Devletin kağıt üzerinde yani teorik/sözde
işlevi üzerine söylenen, yazılan ve anlatılanlar arasında ülkeler arasında bir
fark yoktur. Fark uygulamada yapılanlarla ortaya çıkar.
Devlet kurumların kurumudur. Devleti oluşturan
sayısız tüzel/kurumsal yapı ülke sınırları içinde varlığını sürdürürken sınır
dışındaki diğer ülkelerle de iletişim kurması, ilişkiler geliştirmesi gerekir.
Devlet tüzel bir kişilik olmakla kendiliğinden
işlevlerini yerine getiremez. Tüzel kişiliğe hayatiyet kazandıran insandır.
İnsan unsuru tüzel kişiliğin içine girmedikçe canlılık, hareket, işlev
görülemez. Sadece tüzel kişilik değil her türlü araç gereç, malzeme, maddi ve
manevi her şey ancak insanın müdahalesi ile harekete geçebilir. Asli unsur
insandır.
Devletin içinde yer alan insan unsuru toplumun
içindeki sıradan bir insandan farklı niteliklere sahip olması gerekir.
Devlet tüzel kişiliğinin ortaya çıkması ile
birlikte yöneten-yönetilen sınıfının doğması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Yöneten-yönetilen ilişkisi tarih boyunca her
toplumda, coğrafyada, kültürde farklı şekillerde gelişip şekillenmiştir. Toplu
halde yaşayan insanlar doğal olarak iş bölümü yapmak zorundadır. Ortaya çıkan
işbölümünde yönetenler organize etme güç ve yeteneğine göre daha ileride
olanların içinden çıkmıştır.
Yönetim faaliyeti karmaşık bir bilgi
birikiminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aslında toplu halde yaşama süreciyle
birlikte bu bilgi birikiminin ortaya çıktığını söylemek daha doğru olur.
İçinde yaşadığımız toplumun yöneten-yönetilen
sınıfların ilişkisinde tek kalemde bir açıklama, değerlendirme yapabilmek
oldukça güçtür. Zira tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle
girilen etkileşimin sonucu olarak tek tip bir olgudan/ oluşumdan/ şekillenmeden
söz edilemez.
İçinde bulunduğumuz toplum farklı zamanlarda
pek çok farklı yerde, farklı sürelerde, farklı kültürlerle farklı şekillerde
etkileşim içinde olmuştur.
Geçmişten bu güne Türkiye Devletini oluşturan
Türk ve diğer toplulukların tarihsel genetik yapısına/yaşam şekillerine/değişim
ve gelişim sürecine bakıldığında açık, kesin, tartışmasız olgulardan söz etmek
güçtür. Bu durum yöneten-yönetilen ilişkisine ilişkin kesin açıklamalar
yapılmışını da güçleştirir.
Aslında konusu toplum/insan ve tarih olan her alanda
bu belirsizlik vardır. Olması da doğaldır. Bununla birlikte yine de genel
çerçeveye ilişkin bazı olguların varlığını da kabul etmek gerekir. Bu toplum
sürekli olarak sabit bir coğrafyada kalmamıştır. Yani göçebe bir toplum yapısı
söz konusudur. Bilinen tarihi itibariyle bakıldığında orta Asya kalkış
noktasıdır. Gelinen noktada Anadolu ve Avrupa’ya doğru bir akış/göç/hareket
vardır. Yazılı kültür/eser oluşturma seviyesi düşüktür. Yaşayış şekli
günübirliktir. Uzun dönemli ve süreli, planlı hareketler yerine olayların
zorlamasına göre yön çizmek yaygın bir anlayıştır. Toplumların hayatında İslam
dini önemli bir değer olarak görülür ama din konusunda güçlü bir
bilgilenme/düşünme/uygulama kültürü yoktur. Büyük çaplı ekonomik faaliyetlere
girişme konusunda bireysel inisiyatif yok gibidir.
Yöneticilere/büyüklere/güçlüye itaat kültürü çok güçlüdür. Toplumsal değişmeye
dair bireyden başlayan bir inisiyatif hoş görülmez. Yöneten-yönetilen
ilişkisinde sorgulama, şüphe, açık tartışma hoş görülmez. Fitne olarak nitelenerek
kötülenir.
Toplumsal yapımıza yöneten-yönetilen
iletişimine dair genel çerçeveyi betimleyici nitelikte daha pek çok farklı
olgudan söz ederek liste uzatılabilir. Bu listeye genel olarak bakıldığında
yönetenlerin dominant/baskın bir konumda olduğu görülür. Bu durumda değişim
sürecindeki şekillenmede sorumluluk da yönetenlerdedir. Var olan sorunların
sebebi de yine sorumlu olan yönetici sınıftadır. Güce sahip olanın sorumluluğa
da sahip olması doğaldır.
Bu gün her alanda yaşanan sorunlarda sorumluluk
sahibi olan yöneten sınıfın sorumluluklarının gereğini yapmadıkça sorunların
çözümünün mümkün olduğunu söylemek zor.
Yaşadığımız toplumda tarihten gelen her tür
kültürel öğenin ürettiği karmaşık yapı devasa bir bilgi yığını ortaya
çıkarmıştır. Bu karmaşık bilgi yığını içinden kolayca anlaşılır bir gerekçe,
çözüm önerisi geliştirme oldukça zordur.
Yönetenlerin öncelikle var olan sorunları çözme
istek ve iradesinin olması gerekiyor. Tıpkı devlet kavramı gibi yönetim kavramı
da soyut bir içeriğe sahiptir. Yönetim de yine insan eliyle işlerlik kazanır.
Yöneten iradenin, sorunları sorun olarak görüp çözme isteğini ortaya koyması
halinde sorunlar mutlaka kolayca çözülebilir. Buradaki kritik nokta yöneten
iradenin sorunları çözme isteğinin olmasıdır.
Devlet tüzel bir kişilik olarak insanla
hayatiyet kazandığına göre kritik öğe olan insanın davranışlarını
şekillendirecek sistemin kurulması önem arz eder. Bir arabadaki mevcut
sistemlerin tümü nasıl kurulan ana sistemle uyumlu çalıştığı sürece sağlıklı
bir işleyiş ortaya çıkıyorsa aynı anlayışla devlet sisteminin de dizayn
edilmesi gerekir.
Devlet sistemini oluşturan tüm parçalar kendisi
için belirlenen çerçevede hareket edecek şekilde yapılandırılmalıdır.
Yönetmek yönetenlere sorumluluk yüklüyor da
olsa pek çok alanda yetki, hak, güç ve imkan da verir. Sorumlu bir yönetici
yetki ile sorumluluk arasında dengeli bir davranış sergilemesi gerekir. Güç,
yetki, imkan ve söz sahibi olmak insana psikolojik olarak doyum sağlar. Doyum
sağlama duygusal bir haz verir. İnsan doğası gereği hazza karşı bağımlıdır.
Yönetim mekanizması farklı güç odaklarının karşılıklı etkileşimine dayanmadığı
durumlarda yönetim gücünü eline geçiren kişi/zümre veya gruplar kolay kolay bu
gücü bırakmak istemez. Ülkemizde 2018’den beri uygulanan cumhurbaşkanlığı
hükümet sistemi tam da bu tür bir sistemin doğmasına neden olmuştur. Ülkede var
olduğu söylenen yasama, yürütme ve yargı erkleri cumhurbaşkanının tekeline
geçmiş durumdadır. Bu durum karşılıklı güç odaklarının dengesini ortadan
kaldırmıştır. Devletler için karşılıklı güç odaklarının dengesi kurumsal
işleyişle sağlanabilir. Oysa ülkemizde kurumsal işleyiş kültürü yok denecek
düzeydedir. Binlerce yıllık devlet yönetim geleneğine sahiplikten söz edilse de
bu hamasetten öte gitmeyen bir söylemdir. Çağdaş anlamda bir devlet mekanizması
halen ülkemizde kurulabilmiş değildir. Çağdaş anlamda bir devlet mekanizması
kurulamadığı için de geçmişten bugüne gelen çağdışı yönetim kültürüne ilişkin
uygulamalar olduğu gibi devam ediyor. Torpil, adam kayırmacılığı, güçlü adama
yaslanma isteği, kuralların kolayca görmezden gelinmesi, kuralların etrafından
kolayca dolanılabilmesi, kuralların keyfe göre değiştirilmesi gibi uygulamalar
bu devamlılığın göstergeleridir.
Devlet yönetim gücünü ele geçiren mevcut
iktidar yönetmenin verdiği hazzın tadını aldıkları için geçmişten bugüne gelen
uygulamaları değiştirmek yerine bunlardan yararlanmayı tercih ediyor. Bu durum
iktidar ve çevresindekiler için bir avantaj gibi görünse de uzun soluklu bir
işleyiş değildir. Çağdaş olmayan devlet mekanizması toplumun çoğuna hizmet
etmek yerine küçük bir azınlığa hizmet eder hale geldiği andan itibaren
toplumun büyük çoğunluğu bundan zarar görmeye başlar. Nitekim şu an ülkemizde bunun
örnekleri her alanda görülüyor. En üst düzeyde cumhurbaşkanı uzun bir süre
inkar ettiği gerçeklere karşı gözlerini açmak zorunda kalmış durumda. Artık bir
eksiğimiz varsa yine bir düzeltmek için gereğini yaparız düzeyine gelmiş
durumda. Fakat artık mevcut iktidarın bir şeyleri değiştirmesi oldukça zor
görünüyor. Oluşturduğu yapı kendini de tüketmeye başladı. Yeni bir yapının
kurulması için ne güç, ne zaman ne de ekip yok. İktidarın en büyük avantajı
topluma ümit verecek elle tutulur bir alternatif muhalefetin olmaması.
Muhalefet durumundaki gruplar topluma gerektiği kadar güven veremiyor. Bu
güvensizlik iktidarın halen bir kısım kesimler için ümit olmasına neden oluyor.
Muhalefetin de bu konularda bir şeyler yapması gerekiyor.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder