Türkiye’de var olan toplumsal değer sisteminde
hangi anlayış/felsefe/bakış açısı/değer yargısı hakimdir denirse altta kalanın
canı çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışının hakim olduğunu söylemek yanlış
olmaz.
Son zamanlarda gündeme gelen olaylara bakınca
bu ülkede gerçek anlamda bir otoritenin varlığından şüpheye düşmemek mümkün
değil. Ekonomik hayatta fahiş fiyatlardan, kiralık ev bulma sorunlarından,
emlak piyasasında var olan emlak fiyatlarının ön görülemezliğinden ve kontrol
edilemezliğinden tutun da İstanbul’da taksicilerin yaptırımlara rağmen müşteri
seçme davranışından vazgeçmemelerine kadar toplumdaki ekonomik faaliyetlerde
tam bir başıboşluğun varlığı inkâr edilemez bir gerçeklikle ortada durmaktadır.
Bir önceki yılki emlak fiyatlarının bir yıl sonra yüzde yüzü aşan miktarda
artması karşısında toplumda herkes şaşkınlık içinde birbirinin yüzüne bakıyor.
İstanbul’daki ev sahipleri kira fiyatlarının aşırı yükselmesi karşısında
kiracılarını çıkarıp daha yüksek yeni fiyatlarla evlerini kiralamaya çalışıyorlar.
Bu davranış istisnai olmaktan çıkmış, yaygın bir davranışa dönüşmüş. Herkes
duyduğu yeni fiyatlar karşısında sahip olduğu satılık emlakinin fiyatını yeni
şekliyle müşterilere sunuyor. Bu işleyişe ses çıkaran bir irade yok. Tüm bu
yaşananlar ülkedeki toplumsal değer yargılarının temelinde altta kalanın canı
çıksın anlayışının olduğunu gösteriyor.
Toplumda var olduğu söylenen altta kalanın canı
çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışlarının temelinde güç vardır. Güçlü olanın
hayatta kaldığı, güçlü olanın istediğini yaptığı bir ortamda herkes elinden
geldiği kadarıyla güce sahip olmaya çalışıyor. Toplumsal hayatın içinde en
büyük güç kurumların kurumu olan devlettir. Devlet toplumsal hayatın her
alanında istediği düzenlemeyi yapabilen yegâne otoritedir. Toplumsal hayatın
içinde var olan bir anlayışın varlığını güçlü bir şekilde sürdürmesi en büyük güç
olan devletin bu anlayışa göz yummasından kaynaklanmaktadır.
Devlet gücünü elinde bulunduran kişi ve gruplar
bu gücün kullanım şeklini, kullanım alanını da doğrudan doğruya
belirlemektedir. Gücün hâkim olduğu bir ortamda kural hakimiyetinin çok fazla
bir işlevi, etkisi olmaz. Güç kuralların uygulanmasını da kendi istediği
şekilde sağlar.
Bugün toplumda din, ahlak, milliyet, tarih,
kültür gibi bir takım değerler toplum nezdinde yüceltilmeye, ön plana
çıkarılmaya çalışılıyor gibi görünebilir. İktidarın bir dönem en güçlü
figürlerinden Bülent Arınç bir konuşmasında dindar diye gördüğümüz hacı
amcalar, hacı teyzeler maddiyatlarına dokunan bir durumla karşılaştıklarında
neler yaptıklarına şaşarsınız diye bir beyanda bulunmuştu.
Toplumsal hayatın içinde altta kalanın canı
çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışının yaygınlaşmasının en önemli nedeni
hayatın gerçekleri karşısında insanların çıkış yolu bulamamasıdır. Hayatın
gerçekleri karşısında toplumun içinde bulunan insanlar doğal olarak oyunun
kurallarına riayet eder hale gelmektedir. Zira toplumsal hayatın içinde sahip
olunan maddi değerler sıradan insanın kolayca anlayamayacağı kadar hızlı bir
şekilde eridiğinde, tükettiği bir ürünün yerine yenisini koyarken daha öncekine
göre daha fazla emek harcadığını, emeğinin karşılığının her an küçülmekte
olduğunu gördüğünde doğal olarak bunun önüne geçmenin yollarını aramaya başlar.
Zira insan hangi eğitim düzeyinde ve toplumsal sınıfta olursa olsun kendi
kişisel çabası ile başkalarının kişisel çabalarını gözüyle görüp
değerlendirebilir, ölçüp tartabilir. Bunu bazısı daha basit bir anlayışla
yaparken bazısı belki çok daha karmaşık iktisadi, sosyal veya felsefi
anlayışlarla yapar. Sonuçta her birey gözünün gördüğü bir olayı, olguyu kendi
zihin dünyasında sahip olduğu değer yargıları ile yargılar. Sonuçta da
kazandığını veya kaybettiğini mutlaka fark eder. Toplumsal hayatta var olan bu
gözlem gerçekliktir. Gerçeklikte kim ne yaşarsa onun farkına varabilir. Saf
köylülük, cahillik, bilgisizlik, dünyadan haberdar olmama gibi bir durum
yoktur. Herkes yaşadığı dönemin gerçekliğinden bir şekilde haberdar olur. Bu
durum da aslında hayatın gerçekleri karşısında din, iman, ahlak, kültür gibi değerlerin
ne kadar anlamsızlaşabildiğini gösterir.
Bugün yaşadığımız ülkede var olan gerçeklikler bireyleri
ayakta kalmak istiyorlarsa günün şartları neyi gerektiriyorsa onu yapmaları
gerektiğini öğütlemektedir. Bu öğütlemeyi dile getiren ise günlük hayattır. Devletin
yüksek yöneticileri topluma döviz almayın derken vatandaş devletin aldığı
kararların ortaya çıkardığı karmaşa karşısında tek çıkar yolun döviz almak
olduğunu görmekte ve buna göre hareket etmektedir. Camide dinden imandan söz
eden din görevlisine karşın vatandaş toplumun içindeki yolsuzlukları, rüşveti,
kayırmacılığı üstelik de diyanet gibi bir teşkilatın tam içinde yaşandığını
görünce sözlerin havada kaldığını görmekte ve buna göre söylenenleri dinlerken
hayatında hedefine ulaşmak için ne gerekiyorsa onu yapmaktadır. Günlük hayatın
zorlaması nedeniyle herkes sahip olduğu değeri günün şartlarına uygun bir
düzeyde tutmanın yollarını aramaktadır. Bu emlak piyasasında emlak fiyatları
olarak ortaya çıkarken evini kiraya veren ev sahipleri için kiracılarına
yönelik davranışlarında ortaya çıkmaktadır. Bunu fırsatçılık diye niteleyerek
çirkinleştirmek yerine insanları bu yola sevk eden ve bireylerin gücünü fersah
fersah aşan toplumsal hayatın, ekonomik ve siyasal düzenin ortaya çıkardığı
devasa sorunların çözümünün üretilmesi gerekiyor. Bu ise toplumu yönetme gücünü
eline almış devlet yetkililerinin görev ve sorumluluğu. Sıradan bir insanın her
alanda tam olarak erdemli davranmasını beklemek insan doğasını tanımamak
anlamına gelir. Sıradan insan erdemden ziyade günlük ihtiyaçlarını karşılamayı,
geleceğini güvence altına almayı ister. Ülkemizde yaşanan sorunların boyutları
sıradan insanın gücünün çok üstündedir. Bu devasa sorunların çözümünü tek tek
bireylerin erdemli davranmasına bağlamak yersizdir.
Devleti yönetenler sahip oldukları yetki ve
gücü kullanarak tek tek bireylerin gücünden çok daha fazla bir sinerjiyi
kullanma hakkına da sahip olurlar. Bu sinerji toplumun yararına olacak şekilde
kullanılırsa toplumdaki refah seviyesi artarken ayrıcalıklı kişi ve grupların
yararına kullanılırsa o zaman aşılması güç zenginlik farklılıkları ortaya
çıkar. Bugün ülkemizde olan şey de tam olarak budur. Büyük bir gelir
adaletsizliği olan ülkede nüfusun büyük çoğunluğu asgari düzeyde gelirle
geçinmeye çalışırken iktidarın etrafında kümelenmiş olan küçük bir azınlık
gerek bürokratik, gerek ekonomik ve gerekse siyasal olarak devlet gücünün
sağladığı rantla, mevki ve makamla zenginleşmekte, saltanat sürmekte ve
imkanları kendileri ve yakın çevreleri arasında dağıtmaktadır. Ülkede en büyük
güç kamu otoritesindedir. Bu nedenle kamu idareleri en üstten alta doğru içinde
barındırdıkları yönetici ve diğer çalışanların yararını önceleyerek iş
görmektedir. Kamu idareleri için herkes tarafından bilinen, görülen bir işleyiş
düzeni, planı ve sistemi yoktur. En üst idari makamdaki kişi ne derse, hangi
tercihi yaparsa idarenin tüm kaynakları o yönde kullanılmaktadır. Tüm toplumun
ihtiyaçlarını önceleyen bir işleyiş düzeni yoktur. Kapalı kapılar ardında
hazırlanan projeler, planlar ve düzenlemeler yine kapalı kapılar ardında
birilerine rantın istendik şekilde paylaşımı karşılığında dağıtılmaktadır. Kamu
idarelerinin önceden hazırlanmış planlara göre geliştirdiği projeler belirli
oranlarda paylaşılmaktadır. Paylaşılan bu rant toplumun tümünün yararından
ziyade küçük bir azınlığa kalmaktadır. Bugün ülkede çarpık kentleşme sorunu
imar planlarında yapılan bu ranta dayalı gizli kapaklı çevrilen işlerden
kaynaklanmaktadır. Ülke nüfusunun beşte birini barındıran İstanbul’un devasa
nüfus yapısı, devasa trafik sorunu, Marmara denizinde ortaya çıkan müsilaj
sorunu, büyük şehirlerde yaşanan üniversite öğrencilerinin yaşadığı yurt
sorunu, eğitimdeki kalitesizlik gibi daha saymakla bitmeyecek mikro ve makro
sorunların temelinde hep bu rant paylaşımına dayanan, toplumun tümünü değil
küçük bir azınlığı düşünen kamu yönetim anlayışı bulunmaktadır.
En büyük iş veren olan devlet memuruna kıt
kanaat geçinme imkanı vererek mağdur ederken memur da sahip olduğu kamu
yetkisinden yararlanarak kendi kişisel gücünde ortaya çıkan eksiğini giderme
yoluna gitmektedir. Ortaya çıkacak rantı paylaşma karşılığı elde edilen
projelerden elde edilen geliri alan müteahhit bunun ortaya çıkardığı maliyeti
fiyatlara ekleyerek kendini kurtarmaya çalışmaktadır. Toplayamadığı vergiyi
dolaylı vergi sistemi ile akaryakıttan, özel tüketim vergisinden toplayan
devlet sıradan vatandaşına sen de dolaylı yollardan kendi yolunu bul mesajını
vermektedir. Vergi kaçırmayı vergiden kaçınma diye niteleyen bir yönetim
anlayışının sıradan vatandaşa erden telkin edebilmesi mümkün değildir.
İtibardan tasarruf yapılmaz anlayışının pompalandığını gören sıradan vatandaş
da doğal olarak kendi itibarını gösterme yollarını arıyor. Böyle kurulmuş
düzenin içinde yer alan sıradan vatandaşı bu nedenle fazla yadırgamamak
gerekiyor. Öncelikle devleti elinde bulunduran kişilerdeki yönetim anlayışının
yakın çevre ve kendini destekleyen küçük zümreden toplumun tümüne fayda
sağlamak şeklinde değişmesi gerekiyor. Toplumun tümünün faydasını düşünen bir
kamu idaresi kural ve kaideleri kişilerin istek ve arzularına göre değil
toplumun genel menfaatine göre belirlemesi ve uygulaması gerekiyor. Şeffaf bir
yönetim yapısı ile toplumun genel yararını belirleyen planlar herkesle açık bir
şekilde paylaşılmalı, toplum nezdinde açık bir şekilde tartışılarak gelecek
planlanmalı. Yaşanan her şeyi takip eden bağımsız ve güçlü bir denetim ve
kontrol mekanizması ile yine bağımsız güçlü bir basın yayın sistemi kurulmalı.
Toplumda genel işleyişi bozan hiçbir harekete göz yumulmamalı. Kamu idaresi
elindeki imkan ve yetkileri toplumun yararına kullanacak yeni özel ve özerk yapılar
kurarak alternatif güç odakları aracılığıyla gücü, zenginliği, karar verme,
planlama ve organize olma yeteneğini toplumun tüm kesimlerine yaymalıdır. Böylece
ortaya farklı güç odakları ve özerk yapılar ortaya çıkar. Devlet de bu güç
odakları arasında toplumun yüksek yararını gözeten bir hakem rolünü oynar. Kuracağı
ekonomik, siyasal, sosyal sistemler aracılığıyla etkin bir denetimle genel
toplumun refahına katkı sunmayan hiçbir faaliyete göz yummamış olur. Küçük
azınlığı, tekelci zihniyetleri ön plana çıkaracak sistemlerle etkin bir
mücadele sistemi kurarak toplumsal hayatta gerçek anlamda bir düzenleyici güç
haline gelir.
Gelişmiş batı ülkeleri bu sistemi uzun zamandır
kendi ülkelerinde kurmuşlardır. Bugün bu sistemin yaşaması için gereken neyse
onu yapmaktan uzak durmamaktadırlar. Oysa içinde yaşadığımız toplumun geçmiş
tarihinde var olan Osmanlı devlet düzeninde toplumun genelini dikkate alan bir
devlet düzeni kurulamamış olduğu gibi halen de dünya standartlarında işleyen
bir devlet düzeni kurulabilmiş değildir. Geçmişte var olan toplumsal, siyasal,
kamusal sorunlar olduğu gibi bugün de toplumsal hayatımızın her alanında
yaşanmaktadır. Çağın gereğine göre dünyayı takip eden bir devlet düzeni
kurulamamıştır. İyi işleyen bir mali sistem yoktur. Yargı sistemi siyasal
iktidarların oyuncağı halinde varlığını sürdürmektedir. Adalet hemen hiçbir
alanda yoktur. Hak ile güç dengesinde avantaj güçten yanadır. Hak kolay kolay
elde edilememektedir. Nitelikli bir hayat yaşamak toplumda ayrıcalıklı
kişilerin elindedir. Bu ayrıcalıklı sınıflara karşı harekete geçme, gelir
adaletini sağlama gibi endişeler taşıyan bir devlet yoktur. Devletin sahip
olduğu kaynaklar belirli kişilere yarar sağlayacak şekilde kullanılmaktadır.
Tüm bunlar ülke insanının kıt kanaat gününü
tamamlamak dışında başka işlerle uğraşmasına engel olmaktadır. Bu şartlar
altında kişilere neden fırsatçılık yapıyorsun diye bir suç yöneltmek abesle
iştigaldir. Bundan dolayı altta kalanın canı çıksın/gemisini kurtaran kaptan
anlayışının uzun bir süre daha bu ülke topraklarını terk etmesi zor görünüyor.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder