Osmanlı’da eğitim diye nitelenebilecek sistemli bir
faaliyetten söz edebilmek güç. Medrese sistemi var denebilir ancak; bu sistemin
toplumun çoğunu kapsayacak şekilde yaygın olduğunu söylemek güç. Halka yönelik
faaliyetler için camiler merkez ittihaz edilmiş. Ancak verilecek eğitimin
çerçevesine ilişkin bir düzenden söz etmek mümkün değil. Daha çok eğitimi
verecek olan kişilerin kendi kişisel anlayışlarına göre bir hareket/işleyiş söz
konusu. Eğitim olarak nitelenen faaliyetlerin içinde Kur’an harflerinin
öğrenilmesine yönelik Elif Cüz kitaplarını okuyarak başlama, Kur’anı yüzünden
okumayı öğrenme, Kur’an’ın kısa sureleri ile namazda okunan duaların
ezberlenmesi günlük hayatta karşılaşılan durumlarda kullanılacak ilmihal
bilgilerinin öğretiminden ibaret. Bu süreci herkesin tamamlaması mümkün değil.
Süreç sonunda bir belge yok. Biraz daha ilerleyebilenler hafızlık eğitimine
geçiyor ki bu toplum nazarında büyük bir paye olarak görülür. Hafızlık Kur’an’ı
baştan sona ezberlemeyi gerektirir. Süresi 2-3 yıllık bir döneme kadar uzar. Bu
standart toplum eğitiminin çerçevesini oluşturmakla birlikte günümüzde de
aynıyla devam ettirilmekte ve din eğitimi denilince hemen herkesin aklına bu
süreç gelmektedir. İslam’ın yayılış sürecinde Türk toplumunun baştan beri
değişmeyen din eğitimi nitelemesi bundan ibarettir.
Ortalama din eğitim çerçevesinin sınırını aşanlar için
medrese sistemi vardır. Bu biraz daha sistemli görünmekle birlikte medrese sisteminde
de baştan beri değişen fazla bir şeyin olmadığı görülmektedir. Topluma verilen
genel eğitim temelinin üzerine İlm-i Âli diye nitelenen daha üst düzey bilgi
kategorileri eklenerek oluşturulan medrese sisteminde de baştan beri değişen
bir süreç/işleyiş yoktur. İlm-i Âli diye nitelenen bilgi alanları olarak Tefsir,
Hadis, Fıkıh, Mantık, Arapça gibi konu başlıkları vardır.
Din eğitim sürecinin üretmeyi düşündüğü insan tipi dinini
bilen, ahiretini kurtarmayı hedef almış bir insandır. Dünya ile fazla ilgisi
yoktur. Dünya hayatı geçicidir. Bu nedenle peşine düşülmeye değmez. Aşağılanır.
Dünya hayatının geçici heveslerinin peşine düşenler aldanmış gafillerdir. Böyle
bir insan tipinin oluşturduğu toplum için ulûlemre itaat etmekten başka bir yol
yoktur. İçinde yaşadığı toplumun sorunları sabredilmesi gereken, ahirette
karşılığı görülecek sıkıntılar hep kişisel veya toplumsal olarak işlenen
günahların sonucunda Allah tarafından gönderilmiş musibetler olup günahkârları
terbiye etmek amaçlıdır. Buna karşı daha fazla ibadet, itaat ve şükür
gösterilmelidir.
Böylesi bir toplum için iç/dış siyaset, ekonomi, diplomasi,
yönetim, fen ve sosyal bilim alanları hep gereksiz uğraş alanlarıdır. Okunacaksa
sadece Kur’an okunmalıdır. Tüm kitaplar bir tek kitabın anlaşılması için
okunur. O tek kitap ise Kur’andır. Oysa Kur’anın anlaşılmasına yönelik bir
gayret, çaba yoktur. Kur’an okumayı öğrenmek yüzünden okumaktadır. Bu nedenle
binlerce yıldır yani Kur’an’ın kutsal kitap olarak topluca bir araya
getirildiği andan itibaren hep aynı rivayetler, söylemler, menkıbeler tekrar
edilir durulur. Yılın belirli günlerine yönelik anma dönemlerinde, dini olarak
nitelenen aylarda, tarihlerde hep aynı ayet/hadis ve menkıbeler tekrar edilip
durur. Bu bıktırıcı tekrarlar din olarak kabul edilmesi pek doğru bir yaklaşım
değildir.
Dinde ayetler olarak kabul edilen ifadelerin tekrarını dinin
amacı olarak lanse etmek dinin amacını anlamamak demektir.
Bu yanlış din anlayışı toplumları atalete sevk etmektedir. Bu
anlayışın doğmasına sebep olanları dışarda aramak doğru değil. Bu yanlış din
anlayışını üretenler yine bu dinin müntesibi olanlardır. Toplumu yönetenler ve
topluma liderlik eden bilgi sahibi âlimler diye nitelenenlerin işbirliği sonucu
toplumda bu yanlış din anlayışı önce tohum olarak doğmuş ve tarih boyunca
kökleşerek bu günlere gelmiştir.
Bu yanlış din anlayışında seçkinci bir bakış vardır. Kur’an
bir yönden yüceltilirken bir yönden sınırlanmakta, örtülmektedir. Dinin bir
kısım yönleri seçilip ön plana çıkarılırken bir kısmı perde arkasında bırakılmaktadır.
Bu durum ataleti sürdürürken Müslüman toplumu da pasifize etmeye devam eder.
Bugün İslam dininin temsilcilerinin dünyada en geri/etkisiz/pasif olmasının
nedeni budur.
Bu kısır döngüden çıkışı yine İslam’ın müntesiplerinin
çabasıyla mümkündür. Dünya üzerinde kurulmuş olan siyasal, ekonomik, kültürel
hegemonik güçler bu durumun devam etmesini candan isterken İslam toplumlarını
yönetenler de sahip oldukları kazanımları kaybetmemek adına onlarla işbirliği
yapmaktadır.
Bu zincirin kırılması için her bir bireyin çabasına ihtiyaç
vardır. İslam’ı kendine bir görüş olarak benimseyen her bir bireyin önce kendi
anlayışı ve çevresini, ardından toplumunu, toplumu yöneten anlayışı sorgulayıcı
bir süzgeçten geçirmesi gerekiyor. Sorgulayıcı süzgeçten hem bugünü hem de geçmişi
geçirmek gerekiyor. Geçmiştekiler de bugünkü Kur’an ayetlerini okuyorlardı. Buna
rağmen Kur’an’a açıkça aykırı olan uygulamaların böylesine kökleşmesini anlamak
oldukça güç. Bu durum geçmişten bugüne Kur’an ayetlerinin gerektiği gibi
anlaşılıp üzerinde düşünülmediğini gösteriyor. Zaman zaman istatistiki veri
olarak dile getirilen dünyanın en çok okunan kitabı Kur’an söyleminden sonra bu
kadar çok okunduğu halde üzerinde gerektiği gibi düşünülmemesi gerçeği büyük bir
çelişki olarak önümüzde duruyor. Geçmişi ve bugünü Kur’an ayetlerini bir kıstas
olarak ele alıp süzgeçten geçirmek gerekiyor. Bu yapıldığında aslında geçmişten
bu güne dinin yanlış anlayış köklerine ulaşılabilecek ve buradan hareketle
kısır döngü zincirinden kurtulmak mümkün olacaktır.
Muhalifbakış izmirmuhammedali@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder