Osmanlı’nın
duraklama dönemlerinden itibaren Avrupalı elçiler İstanbul’da güçlü bir şekilde
işleyişe müdahil olmaya başladılar. Önceleri kendi vatandaşlarının işlerini
takip edip kolaylaştırırken zamanla korumaları altına aldıkları azınlıklarla
ilgili işlere yöneldiler. Yabancı elçilerin bu müdahaleleri sonucu devleti
yönetenler elçileri rahatsız edebilecek karar ve uygulamalardan uzak durmaya
başladılar. Müdahale edilen konulara bakılınca devleti yönetme, devlet adına iş
görme gücüne/yetkisine sahip olanların ticaret veya diğer nedenlerle ülkeye
gelen yabancılardan keyfi olarak maddi taleplerde bulunmaları olduğu görülür.
Devleti
yönetenler yabancılara ticaret yapmaları için çeşitli imtiyazlar, haklar ve kolaylıklar
sağlamış ki bunlara tarihimizde kapitülasyonlar deniyor. Devleti yönetenler bu
kapitülasyonları siyasal, ekonomik veya bir başka nedenden dolayı vererek kendi
ülkesindekilere de bir takım faydalar sağlamayı düşünmüş olabilir. Bir yönüyle
iki taraflı bir fayda söz konusu edilerek verilen bu kolaylıklardan
yararlanmayı düşünen yabancılar Osmanlı topraklarına gelmişler. Burada her tür
ticari faaliyette bulunmuşlar. Zamanla bu faaliyetler ticari sınırları aşıp
siyasal, kültürel alanlara da yayılmıştır. Ticari faaliyet çerçevesinde
yürütülen faaliyetler de alış verişe gelen yabancılardan yerli devlet adamları
genel işleyiş dışında ücretler, menfaatler edinmenin yollarını aramış ve
buldukları her fırsatta bu yolu sonuna kadar kullanmışlar.
Bu uygulama zamanla
keyfiliğin alışkanlık haline dönüşmesine yol açmış. Bugünlerde memurum işini
bilir söyleminin kökleri tarihteki o dönemlere uzanıyor. Ülkeye ticari
menfaatlerinin peşinde koşarak gelen yabancı tüccarlar devlet adına iş gördüğü
söylenen kişilere önceleri küçük menfaatler sağlamayı önemsememiş olabilir.
Ancak zamanla sistematik hale gelen bu durum karşısında bağlı olduğu ülkesinin
temsilcilerine şikayetlere başladıkları açık. Tarihi belgelerde bu konularda
sayısız kanıtlar görmek mümkün.
Aslında Osmanlı’nın
ekonomik hayatı savaş, ganimet temelliydi. Güçlü olduğu dönemlerde gelirlerdeki
artış sürekli fetih hareketleri ile sağlanabiliyordu. İla-yı Kelimetullah
nitelemesi de bu harekete dini bir saik oluşturuyordu. Ancak bu sürdürülebilir
bir işleyiş sistemi değildi. Nitekim belirli bir aşamadan sonra güç yetmemeye
başladı. Devleti yönetenler sürdürülebilir çözümler getirmeyince/getiremeyince
sistem kendi kendini tüketmeye başladı. Genişlemede görülen hızla
daralma/küçülme yaşandı.
Yönetme erkine
sahip olan zümre gücü neye yetiyorsa ona göre hareket etmek zorunda kaldı.
Aslında Osmanlı tarihi ve günümüz hayatında geçerli olan şey hemen her zaman
güç idi. Hamasi nutuklara geçen Osmanlının hak ve adalet temsilciliği
söylemleri laftan öte anlamı olmayan şeyler.
Savaşla gelir
elde edebilenler zenginliklerini artırırken savaşa gidemeyip de yönetim erkinin
yetkisini kullanabilme imkanına sahip olanlar da ellerine geçirdikleri yabancı
tüccarlardan veya diğer azınlık/gayri Müslimlerden gelir elde etme yoluna gittiler.
Osmanlı’nın ticareti ise bu grupların elinde dönüyordu. Sıradan vatandaş,
Anadolu insanı ise yüzyıllardır yaptığı gibi tarım, ziraat ve hayvancılık
peşinde koşarak ama güya ülkenin gerçek sahipleriymiş zannıyla hamaset
nutuklarıyla veya geçici dünya çerçeveli dini söylemlerle ömür sermayelerini
tüketiyorlardı. Rızkın onda dokuzu ticarettedir söylemini hayat düsturu yapmış
bir peygamberin ümmeti olduğunu iddia eden bir toplumda ilayı kelimetullahı
devletine düstur edindiğini iddia eden bir devlette ticaretin yabancılar ve
gayrimüslim azınlıklara teslim edilmesi gerçeğini görünce bu toplum ve devletin
İslami bir hayat yaşadığını, İslam’ın bayraktarlığını yaptığını iddia etmek hiç
de gerçekçi değil.
Gücünü kaybeden
devlet ganimetten yoksun kalınca savaşlardaki başarı da sona erdi. Yönetici
zümre de artık yabancı tüccarı sömüremez hale geldi. Gücün kullanılabileceği
zümreler olarak gayrimüslim azınlıklara yönelindi. Fakat onlar da kendilerine
yabancı himaye darlar buldu. Bu himaye darlar eliyle herkes kendi devletini
kurmaya başladı. Devleti yönetenler için kala kala kendi vatandaşı kaldı.
Geçmişte kendi
vatandaşını korumak amacıyla kurulan yabancı devlet elçilerinin müdahale
sistemi bugün ülkeyi yönetenlere karşı yine aynı canlılığını koruyor.
Cumhurbaşkanı yabancı ülke elçilerini toplayıp konuşmalar yapıyor. Onlara
kendini ve ülkesinin geleceğine dair planlarını anlatıyor. Bu yolla ülkenin
ihtiyaç duyduğu finansal sermayeyi çekmeye gayret ediyor.
Üretim, istihdam
odaklı bir ekonomik sistem kurma söylemleri bu topraklarda gerçeklikle
bağdaşmıyor. Zira hiçbir zaman devleti yönetenlerde böyle bir anlayış olmadı.
Var olan ekonomik sistem ganimete dayalı bir sistemdi. Bugün iktidarda
bulunanlarda da bu anlayış aynen devam ediyor. Bugün ganimete dayalı bir sistemin
somut olarak işlemesi mümkün değil. Geçmişte ganimete dayalı diye nitelenen
sistem bugün ranta dayalı sistem olarak adlandırılabilir. Bu iktidar da ranta
dayalı sistemi sonuna kadar işletti. Osmanlı nasıl yıkılışla sona erdiyse bugün
de ekonomik sistem çöküşe doğru gidiyor. Ganimete dayalı sistemde yabancı
elçiler kendi vatandaşlarının haklarını korudular. Gayrimüslim azınlıklar
himaye darları aracılığıyla kendilerini kurtardılar. Ranta dayalı bugünkü
sistem de bu ülkenin yerli zenginleri de bir şekilde kendini koruyor. Yerli
zenginlerin kendini korumasına örnek; kamu özel işbirliğinde yapılan dolara
endeksli yol, köprü, hastane, havaalanı yatırımları, ihalelerin belli kişi ve
anlayışlara verilmesi, mülakatlarla korunan yandaşlar. Zenginliği maddi bir değer
olarak görmemek gerekir. Mevki ve makam dağıtımı, huzur hakkı geliri adı
altında dağıtılan maaşlar, iki yıl milletvekilliğine verilen emeklilik hakları
diye başlayıp mülakat sınavlarıyla ortaya çıkan kayırmacılık, siyasi partiden
alınan referansın açtığı kapılar hep birer avantaj. Taraftarını koruma, kayırma
teşebbüsü ayrıcalıklı sınıfları gösteriyor. Tüm bunları yapan ise dindarlığı
ağzından düşürmeyen bir iktidar.
Sıradan
vatandaşa ise zamlara, hayat pahalılığına, fakirliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa,
yasaklara katlanmak kalıyor. Ömür sermayesi bu gün bu şekilde tüketiliyor.
Hamasi nutuklar bugün de aynı. Dış düşmanlar bize diz çöktüremeyecek, en
gelişmiş ilk on ülke arasına gireceğiz, 2053/2071 vizyonu, nas var nas, nas ne
diyorsa o, dindar nesil, Kur’an eğitimine engel olunamaz, Ayasofya, falan
filan; hep laf-u güzaf.
Muhalifbakış