Sapkın diye nitelenen fikirlerin yapılacak bir
anayasa değişikliği ile engellenebileceği söyleminin gerçeklikle bir ilgisi
yok. Buna rağmen siyasal iktidar bu tür söylemleri ısrarla gündeme getirmeye,
gündemde tutmaya çalışıyor. Bundaki temel niyetin topluma mesaj verme çabası
olduğu açık. Topluma verilmek istenen mesaj biz iktidar olarak toplumun
değerlerinin savunulucuğunu, koruyuculuğunu yapıyoruz. Bu nedenle yaklaşan
seçimlerde bizi tercih etmeye devam edin denmek isteniyor.
İstanbul
uzun yıllar boyunca Osmanlı’nın baş kentliğini yapmış bir şehir. Bu şehrin
özellikle Osmanlı döneminde merkezi konumda olan yerleşim yerleri gezdiğinizde aynı
meydanda, sokakta pek çok cami olduğu görülür. Öyle ki camiler karşı karşıya,
üç beş adım mesafeyle yaptırılmıştır. Bunları yaptıranlara bakıldığında genelde
üst düzey bürokrat olan paşalar oldukları görülür. Vezirler, sadrazamlar başta
olmak üzere devletin yönetim makamlarında bulunan kişiler tarafından yaptırılan
bu camiler yanında padişahlar, padişah eşleri, anneleri veya diğer yakınları
tarafından da camilerin yaptırıldığı görülür. Bu camilerin yapılmış olması toplumun
dindarlığının bir göstergesinden çok bir yönüyle topluma, toplumun önderi
durumunda olan kişi ve gruplara yönelik mesaj verilme endişesidir. Bir başka
yönden de sahip olunan mal ve mülkün müsadere edilmesinin önüne geçme
endişesidir.
Cami
yaptıran öyle padişahlar veya ileri gelen devlet yöneticileri vardır ki
bunların günlük yaşayışlarının dinle ilgisi olmayan pek çok yönü olduğu
görülür. Dinin haram saydığı pek çok alışkanlıkları yapan kişilerin cami
yaptırmış olmasını, üstelik bu camilerin adım başına yapılmış olmasının dini
ihtiyaçla bir ilişkisi olduğunu söylemek zorlayıcı bir yorumdur. Dönemin devlet
ideolojisi ilayı kelimetullah idi. Böyle bir ideolojiyle uyumlu olduğunu
göstermek en kolay cami yaptırmakla mümkün idi.
Yaptırılan
camilerin günlük ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla vakıflar kurularak mal
bağışında bulunuluyordu. Bu malların sahibi durumunda olan vakıfların yönetim
heyetleri vakfı kuran kişinin yakınları arasından belirleniyordu. Böyle olunca
mala sahip olanlar dolaylı yönden sahip oldukları malların yönetimini
yakınlarına kolayla aktarabiliyordu. Vakıf mallarının müsaderesi mümkün
olmadığı için atanan kişiler ve sonraki nesiller var olduğu sürece malların
yönetimine sahip olabiliyordu.
Bugün
iktidarda bulunan siyasal hareketin geçmişi de bu yönüyle Osmanlı’ya hayranlık
besleyen bir anlayıştan geliyor. Toplumun büyük çoğunluğu arasında okuma,
araştırma, sorgulama alışkanlığının olmaması siyasi iktidarın işini
kolaylaştırıyor. Toplumda en fazla değer atfedilen alan din olduğu için iktidar
da bu değere yönelik sonuna kadar mesaj vermekten kaçınmıyor. Dindar nesil
yetiştirme vaadi, imam hatip okullarının, Kur’an kurslarının, diyanetin her
yönden desteklenmesi toplumda önem atfedilen dini değerlerin sahiplenildiğine
dair bir mesajdan öte bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Bu gün gündeme gelen
sapkın fikirlerin anayasal düzenlemelerle engellenmesi söylemi de bu tür bir
mesaj.
Sapkın fikir
denilen söyleme bakıldığında adı üstünde bir fikir olarak insanların
zihinlerinden kaynaklanan bir olgu. Zihinde var olan bir olgunun engellenmesi
anayasal düzenlemeyle değil ancak her bir insanın zihninde doğru bir düşünce,
ideal yerleştirilerek mümkün olabilir. Bu ise genel anlamda eğitim sisteminin
bir işidir. Oysa mevcut iktidar eğitim sistemini sürekli yap-bozlarla işlevsiz
bir araca dönüştürmüş durumdadır. Eğitim sisteminin işlevselliği kadar bu
sistemi destekleyen alt ve üst sistemlerin iyi işlemesi de bir gerekliliktir.
Bir başka deyişle sadece eğitim sisteminin çabası ile toplumdaki düşünce
sistemi değiştirilemez. Eğitim sistemi oluşturulmuş düşünce sisteminin topluma
ve toplumu oluşturan bireylere aktarılmasında organik bir yapıdır. Bu organik
yapının bağlı olduğu alt ve üst sistemler eğitim sisteminin çalışma düzenini çok
fazla etkiler. Bu etki öyle bir duruma gelir ki eğitim sistemi bugün bizdeki
olduğu gibi işlevsizleşebileceği gibi etkin bir işleve de dönüşebilir. Üst
sistem denilen yapı genel olarak devletin üst düzey yönetim sistemidir. Üst
düzey yönetim sistemi eğitim sisteminin işlevselliğine olumlu veya olumsuz
büyük etki yapmaktadır. Bu gün bizde olumsuz bir etki söz konusudur. Devletin
üst düzey yönetim sistemi kendine özgü bir şekilde eğitim sisteminin işlemesine
fırsat vermemektedir. Eğitim sisteminin bürokratik işleyiş düzeninde bir sistem
yoktur. Bürokrasi sürekli üstten müdahalelerle ne yapacağını bilmez bir hale
gelmiştir. Bürokratik işleyişte ehliyet ve liyakati önceleyen bir düzen yoktur.
Eğitim sisteminin ihtiyaç duyduğu insan gücü kaynağı yetiştiren bir sistem
yoktur. Bu sistemsizlik adamını bulan herkesin her yerde görev alabilmesine
neden olmaktadır. Sistemi tanımayan kişilerin bulunduğu mevki ve makamlar,
kurum ve kuruluşlar kendileri için belirlenmiş görev ve sorumlulukları yerine
getirememekte, sürekli kaynak tüketirken hiçbir üretim yapamamaktadır. İnsan
gücü israfı, kaynak israfı, zaman israfı gibi her alanda var olan israf eğitim
sisteminin işlevsizleşmesine neden olmaktadır. Bugün geçmişten bugüne gelen
sürece yakından bakıldığında geçmişte var olan hemen her sorun aynı şekliyle
varlığını devam ettirirken gelişen dünya ve teknoloji ile birlikte ortaya yeni
sorunlar da çıkmıştır. Eski ve yeni sorunları ile eğitim sisteminde istenen
başarının, verimin, işleyiş düzeninin sağlanabilmesi mümkün değildir. Bu yönüyle
mevcut yönetim anlayışı ile mevcut eğitim sisteminin başarılı bir işleyişe
kavuşabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla eğitim sisteminin bu şekliyle
kendinden beklenen görev ve sorumlulukları işlevleri yerine getirmesini
beklemek boş bir hayaldir.
Mevcut iktidar
genel yönetim anlayışını değiştirmeyi, yönetim anlayışını çağın gerektirdiği
bir yapıya kavuşturmayı istememektedir. Zira yönetim anlayışı toplumun
genelinin menfaatini düşünmesi, her alana müdahil etmek yerine her alanın
kendine özgü çalışma düzenine uygun özerk bir işleyiş yapısı kurmasını
gerektirmektedir. Bu durum iktidarda bulunan ve yönetme hırsına büyük oranda
kendini kaptırmış olan yöneticilerin arzu ve isteklerine uymamaktadır. Her yere
müdahil olmanın verdiği psikolojik doyum toplumun geneline zarar verdiği halde
bunu görmek, kabul etmek istememektedirler.
Toplumda
uzun yıllar boyunca var olan kamplaşmanın ortaya çıkardığı güvensiz ortam içinde
iktidarın yaşadığı mağduriyet kendisini toplum nezdinde ödüllendirilmesi
düşüncesini doğurdu ve sonuçta yirmi yılı aşan bir süredir mağduriyetin meyvelerini
yiyen iktidar başta kurduğu sistemi toplumun genelinin yararına işletmek yerine
kendine ram olacak gruplar oluşturmaya hizmet edecek şekilde işletmeye yöneldi.
Bu durum iktidarın en büyük handikabı. Bu handikap iktidarın başındakilere güç
devşirme imkanı verdiği halde toplumun geneline yarar sağlamadı. Bunun yerine
küçük küçük menfaat grupları oluşturuldu. Oluşturulan menfaat grupları sahip oldukları
avantajların devamı adına kurulan sistemi ayakta tutmaya çalışıyor. Ancak
menfaat grupları ortaya çıkan artı değeri toplumla paylaşmak istemedikleri için
toplumun genelinde hoşnutsuzluk ortaya çıkmasına neden oldu. Toplumda iktidara
ehil olduğunu gösteremeyen bir muhalefetin olması mevcut iktidar için en büyük
avantaj. Buna rağmen yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar artık
katlanılamaz hale dönüşmeye başladı. İktidarın mevcut kötü gidişi geri
çevirebilmesi ancak oluşturduğu menfaat gruplarını terk etmesine bağlı iken
iktidarın bunu yapabilmesi kendisini destekleyen kitlenin azalmasına neden
olacak. Bu nedenle bu yolu tercih de edemiyorlar. Kendilerine bağlı kitleleri tutabilme
adına sürekli mesajlarla algı yönetilmeye çalışılıyor. Sapkın fikirlerle
mücadele söylemi de bu algının yönetilmesine yönelik bir çabadan öte bir anlam
taşımıyor.
|
Muhalifbakış |
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder