8 Ekim 2021 Cuma

Doğru Din Anlayışı Olmazsa Olmaz

Din konusu ülkemizde en fazla değer gösterilen değerlerden birisi. Ülkede toplumun büyük çoğunluğu dini konulara karşı bir saygı çerçevesinde yaklaşır. Toplumu sosyal, kültürel, siyasal, tarihi ve daha birçok farklı yönden inceleyen uzman düzeyindeki hemen herkes bir şekilde toplumda var olan dini duyarlılık üzerinde durmak zorundadır. Bu zorunluluğa bakınca toplumun çok dindar olduğu düşünülebilir. Siyasetle uğraşanlar toplumun dindarlık algısı üzerinde çok daha fazla hassasiyet gösterdiklerini vurgulamaya özen gösterirler. Aslında toplumun dini değerlere gösterdiği hassasiyetle dindarlık arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylemek zordur. Toplumda din konusunda bilgi düzeyine ilişkin yapılan pek çok araştırma ve incelemede dini bilgi düzeyinin oldukça düşük olduğuna dair bulguların sayısı hiç de az değildir. Tersine bilgisizlik alabildiğine had safhadadır. Toplumda dini değerlere saygı bilgiden kaynaklanmamaktadır. Dini duygunun özünde var olan bilinmeyene, görülmeyene karşı bir korku, çaresizlik, güçsüzlük duygusuna karşın yüce yaratıcıya sığınma duygusunun verdiği psikolojik bir boyut olduğu kadar toplumu oluşturan kitlenin sahip olduğu devasa gücü arkada hissetmek amaçlı dindarlık duygusunun ön plana çıkarılması dini değerlere gösterilen saygı ve hassasiyetin bir gerekçesidir dense yanlış olmaz. Aslında dini değerlere karşı gösterilen hassasiyet genel anlamda söylem düzeyinden ileri gitmez.

Bu bilgisizlik düzeyi bugün ortaya çıkmış bir durum değildir. Bugün yüceltilen Osmanlı’da da durum bugünden farksızdı. Hatta o dönemde çok daha fazla idi. Devasa camiler, ilayı kelimetullah ideolojisi görüntü, söylem ve toplumu gütmede bir araç olmaktan öte bir anlam ifade etmiyordu dense yanlış bir yargı olmaz. Bugün geçmişe bakıldığında hangi özgün ve verimli bir siyasal, ekonomik, kültürel mirastan söz edilebilir. Göklere çıkarılan vakıf sistemi aslında o dönemde müsadereden mal kaçırma aracı olmaktan öte bir işlev görmemişti. Bu kadar yüceltilen Kur’an-ı Kerime saygı söylemine rağmen kutsal kitabın hangi ilkesine uygun bir devlet yönetim sistemi, ekonomik sistem kurulabilmiştir? Kur'an’ın adalet sisteminin, ekonomik sisteminin, eğitim sisteminin hangi ilkesi bugün hukuk tarihinde, ekonomi tarihinde, eğitim tarihinde yerini alabilmiştir?

Geçmişten bu yana din duygusu özellikle iktidar sahipleri tarafından güçlü bir şekilde köpürtülmüştür denebilir. Dinin özellikle güçlendirdiği itaat etme, zorluklar karşısında sabırlı olma, dayanışma, yardımlaşma gibi duygular iktidardakilerin işine yaramıştır. Bizim toplumda bireysellik yeterince gelişmemiştir. Kitleler halinde insanlarla uğraşmak çok daha kolaydır. Bu kolaylık iktidarları kitlesel yönlendirme aracı olarak dini kullanmaya itmiştir. Din sadece iktidar sahipleri tarafından kullanılmıştır diyemeyiz. Din konusunda bilgi sahibi olanlar bu bilgiyi kendileri için bir güce dönüştürmüşlerdir. Batıda yaşanan İncil’in milli dillere çevrilmesi süreci İslam için gerektiği gibi hayata geçirilememiştir. Dinin mesajının anlaşılması ve buna göre bir hayat düzeni kurulması iktidarlar için istenmeyen bir durum olduğu kadar din konusunda bilgi sahibi olan kişiler için de yeterince destek görmemiştir. Dini bilgiye sahip olmanın verdiği tekelci anlayış bu alanda belli bir düzeye gelmiş kişiler için bir avantaj olarak kullanılmıştır. Bilgi sahipleri ile iktidarlar bu konuda her zaman işbirliği yapmıştır. Bilgiye sahip olma sürecindeki çabanın toplumdaki herkes tarafından aynı şekilde kolaylıkla gösterilebileceğini beklemek doğru bir beklenti değildir. Toplumu oluşturan büyük çoğunluk günün rutinlerine dalarak kişisel anlamda ihtiyaçlarının peşine düşerken bu alanda bilgi sahibi olanların kendilerine sunduğu hazır şablonları kullanmayı daha uygun görmüş ve kendileri ayrıca bir çaba göstermeyi gereksiz bulmuşlardır. Bu durum aslında dinin özüne uygun olmayan bir yaklaşımdır. Dinin özüne ilişkin kafa yormanın gerektirdiği zorlu ve sarp yokuşa tırmanmaktansa bu alanda çaba göstermeyi kabul etmiş kişileri aracı olarak kullanmak toplumu oluşturan bireylere çok daha kolay gelmiştir. Bu kolaya kaçma davranışı zamanla hastalıklı bir yapının doğmasına neden olmuştur. Bugün bu hastalıklı yapının sancılarını hala çekiyoruz.

Dinin özüne ilişkin bilgi edinme, kafa yorma, yeni üretimler yapma davranışı İslam dininin temel kaynağı olan kutsal kitapta açıkça dile getirilir. Aklını kullanma, düşünme, gözlemler yapma, bilgiye ulaşma çabası içinde mücadele etme kavramları aslında entelektüel beceriler gerektirir. İslama mensup olan bireyin ve bu bireylerden oluşan toplumun aslında entelektüel becerilere sahip olması gerekir. Okumak, yapılan sözleşmelerin yazıya geçirilmesi, başkaları ile işbirliği/fikir alış verişi/şura davranışları, kainatta var olan düzenin anlaşılması, var olan düzen üzerinde düşünülmesi, ibret alınması gibi davranışları göstermek için çok üst düzey bir soyut düşünme becerisine sahip olunması, buna göre bir toplum, devlet ve insan yapısı, modeli oluşturulması gerekir. Buna rağmen tarih boyunca İslam mensuplarının oluşturduğu toplumlarda bu becerilere odaklanılmadığı, bu tür becerilerin geliştirilmesi için gereken alt yapı çalışmalarının yapılmadığı açıkça görülür. İslam’ın insan, devlet ve toplum modeline ilişkin tartışmasız bir modelden söz edebilmek neredeyse imkansızdır. Bu modeli İslamla ilişkisi olmayan kişilerin geliştirmesini beklememek gerekiyor. Bunu İslama mensup olduğunu söyleyenler yapması gerekir. Bugün de yine benzer geri, eskiden tevarüs ettirilmiş uygulama ve sistemlerin yeniden hayata geçirilmeye çalışıldığı görülüyor. Dinin sembolü olan camilerde din görevlisi diye nitelenen kişilerin söylemlerine yakından bakıldığında her yıl aynı şeylerin yüzyıllardır tekrar edildiği şekilde sürdürüldüğü görülmektedir. Din denilince hala herkesin aklına sakal, başörtüsü, cübbe, sarık, şalvar ve günlük rutin ibadetler geliyor. Toplumda sakallı, cübbeli, sarıklı veya çarşaflı birisi görüldüğü zaman dindarlık akla geliyor. Dini eğitim denilince hafızlık, Kur’an Kursu ve cami yapmak anlaşılıyor.

Bu yanlış anlayışı ortadan kaldırma sorumluluk ve görevi din konusunda bilgi sahibi olan, hassasiyet sahibi olan kişilerin üzerindedir. Toplumda gerçek dindarlığın ortaya çıkması anlamadan tekrar edilen Arapça söz ve cümleleri makamlı, nakaratlı, güzel sesli bir şekilde seslendirmek değil, her bir söz ve cümlenin toplumsal hayatta karşılığını yaşatacak, gösterecek sistemlerin, kurumların, fiil ve yapıların meydana çıkarılması ile mümkündür. Bu ise körü körüne bir taklit anlayış ve davranışı ile değil bireysel bir çaba ile sağlanabilir. Zira İslam dininde muhatap olan her bir insanın bizzat kendisidir. Allah’ın halifesi denilen insanın bizzat kendisidir. Bu çerçevede her bir bireyin dinin mesajını en doğru şekilde anlamak için birilerinden bir şeyler beklemeksizin kendi bireysel çabasını en üst düzeyde ortaya oymak için mücadele etmesi, çabalaması, yaşaması gerekiyor.

Birey olarak bu hassasiyet içinde olunmadığı sürece iktidarlar, iktidarla işbirliği yapanlar ve bilgi sahibi olduğunu zannedenler din konusunda istismarcılığı bırakmayacaktır. Gerçek din anlayışına sahip olunmadığı sürece de kılınan namazlar ve diğer ibadetlerle dini görüntü olarak düşünülen gölge imgelerle herkes kendini aldatmaya devam edecektir. Sonuçta da inanıldığı söylenen sonraki hayatta hüsrandan başka bir şeyle karşılaşılmayacaktır.

 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...