Yönetimde sistemli yaklaşım anlayışının her alanda hakim
olması gerekiyor. Bu ise genel anlamda bir yönetim politikasının tüm alanlara
hakim olması ile mümkün. Yönetim politikası sıradan insanın kendi başına
keşfedip geliştirebileceği bir kavram değil. Kurumsal yapılar için söz konusu
olup en büyük kurumsal yapı devlettir. Devlet yönetiminde böyle bir politikanın
geliştirilerek en üstten en alta tüm kurumsal işleyişlere hakim kılınması
gerekiyor. Kurumsal yapılarda böyle bir işleyiş sistemi kurulmadan toplumu
oluşturan sıradan insanlarda benzer bir anlayışın, iş yapma kültürünün
oluşturulabilmesi mümkün değildir.
Bu anlayış liderlik yapan kişilerden doğarak topluma
yayılabilir. Bu anlayışın gelişmediği durumlarda çabalar kişilerle ve küçük
küçük birimlerle sınırlı kalır. Kısa vadeli olur. Karşıt büyük dalgalara karşı
koyabilmesi mümkün değildir.
Sistemli yönetim
politikası olmayan yapılarda bütünlük yoktur. Birbirini tutmayan, birbiri ile
çatışan işleyişler söz konusudur. Bir taraftan yaparken bir başka taraftan
yıkıcı etki yaratan işleyişler bir arada görülür.
Eğitimde,
kültür-sanatta, tarımda, ekonomide, denetimde vb. pek çok alanda
politikasızlıktan yakınılıyor.
Politika,
işleyiş sürecindeki yönü, hedefi, çerçeveyi, bakış açısını, adım atarken dikkat
edilecek usulü gösterir. Bir bakıma önceden verilen sözdür, taahhüttür.
Toplum,
dünya ve devlet işlerinde bugünden yarına neyin nasıl yürütüleceğini ön
görebilmek mümkün değildir.
Önceden
kararlaştırılan bir işleyiş işleticilere, karar vericilere yön göstereceği için
yeni durumlara, fırsatlara göre hemen yönelme, yön değiştirme kolay olmaz.
Önceden
kararlaştırılan işleyiş iş başındakilerin keyfi hareketini sınırlar. Keyfi
hareketin sınırlanması işbaşındakini kayıt altına almak demektir. Oysa insan
keyfi hareket etmeyi sever. Kayıt altına girmek insandaki özgürlük arzusuna da
uymaz. Yöneticiler politika belirlemekle hareketleri, karar alış iradelerini
kayıt altına almış olacaklarından dolayı politika belirlemeyi gönüllü olarak
istemez.
Bireysel
arzu, istek ve duygular özgürce hareket etmek isterken sistematik örgütsel
yapılar işbirliğini, organize hareketi, planlı işleyişi gerektirir. Bu durum
bireyle örgüt arasında çatışma yaratır. Çatışmanın dengeli olması her iki
tarafa yarar sağlar. Birey örgüte göre daha bağımsız hareket edebildiği için
her zaman daha kolay değişir. Bu dengenin sağlanabilmesi kuralların açık,
anlaşılır olmasına bağlıdır.
Bu ve
benzeri durumlar politikasızlığın temel gerekçelerindendir.
Toplumda
her birey kendi menfaatini öncelediği durumlarda kural bireyi sınırlandırır.
Aktif bireyler bu nedenle kuralları amaçlarına engel olarak görür. Oysa kural
organizasyonun dengesi için şarttır.
Politikasızlık düzensizliği getirir. Düzensizlik
öngörülemezliği, plansızlığı dolayısıyla keyfiliği getirir. Keyfilik ise gücü
elinde tutanların işine gelen bir durumdur. Mevcut iktidar böylesi bir yapıdan
yarar sağladığı için yirmi yıl boyunca bu yapıyı bozacak düzenlemeleri atmaktan
her zaman kaçındı.
Devlet başta olmak üzere tüm toplumsal kurumlarda ve yapılarda
ortaya çıkan düzensizlikler güçlülerin işine gelirken güçsüzlere zarar verir.
Gücün toplumun tümüne yayılmasının mümkün olmadığı durumlarda eşitsizlikler
daha da büyür. Ülkemizde de bu durum açık bir şekilde yaşanmaktadır. Zincirin
en zayıf halkasının tüm zincirin gücünü belirlemesi gibi aslında toplumda da
gücü eline geçirenler zamanla kendileri güçlense dahi toplumun diğer
kesimlerinin geri kalmasının bir sonucu olarak kendileri de zamanla güçsüzlerin
yaşadığı sorunlardan olumsuz etkilenmeye başlar. Biri yer biri bakar, kıyamet
orda kopar misali toplumdaki dengesizlikler hoşnutsuzlukları da çoğaltır.
Bugün ülkemizde yaşanan tamamen bu tanımlara uymaktadır.
Ekonomik düzen herkesin belini bükerken iktidar girdiği çıkmazdan kurtulma
çabaları içinde çırpınırken daha da batmaktadır. Yirmi yıldır oluşturulan keyfi
yapı hemen her kurumu sorunlara boğulmuş hale getirmiştir. Kendine bağlı
zümrelere dağıtılan rantın sonu gelmiştir. Bu saatten sonra geri dönüşün
yeniden temin edilebilmesi mümkün görünmemektedir. Zira bu güne kadar
oluşturulmuş sistemin tümüyle kökten değiştirilebilmesi mümkün değildir. Oluşturulan
menfaat sağlama mekanizmalarından yararlanan çevrelerin bu imkanları bırakarak
adil bir kaynak dağıtım sistemi kurabilmesi de mümkün değildir.
Geçmişten beri ülkede güçlünün keyfine göre oluşturulan
devlet yönetim sistemi dünyada ortaya çıkan yeni gelişmelere göre dönüştürülmek
yerine gücü ele geçiren farklı anlayışlar perde arkasından işleri idare etmeye,
düzeni kendilerine hizmet eder halde kullanmaya çalışarak varlıklarını
sürdürmeye devam ettiler. Bugünkü iktidar da geçmiştekilerden farklı bir
davranış sergilemedi. Yüzyıllar boyu ilayı kelimetullah söylemini diline
dolayan Osmanlı aslında saray çevresinin sahip olduğu imkanları kaybetmemek
için çaba gösterdi. Gücü eline geçirdiğinde zulümden kaçınmazken güce karşı kaynakları
paylaşarak işbirliği yapar görünüp zaman kazanmakla iktidarını sürdürmeyi uzun
süre başardı. Sonunda paylaşılacak kaynaklar tükenince padişahlık gitti,
Cumhuriyeti kuran Kemalist ideoloji halkın egemenliği söylemini perde olarak
kullanarak perde arkasında gücü eline geçirip kaynakları kendi keyfine göre
kullandı. Bunu eleştirerek iktidara talip olan muhafazakar anlayış gücü eline
geçirir geçirmez aynı şekilde davranmaya başladı. Bu kez kullanılan söylem
dindarlık kisvesine bürünmüştü. Bu kısır döngünün kırılabilmesi için yeni bir
toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç var.
Yeni bir toplumsal uzlaşma sağlanabilirse yeni bir yönetim
anlayışının oluşturulmasına ihtiyaç var. Devletin en tepeden aşağıya kadar
yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç var. Gerçek anlamda kurumsal, sistemli bir
yönetim politikası ve buna bağlı alt basamakların oluşturulması, ardından
toplumsal hayatın her alanına yönelik kurallara bağlı, kurumsal, sistemli bir
işleyiş düzeninin oluşturulması, işletilmesi ve toplumdaki herkesin bu kültürle
yetişerek iş yapma kültürüne sahip olmasına ihtiyaç var. Bir başka deyişle
devletin, toplumun, bireyin, ülkenin tümden bir dönüşüm ve değişime ihtiyacı
var. Bu ise ancak toplumsal bir uzlaşma ile mümkün. Toplumsal uzlaşma sağlamak
için belli ilkeler çevresinde toplanmak gerekiyor. Oysa ilke bazlı düşünme
kolayca gelişebilen bir beceri ve alışkanlık değil. İlke bazlı düşünme soyut
düşünmeyi gerektirir. Soyut düşünme ise okuma, yazma, düşünme, sorgulama,
tartışma, uzlaşma gibi üst düzey becerileri gerektirir. Toplumun tümünün bu
düzeyde bir beceriye sahip olabilmesi mümkün değil. Uzun vadede belki bu mümkün
olabilir. Bu durumda topluma liderlik edecek kişilere büyük iş düşüyor. Liderlik
eden kişilerin bu günkü iktidarın düştüğü yönetme hırsına kapılmaması
gerekiyor. Liderlerin fedekarlık etmeleri, her şeyi kendilerine hizmet ederek
yaklaşmaya çalışan küçük ve sınırlı zümrelerin eline teslim etmeden, toplumun
tümünün yararına olacak şekilde paylaşımcı, şeffaf, hak temelli bir anlayışla
dağıtımını sağlayacak sistemleri kurmak için çabalamaları gerekiyor. Tüm
kararları tek başına almak yerine herkesin katılımını sağlamaları, kişileri
güçlendirmek yerine kurumları, kuralları güçlendirmek için yetkiyi dağıtmaları,
denetimi güçlendirmeyi, her alana yönelik politikaları oluşturmayı öncelemeleri
gerekiyor.
Muhalifbakış izmirmuhammedali@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder