Çağdaş
devletlerin özellikleri ile ilgili akademik çalışmalar mutlaka vardır. Bununla
birlikte hangi ülkenin çağdaş hangi ülkenin çağdışı olduğunu belirleyen tek bir
kriter bulmak zor. Uluslararası kuruluşların kendilerince geliştirdikleri
kriterlere göre ülkeler gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmemiş gibi
kategorilere ayrıldığı görülüyor. Gelişmiş ülkeler genel olarak çağdaş
devletler diye nitelenebilir. Bu tür ülkelerin özelliklerine bakınca ekonomik,
sosyal, kültürel, teknolojik, hukuki, siyasal ve çevresel olarak toplumların
iyi yaşama şartlarına sahip olduğu görülür. Gelişmişlik itibariyle sorunlu olan
ülkelerde ise ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik, hukuki ve siyasal sorunların
yoğun olduğu görülmektedir. Bizim ülkemiz bu kategorik gruplamada gelişmekte
olan ülkelerin içinde bulunduğu kabul ediliyor. Ülkemizde hemen her alanda
önemli sorunların varlığı iç ve dış otoriteler tarafından sürekli dile
getirilmektedir. Siyasi iktidar bu değerlendirmeleri açık bir şekilde kabul
etmemekle birlikte en azından sorunların varlığını kabul etmek zorunda
kalmaktadır.
Ekonomik sorunlara
yönelik göstergeler her akşam televizyonlardaki tartışma programlarında dile
getiriliyor. Yüksek enflasyon, paranın değersizliği, yüksek dolaylı vergiler,
ekonomide var olan yapısal ve sistemsel sorunlar, işsizlik oranlarının yüksekliği,
dış bağımlılık alanlarının çokluğu, iç üretimdeki verimsizlik, tarım ve
hayvancılıkta yaşanan plansızlıklar, günlük hayatın pahalılığına karşın
gelirlerdeki düşüklük, kayıt dışı ekonomi, haksız vergi uygulamaları, sürekli
uygulanan vergi afları, kişi başı düşen gelirin düşüklüğü, makro ve mikro
düzeydeki ekonomik sorunların başlıcaları olarak herkes tarafından kabul
ediliyor.
Sosyal sorunlar
başlığında dile getirilebilecek sorunlar da yine aynı şekilde ekonomik sorunlarla
atbaşı gidiyor denebilir. Zengin-fakir arasındaki uçurum, ülkede yaşayan farklı
sınıflar arasındaki uyumda yaşanan sorunlar, düzensiz iç göç, şehirlerde
görülen düzensiz şehirleşme, Türk-Kürt sorunu, roman vatandaşlara yönelik
toplumda var olan sorunlu bakış, eğitim sistemindeki sorunların devasa
boyutları tümüyle sosyal ve ekonomik sorunlarla iç içe geçmiş durumda. Nüfus
artış hızına yönelik gidişat, evlenme-boşanma oranları, televizyonlara yansıyan
haber konuları, televizyon programlarının niteliğine dair dile getirilen
eleştiriler hep sosyal sorunlar başlığı altında ele alınabilir.
Teknoloji
alanında ekonomik gelişmişlik sorunların niteliğini de doğrudan etkiliyor.
Ülkemiz teknolojik olarak dünyadaki gelişmeleri son tüketici düzeyinde takip
etmeye çalışıyor. Ekonomik imkanı olan sınıflar dünyadaki gelişmelere göre
gelişen teknolojiye kolayca ulaşabiliyor. Teknolojik olarak tüketici bir toplum
yapımız var. Yeni teknolojiler geliştirmek yerine geliştirilmiş teknolojileri
tüketmekle yetiniyoruz. Bu durum ülkemizi gelişmiş ülke kategorisine
katılmasını engelliyor. Teknoloji üretimi yerine üretilen teknolojiyi kullanma
sadece tercihle ilgili değil. İmkan ve alt yapının geliştirilememiş olması
teknoloji üreticisi haline gelmenin önündeki önemli engellerden.
Hukuki alanda
yaşanan sorunlar denilince akla ülke çapında geçerli ve kullanılır bir hukuk
sisteminin varlık veya yokluğunu akla getiriyor. Ülkemizde önemli güvenlik
sorunlarının olduğu kesin. Hukuk kurallarının etkin bir şekilde hayata
geçtiğini söylemek de yine zor. Yargı sisteminin içinde bulunduğu sorunlar
hukuk alanındaki sorunları da gösteriyor. Yargı sistemine güven toplum nezdinde
oldukça düşük. Herkes mahkemelere düşenin Allah yardımcısı olsun anlayışında.
Yıllar yılı bitmeyen mahkemelerdeki işlemler zaman aşımına uğruyor.
Mahkemelerle yüz yüze gelip de gerçek anlamda adalet duygusunun tatmin
edildiğini söyleyen kişi yok denecek kadar az. Hukuk kuralları güçlülere hizmet
ediyor anlayışı genel kabul görmüş bir kanaat. Kural ve kaidelerin sorunsuz ve
uzun süre uygulanabildiğini söylemek imkansız. Kişilere ve duruma göre uygulanan
hukuk kuralları sürekli ve hızlıca değişiyor. Kuralları yapan yasama
makamlarında yer alanlar kendi iradeleri ile veya millet yararını gözeterek
hareket etmek yerine kendilerini bu makamlara getiren kişilerin iradesine teslim
olmuş durumdalar. Kural ve kaideler gücü eline geçirenlerin iradesine göre
eğilip bükülüyor. Suç ve suçluluk kavramı tarafsız yargı organlarınca
kullanılan kavramlar olmaktan uzaklaşmış durumda. Siyasal aktörlerin istek ve
arzularına göre hareket eden bir yargı sisteminin varlığından şikayet
etmeyenler sadece bu sistemden yararlananlar. Sistemi kendi yararına işletenler
işleyişe söz söyletmiyor.
Çevresel
sorunlar başlığı altında çarpık şehirleşme, kirlilik, trafik, ulaşım ve göç
gibi sorunlar sayılabilir. Bu alanda ülke adeta dünya şampiyonluğuna oynuyor.
Marmara’daki müsilaj sorunu, şehirlerin içinden akan dere ve nehirlerdeki
kimyasal atıklar, ranta dayalı yapılaşma, en üst siyasal figürlerin itirafları
arasına girmiş şehirlere ihanet uygulamaları, İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa
gibi şehirlerin içinde bulunduğu pek çok sorunlar bu alanda fazla söze yer
bırakmıyor.
Sorunları
ekonomik, sosyal, siyasal ve benzeri isimlerle nitelendirmek kategorik bir
sınıflama kolaylığı sağlamakla birlikte hepsi birbiri ile ilişkili bulunuyor.
Bu tür sorunları tek tek sayabilmek kolay olmadığı gibi tek bir yazının
sınırları içine de sığmayacaktır. Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde ülkemiz
tam bir geri kalmışlık örneği olarak ortaya çıkıyor. Şimdi ülkeyi yönettiğini
iddia eden irade yabancı nüfusunun aldığı şekle dair bir düzenleme yapacağını
söylüyor. Suriye sorunu 2011 yılında ortaya çıktı. Suriyeliler on yılı aşan bir
süredir ülkenin her tarafına ellerini kollarını sallaya sallaya dağılmış
durumdalar. Beş milyonu aşmış Suriyeli nüfusunu şimdi hangi kural ve kaide ile
düzen altına alabileceklerini sanıyorlar anlamak mümkün değil. Kendi insanının
kaydını dahi tutamayan bir işleyiş sisteminde ülkenin her yerine dağılmış
Suriyelilerin peşine düşerek etkin bir sonuç alınabileceğini iddia etmek için
ülke gerçeklerine gözlerini kapamak gerekiyor. On yılı aşan bir zamandır
ülkenin okullarında dahi Suriyelilerin gettolaşmasını engellemek, onları bu
ülkenin kültürüne, kuralına uygun bir yaşama şekli alışkanlığı kazandırma endişesi
taşımayan bir anlayışın şimdi söylediklerine inanabilmek çok zor görünüyor. Suriyelilere
yönelik on altı ilde önlemler alınacağı iddia ediliyor. İstanbul-Fatih, Bursa-Çarşamba,
Konya-Şemsi Tebrizi, İzmir-Basmane gibi daha pek çok şehirlerdeki Suriyeli
nüfusunun yoğunlaştığı yerlerde belki Türk nüfus nüfusun yüzde yirmibeşi oranında
kalmıştır. Kilis, Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep, Adana gibi illeri düşünmek
istemiyorum. Savaşta yaşanabilecek zulümlerden kaçarak ülkemize gelen
Suriyeliler zaman içinde bu ülkenin parçası haline geldiler. Bayramlarda
bayramlaşma için kendi ülkesine gidip sonra Türkiye’ye dönüş yapan Suriyeliler
için bu güne kadar bir politika üretmeyi düşünmeyen ülke yöneticilerinin bugün politika
üretmeyi akıl etmelerini anlamak zor. Başta Almanya olmak üzere gelişmiş Avrupa
bu konuda bize yeterince örnek olamadı. Gelen yabancılara bayram için ülkene
gidebiliyorsan artık senin sığınmaya ihtiyacın kalmamıştır diyerek kapılarını
yabancılara kapatan bir ülke gerçek anlamda yabancı sığınmacı politikasına
sahiptir denebilir. Yeni programla yapılmak istenen yaklaşan seçimler nedeniyle
ülke çapında Suriyelilere karşı toplumda var olan olumsuz duygu ve düşüncelerin
yönetilmeye çalışılmasından başka bir şey değil.
Ülkeyi
yönetenler ülkenin gelişmiş, çağdaş bir ülke yapacaklarını iddia ediyorlarsa
öncelikle yaşanan yönetim sorunlarına odaklanması gerekiyor. Yönetim sorunları
çözülmeden bu ülkede hiçbir sorun çözülemez. Yönetim sorununun çözülebilmesi
ise önce yönetim anlayışının değiştirilmesi ile başlar. Oysa mevcut yönetim
anlayışının yakın zamanda değişeceğini iddia etmek ülke gerçeklerine uymuyor. Yirmi
yılı aşan iktidar tecrübesinin bu saatten sonra yönetim anlayışını
değiştirebileceğini söylemek için çok geç kalınmıştır. Şu andan itibaren
yönetim anlayışın değiştirilebileceğini ve bundan sonuç alınabileceğini iddia
etmek hayatın geriye doğru işlemesi kadar imkansız bir durum. Mevcut yönetim iktidara
geldiği andan itibaren o güne kadar oluşmuş yönetim kültürünü değiştirmek
yerine kendine hizmet eden bir yapıya dönüştürmeyi tercih etti.
Yönetimdekilerle işbirliği içinde oluşturulan yapı menfaat gruplarından oluşan
çevreler oluşturdu. Bu menfaat grupları yönetenlerle işbirliği içinde
kendilerine hizmet eden bir işleyiş düzeni kurdular. Yönetim anlayışının
değişmesi demek bu işleyiş düzenini, menfaat gruplarını, işbirliği içinde
işleyen sistemi bozmayı gerektirir. Buna hiç kimse gönüllü bir şekilde rıza
göstermez. Bu anlayışın yirmi yıla yakın zaman içinde oluşturduğu bu işleyiş
düzeninin kolaylıkla değişeceğini düşünmek dünya gerçeklerine uymamaktadır.
Mevcut işleyişin
değişmesi için köklü siyasal, ekonomik, bürokratik, sosyal düzenlemelerin,
yapılanmaların oluşturulması gerekir. Bu ise mevcut iktidar ve destekçileri
tarafından yapılamaz. Yepyeni bir ekip, anlayış, bakış açısı ve işleyiş
düzenine ihtiyaç bulunmaktadır. Toplumun bu yeniliği ortaya çıkarabilmesi kısa
sürede mümkün görünmüyor. Yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal, bürokratik
sorunlar toplumu bu yeniliğe zorlayabilir. O zamana kadar sorunlarla terbiye
edilmeye devam edeceğiz.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder