün Cumhurbaşkanı’nın başında bulunduğu iktidar 21 yıldır devleti yönetiyor. 2002 yılında iktidara gelen AK PARTİ/AKP bu güne kadar devleti tüm kademeleriyle dönüştürmüş durumda. 2018 yılı sonrası ortaya çıkan yeni yönetim sistemi ile birlikte tam bir tek adam yönetimi oluşturulmuş durumda. Buna rağmen iktidarın başındaki kişi olarak Cumhurbaşkanı’nın yeter söz milletin söylemini kullanması anlamsız kalıyor. Zaten 21 yıllık iktidar gücünü elinde bulunduran bir partinin yeter diye kime hitap ettiği belirsiz. Yeter kelimesinde bir bıkkınlık, yapılan uygulamalar karşı bir isyan, başkaldırı anlayışı var. İktidar partisi devlet gücünü tümüyle elinde bulunduran yegane güç iken kime karşı yeter nidasını yükseltiyor, anlaşılmıyor. Sözün millette olması söylemi de yine anlamsız. Milletin temsilcisi olan mecliste çoğunluk 21 yıldır iktidarda olduğu halde hala sözün millette olmadığını ima edip bundan sonra sözü millete vereceğini iddia etmek çok anlamsız.

İktidar devlet erkini en üstten en alta istediği gibi şekillendirmiş durumda. İktidarın partisi tam bir devlet partisine dönüşmüş durumda. İktidar partisinin yöneticileri ülkenin her yerinde tüm iş ve işlemlere doğrudan müdahil oluyor. Öyle bir sistem kurulmuş ki siyasal iktidarın istemediği bir uygulamanın hayata geçebilmesi mümkün değil. Objektif olmayan her tür yan yollar kullanılarak kadrolaşma sonuna kadar istendiği şekliyle yürütülüyor. Toplumda adamın yoksa, siyasal iktidardan referansın yoksa hiçbir işe giremezsin anlayışı kökleşmiş durumda. Bürokrasinin her kademesi tamamen siyasal iktidarın yönlendirmesiyle hareket etmek zorunda kalıyor. Buna rağmen hala yeter söz milletin söylemi sanal bir söylem olmaktan öte gitmiyor.

İktidar bu söylemle toplumda geçmişten beri gelen siyasal akımları, anlayışları kendi etrafında toplama çalışıyor. Aslında yeni bir söylem bulmakta zorlanan iktidarın kendince çıkış arayışının bir göstergesi olarak bu söylemi kullandığını söylemek yanlış olmaz. Ekonomik sistemle ilgili söylenen hemen hiçbir şey gerçekleşebilmiş değil. Ülkenin parası dünyada en değersiz paralar arasına girmiş durumda. Enflasyon, faiz ve döviz politikaları tamamen iflas etmiş durumda. Göçmen politikası büyük tepkilere neden oluyor. Toplum dünyadaki gidişatla ülkedeki gidişatı kıyaslayınca büyük bir karamsarlığa düşüyor. Geçmişten beri edinilmiş pek çok kazanım kayba dönüşmüş durumda. Her geçen gün bu ülkeden ümidini kaybedenlerin sayısı artıyor. Buna rağmen seçimlerde iddialı olduğunu göstermek adına böylesi sanal söylemleri kullanmakla çıkış bulunmaya çalışılıyor.

Siyasal iktidarın bu söyleminin başarılı olup olmayacağını şimdiden öngörmek kolay değil. Bu kadar ekonomik, sosyal ve bürokratik sorunlara boğulmuş bu iktidar için hala çıkış yolu olabilir mi sorusunu tek kalemde cevaplamanın zor olması muhalefet tarafındaki kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Muhalefet yıllardır yaşanan sorunlar karşısında topluma inandırıcı projeler sunamamış olması nedeniyle iktidar hala toplumda önemli bir kesim tarafından çözüm kapısı olarak görülmeye devam edebiliyor.

Buna rağmen 14 Mayıs seçimleri iktidar için en zor seçimlerden birisi olacağı görünüyor. Halkın tüm yaşanan sorunlara rağmen halen mevcut iktidara sahip çıkıyor olması toplumdaki kafa karışıklığını da gösteriyor. İktidar gücü kaybetmeme adına tüm ekonomik, bürokratik ve sosyal imkanları sonuna kadar kullanmaya gayret ediyor. Yıllarca ülke kaynaklarını rasyonel olmayan bir anlayışla kullanmayı alışkanlık haline getiren iktidar için bu son şans denebilir. Seçim vaatlerine bakıldığında geçmişten beri yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkan sorunlara şimdi çözüm üreteceğini iddia ediyor. Seçimlerde iktidar diye bir grup anlaşılsa da aslında iktidarı temsil eden sadece Cumhurbaşkanı’nın kendi şahsiyetidir. Kişiye dayalı yönetim sisteminin ortaya çıkardığı tek adam yönetim anlayışında tüm erk Cumhurbaşkanı’nın elinde bulunuyor. Cumhurbaşkanı toplum nezdinde sahip olduğu cazibeyi sonuna kadar kullanmaya çalışıyor. Toplum nezdinde cazibe sağlayan dindarlık uzun süredir aşınmış durumda. İktidarın yanına kolayca yaklaşmaya neden olan dindarlık söylemi artık toplum nezdinde çekim yaratmaktan çok, uzaklaşılmasına neden oluyor. Dindarlık söylemini usulsüzlüklere perde olarak kullanma davranışı toplum tarafından uzun zamandır fark edilmiş durumda. Bunun sonucunda dindarlık söylemi tepkiye neden olmaya başlamış durumda. Buna rağmen bu söylem halen toplumun önemli bir çoğunluğu tarafından kolayca görmezden gelinemiyor.

Tek parti iktidarının sonunu getiren 1950 seçimleri aynı zamanda toplumdaki pek çok sınırlamaların, yanlış uygulamaların ve yok saymaların da sonu olarak toplumun büyük kesimleri tarafından kabul ediliyor. Dindarlık da bu yönüyle sınırlanan, yok sayılan alanların başında geldiği inancı varken mevcut iktidarın bu söyleme sahip çıkmamasını beklemek toplumu tanımamak anlamına gelir. Toplumun büyük çoğunluğunda yakın ve uzak tarih okuma, araştırma, sorgulama ve tartışma kültürüne dayalı olarak öğrenilen, tanınan bir alan değil. Söylem düzeyinde kalan bir bakış açısıyla edinilen tarih bilincinin farkında olanlar için toplumu manipüle etmek de kolay olmaktadır. Mevcut iktidar da toplumu en iyi tanıyan siyasal hareket olmakla her zaman övünüyor. Toplumu iyi tanıdıklarını inkar etmek de mümkün değil. Muhalefet de bu konulardaki eksiklerini görebildiği gün siyasal iktidarın işi daha da zor olacaktır. Son dönemlerde bunların izleri görünmeye başladı denebilir. Fakat bugünkü siyasal panorama muhalefetin başarısından daha çok siyasal iktidarın başarısızlığının bir sonucu gibi görünüyor. Muhalefet seçime kadar toplumun dilini doğru anladığını gösterecek söylemlere daha fazla önem vermesi gerekiyor. Sadece siyasal iktidarın başarısızlığına odaklanmış bir bakış açısı, politika üretme çabası toplum tarafından kolay kabul edilir gibi görünmüyor.

 

 

 

11 Nisan 2023 Salı

Eğitimde Okul Kademelerine Dair Karmaşa

Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran kanun, 11 Nisan 2012'de ''İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'' adıyla Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Bu kanunun yürürlüğe girmesi sonrası okullar okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim kurumları olarak ayrıldı. Okul öncesi hariç diğer kademeler zorunlu oldu. Kanuni düzenleme ile getirilen bu sistemin alana yansıması üzerinde durmak gerekiyor. Eğitim sisteminin kağıt üzerinde düzenlenmesi kadar hatta çok daha önemli yönü alandaki uygulamalardır. Zira kağıt üzerinde yazılı olan teorik boyut uygulamadaki gerçeklikle örtüşmediği sürece çok fazla bir anlam taşımamaktadır.

Eğitim sistemine yönelik düzenleme çalışmaları Osmanlı döneminin son dönemlerinde başladı. Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni bir dönem başlamış gibi görünse de Osmanlı döneminden bağımsız bir yaklaşımla ele almak doğru değildir. Bu yönüyle eğitim sistemine yönelik düzenleme çalışmaları 150 yıllık bir geçmişe sahiptir. 150 yıllık bu düzenleme çabaları halen sağlıklı bir yapıya ulaşabilmiş değil gibi görünüyor.

Bugünkü yapının temel çerçevesi 1970’li yıllarda çizilmiştir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile okul sisteminde zorunlu eğitim temel eğitim olarak isimlendirilmiş ve temel eğitim okulları ilköğretim okulları şeklinde açılacağı hükmü getirilmiştir. Bu kanuni düzenleme sonrası bu alandaki uygulamalar yaygın şekilde uzun süre hayata geçirilememiştir. Eğitim alanındaki kanuni uygulamaların hayata gerektiği gibi geçirilememiş olmasının pek çok siyasal, sosyal, ekonomik ve bürokratik yönleri vardır.

Toplumda eğitim alanı ideolojik bir kamplaşma alanı haline dönüştürülmüştür. Eğitimi toplumun dönüştürülmesinde araç olarak gören çevreler bu aracı kendi kontrol ve tek ellerine almak istemişlerdir.

Ülkede yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar eğitime dair yaşanan sorunları sürekli gözden uzak kalmasına neden olmuştur.

Günümüzde kanuni düzenlemenin gereği olarak ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim kurumu şeklinde ayrılan öğretim kurumları yeterli fiziksel altyapı olmaması nedeniyle zorunlu olarak aynı ortamları kullanmak zorunda kalmaktadır. Aynı binada ilkokul, ortaokul, ortaokul, lise, hatta bazen ikiden çok okul levhalarının bulunduğu görülmektedir. Son dönemde anaokullarına ait levhaların da ilkokul ve ortaokul levhalarına eklendiği görülüyor. Okullarımız tam bir okul levhası enflasyonu ile karşı karşıyadır denebilir.

İlkokul ve ortaokulların bünyesinde okul öncesi eğitim vermek amacıyla açılmış olan ana sınıfları anaokuluna dönüştürülerek kurumların kağıt üzerindeki sayıları daha da arttırılmış durumdadır.

Sistemde yani kağıt üzerinde ilkokul ile ortaokulun ayrı olmasına rağmen gerçekte yönetim, personel, fiziki ortam ve diğer yönlerden birlikte ele alınması eğitim sisteminin yönetiminde sorunlara neden olmaktadır.

Okul öncesi eğitime dair mevzuat hükümlerine bakıldığında okul öncesi eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü kurumlar olarak anasınıfları, uygulama sınıfları ve anaokulları şeklinde gruplandırıldığı görülmektedir. Anasınıfları ilkokul, ortaokul veya ortaöğretim bünyesindeki yönetimlere bağlı olarak bir veya birkaç sınıf olarak açılmaktadır. Uygulama sınıfları okul öncesi eğitim alanında program uygulayan geçmişte kız meslek lisesi diye nitelenen fakat daha sonra mesleki ve teknik eğitim alanında ortaöğretim kurumu diye nitelenen ve çocuk gelişimi programı uygulayan lise/ortaöğretim kurumları bünyesinde açılmaktadır. Anaokulları ise bağımsız yönetime sahip ayrı okullar şeklinde kurulur şeklinde düzenlemelerin olduğu görülmektedir. Okul öncesi eğitim faaliyetlerine yönelik eğitsel ve uygulama sürecine bakıldığında anasınıfı, uygulama sınıfı veya anaokulu şeklinde isimlendirilen üç farklı kurumda da aynı nitelikte faaliyetlerin var olduğu görülür. Aslında okul öncesi eğitim faaliyeti anasınıfı, uygulama sınıfı ve anaokulu olarak hangi isim altında olursa olsun tümünde aynı içerik ve uygulamaya sahiptir. Öğrenciye yönelik uygulamalar üç kurumda da aynı içerik ve kapsamda yapılır. Fark tamamen uygulama yapılan kurumlara özgü şartlara göre esnetilebilmesinden kaynaklanır. Anasınıfları çok daha kolay açılıp yürütülebilir. Uygulama sınıfları alana özgü teorik ve uygulama kolaylığı sağlamak amacıyla oluşturulur. Anaokulları okul öncesine yönelik daha bağımsız işleyiş düzeni sağlama imkanı sunar. Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması sürecinde amaç ihtiyaç duyan öğrencilere ulaşmaksa kurumların isminin çok da önemi olmasa gerek.

Milli Eğitim Bakanlığı son dönemde anasınıflarını anaokullarına dönüştürme şeklinde bir uygulama yapmaktadır. Bu uygulamada ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim kurumları bünyesindeki anasınıfları anaokuluna dönüştürülmektedir.

İlkokul, ortaokul ve ortaöğretim kurumları bir müdür tarafından yönetilirken aynı kurumun bünyesindeki diğer okullar için müdür yardımcılığı ataması yapılmaktadır. Aynı müdürün yönetiminde iki ayrı müdür yardımcısı görevlendirilirken sistem üzerinde iki ayrı okul tanımlaması yapılmaktadır. Müdür yardımcıları sorumlu oldukları kurumun yönetim faaliyetleri başta olmak üzere tüm diğer işlerini ilgili mevzuata göre yürütürken aynı müdüre bağlı olarak çalışmaktadır. Okulun öğretmenleri, öğrencileri ve diğer personel aynı ortamları paylaşmaktadır.

Okulların bu şekilde farklı isimlendirilmesine karşı aynı ortamları kullanmaları zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Her okul türü için ayrı bir binanın ayrılması mümkün değildir.

Zorunlu eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla uzun yıllar boyunca imkanlar ölçüsünde okul binaları yapılmaya çalışılmıştır. Kesintisiz sekiz yıllık eğitim düşünülerek yapılan okul binaları yeni yasal düzenleme sonrası dört yıllık ilkokul ve ortaokula dönüşümle birlikte yeni sisteme uyumda sorun yaratmıştır. Bu sorun günümüzdeki uygulama ile aşılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu çözüm yöntemi daha farklı sorunların yaşanmasına neden olmuştur.

Okul türlerine göre işleyişi düzenleyen mevzuat hükümleri geçmişten bugüne yeni duruma göre değiştirilmemiştir. İlkokul ve ortaokul diye ayrılan okulların işleyişini düzenleyen mevzuat temel eğitim adı altında okul öncesi, ilkokul ve ortaokulun tümünü kapsar şekilde varlığını sürdürmektedir. Aynı mevzuatın üç farklı kurum türüne yönelik düzenlemeler içermesi uygulamayı zorlaştırmaktadır. Tek yönetim altında üç farklı kurumun yönetilmesi uygulaması bürokratik işleyişte karmaşaya yol açmaktadır. Kağıt üzerindeki gereklilik ile uygulama arasındaki şartların uyuşmasında yaşanan zorluklar uygulayıcılarda çatışmaya neden olmaktadır.

Okul binası yapımı için geçmişten bugüne harcanan çabalardan geri dönüş kolay değildir. Bunun yerine sistem üzerinde kurumların fiziki şartları da dikkate alınarak ilkokul, ortaokul kategorisi yanında ilköğretim okulu şeklinde bir tanımlama yapılarak sorun yaratan işleyişe izin verilmeyebilirdi.

Sistem üzerinde kurumların bu şekilde ayrılması yerine ilköğretim okulu şeklinde tanımlanabilirdi. Böylece yönetim, uygulama ve mevzuat bütünlüğü sağlanmış olurdu. Mevcut duruma bakıldığında uygulamada yönetim ve uygulama karmaşasının yaşandığı görülmektedir. Uygulamada tek müdüre bağlı iki farklı kademenin işlerini yürüten müdür yardımcıları iki farklı kurumun işlerini sistem üzerine işlemektedir. Tek başlılık ile çok başlılık bir arada karmaşaya yol açmaktadır. Tek mevzuat içinde farklı kurumların birleştirilmesi işleyişi zorlaştırmaktadır. Aynı yönetime bağlı personelin katılacağı kurul/komisyon çalışmaları kademelere göre farklılaşması nedeniyle yöneticilerin işlerini çoğaltmaktan öte anlamı olmayan bir işleyiş düzeni okul işleyişini zorlaştırmakta, personelde anlamsız iş yükü duygusunun doğmasına neden olmaktadır. 

 

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...