Adli yıl açılış törenleri sırasında Yargıtay binasının
açılış törenlerine Cumhurbaşkanı, Yargıtay Başkanı ve Diyanet işleri Başkanının
dualı görüntüleri uzun süredir laiklik tartışmalarını alevlendirmiş bulunuyor.
Yargıtay binasının açılış töreni sırasında
Cumhurbaşkanı iktidarları döneminde adalet
teşkilatının çehresini değiştiren fiziksel ve yapısal dönüşümlerin sürekli
yapıldığını, yeni Yargıtay binasının da adalet hizmetlerine değer ve fark
katacağına inandığını söyledi.
Adalet sisteminin en üst mahkemelerinden birisi de
Yargıtay. Bu çerçevede yeni bina adalet hizmetlerine yönelik gelişmelerin
örneği olarak sunuluyor. Fiziki olarak yapılan binalar sunulan hizmetlerin
kalitesini ne kadar gösterdiği tartışılacak bir konu. Zira fiziki mekan
herhangi bir sistemin işleyiş düzeni içinde olması gereken niteliklerin çok çok
altlarında yer alıyor. Fiziken yapılan binalar herhangi bir sistemin
olgunlaşmasının göstergesinden ziyade başlangıç aşamasındaki işlerden
birisidir. Binanın yapılması yürütülen hizmetlerin fiziki konumunu
belirlemekten öte bir anlam ifade etmiyor. Binanın yapılması öncesi sunulması
düşünülen hizmete ilişkin devletin, devleti hareket ettiren yönetimin bakış
açısının netleştirilmesi, nitelikli hale getirilmesi gerekiyor.
Konumuz Yargıtay binası yani adalet hizmetleri olduğu için yazının
sınırları da adalet kavramı çerçevesinde olacaktır. Adalet kavramı her ne kadar
devletin işlevleri içinde yargı tarafından temsil ediliyor gibi görünse de
devletin tüm işleyiş alanları içinde adalet kavramının üzerinde durulması gerekiyor.
Yasamada adalet, yürütmede adalet ve elbette yargıda da
adalet kavramlarını ilgilendiren işleyiş düzenleri bulunuyor. Yapılan yasal
düzenlemelerde adalet ilkelerine ne kadar riayet edildiği ülkemizde oldukça
tartışmalı. Yasal düzenlemelerde adalet ilkelerinden çok güçlü lobilerin isteği
doğrultusunda düzenlemelerin yapıldığı açıkça görülüyor. Sürekli değişen yasal
metinler son dönemde torba yasa kavramı ile iyice zıvanadan çıkmış durumda. Hangi
kanunda neyin ve neden değiştiğini takip edebilmek mümkün değil. Yasal
metinlerin değiştirilmesi veya yapılması ile ilgili düzenleme çalışmaları
sırasında meclis komisyonları gerçek anlamda toplumun ve hizmet alanının
ihtiyaçlarının gözetilmesinden ziyade güçlü etkili lobilerin yönlendirmesi ve
etkisi ile siyasal iktidarın yönetim yetkililerinin ve özellikle liderin söyledikleri
gözetiliyor. Yapılan yasal düzenleme sürekli ertelenerek uzun süreler boyunca
uygulanmayarak unutulur hale getiriliyor. Sorunları çözeceği söylenen yasal
metinler yıllarca bekletilerek meclis koridorlarında kayboluyor veya unutulup
gidiliyor. Bu uygulamada adalet ilkesinden söz etmek oldukça güç görünüyor.
Yürütmede adalet kavramının içine yönetimde adalet kavramı
da bulunuyor. Mevcut iktidarın en büyük zaaflarından birisi yönetimde adaletin
büyük bir yara almış olmasıdır. Yönetim makamları iktidardaki siyasi partinin
il ve ilçe yöneticilerinin yönlendirmesi olmaksızın harekete geçemiyor.
Kurumların yönetim makamları tamamen sübjektif bir anlayışla ve kapalı kapılar
ardında yapılan kurgularla planlanıyor. Yönetimde en çok kullanılan işlev
yönetim makamlarındaki bürokratların atanması dense yanlış olmaz. Her gün
sürekli bir yerlerdeki bürokrat görevden alınıyor veya göreve atanıyor. Bu
işlerde ehliyet ve liyakat gibi bir ilkeden söz edilemiyor. Yönetim
birimlerinde görev yapın kişilerin verimliliği, çalışkanlığı, niteliği ile
ilgili belirlenmiş bir kriter veya denetim sistemi yok denecek düzeyde. Yönetim
faaliyetlerinin amaçlara uygun işleyiş düzenine ilişkin değerlendirme yapmayı
sağlayan denetim faaliyetleri tamamen işlevsiz hale getirilmiş durumda. Devletin
yönetim anlayışı tamamen parti devleti anlayışı haline gelmiş bulunuyor.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile getirilen yeni yönetim sisteminde
bakanlıklar etkisizleştirilirken Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan
politika kurulları yönetimin dışında ama aynı zamanda içinde bir işlev
yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı bu kurullar aracılığıyla tüm devlet hizmetlerini
yönlendirmeye çalışıyor. Bu politika kurullarında yer alan kişiler ilişkide
bulundukları toplum kesimlerinin istek ve arzularını cumhurbaşkanına doğrudan
ulaştırma işlevi yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı bu kurullar aracılığıyla toplum
içindeki herkesle doğrudan ancak kayıt dışı şekilde yürütebiliyor. Bu
ilişkilerde kural ve kaideler, kanun ve mevzuat hükümleri hiçbir zaman
bağlayıcı veya etkili olamıyor. Bu yönetim yapısında adalet ilkesinin yaşayabilmesi
mümkün değil. Yönetim yetkisini doğrudan elinde bulunduran yürütme adaletin
gereğini ortaya koyan mahkeme kararlarını kolayca görmezden gelebiliyor veya en
azından bu kararların etrafından dolaşabiliyor. Bu işleyişte söz söyleyebilen,
itiraz edebilen birileri yok. Dolayısıyla yürütmede veya yönetimde de adaletin
adı yok dense yeridir.
Adalet sisteminin somutlaşmış hali olan Yargı sistemindeki
adalet ilkesinin hali diğer alanlardan çok farklı değil. 15 Temmuz 2016
tarihindeki FETÖ darbe girişimi bir gerekçe olarak kullanılsa da aslında ülkemizin
adalet mekanizması hemen her dönemde kanayan bir yara halinde bulunuyor. Her
gün haber kanallarında çıkan olaylardan gözyaşları içinde adalet isteği
haykırılsa da fazla bir şey değişmiyor. Yıllarca süren davalar, davalardaki
yolsuzluklar, mahkemelere etki eden güçlü kişilere uygulanamayan yaptırımlar, vicdanları
rahatlatmayan cezalar, bir türlü ıslah edilemeyip defalarca suç işlediği halde
yine elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşan suçlular, pervasızca devlete,
emniyet güçlerine ve diğer yetkililere meydan okuyan kişiler yargıda da
adaletin sağlanamadığının en büyük göstergesi.
Devletin işlevlerinin tümündeki yaşanılanlardan küçük
numuneleri olarak sayılanlar kadar sayılamayanlar da dikkate alındığında yeni Yargıtay
binası gibi yüzlerce yeni bina da yapılsa adalet anlayışının güçlenebilmesinin
mümkün olmadığı anlaşılır. Yasama, yürütme ve yargı dışında ekonomide, vergide,
maliyede ve günlük hayattaki adaletsizlikler üzerinde durmaya gerek duymuyorum.
Kayıt dışı ekonomi, vergisiz hayat, dolaylı vergi, sigortasız ve kaçak çalışma
toplumumuzda sıradan vakalar haline gelmiş durumda. Toplumdaki adalet
duygusunun hali çok daha içler acısı bir halde. Ama toplumdaki adaletin ayağa
kalkabilmesi önce devletteki adaletin ayağa kalkmasına bağlıdır. Vatandaş,
devletin uyguladığı adaletsizlikleri görünce kendi gücü nispetinde
adaletsizliği kolayca birbirine uygulayabiliyor. Adaletin olmadığı bir ortamda
gücü yeten istediğini yapar hale geliyor. Adalete ait binalardan önce devletin
adalet ilkelerine bağlı bir anlayışla meydana çıkarılması gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder