16 Ocak 2022 Pazar

Üretim ve İstihdama Dayalı Ekonomi Mümkün mü?

Osmanlı’nın duraklama dönemlerinden itibaren Avrupalı elçiler İstanbul’da güçlü bir şekilde işleyişe müdahil olmaya başladılar. Önceleri kendi vatandaşlarının işlerini takip edip kolaylaştırırken zamanla korumaları altına aldıkları azınlıklarla ilgili işlere yöneldiler. Yabancı elçilerin bu müdahaleleri sonucu devleti yönetenler elçileri rahatsız edebilecek karar ve uygulamalardan uzak durmaya başladılar. Müdahale edilen konulara bakılınca devleti yönetme, devlet adına iş görme gücüne/yetkisine sahip olanların ticaret veya diğer nedenlerle ülkeye gelen yabancılardan keyfi olarak maddi taleplerde bulunmaları olduğu görülür.

Devleti yönetenler yabancılara ticaret yapmaları için çeşitli imtiyazlar, haklar ve kolaylıklar sağlamış ki bunlara tarihimizde kapitülasyonlar deniyor. Devleti yönetenler bu kapitülasyonları siyasal, ekonomik veya bir başka nedenden dolayı vererek kendi ülkesindekilere de bir takım faydalar sağlamayı düşünmüş olabilir. Bir yönüyle iki taraflı bir fayda söz konusu edilerek verilen bu kolaylıklardan yararlanmayı düşünen yabancılar Osmanlı topraklarına gelmişler. Burada her tür ticari faaliyette bulunmuşlar. Zamanla bu faaliyetler ticari sınırları aşıp siyasal, kültürel alanlara da yayılmıştır. Ticari faaliyet çerçevesinde yürütülen faaliyetler de alış verişe gelen yabancılardan yerli devlet adamları genel işleyiş dışında ücretler, menfaatler edinmenin yollarını aramış ve buldukları her fırsatta bu yolu sonuna kadar kullanmışlar.

Bu uygulama zamanla keyfiliğin alışkanlık haline dönüşmesine yol açmış. Bugünlerde memurum işini bilir söyleminin kökleri tarihteki o dönemlere uzanıyor. Ülkeye ticari menfaatlerinin peşinde koşarak gelen yabancı tüccarlar devlet adına iş gördüğü söylenen kişilere önceleri küçük menfaatler sağlamayı önemsememiş olabilir. Ancak zamanla sistematik hale gelen bu durum karşısında bağlı olduğu ülkesinin temsilcilerine şikayetlere başladıkları açık. Tarihi belgelerde bu konularda sayısız kanıtlar görmek mümkün.

Aslında Osmanlı’nın ekonomik hayatı savaş, ganimet temelliydi. Güçlü olduğu dönemlerde gelirlerdeki artış sürekli fetih hareketleri ile sağlanabiliyordu. İla-yı Kelimetullah nitelemesi de bu harekete dini bir saik oluşturuyordu. Ancak bu sürdürülebilir bir işleyiş sistemi değildi. Nitekim belirli bir aşamadan sonra güç yetmemeye başladı. Devleti yönetenler sürdürülebilir çözümler getirmeyince/getiremeyince sistem kendi kendini tüketmeye başladı. Genişlemede görülen hızla daralma/küçülme yaşandı.

Yönetme erkine sahip olan zümre gücü neye yetiyorsa ona göre hareket etmek zorunda kaldı. Aslında Osmanlı tarihi ve günümüz hayatında geçerli olan şey hemen her zaman güç idi. Hamasi nutuklara geçen Osmanlının hak ve adalet temsilciliği söylemleri laftan öte anlamı olmayan şeyler.

Savaşla gelir elde edebilenler zenginliklerini artırırken savaşa gidemeyip de yönetim erkinin yetkisini kullanabilme imkanına sahip olanlar da ellerine geçirdikleri yabancı tüccarlardan veya diğer azınlık/gayri Müslimlerden gelir elde etme yoluna gittiler. Osmanlı’nın ticareti ise bu grupların elinde dönüyordu. Sıradan vatandaş, Anadolu insanı ise yüzyıllardır yaptığı gibi tarım, ziraat ve hayvancılık peşinde koşarak ama güya ülkenin gerçek sahipleriymiş zannıyla hamaset nutuklarıyla veya geçici dünya çerçeveli dini söylemlerle ömür sermayelerini tüketiyorlardı. Rızkın onda dokuzu ticarettedir söylemini hayat düsturu yapmış bir peygamberin ümmeti olduğunu iddia eden bir toplumda ilayı kelimetullahı devletine düstur edindiğini iddia eden bir devlette ticaretin yabancılar ve gayrimüslim azınlıklara teslim edilmesi gerçeğini görünce bu toplum ve devletin İslami bir hayat yaşadığını, İslam’ın bayraktarlığını yaptığını iddia etmek hiç de gerçekçi değil.

Gücünü kaybeden devlet ganimetten yoksun kalınca savaşlardaki başarı da sona erdi. Yönetici zümre de artık yabancı tüccarı sömüremez hale geldi. Gücün kullanılabileceği zümreler olarak gayrimüslim azınlıklara yönelindi. Fakat onlar da kendilerine yabancı himaye darlar buldu. Bu himaye darlar eliyle herkes kendi devletini kurmaya başladı. Devleti yönetenler için kala kala kendi vatandaşı kaldı.

Geçmişte kendi vatandaşını korumak amacıyla kurulan yabancı devlet elçilerinin müdahale sistemi bugün ülkeyi yönetenlere karşı yine aynı canlılığını koruyor. Cumhurbaşkanı yabancı ülke elçilerini toplayıp konuşmalar yapıyor. Onlara kendini ve ülkesinin geleceğine dair planlarını anlatıyor. Bu yolla ülkenin ihtiyaç duyduğu finansal sermayeyi çekmeye gayret ediyor.

Üretim, istihdam odaklı bir ekonomik sistem kurma söylemleri bu topraklarda gerçeklikle bağdaşmıyor. Zira hiçbir zaman devleti yönetenlerde böyle bir anlayış olmadı. Var olan ekonomik sistem ganimete dayalı bir sistemdi. Bugün iktidarda bulunanlarda da bu anlayış aynen devam ediyor. Bugün ganimete dayalı bir sistemin somut olarak işlemesi mümkün değil. Geçmişte ganimete dayalı diye nitelenen sistem bugün ranta dayalı sistem olarak adlandırılabilir. Bu iktidar da ranta dayalı sistemi sonuna kadar işletti. Osmanlı nasıl yıkılışla sona erdiyse bugün de ekonomik sistem çöküşe doğru gidiyor. Ganimete dayalı sistemde yabancı elçiler kendi vatandaşlarının haklarını korudular. Gayrimüslim azınlıklar himaye darları aracılığıyla kendilerini kurtardılar. Ranta dayalı bugünkü sistem de bu ülkenin yerli zenginleri de bir şekilde kendini koruyor. Yerli zenginlerin kendini korumasına örnek; kamu özel işbirliğinde yapılan dolara endeksli yol, köprü, hastane, havaalanı yatırımları, ihalelerin belli kişi ve anlayışlara verilmesi, mülakatlarla korunan yandaşlar. Zenginliği maddi bir değer olarak görmemek gerekir. Mevki ve makam dağıtımı, huzur hakkı geliri adı altında dağıtılan maaşlar, iki yıl milletvekilliğine verilen emeklilik hakları diye başlayıp mülakat sınavlarıyla ortaya çıkan kayırmacılık, siyasi partiden alınan referansın açtığı kapılar hep birer avantaj. Taraftarını koruma, kayırma teşebbüsü ayrıcalıklı sınıfları gösteriyor. Tüm bunları yapan ise dindarlığı ağzından düşürmeyen bir iktidar.

Sıradan vatandaşa ise zamlara, hayat pahalılığına, fakirliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, yasaklara katlanmak kalıyor. Ömür sermayesi bu gün bu şekilde tüketiliyor. Hamasi nutuklar bugün de aynı. Dış düşmanlar bize diz çöktüremeyecek, en gelişmiş ilk on ülke arasına gireceğiz, 2053/2071 vizyonu, nas var nas, nas ne diyorsa o, dindar nesil, Kur’an eğitimine engel olunamaz, Ayasofya, falan filan; hep laf-u güzaf.

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...