Din konusu ülkemizde en fazla değer gösterilen
değerlerden birisi. Ülkede toplumun büyük çoğunluğu dini konulara karşı bir
saygı çerçevesinde yaklaşır. Toplumu sosyal, kültürel, siyasal, tarihi ve daha
birçok farklı yönden inceleyen uzman düzeyindeki hemen herkes bir şekilde
toplumda var olan dini duyarlılık üzerinde durmak zorundadır. Bu zorunluluğa
bakınca toplumun çok dindar olduğu düşünülebilir. Siyasetle uğraşanlar toplumun
dindarlık algısı üzerinde çok daha fazla hassasiyet gösterdiklerini vurgulamaya
özen gösterirler. Aslında toplumun dini değerlere gösterdiği hassasiyetle
dindarlık arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylemek zordur. Toplumda din
konusunda bilgi düzeyine ilişkin yapılan pek çok araştırma ve incelemede dini
bilgi düzeyinin oldukça düşük olduğuna dair bulguların sayısı hiç de az değildir.
Tersine bilgisizlik alabildiğine had safhadadır. Toplumda dini değerlere saygı
bilgiden kaynaklanmamaktadır. Dini duygunun özünde var olan bilinmeyene,
görülmeyene karşı bir korku, çaresizlik, güçsüzlük duygusuna karşın yüce
yaratıcıya sığınma duygusunun verdiği psikolojik bir boyut olduğu kadar toplumu
oluşturan kitlenin sahip olduğu devasa gücü arkada hissetmek amaçlı dindarlık
duygusunun ön plana çıkarılması dini değerlere gösterilen saygı ve hassasiyetin
bir gerekçesidir dense yanlış olmaz. Aslında dini değerlere karşı gösterilen
hassasiyet genel anlamda söylem düzeyinden ileri gitmez.
Bu bilgisizlik düzeyi bugün ortaya çıkmış bir
durum değildir. Bugün yüceltilen Osmanlı’da da durum bugünden farksızdı. Hatta
o dönemde çok daha fazla idi. Devasa camiler, ilayı kelimetullah ideolojisi
görüntü, söylem ve toplumu gütmede bir araç olmaktan öte bir anlam ifade
etmiyordu dense yanlış bir yargı olmaz. Bugün geçmişe bakıldığında hangi özgün
ve verimli bir siyasal, ekonomik, kültürel mirastan söz edilebilir. Göklere çıkarılan
vakıf sistemi aslında o dönemde müsadereden mal kaçırma aracı olmaktan öte bir
işlev görmemişti. Bu kadar yüceltilen Kur’an-ı Kerime saygı söylemine rağmen
kutsal kitabın hangi ilkesine uygun bir devlet yönetim sistemi, ekonomik sistem
kurulabilmiştir? Kur'an’ın adalet sisteminin, ekonomik sisteminin, eğitim
sisteminin hangi ilkesi bugün hukuk tarihinde, ekonomi tarihinde, eğitim tarihinde
yerini alabilmiştir?
Geçmişten bu yana din duygusu özellikle iktidar
sahipleri tarafından güçlü bir şekilde köpürtülmüştür denebilir. Dinin
özellikle güçlendirdiği itaat etme, zorluklar karşısında sabırlı olma,
dayanışma, yardımlaşma gibi duygular iktidardakilerin işine yaramıştır. Bizim
toplumda bireysellik yeterince gelişmemiştir. Kitleler halinde insanlarla
uğraşmak çok daha kolaydır. Bu kolaylık iktidarları kitlesel yönlendirme aracı
olarak dini kullanmaya itmiştir. Din sadece iktidar sahipleri tarafından
kullanılmıştır diyemeyiz. Din konusunda bilgi sahibi olanlar bu bilgiyi
kendileri için bir güce dönüştürmüşlerdir. Batıda yaşanan İncil’in milli
dillere çevrilmesi süreci İslam için gerektiği gibi hayata geçirilememiştir.
Dinin mesajının anlaşılması ve buna göre bir hayat düzeni kurulması iktidarlar
için istenmeyen bir durum olduğu kadar din konusunda bilgi sahibi olan kişiler
için de yeterince destek görmemiştir. Dini bilgiye sahip olmanın verdiği
tekelci anlayış bu alanda belli bir düzeye gelmiş kişiler için bir avantaj olarak
kullanılmıştır. Bilgi sahipleri ile iktidarlar bu konuda her zaman işbirliği
yapmıştır. Bilgiye sahip olma sürecindeki çabanın toplumdaki herkes tarafından
aynı şekilde kolaylıkla gösterilebileceğini beklemek doğru bir beklenti
değildir. Toplumu oluşturan büyük çoğunluk günün rutinlerine dalarak kişisel
anlamda ihtiyaçlarının peşine düşerken bu alanda bilgi sahibi olanların
kendilerine sunduğu hazır şablonları kullanmayı daha uygun görmüş ve kendileri
ayrıca bir çaba göstermeyi gereksiz bulmuşlardır. Bu durum aslında dinin özüne
uygun olmayan bir yaklaşımdır. Dinin özüne ilişkin kafa yormanın gerektirdiği
zorlu ve sarp yokuşa tırmanmaktansa bu alanda çaba göstermeyi kabul etmiş
kişileri aracı olarak kullanmak toplumu oluşturan bireylere çok daha kolay
gelmiştir. Bu kolaya kaçma davranışı zamanla hastalıklı bir yapının doğmasına
neden olmuştur. Bugün bu hastalıklı yapının sancılarını hala çekiyoruz.
Dinin özüne ilişkin bilgi edinme, kafa yorma,
yeni üretimler yapma davranışı İslam dininin temel kaynağı olan kutsal kitapta
açıkça dile getirilir. Aklını kullanma, düşünme, gözlemler yapma, bilgiye
ulaşma çabası içinde mücadele etme kavramları aslında entelektüel beceriler
gerektirir. İslama mensup olan bireyin ve bu bireylerden oluşan toplumun
aslında entelektüel becerilere sahip olması gerekir. Okumak, yapılan
sözleşmelerin yazıya geçirilmesi, başkaları ile işbirliği/fikir alış
verişi/şura davranışları, kainatta var olan düzenin anlaşılması, var olan düzen
üzerinde düşünülmesi, ibret alınması gibi davranışları göstermek için çok üst
düzey bir soyut düşünme becerisine sahip olunması, buna göre bir toplum, devlet
ve insan yapısı, modeli oluşturulması gerekir. Buna rağmen tarih boyunca İslam
mensuplarının oluşturduğu toplumlarda bu becerilere odaklanılmadığı, bu tür
becerilerin geliştirilmesi için gereken alt yapı çalışmalarının yapılmadığı
açıkça görülür. İslam’ın insan, devlet ve toplum modeline ilişkin tartışmasız
bir modelden söz edebilmek neredeyse imkansızdır. Bu modeli İslamla ilişkisi
olmayan kişilerin geliştirmesini beklememek gerekiyor. Bunu İslama mensup
olduğunu söyleyenler yapması gerekir. Bugün de yine benzer geri, eskiden
tevarüs ettirilmiş uygulama ve sistemlerin yeniden hayata geçirilmeye
çalışıldığı görülüyor. Dinin sembolü olan camilerde din görevlisi diye
nitelenen kişilerin söylemlerine yakından bakıldığında her yıl aynı şeylerin
yüzyıllardır tekrar edildiği şekilde sürdürüldüğü görülmektedir. Din denilince
hala herkesin aklına sakal, başörtüsü, cübbe, sarık, şalvar ve günlük rutin
ibadetler geliyor. Toplumda sakallı, cübbeli, sarıklı veya çarşaflı birisi
görüldüğü zaman dindarlık akla geliyor. Dini eğitim denilince hafızlık, Kur’an
Kursu ve cami yapmak anlaşılıyor.
Bu yanlış anlayışı ortadan kaldırma sorumluluk
ve görevi din konusunda bilgi sahibi olan, hassasiyet sahibi olan kişilerin
üzerindedir. Toplumda gerçek dindarlığın ortaya çıkması anlamadan tekrar edilen
Arapça söz ve cümleleri makamlı, nakaratlı, güzel sesli bir şekilde
seslendirmek değil, her bir söz ve cümlenin toplumsal hayatta karşılığını
yaşatacak, gösterecek sistemlerin, kurumların, fiil ve yapıların meydana
çıkarılması ile mümkündür. Bu ise körü körüne bir taklit anlayış ve davranışı
ile değil bireysel bir çaba ile sağlanabilir. Zira İslam dininde muhatap olan
her bir insanın bizzat kendisidir. Allah’ın halifesi denilen insanın bizzat
kendisidir. Bu çerçevede her bir bireyin dinin mesajını en doğru şekilde
anlamak için birilerinden bir şeyler beklemeksizin kendi bireysel çabasını en
üst düzeyde ortaya oymak için mücadele etmesi, çabalaması, yaşaması gerekiyor.
Birey olarak bu hassasiyet içinde olunmadığı
sürece iktidarlar, iktidarla işbirliği yapanlar ve bilgi sahibi olduğunu
zannedenler din konusunda istismarcılığı bırakmayacaktır. Gerçek din anlayışına
sahip olunmadığı sürece de kılınan namazlar ve diğer ibadetlerle dini görüntü
olarak düşünülen gölge imgelerle herkes kendini aldatmaya devam edecektir.
Sonuçta da inanıldığı söylenen sonraki hayatta hüsrandan başka bir şeyle karşılaşılmayacaktır.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder