15 Nisan 2022 Cuma

Yönetme Gücünü Doğru Kullanmak

Yönetimde sistemli yaklaşım anlayışının her alanda hakim olması gerekiyor. Bu ise genel anlamda bir yönetim politikasının tüm alanlara hakim olması ile mümkün. Yönetim politikası sıradan insanın kendi başına keşfedip geliştirebileceği bir kavram değil. Kurumsal yapılar için söz konusu olup en büyük kurumsal yapı devlettir. Devlet yönetiminde böyle bir politikanın geliştirilerek en üstten en alta tüm kurumsal işleyişlere hakim kılınması gerekiyor. Kurumsal yapılarda böyle bir işleyiş sistemi kurulmadan toplumu oluşturan sıradan insanlarda benzer bir anlayışın, iş yapma kültürünün oluşturulabilmesi mümkün değildir.

Bu anlayış liderlik yapan kişilerden doğarak topluma yayılabilir. Bu anlayışın gelişmediği durumlarda çabalar kişilerle ve küçük küçük birimlerle sınırlı kalır. Kısa vadeli olur. Karşıt büyük dalgalara karşı koyabilmesi mümkün değildir.

Sistemli yönetim politikası olmayan yapılarda bütünlük yoktur. Birbirini tutmayan, birbiri ile çatışan işleyişler söz konusudur. Bir taraftan yaparken bir başka taraftan yıkıcı etki yaratan işleyişler bir arada görülür.

Eğitimde, kültür-sanatta, tarımda, ekonomide, denetimde vb. pek çok alanda politikasızlıktan yakınılıyor.

Politika, işleyiş sürecindeki yönü, hedefi, çerçeveyi, bakış açısını, adım atarken dikkat edilecek usulü gösterir. Bir bakıma önceden verilen sözdür, taahhüttür.

Toplum, dünya ve devlet işlerinde bugünden yarına neyin nasıl yürütüleceğini ön görebilmek mümkün değildir.

Önceden kararlaştırılan bir işleyiş işleticilere, karar vericilere yön göstereceği için yeni durumlara, fırsatlara göre hemen yönelme, yön değiştirme kolay olmaz.

Önceden kararlaştırılan işleyiş iş başındakilerin keyfi hareketini sınırlar. Keyfi hareketin sınırlanması işbaşındakini kayıt altına almak demektir. Oysa insan keyfi hareket etmeyi sever. Kayıt altına girmek insandaki özgürlük arzusuna da uymaz. Yöneticiler politika belirlemekle hareketleri, karar alış iradelerini kayıt altına almış olacaklarından dolayı politika belirlemeyi gönüllü olarak istemez.

Bireysel arzu, istek ve duygular özgürce hareket etmek isterken sistematik örgütsel yapılar işbirliğini, organize hareketi, planlı işleyişi gerektirir. Bu durum bireyle örgüt arasında çatışma yaratır. Çatışmanın dengeli olması her iki tarafa yarar sağlar. Birey örgüte göre daha bağımsız hareket edebildiği için her zaman daha kolay değişir. Bu dengenin sağlanabilmesi kuralların açık, anlaşılır olmasına bağlıdır.

Bu ve benzeri durumlar politikasızlığın temel gerekçelerindendir.

Toplumda her birey kendi menfaatini öncelediği durumlarda kural bireyi sınırlandırır. Aktif bireyler bu nedenle kuralları amaçlarına engel olarak görür. Oysa kural organizasyonun dengesi için şarttır.

Politikasızlık düzensizliği getirir. Düzensizlik öngörülemezliği, plansızlığı dolayısıyla keyfiliği getirir. Keyfilik ise gücü elinde tutanların işine gelen bir durumdur. Mevcut iktidar böylesi bir yapıdan yarar sağladığı için yirmi yıl boyunca bu yapıyı bozacak düzenlemeleri atmaktan her zaman kaçındı.  

Devlet başta olmak üzere tüm toplumsal kurumlarda ve yapılarda ortaya çıkan düzensizlikler güçlülerin işine gelirken güçsüzlere zarar verir. Gücün toplumun tümüne yayılmasının mümkün olmadığı durumlarda eşitsizlikler daha da büyür. Ülkemizde de bu durum açık bir şekilde yaşanmaktadır. Zincirin en zayıf halkasının tüm zincirin gücünü belirlemesi gibi aslında toplumda da gücü eline geçirenler zamanla kendileri güçlense dahi toplumun diğer kesimlerinin geri kalmasının bir sonucu olarak kendileri de zamanla güçsüzlerin yaşadığı sorunlardan olumsuz etkilenmeye başlar. Biri yer biri bakar, kıyamet orda kopar misali toplumdaki dengesizlikler hoşnutsuzlukları da çoğaltır.

Bugün ülkemizde yaşanan tamamen bu tanımlara uymaktadır. Ekonomik düzen herkesin belini bükerken iktidar girdiği çıkmazdan kurtulma çabaları içinde çırpınırken daha da batmaktadır. Yirmi yıldır oluşturulan keyfi yapı hemen her kurumu sorunlara boğulmuş hale getirmiştir. Kendine bağlı zümrelere dağıtılan rantın sonu gelmiştir. Bu saatten sonra geri dönüşün yeniden temin edilebilmesi mümkün görünmemektedir. Zira bu güne kadar oluşturulmuş sistemin tümüyle kökten değiştirilebilmesi mümkün değildir. Oluşturulan menfaat sağlama mekanizmalarından yararlanan çevrelerin bu imkanları bırakarak adil bir kaynak dağıtım sistemi kurabilmesi de mümkün değildir.

Geçmişten beri ülkede güçlünün keyfine göre oluşturulan devlet yönetim sistemi dünyada ortaya çıkan yeni gelişmelere göre dönüştürülmek yerine gücü ele geçiren farklı anlayışlar perde arkasından işleri idare etmeye, düzeni kendilerine hizmet eder halde kullanmaya çalışarak varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Bugünkü iktidar da geçmiştekilerden farklı bir davranış sergilemedi. Yüzyıllar boyu ilayı kelimetullah söylemini diline dolayan Osmanlı aslında saray çevresinin sahip olduğu imkanları kaybetmemek için çaba gösterdi. Gücü eline geçirdiğinde zulümden kaçınmazken güce karşı kaynakları paylaşarak işbirliği yapar görünüp zaman kazanmakla iktidarını sürdürmeyi uzun süre başardı. Sonunda paylaşılacak kaynaklar tükenince padişahlık gitti, Cumhuriyeti kuran Kemalist ideoloji halkın egemenliği söylemini perde olarak kullanarak perde arkasında gücü eline geçirip kaynakları kendi keyfine göre kullandı. Bunu eleştirerek iktidara talip olan muhafazakar anlayış gücü eline geçirir geçirmez aynı şekilde davranmaya başladı. Bu kez kullanılan söylem dindarlık kisvesine bürünmüştü. Bu kısır döngünün kırılabilmesi için yeni bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç var.

Yeni bir toplumsal uzlaşma sağlanabilirse yeni bir yönetim anlayışının oluşturulmasına ihtiyaç var. Devletin en tepeden aşağıya kadar yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç var. Gerçek anlamda kurumsal, sistemli bir yönetim politikası ve buna bağlı alt basamakların oluşturulması, ardından toplumsal hayatın her alanına yönelik kurallara bağlı, kurumsal, sistemli bir işleyiş düzeninin oluşturulması, işletilmesi ve toplumdaki herkesin bu kültürle yetişerek iş yapma kültürüne sahip olmasına ihtiyaç var. Bir başka deyişle devletin, toplumun, bireyin, ülkenin tümden bir dönüşüm ve değişime ihtiyacı var. Bu ise ancak toplumsal bir uzlaşma ile mümkün. Toplumsal uzlaşma sağlamak için belli ilkeler çevresinde toplanmak gerekiyor. Oysa ilke bazlı düşünme kolayca gelişebilen bir beceri ve alışkanlık değil. İlke bazlı düşünme soyut düşünmeyi gerektirir. Soyut düşünme ise okuma, yazma, düşünme, sorgulama, tartışma, uzlaşma gibi üst düzey becerileri gerektirir. Toplumun tümünün bu düzeyde bir beceriye sahip olabilmesi mümkün değil. Uzun vadede belki bu mümkün olabilir. Bu durumda topluma liderlik edecek kişilere büyük iş düşüyor. Liderlik eden kişilerin bu günkü iktidarın düştüğü yönetme hırsına kapılmaması gerekiyor. Liderlerin fedekarlık etmeleri, her şeyi kendilerine hizmet ederek yaklaşmaya çalışan küçük ve sınırlı zümrelerin eline teslim etmeden, toplumun tümünün yararına olacak şekilde paylaşımcı, şeffaf, hak temelli bir anlayışla dağıtımını sağlayacak sistemleri kurmak için çabalamaları gerekiyor. Tüm kararları tek başına almak yerine herkesin katılımını sağlamaları, kişileri güçlendirmek yerine kurumları, kuralları güçlendirmek için yetkiyi dağıtmaları, denetimi güçlendirmeyi, her alana yönelik politikaları oluşturmayı öncelemeleri gerekiyor.

 

 

Muhalifbakış                                                                                                                                                                      izmirmuhammedali@gmail.com

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...