9 Ekim 2022 Pazar

Yaşanan Krizin Analizi

Cumhurbaşkanı son sekiz dokuz yıldır her taraftan saldırıya uğradıklarını, en son saldırının da ekonomik alanda olduğunu iddia ediyor.

            Geçmişin başbakanı, bugünün cumhurbaşkanı siyaset sahnesinde uzun zamandır bulunmasına rağmen İstanbul Belediye başkanlığına seçilmesi ile birlikte ülke çapında adını duyurdu. Onun siyasal geçmişine herkes kendince şahit olabildiği kadarıyla şahit. Yaşadıklarını en iyi kendisi ve yakın çevresindekiler biliyor. Siyasal bir kişilik olarak ülke gündemine gelmesine neden olan şey okuduğu şiir sonrası hapse atılmasıdır. Hapse atan irade onun siyasal hayatına son vermeyi hedeflerken tersine ülkenin en büyük siyasal gücü haline gelmesine neden oldu. Ülkeyi kendi özel malları gibi görüp keyfi olarak her alanı düzenleyebileceklerini zannedenler topluma öylesine yabancılaşmışlardı ki toplumdaki değişimi doğru okumaktan uzak kaldılar. Toplum da kendilerini yıllarca görmezden gelen, yok sayan, adam yerine koymayan güç odaklarının adeta damarlarına basarcasına onların yok etmek istediklerini baş tacı ettiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN bu yönüyle önemli bir figür olarak bu şekilde ortaya çıktı.

            AK PARTİ/AKP iktidarının ilk yıllarından itibaren güç odakları onu boğabileceklerini zannederek üzerine giderken toplumsal desteğin artmasına neden oldular. Partiye açılan kapatma davası mağduriyeti daha da büyütürken 367 krizi güç odaklarına karşı öfkeyi daha da büyüttü. Toplumun bu bakış açısı AK PARTİ/AKP iktidarının ilk zamanlardan itibaren gözü kapalı desteklenmesine neden oldu. Kapatma davasının geçiştirilmesi sonrası cumhurbaşkanı seçme imkanından yoksun bırakılmaya çalışılan iktidar seçimler sonrası daha büyük bir güçle yeniden iktidara gelince artık güç odaklarının kullanabileceği tüm güçler ellerinin arasından kayıp gitti. 2010 yılı yönüyle önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarih güç odaklarının büyük oranda sahip oldukları gücü kaybettiklerinin miladı gibidir. Aslında 2010 yılına kadar iktidar kendisiyle mücadele edenlere karşı toplumdaki her kesimle işbirliğini sonuna kadar kullanmaktan kaçınmadı. Bu çerçevede o günlerde hizmet hareketi diye nitelenen, 2012-2013 sonrası paralel devlet nitelemesine dönüşen, 15 Temmuz 2016 sonrası FETÖ terör örgütü olarak tescillenen hareket de o günlerde işbirliğine girilen en büyük ve güçlü odakların başında geliyordu. Bu grubun sahip olduğu emniyet, yargı ve bürokrasideki örgütlü güçler yanında sonradan ortaya çıkan medya ve sivil toplum gücünü de mevcut iktidar her zaman yanında buldu. Askerlerin ön planda olduğu aktörlerin rol oynadığı sanal planlardan hareketle topluma yönelik mühendislik faaliyetlerini konu alan çeşitli operasyonlara dayanarak açılan davalar perde arkasındaki güç odaklarının terbiye edilmesinde önemli bir araç olarak kullanıldı. 2010 yılı bu işbirliğinin doruğa çıktığı bir dönemdir. 2010 anayasa değişiklik paketi hükümetle hizmet hareketi/paralel devlet/FETÖ hareketinin işbirliğinin son ve zirve noktasıdır. Bu tarihten itibaren iki ortak arasında mücadelenin de başladığı bir dönüm noktasına girildiği görülür.

            Siyasal bir figür olarak 1994 yılından beri toplumun gözü önüne çıkmış olan Recep Tayyip ERDOĞAN bu süreçte önceleri partisini bile yanında uzun süre göremedi. Hükümetle işbirliği yaparak kendine önemli mevziler kazanan FETÖ hareketi aslında geçmişten beri varlığını her dönem sürdürmüş olan bir hareketti. Geçmişte küçük bir grup hareketi olarak başlayan bu hareket yıllar yılı dini cemaat grupları arasında kendini her zaman farklı bir konumda tutarak ayrıştırmıştı. Diğer gruplar da onları kendilerinden farklı bir konumda tutarak hep uzak durmuşlardı. Bununla birlikte toplumun içinde tüm diğer gruplar gibi onlar da kendilerine bağlı taraftarlar bulmayı başarmıştı. Hoşgörü, diyaloğ gibi kavramları kullanarak dinin keskin olmayan, herkese hoş gelebilecek yönlerini öne çıkararak dindarlığın mümkün olabileceğine dair söylemleri ile toplumda var olan bilinçsiz fakat güçlü din anlayışını kendine çekmeyi başarmışlardı. Toplumun kendini yok sayan yönetim anlayışına tepki olarak sahiplendiği muhafazakar bakışı milliyetçi argümanlarla da süslemeyi başaran bu grup zamanla toplumun her kesimine ulaşmayı başardı. Eğitim, emniyet, yargı başta olmak üzere devlet bürokrasisinde her geçen gün daha da güçlendiler. Kendilerine düşmanlık besleyen her gruba yönelik uzun vadeli planlar geliştirerek dostlarını artırırken düşmanlarını azaltmayı hedeflediler. Resmi bürokrasi yanında sivil alanda, medya sektöründe, eğitim başta olmak üzere ticaret, spor ve daha diğer tüm alanlarda örgütlenmeyi başardılar. Yurt dışında ülkeyi temsil ediyoruz söylemlerini kullanarak Türkçe olimpiyatları gibi magazinsel faaliyetlerle her anlayıştaki insanlara ulaşmayı başardılar. Bu süreçte sürekli güç devşirmeyi ihmal etmediler. Zamanla devşirilen bu güç kendilerinde olmayan daha büyük güçlere sahip olmuş yanılgısı oluşmasına neden oldu. Geçmişte eline vur ekmeğini al konumunda görülen bu grup zamanla kendini dev aynasında görmeye başlayarak pervasızlaştı. Sahip olduğu basın gücü gerçek anlamda bir basın gücü olmamakla birlikte diğer alanlarda elde bulundurulan diğer güçlerin de etkisi ve desteği ile daha büyük bir etkiye sahipmiş gibi göründü. Sahip olduğu tüm güçleri AK PARTİ/AKP iktidarının da hizmetine sunmaktan kaçınmayan bu grup özellikle bu iktidar zamanında daha da büyüdü, güçlendi. Geçmişte atmış olduğu tohumların bu dönemde iyice gelişip güçlenmesine imkan buldu. AK PARTİ/AKP iktidarı bu süreçte ilk zamanlar bu grubu kullanıyorum zannıyla kontrolsüz bir şekilde gelişmesine göz yumdu. Zamanla yaptığı hatanın farkına varan iktidar ayağının altındaki toprağın kaydığını fark ettiği andan itibaren buna karşı önlemler almaya girişti. İktidarın en güçlü figürü Recep Tayyip ERDOĞAN olduğu için bu gidişatın da ilk farkına varan ve önlemlere ilk başvuran kişiydi. Buna çok da şaşırmamak gerekiyor. Sonuçta devleti her yönüyle elinde bulunduran siyasi figür olarak Recep Tayyip ERDOĞAN her şeyden ve her yerden haberdardı. 2010 yılı bu yönüyle bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir.

            2010 yılı ile birlikte tüm muhalifleri sindirmiş, tüm gücü eline almış kişi olarak Recep Tayyip ERDOĞAN bu tarihten itibaren siyaset sahnesinin en güçlü tek aktörü haline geldi. Çıraklık, kalfalık ve ustalık devirleri diye nitelenen AK PARTİ/AKP iktidarları rakiplerine karşı varlık yokluk mücadelesiyle geldiği 2010 yılı sonrasında artık kendi içinde gelişip değişmesi gerekiyordu. 2010 yılı sonrası başlayan FETÖ ile mücadelede başlarda FETÖ mensupları sahip oldukları gücü kullanarak siyasi iktidarı hizaya sokabileceklerini zannettiler. Bu süreçte FETÖ mensuplarının yerleştikleri yerlerden temizlenmeden bir şeylerin yapılamayacağının farkına varan iktidar bu yapı ile mücadeleye öncelik vermek zorunda kaldı. Bu mücadelede kritik noktada en güçlü siyasal figür Recep Tayyip ERDOĞAN idi. Recep Tayyip ERDOĞAN da var olmak istiyorsa bu yapıyı yok etmesi gerektiğinin bilincinde idi. Bu süreçte ortaya çıkan mücadelede her iki taraf da toplumun büyük desteğini yanına almak için mücadeleye girişti. Burada Recep Tayyip ERDOĞAN’ın siyasal figür olarak sahip olduğu avantajlar kadar FETÖ yapısının toplum nezdinde sahip olduğu olumsuz algının da büyük etkisi olmuştur. Zira FETÖ yapısı baştan beri kendisi gibi dindar olan gruplar arasında zaten sevilmeyen bir gruptu. Öte yandan toplum nezdinde de olumsuz bir algı oluşturdular. Kurdukları dershane ve okullara kayıt ettikleri öğrencilere ve ailelerine yönelik yaklaşımlarında önceleri var olan alçakgönüllülük zamanla sahip olunan gücün de etkisiyle adeta despotluğa, zorbalığa, perde arkasından güç kullanmaya dönüşünce tepkiler her geçen gün arttı. İktidarla işbirliği sonucu edindikleri güç yanında bürokrasideki ilişkilerini de her zaman kullanmaktan çekinmemeleri muhalefeti çoğaltırken ileri sürdükleri iddiaların desteksiz kalmasına neden oldu. Geçmişten beri ülkede var olan işleyiş düzeninde menfaatleri neredeyse ona göre hareket etme alışkanlığına sahip olan bu grubun söylemleri toplumun çoğunluğu tarafından kabul görmedi, desteklenmedi. Sonuçta toplumsal destekten yoksun kalan bu yapı geçmişte kazandığı mevzileri yavaş yavaş kaybetmeye başladığını görünce iktidarı tamamen yok etme girişimlerinde bulundu. Sonuçta 15 Temmuz 2016 tarihi sürecinin yaşanmasına neden oldular.

            İktidarın ve onun en güçlü figürü olan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu süreçte yaptığı yanlışlar kendisini ve toplumu büyük bir krize soktu. Cumhurbaşkanı son dönemde yaptığı konuşmalardan birinde “birileri son 8-9 dokuz yıldır Türkiye'yi yönetilebilir olmaktan çıkarmak için kumpastan darbeye, her yolu denediler. Bu sinsi saldırıların son mermisi de ekonomimize sıkıldı ama hesap edilmeyen bir durum ortaya çıktı…”diyor. Bugün siyasal iktidarın figürleri her yerde yaşanan sorunların sadece ülkemize özgü olmadığını, dünyadaki tüm ülkelerin bu sorunlarla yüzleştiğini iddia ederek yaşanan sorunları herkese şamil bir şekle sokmaya çalışırken cumhurbaşkanı ülkemize özel bir saldırıdan söz ediyor. Bu yönüyle cumhurbaşkanı ile destekçilerinin söylemlerinde önemli çelişkilerin olduğu gözden kaçmıyor.

            Aslında bu söylemleri kullananların iki tarafı da suçu kendilerinde göstermeme adına başkalarını suçlamayı tercih ediyorlar.

            Dünyanın içinden geçtiği ekonomik sorunları inkar etmek mümkün değil. Bununla birlikte dünyanın yaşadığı sorunlara karşın bizim ülkemizde yaşanan sorunlar kıyaslanamayacak seviyelerde. Enflasyon başka ülkelerde yüzde onlarda, yirmilerde iken bizim ülkemizde yüzde yüzleri aşmış durumda. TÜİK verileri ile bile yüzde yüze yaklaşmış durumda. Dünyadaki sorunlar bir ise biz de on. Böyle olunca da dünyadakinin aynısı bizde de var söylemi dayanaktan yoksun kalıyor. Aralık veya Ocak da düzelecek denilen göstergelerin düzeleceğine dair göstergeler yok. Tersine her geçen gün devam eden hayat pahalılığı daha da ağırlaşıyor. Dolayısıyla dünyada yaşanan sorunların yanında bizim kendi iç işleyiş düzenimizden kaynaklanan önemli sorunlar devasa boyutlara ulaşmış durumda. Eğitim, sağlık, adalet, ekonomi, siyaset gibi makro göstergeler yanında hangi alana bakılırsa sorunlar her geçen gün büyümeye devam ediyor. Trendin olumluya döndüğünü gösteren bir gösterge yok.

            Cumhurbaşkanı ise mevcut sorunların ülkeye karşı yapılan saldırıların bir sonucu olduğu iddiasını ileri sürüyor. Bununla birlikte bu da yine çok inandırıcı değil. Ülkeler arası ilişkilerde salt dostluk, arkadaşlık, sevgi, kardeşlik gibi argümanlar hiçbir zaman geçerli olmamıştır. Ülkeler menfaatlerini kendi içlerinde kurdukları iyi bir işleyiş düzenine dayanarak oluşturulan toplumsal birlik, beraberlik ve güven duygusundan güç alarak savunmaları gerekiyor. Oysa ülkemizde böylesi bir birlik, beraberlik ve güven duygusu yönetimin zaaflarından dolayı kurulamıyor. Toplumda birlik beraberlik duygularını güçlendirecek bir işleyiş düzeni ve söylem yok. Tersine iktidara yakın olanlar her işlerini görürken iktidarla paralel olmayana neredeyse tüm kapılar kapanıyor. Mülakatlar, uzun yıllardır gelenekselleşmiş ehliyet ve liyakatsiz uygulamalar, rant paylaşımının küçük bir zümreye hasredilmesi birlik beraberliği değil ayrımcılığı körüklüyor.

            Sıradan iktidar destekçilerini dinlediğinizde de cumhurbaşkanının masum olduğunu, çevresindeki kişilerin cumhurbaşkanını yanlış yönlendirdiğini söyleyerek yine güçlü siyasi figür olarak cumhurbaşkanını temize çıkarmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı 2010 yılına kadar kendisine yönelik saldırılardan söz etmekle belki haklı olduğu yönleri dile getiriyor olabilir. Ancak 2010 yılı sonrası böyle bir saldırıdan söz edebilmek çok haklı ve doğru görünmüyor. 2010 sonrası ortaya çıkan FETÖ yapısıyla mücadeleyi de bu kapsamda önemli bir argüman saymak doğru olmaz. Zira FETÖ yapısının da mevcut duruma gelmesi yine iktidarın yanlış politikalarının ve perde arkası işbirliği çabalarının sonucunda bu düzeye gelmiş bir yapıdır. Baştan beri perde arkası güçlerle işbirliği yapmak yerine iktidarın toplumun tümünü kapsayacak değerler çerçevesinde toplumsal birlik beraberliği sağlamak için çaba göstermesi gerekirdi. Cumhurbaşkanının çevresinin kendisini yanılttığı söyleminin de haklılık payının olduğu söylenemez. Cumhurbaşkanı sahip olduğu güçle özellikle 2010 sonrası dönemde devletin işleyiş düzeninde yapamayacağı bir değişiklik yoktu. Parti her yönüyle kendi elinde idi. Böylesi bir güce sahip olan kişinin kuralları, hukuku, yönetimi güçlendirecek bir işleyiş düzenini kurmak isteyip de çevresinin buna engel olabileceğini/olduğunu iddia etmek akla uymaz. Ülkenin en güçlü figürü olarak başbakan veya cumhurbaşkanı/parti başkanı ne tür bir işleyiş düzeni istese onu rahatlıkla kurabilirdi. İstediği düzeni kuracak bir ekibi oluşturabilirdi.

            Oysa en güçlü siyasal figür olarak tüm gücü eline geçirdiği dönemde kurumsal işleyiş işlevsizleştirildi. Devletin en önemli güç unsuru olan denetim her alanda işlevsizleştirildi. Kuralların hakimiyeti yerine partinin yönetim kademelerinde kişiler ve yönetim gücünü tekelinde tutan kişinin adamları her şeye hakim oldular. Bu durum ülkedeki yönetim sisteminin etkisizleşmesine neden oldu. Etkisizleşen yönetimin olduğu toplumda kurallar kağıt üzerinde kaldı. En güçlü iradeye bir şekilde ulaşabilen herkes istediğine ulaşır oldu. Bu da ülkede krizlere neden oldu. 2018 sonrası ortaya çıkan yeni yönetim sistemi bu krizin daha da büyümesine neden oldu. Artık devletin yasama, yürütme ve yargı başta olmak üzere en alttan en üste tüm güçleri tek bir kişinin elinde. Buna rağmen yaşanan krizden çıkabilmenin mevcut anlayışla mümkün olduğunu söylemek oldukça zor görünüyor. Bekleyip göreceğiz.

            Çıkış için gerçek anlamda bir birlik, beraberlik ruhunun geliştirilmesi gerekiyor. Bunun için toplumun tümünü dikkate alan bir yönetim anlayışının kurulması birinci öncelik. Toplumun tümünü önceleyen bir kurallar ve işleyiş düzeni kurulduktan sonra kurallara bağlı açık bir yönetim anlayışının kurumsal hale getirilmesi gerekiyor. Mevcut kurallar ancak akıl ve bilimin rehberliğinde ele alınarak tüm toplumun menfaatine yönelik olarak değiştirilmelidir. Buna kişiler değil işin uzmanlarının görüşünden hareketle demokratik ve açık yönetim anlayışıyla hareket eden sistemlerde karar verilmelidir. Her alanda toplumu tarafsız bir şekilde bilgilendiren bağımsız bir basın gücü oluşturulmalıdır.

 

 

Muhalifbakış

 

izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

 

                                                                                                                                                                                                               

 

 

 

                                                                      


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...