Türkiye’de göçmen politikasızlığının ortaya çıkardığı
sorunlarla başa çıkabilmek sıradan insan için oldukça zor. Suriye savaşı ile
birlikte ülkeye milyonları aşan mülteci akını oldu. Bu durum iktidar tarafından
dini söylemler kullanılarak topluma kabul ettirilmeye çalışıldı. Ensar-Muhacir
kavramları bu çerçevede sık sık dile getirildi.
Suriyelilerin gelmesi ülke içinde pek çok kişi için avantajlı
durumlar da oluşturdu. Kimsenin yüzüne bakmadığı evler Suriyelilere yüksek
fiyatlarla kiraya verildi. Kimsenin kabul etmek istemediği çalışma şartları
Suriyelilere dayatılarak ucuz ve niteliksiz çalışma şartlarına tabi tutuldular.
Politikasız uygulamaların sonucu Suriyeliler ülkenin her yerine adeta
kontrolsüz bir şekilde dağıldılar. Kim nereye neden gitti bilen, takip eden
yok. Okullarda Suriyelilere karşı ne yapılacağı konusunda bilgi ve tecrübe
sahibi kimse yoktu. Zamanla deneme yanılma ile yön çizilmeye çalışıldı. Bu
kadar zaman geçmesine rağmen hala bu konularda elle tutulur bir politikadan söz
etmek zor. Yer yer ortaya çıkan sorunlar, olaylar sonrası bazı adımlar atılmak
zorunda kalındı. Buna rağmen halen elle tutulur bir çözüm geliştirilebilmiş
değil. Hemen her şehirde belli mahalleler, belli alanlar sadece mültecilere
tahsis edilmiş durumda. Buralara ülkenin yerlisi denen kişilerin girmesi
herkesin gönül rahatlığı ile yapabileceği bir davranış olmaktan çıkmış durumda.
Güvenlik güçleri dahi bu gibi yerlerde kolayca hareket edemiyorlar. Adeta
kurtarılmış bölgeler, gettolar ortaya çıktı. Gelen Suriyelilerin topluma
entegre olması gibi bir durum söz konusu değil. Tersine gettolarda kendilerine
özgü bir hayat, sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel çevreler oluşturmuş durumdalar.
Bu durum toplumda medya aracılığıyla gündeme gelmeye başlayınca toplumda önemli
rahatsızlıklara neden olmaya başladı. Bu durum siyasal tartışmalara da neden
olmaya başladı. Muhalefet mültecilere yönelik toplumdaki rahatsızlığı görerek
bu alana yönelik söylemler geliştirirken iktidar Mart 2022’ye kadar
mültecilerin gönderilmeyeceğini söylerken son zamanlarda gönüllü bir dönüşten
söz etmeye, bir milyon mültecinin gönderileceğini söylemeye başladı. Bunu
söylerken de yine bir politikasızlık örneği sergilendiği görülüyor.
Yönetim Suriye’de sığınmacılar için ev yapmaktan söz ederken
ülkenin içinde var olan ekonomik sorunlar ev kiralarında büyük sorunlara yol
açıyor. Ev sahibi olmak sıradan insan için hayal olmaktan bile çıkmış durumda.
Kira artışları için öngörülen yasal artış oranları ülkedeki gelir darlığı nedeniyle
altından kalkılmaz bir hale gelmiş durumda. Ev sahipleri kiracıları çıkarıp
daha yüksek fiyatlarla evlerini kiralamayı düşünürken kiracılar ikamet
ettikleri evlerinden çıkmamak için her yolu deniyor. Buna karşın ülkeyi
yönetenlerin bu konuda politika üretmeyi düşünmek yerine Suriyelilere ev
yaptırmayı planlaması tam bir karikatür. Suriye’de ev yaptırmak için insanlar
camilerde dini duygularına hitap edilerek teşvik edilmeye çalışılıyor. Ülke
içinde bir barınma politikası üretemeyen devlet yöneticileri başka ülkelerdeki
insanların barınmalarını düşünüyor. Öğrenciler barınma sorunları yaşadıkları
için sene başında büyük şehirlerde büyük sorunlarla karşılaştılar. Öğrencilerin
barınma sorununa yönelik köklü bir çözüm bulunabilmiş değil. Gelir düzeyi düşük
insanlar için barınma sorununa yönelik bir çözüm yok. Kiralık evlere yönelik
bir devlet politikası yok. Ev sahiplerine yönelik bir devlet politikası yok.
Buna rağmen Suriyelilere Suriye’de ev yapmaktan söz eden bir iktidar. Güler
misin? Ağlar mısın?
Aslında her alanda var olan politikasızlık ülkede hemen
herkesin hayatını zorlaştırıyor. Eğitimdeki politikasızlık insanları ekonomik,
sosyal, kültürel pek çok sorunlar yaşamasına neden oluyor. Hemen her kuşaktan
insan için bu sorunlar insanların geleceklerine dair öngörüde bulunmalarını
engelliyor. Aileler çocuklarının eğitimleri konusunda kendilerince çözümler
üretmeye çalışıyor. Özel kurslar, özel ders uygulamaları bu çerçevede üretilen
çözüm yolları olarak ortaya çıktığı görülüyor. Bu alandaki politikasızlık
eğitim sektörünün kontrolsüz ve gelişigüzel bir işleyişe bürünmesine neden
oluyor. Şu an eğitim sektöründe kayıtsız, kontrolsüz o kadar çok aktör var ki
bunu kapsayabilmek mümkün değil. Hemen her adımda kurslar, özel ders veren ilan
ve reklamlarla karşılaşmak hiç de şaşırtıcı değil. Bu eğitim faaliyetleri
konusunda ülke tam bir başıboşluk içinde sürükleniyor. 2016 yılından beri
denetim diye bir devlet/yönetim faaliyeti yok. Öyle bir sistem düşünün ki kimin
ne yaptığına bakan hiç kimse yok. Böylesi bir sistemde kim neye imkan buluyorsa
onu yapabiliyor. Kiraladığı bir daireyi kursa dönüştürüp okullardan, sokaktan
veya tanıdıkları aracılığıyla sınavlara hazırlık kursları, dersleri verenler,
çalıştırdığı kişilere keyfine göre ücret veren veya ücretsiz bir şeklide emeği
sömürenler, yetkisi olmadığı halde uydurduğu sertifikayı parayla herkese
verenler ve daha birçok sayısız örneklerle karşılaşmak hiç de zor değil. Bütün
bunlar ülkede eğitim sistemini yöneten bir irade var mı yok mu sorusunun
sorulmasına neden olurken nerede bu devlet sorusu dillerden düşmüyor. Eğitim
sisteminde personele yönelik politikasızlık, okullaşmaya yönelik
politikasızlık, müfredata yönelik politikasızlık ve daha eğitime dair hangi
alana yaklaşılsa politikasızlıkla karşılaşmak mümkün.
Çalışma hayatı, ekonomi yine benzer bir politikasızlık
bataklığı içinde hayatını sürdürmeye çalışıyor. Kayıt dışı ekonomi sıradan bir
olay haline gelmiş durumda. Sigortalı çalışmayı bırakın ücretli bir iş bulma
imkanı insanları her şeye razı olmaya adeta zorluyor. Ücretli bir işle hayatını
sürdürmekte zorlanan insanlar ikinci, üçüncü işte çalışma imkanını nerede
bulursa orada çalışmanın yollarını arıyorlar. Çalıştırılan kişilere dair bir
denetim, sigortalı veya sigortasız çalışma hayatının takibine yönelik bir
çalışma yok. Her ay açıklanan ekonomik göstergeler ülkede yaşanan ekonomik
krizin boyutlarını ne kadar saklanmaya çalışılsa da gözlerden uzak tutulamıyor.
Siyasal iktidar bunları dışarının bir oyunu, dünyadaki pandemi, savaş ve
benzeri sorunlara bağlayarak insanları oyalamaya çalışsa da bu artık fazla
etkili olmuyor. İnsanlar markette, pazarda, çarşıda günlük ihtiyaçlarını
karşılamak için gittiklerinde gelirleri ile giderleri arasındaki farkın her
geçen gün aleyhlerine değiştiğini gördükçe iktidarın söylediklerine
inanmıyorlar.
Şehirlerin alt yapısına dair imar düzenlemelerindeki
politikasızlık çarpık şehirleşmeyi patlatmış durumda. Hemen her yerde inşaata
yönelik bir faaliyetin hangi kriterlere göre yapıldığına dair bir politikanın
olmadığı açıkça görülüyor. İmar düzenlemelerinde genel geçerli bir politikadan
çok kişilerin sahip oldukları maddi güç etkili oluyor. Bir yerde mimari proje
denerek engellenen bir yapının hemen yanında devasa rantların ortaya çıktığını
görmek hiç şaşırtıcı değil. Şehirlerin silüetleri toplumun genel ihtiyaçlarına,
kültürüne göre değil insanların rant hırsına göre şekilleniyor. Çevre kirliliği
kavramı sıradan bir olay. Nehirler, denizler, ormanlar ve daha bir çok değer
ranta kurban ediliyor. Bunlar hep politikasızlığın göstergeleri.
Adalet sistemi de kanayan bir yara halinde politikasızlığa
kurban ediliyor. Gün geçmiyor ki onlarca defa suç işlediği halde ıslah olmamış
kişilerin işledikleri suçlar sonrası bir defa daha yakalandıktan sonra serbest
bırakıldıklarına şahit olunmasın. Adalet sistemindeki cezaların infazı sistemi
tam bir adaletsizlik yayan bir sisteme dönüşmüş durumda. Hemen hiç kimsenin
vicdanı adalet duygusu ile rahatlamış değil. Tersine her gün adaletsizlikten
yakınan insanların feryatları ile haber saatleri öfke ile takip ediliyor.
Sağlık sistemi iktidarın en fazla övündüğü alanlardan birisi
olmasına rağmen bu konuda da önemli sorunlar işaretlerini veriyor. İlaç
fiyatları, hastanelerdeki muayene olmada yaşanan zorluklar, özel hastanelerdeki
keyfi fiyat uygulamaları, sağlık personelinin yaşadığı sorunlar gelecekte de bu
alanda önemli patlamaların olması muhtemel. Şehir hastaneleri diye yapılan
devasa binalar şehirlerin en uzak noktalarında yapılırken insanlar evinin
yakınındaki hastanelerin kapandığını gördükçe nasıl bir sağlık politikasının bu
mantıksızlığa izin verdiğini anlamaya çalışıyor. Şehrin bir ucundun diğer ucuna
saatlerce süren yolculuk sonrası gidip muayene olma zorunluluğu hangi sağlıklı
insana keyif verir anlamak zor. Özel hastaneler için belirlenmiş bir ücret tarifesi
var mı yok mu bilen yok. Bununla birlikte özel hastaneler kimden hangi ücreti isterse
onu alabiliyor. Sıradan bir muayenenin beş yüz lira olarak belirlendiği özel
hastanelerin olduğu bir ülkede bir sağlık politikası olduğunu söylemek zor. Devlete
ait hastanelerde muayene sırası alabilmek özellikle büyük şehirlerin olduğu
yerlerde büyük sorun. En az on beş gün sonraya muayene sırası verilirken bazı
alanlarda ise sıra alabilmek imkansız.
Ülkemizdeki bu politikasızlığın ürettiği acılı tablolara
karşın gelişmiş ülkelerde görülen devlet uygulamaları karşısında toplumda
insanın kendi ülke yöneticilerine karşı sevgi ve saygısı her geçen gün seviye
kaybediyor. Almanya iki sene önce ülkesine kabul ettiği Suriyelilerin bayram
ziyaretine ülkelerine gitme talepleri karşısında onlara verdiği oturma iznini
iptal etmeyi düşünürken bizde daha bugün böyle bir düşünce o da toplumdaki
tepkiden dolayı ortaya çıkabilmiş durumda. İngiltere ülkesindeki yirmi-otuz bin
mülteciye yönelik uygulamalar konusunda sert kanuni düzenlemeler yaparken
bizdeki kanuni boşluklar cennetine dönüşmüş toplum ve devlet düzeni nasıl
açıklanır bilinmiyor. Gelişmiş ülkeler kendi ülkelerinin insanlarının huzurunu,
güvenini, gelir düzeyini, sosyal hayatının düzenini koruma adına sahip olduğu
her imkanı sonuna kadar kullanırken biz de neden böyle bir düzen kurulmuyor
diye insan kendi kendini yiyor.
Muhalifbakış izmirmuhammedali@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder