4 Mayıs 2022 Çarşamba

Din Duygusu ve İslam’ı Doğru Anlamak

Toplum hayatına dair değerlendirmeler yapmak için geçmişte ve bugün var olan eserlere bakmak gerekiyor. Geçmişten bu güne yazılı bir eser bulmak zor. Tarihi eser mahiyetinde yapılar bazı ipuçları verebilir. Fakat sadece tarihi esere bakarak bir değerlendirme yapmak da yeterli olmayacaktır. Geçmişten bugüne ulaşan toplumsal kurumsal yapılar olarak geleneksel sosyal yapılar bugüne sağlıklı bir şekilde ulaşmış olanlar olduğu gibi sağlıksız bir şekilde ulaşmış olanlar da olabilir.

Devletle toplum geçmişten bugüne tam olarak iç içe geçmiş değildi. Devlet ile toplum arasında tam bir bütünlük yoktu. Tarihi yazılı kaynaklar, edebi eserler bu konularda bazı ipuçları veriyor. Devlet sultana ve ailesine ait bir unsurdu. Toplumu oluşturan sıradan vatandaşın devlete dair bir algısı yoktu. Birey/sıradan vatandaş kendisine kesilen vergiyi/yükümlülüğü yerine getirmekle sorumluydu. Devlet taşraya ait defterler tutarak asker ve para ihtiyacını karşılayacağı kaynaklarının hesabını tutmaya çalışıyordu. Bunu yaparken dayandığı kişiler, güçler, sınıflar vardı. Sıradan vatandaş tek başına bir güç olamıyordu. Vatandaşın kullandığı toprak, hayvanını otlattığı mera devlete/sultana aitti. Sultan her şeyin sahibi idi. Asker ve ona kumanda edenler sultanın ekmeğini yiyen kişilerdi. Bu nedenle sultana hizmet etmekle mükelleftiler. Sultan onlara ekmek verirken onlardan güç alıyordu. Aslında sultana hizmet edenler sultana güç de veriyordu.

Bu ilişkiler ağında bir arada tutucu unsur dindi. Din topluma baştakilere boyun eğmeyi tavsiye ederken sahip olduklarına şükretmeyi de öğütlüyordu. Sultana da halkın başındaki olan sıfatıyla bazı yükümlülükleri olduğunu yine din söylemiş oluyordu.

Dinin topluma anlatılması işi bu konuda bilgi sahibi olanlara düşüyordu. Bu işi yapanların sayısı da elbette çok değildi. Camilerde imamlar, tekke ve zaviyelerde mürşitler, medreselerde müderrisler dine dair bilgi ve uygulamalarda otorite durumunda idiler.  

Din duygusu her insanda olan bir duygu olmakla birlikte bu duyguyu davranışlara yansıtacak bilgi/beceri ve davranış kalıplarının şekli, dayanağı, gerekçesinin de bir usulü olması gerektiği ve bu usulün öğrenilmesi otoriteler eliyle oluyordu.

Dini usule ilişkin bilgi kaynakları herkesin elinde yoktu. Bu kaynaklar otoritelerin elinde idi.

Sıradan insanda var olan din duygusu günlük hayatta yaptığı her davranışın sonunu bilen bir ilahi kudretin varlığı düşüncesini uyandırıyordu. Geleceğin bilinemezliğinin getirdiği korku duygusu insanda din duygusunun da kaynağıdır denebilir. Din duygusunun kaynağını korku olarak görmek yanlış olmaz. İnsan, gücünün üstünde bir durumla karşılaşınca daha güçlü bir iradeye sığınma isteği duyar. Geleceği öngöremeyen insan olumsuz bir durumla karşılaşma korkusuyla daha güçlü bir iradeye sığınma ihtiyacı duyar. Bu irade Allah/tanrı/yaratıcı olarak nitelenir. Yaratıcı iradeye sığınma insanda güven oluşturur. Bu güven duygusu insana güç verir. Korkularından uzaklaşmasını sağlar. Yaratıcı iradeye sığınmanın göstergesi o iradeye boyun eğdiğini göstermektir. Boyun eğdiğini göstermek ise davranışlarla gösterilmelidir. Evlilik törenlerinde bazı ritüeller, dualar, maddi ve manevi adaklar, vaadler, ödemeler, bağışlar, harcamalar, sünnet, düğün, kurban, hac, oruç gibi her şey bu bağlılık göstergesinin bir yansımasıdır.

Din duygusu sadece bireysel/psikolojik yönü olan tekil davranışlar içermez.

Din duygusunun yansıması olan her davranışın yaratıcı iradesine uygunluğu hususu otoritelerce değerlendirilir. Otoriteler yaratıcı iradenin istekleri konusunda bilgi sahibi olduklarını göstermiş kişiler olması gerekir. Otoritenin böyle bir niteliğe sahip olduğunu gösteren işaret onun bilgisi, sözleri ve davranışlarında olması gerekir. Bir yönüyle bir kişiyi otorite makamına çıkaran şey toplumun algısıdır. Toplum herkesi otorite makamına çıkarmaz. Bir kişinin otorite olması ya güçlü bir irade tarafından onanmasıyla ya da toplumun kişiyi bu şekilde görmesiyle mümkündür. Daha güçlü bir iradenin onaması açık ve kolay anlaşılır. Halkın/toplumun kişiye otorite sıfatını vermesi sosyal-psikolojik bir süreçtir.

Din duygusuna yön veren otoriteler İslam tarihi boyunca yöneten güçlerle işbirliğine girdikleri için onların hoşuna gitmeyecek alan/konu ve yönlere fazla dokunmamayı tercih etmişlerdir. Dinin bireysel ve toplumsal yönlerinden daha çok bireysel yönlere ağırlık vermişlerdir. Bunu yaparken yönetenlere olan bağlılığı güçlendirmeyi hedeflerken yöneticilerin hoşuna gitmeyi hedeflemişlerdir. Yönetenler de din konusunda bilgi sahibi olan bu otoriteleri görüp gözetmişlerdir. Yönetenler dini bilgi sahibi otoriteleri görüp gözetirken onlar da yönetenlerin istek ve arzularına göre sahip oldukları bilgiyi onların hizmetine sunmuşlardır. Bu durum karşılıklı menfaat ilişkisi içinde bu güne kadar gelmiştir.

Dinin sadece bireye taalluk eden yönleri yoktur. Topluma, toplum hayatında yer alan sosyal, ekonomik, siyasal alanlara bakan yönleri de vardır. Bu alanlara bakan yönler yönetenlere bazı davranış şekilleri getirmektedir. Bu davranış şekilleri yönetenlerin yönetme, yönetirken sahip olduğu davranış şekillerini sınırlar. Onlara yönetirken bir takım usul, esas ve politika ilkelerini gözetme yükümlülüğü getirir. Yönetenler bu yükümlülüklere riayet etmek zorunda kalırsa istedikleri gibi hareket edemez. Tarih boyunca keyfi yönetimi sınırlamak mümkün olabilmesi ancak güçle mümkün olmuştur. Güç ise ancak insan kitlesinin bir araya gelmesiyle mümkün olabilmiştir. Kitleleri bir araya getiren en önemli unsur ise din olmuştur.

İslam tarihi boyunca dini otoriteler yönetenlere yönelik açık düzenleme çağrısı yapmaktan, kitlelere dinin hükümleri çerçevesinde yönetenlere başkaldırma çağrısı yapmaktan hep kaçınmışlardır. Dinin yönetenlere yüklediği yükümlülükler konusunda açık tartışmalar yapmaktan, bunları gündeme getirmekten hep kaçınmışlardır. Topluma, yönetenlerin yükümlülüklerine ilişkin ilkelerden söz etmek yerine kişisel ibadetlerden, şükürden, sabırdan söz etmeyi tercih etmişlerdir.

Yönetenlerin yükümlülüklerine ilişkin ilkelerin sayısı hiç de az değildir. Bunun için Kur’an ayetlerine bakmak gerekir. Bunlardan biri emanetlerin ehil olanlara verilmesi konulu bir ayet olan Nisa suresi 58.ayetin bir kısmı örnek olarak ele alınabilir.

Emanetleri ehil olanlara teslim etmek ilkesi yönetenlere büyük sorumluluk yükler. Emanet kavramı görev, sorumluluk, yetki, iş yapma sürecinde düzeni sağlama ve daha pek çok alanları içine alır. Birey ve toplum bazında emanet kavramı herkese büyük görev ve sorumluluk yükler. Bireyin buna göre herkese tabi olmaması, herkesin peşinden gitmemesi, herkesle işbirliği yapmaması, boyun eğmemesi gerekirken mücadelesini de buna göre yönlendirmesi gerekir. Yönetme yetkisi verilen sultanın ehil olup olmadığını sorgulayan bir toplumun yönetilmesi kolay değildir. Otorite olarak öne çıkan kişiler bu yönüyle topluma kime hangi çerçevede tabi olunacağını ortaya koymuş olsalardı her bir birey buna göre inanabilir, davranabilirdi.

Emanet kavramı her dönem farklı alanlarda farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Emanet yönetimle, toplumla, bireyle ilgili olarak ele alınabilecek geniş kapsamlı bir kavramdır. Tarih boyunca bu kavramı konu alan ayetten habersiz olunduğu söylenemez. Buna rağmen gerektiği gibi ön plana çıkarılmamıştır.

Ehil olanların seçimi/belirlenmesi hususu da yine yönetimle, devletle, toplumla, eğitimle ilgilidir. Buna rağmen bu alanların hiç ele alınmaması, bu ayetin bu yönüyle gündeme getirilmemesi büyük bir eksikliktir. Bu gün de ehliyet ve liyakat konusunda önemli sorunlar yaşanan ülkemizde eğitim başta olmak üzere hemen hiçbir alanda ehil insanları yetiştirme yönünde bir endişe bulunmadığı, ehliyet yerine tabi olanların ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Ayetlerin tek tek ele alınması kadar birbiriyle ilişkili olarak da ele alınması gerekiyor.

Var olan ayetlere rağmen tarih boyunca İslam devletlerinin siyasal, sosyal, ekonomik, diplomatik, askeri ve daha pek çok diğer alanlarda bu ayetlere ilgisiz kalmasını anlamak zor. Gerçek anlamda İslami bir devlet bu ayetlerdeki ilkelere göre bir devlet, toplum, ekonomi sistemi kurması gerekirken/beklenirken hiçbir şey yapılmaması önemli bir eksikliktir.


                                                                                  Muhalifbakış           

                                                                 izmirmuhammedali@gmail.com

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...