Kamu
kurumları topluma hizmet üretme amacıyla en üst kamu gücü olan devlet
tarafından oluşturulur ve işletilir. Kamu kurumları kuruluş amaçlarını
gerçekleştirmek üzere insan başta olmak üzere tüm maddi ve manevi ihtiyaçlarını
devletin sağladığı kaynakları kullanırlar.
Kamu
hizmeti görme amacıyla kurulmuş olan kurumların işleyiş şekli yasal mevzuat
hükümleri ile belirlenir. Yasal mevzuatın var olması kurumların bu çerçevede
hareket edeceklerinin garantisini vermez. Yasal mevzuat yazılı kurallar
bütünüdür. Yazılı kurallar ise kağıt üzerindedir. Bunların gerçekliğe
aktarılabilmesi için bu kurumsal yapılara hayat veren insan unsurunun davranışı
gerekir. İnsan unsuru olmaksızın yazılı hiçbir kural gerçek hayata aktarılamaz.
Bu nedenle insan unsuru kurumsal yapılar için büyük öneme sahiptir. İnsan
unsurunun büyük önem arz ettiği kurumsal yapılar hiyerarşik bir anlayışla
teorik olarak kurulur. Teorik olarak kurulmuş bu yapıların çalışma usulleri
bağlı oldukları üst organın gözetim ve denetiminde bulunur. Toplumdaki işleyiş
örgüsünden haberdar olan insanların yoğun olduğu durumlarda her kurumsal
yapının işleyişinde kendisi için belirlenmiş kuralların hâkimiyeti de daha
kolay hayata geçer. Toplumdaki bireylerin bilinç düzeyleri azaldıkça kurumsal
yapıların işleyiş düzenlerinde de sorunlar görülmeye başlar. Kamuya, topluma
hizmet üretsin diye oluşturulmuş yapıların içinde bulunan insan unsurunun
niteliği bu yapıların işleyiş kalitesine de doğrudan etki eder. İnsan denen
tekil varlık kendi özel istek ve arzularının gösterdiği şekilde davranmayı her
zaman ister. İnsanın doğasına dair yazılan her kaynakta insanın bencilliği,
keyfine düşkünlüğü, zenginlik ve güce olan hayranlığı, hep daha fazlasına sahip
olma hırsı mutlaka vurgulanır. İnsanın bu özelliği içinde bulunduğu her ortamda
varlığını devam ettirir. İnsanlardaki bu kişisel özellikler yönetim bilimi
konusunda çalışmış uzmanlar tarafından bireysel arzu ve istekler olarak kabul
edilmiştir. Yine yönetim bilim uzmanları kurumsal yapıların da kendileri için
belirlenmiş amaç ve hedeflerinin varlığından söz eder. En uygun dengenin
kurumların amaç ve hedefleri ile kurumlarda bulunan insanların arzu ve
istekleri arasında uyum oluşturulabildiği durumlarda ortaya çıktığını da yine
aynı çevreler tarafından kabul edilir. Gerçekten kamu hizmeti diye nitelenen
eğitim, sağlık, adalet, emniyet gibi temel kamu hizmetlerini yürütmekle görevli
kamu kurumlarında görev yapan kişilerin hemen hepsinde ve dünyanın hemen her
yerinde arzu ve isteklerinin olması kadar doğal bir şey yoktur. Bir insan
okulda öğretmen, hastanede doktor, adalet sarayında hâkim, savcı, emniyet
müdürlüğünde güvenlik görevlisi olmakla kişisel arzu ve isteklerinden
sıyrılamaz. Sıyrılmasını da beklememek gerekiyor. Bu durum ne kadar doğal ise
kamu hizmeti sunma amacı güden kurumların da var oluş amaçlarının olması da o
kadar doğaldır. Burada kurumun amaçları ile kişinin özel amaçları arasında
etkin bir dengenin oluşturulması gerekir. Bu ise o kurumların başında bulunan
yöneticilerin en başta gelen görev ve sorumluluğudur. İşte bu aşamada yönetici
makamında oturan kişilerin üzerine düşen görev ve sorumlulukların yerine
getirilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Yönetici olan kişiler de yönetici
olmakla kişilik özelliklerinden, birey olarak insani zaaflarından soyutlanmış
olmazlar. Yöneticiler de sonuçta diğer örgüt içindeki üyeler gibi insandır.
Yöneticiler yöneticisi oldukları kurumsal yapıların hareket ettiricileri olarak
diğer üyelere göre daha fazla görev ve sorumluluğa sahiptir. Onların yaptığı
işin yapılmaması tüm kurumsal işleyişi olumlu veya olumsuz etkileyecektir.
Böylesi durumda oluşturulmuş hiyerarşik yapının üzerine görev ve sorumlulukları
yerine getirip getirmeme durumu ortaya çıkmaktadır. En alttaki kurumsal yapının
görevini yapmaması bir üst basamaktaki tarafından görülüp kontrol edilir. Öyle
ise hiyerarşik yapının genel işleyişinde sorun olmadığı sürece aslında kurumsal
yapıların işleyişinde sorun olmaması gerekir.
Ülkemizde
yaşanan soruna bu yönüyle bakıldığında aslında tüm toplumsal sorunların bu
hiyerarşik işleyiş düzeninde yaşanan sorunlardan kaynaklandığı görülecektir.
Ülkemizin tarihi geçmişine, yönetim kültürüne, kurumsal işleyiş düzenine
bakıldığında merkeziyetçi bir yönetim anlayışının güçlü olduğu görülür. Amerika
gibi eyalet, federasyon sistemi ülkemizde yoktur. Böyle bir yapıyı ülkeyi
yönetenler de ülkenin varlığı, bütünlüğü açısından uygun görmemektedirler.
Ülkemiz tarihinde devlete karşı kitlesel bir başkaldırı görülmemiştir. Toplumu
oluşturan büyük çoğunluk azıcık aşım, dertsiz başım anlayışı ile kendi küçük
dünyalarında yaşamayı her dönem tercih etmişlerdir. Devletin işlerine karışma,
devlet işlerini düşünme, kafa yorma gibi bir gelenek, kültür, alışkanlık hiçbir
zaman olmamıştır. Baştaki kişi ne derse onu yapmayı her zaman toplumsal bir
alışkanlık haline getirmiştir. Bu durum devletin başındakiler için bir avantaj
olduğu kadar toplumun gelişmesi açısından dezavantajlı bir durum da
yaratmıştır. Devletin işlerine karışmama alışkanlığı devleti temsil ettiği
düşünülen kamusal yapıların işleyişine de karışmama şeklinde yansımalarla da
ortaya çıkmaktadır. Toplumu oluşturan vatandaş devlet kapısı diye nitelediği
kamu kurumlarına işi düşerse büyük oranda tedirginlik yaşar. Yetkili bir
makamın huzuruna çıkma, derdini anlatma, bir talepte bulunma bizim toplumda her
zaman itici bir davranış olarak görülmüştür. Toplumdaki bu alışkanlık devlete
ait kamu kuruluşlarında bulunan kişilerin de adeta işine gelen bir durumdur.
Vatandaş zaten gitmek istemediği bir kamu kurumundan istekte bulunmayı kendisi
için bir zûl addederken kamu kurumu çalışanları da biri gelip bir şey isterse
rahatım bozulur anlayışı ile adeta gelenlere karşı soğuk, ilgisiz, zorlaştırıcı
bir davranış sergileyince iki taraflı bir yabancılaşmanın ortaya çıktığı
görülür. Kural ve kaidelerden yeterince haberdar olmayan vatandaş zaten
tedirgin olduğu bir kurumsal yapıya işi düştüğü zaman kendisi adına bu işleri
takip edecek birilerini arar. Bu birisi vatandaşın kendisine işinin düşmesini
bir meşguliyete dönüştürünce ortaya devasa bir menfaat düzeni çıkar. Ortaya
çıkan bu menfaat düzeni adeta mevcut kamu kurumu yapılarının paralelinde yeni
bir yapı haline gelmiştir. Vatandaş işlerini takip edecek birilerini arayınca
bu işleri takip etmeyi kendine iş edinenler kendilerinin gerekliliğini sürdürme
adına mevcut yapının değişmemesi için çaba gösterir. Kamu kurumları da
kendilerinden sürekli bir şeyler isteyen farklı kişilerle muhatap olmaktansa
işleri bilen ve kılıfına uydurmada kendileriyle işbirliği yapan bu kişilerle
işbirliği yaparlar.
Kurumsal
yapıların görevlerini ne derece iyi yaptıklarının en üst iradeye bağlı bağımsız
denetim sistemleri tarafından sürekli takip edilmesi, gözden geçirilmesi,
değerlendirilmesi gerekir. Bu denetim sistemlerinin bağımsız olması önemlidir.
İşleyişte yaşanan sorunları saklamak değil ortaya çıkarmak, çözümler
geliştirmek için çalışması gerekir. Ancak en üst irade böyle güçlü bir
denetimin varlığını ister mi? Kurulmuş olan sistem en üst iradenin faydasına
hizmetler sunuyorsa bu faydanın bitmesini en üst irade istemeyebilir.
Kurumların
işleyiş düzeninin iyileştirilmesi kamu hizmetlerinin niteliğini geliştirirken
bozulması bu hizmetlerin aksamasına neden olur. Kurumsal işleyişin bozukluğu
toplum içindeki bozukluğun da daha fazla çoğalmasına neden olacaktır. Kurumsal
işleyiş düzeninin iyileştirilmesi siyasal iradenin elindedir. Siyasal irade
ehil yöneticiler atayarak kurumsal işleyişi yönlendirebilir. Güçlü ve etkin bir
denetim bu sistemin niteliğini geliştirir. Şeffaf ve bağımsız medya yaşanan
sorunları toplumda duyurursa yolsuzluk ve usulsüz işleyiş gittikçe azalacak,
bunun yerine kurallı işleyiş yaygınlaşacaktır.
Muhalifbakış izmirmuhammedali@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder