24 Eylül 2021 Cuma

Kur’an Kursları ve Din Anlayışı

4-6 yaş Kur’an kursu hizmetlerinin yaygınlaştırılması için çalışmalara büyük ihtiyaç olduğu söyleniyor. Cuma hutbelerinde veya vaazlarında diyanet görevlileri bunu sık sık dile getiriyor. Bu söylem Diyanet anlayışı üzerine söz söylemeyi, düşünmeyi gerektiriyor. Diyanetin din anlayışı denilince bir yönüyle de devletin din anlayışını anlamak gerekiyor.

Kur’an Kursu diye nitelenen kurumlarda yapılan faaliyet bir yönüyle Osmanlıdan tevarüs ettirilen din eğitimi faaliyetinin sınırlı bir kısmının bu günkü görüntüsünden başka bir şey değil. Osmanlı’da din eğitiminin en sistematik kurumları medreselerdi. Medrese sisteminin niteliği son dönemlerde oldukça düşmüştü. Bugün medrese sisteminin göklere çıkarılmaya çalışılması çok da gerçekçi bir yaklaşım değil. Buna rağmen Osmanlı dönemi din eğitim uygulamaları bugüne aktarılmaya çalışılıyor.

Müslüman zihniyetin gözünde Kur’an-ı Kerim kutsal bir kitaptır. Bu kutsal kitaba temiz olmayan dokunamaz. Eline alan her Müslüman huşu içinde bir duyguya girer. Kitaba atfedilen kutsallık anlamı o kadar abartılır ki kılıf içinde duvarlara asılır, ona karşı ayak uzatılmaz, onun olduğu yerde yatılmaz, üç kez öpülüp alına konarak alınıp bırakılır. Bu kutsal kitabın Arapçasının okunması, hele makamlı ve sesli okunması dindarlık göstergesinin en üst basamağı olarak görülür. Kur’an Kurslarındaki faaliyetin toplum nezdindeki en üst/en son noktası da budur. Kur’an’ı makamla okuyabilmek.

Kur’an kurslarında önce elif cüz diye nitelenen Arap harflerinin tanınması, seslendirilmesi, ezberlenmesi, okunması öğretilir. Harfleri öğrenenler hareke denilen sesli harf biçimindeki seslendirmeyi öğreten işaretleri tanımaya geçer. Oradan harflerin birleştirilmesi ve kısa Arapça ek ve kelimelerin okunmasına geçilir. Kelimeleri doğru, hızlı okuyabilenler kısa cümlelere, kısa metinler halindeki duaların, surelerin okunması ve ezberlenmesine geçer. Tüm bu aşamaları bitiren birisi artık Kur’an’a geçebilir. Kur’an-ı Kerimin sonundaki kısa sureler hem okuma hem ezber edildikten sonra en baştan Fatiha Suresinden başlanarak Kur’an okunmaya başlanır. Buna yüzünden okuma denir. Kur’an-ı Kerimi baştan sona okuyup bitirmeye hatim indirmek denir. Hatim indirmek Kur’an kurslarında önemli bir basamak/iş/dindarlık göstergesidir. Bunun bir üst basamağı hatim indirmeyi yılda bir, ayda bir şekilde tekrarlamaktır. Hafızlık kavramı artık bundan sonra gelir. Hafızlık eğitim sürecinde yapılanlara bakıldığında altı yüz sayfa civarında olan Kur’an-ı Kerimin kademe kademe ezberlenmesinin sağlandığı görülmektedir. Kur’an-ı Kerimi baştan sona ezberleyen kişi belli aralıklarla tekrarlar yaparak unutmamaya çalışır. Kur’an-ı Kerim’in anlamını öğrenme gibi bir faaliyet ne kurslarda ne de hafızlık eğitim sürecinde yoktur.

Kur’an kursu hizmeti diye nitelenen faaliyeti resmi veya gayri resmi hemen herkes yürütüyor. Devlet kurumu olan diyanet yanında cemaatler, şahıslar veya aileler de bir şekilde bu alanda faaliyet yürütmekte. Bazı kesimler bu faaliyet adı altında kendi özel amaçlarını perdelemeye çalışıyor. Süleymancı diye nitelenen cemaat özellikle kırsalda resmiyette yurt diye açtığı kurumları gayri resmi olarak vatandaşa Kur’an Kursu diye tanıtıyor. Bazı kesimler de kreş diye açtığı resmi kurumları Kur’an kursu diye nitelemekte.

Kur’an Kursu veya hafızlık sisteminin din anlayışının neresinde olduğu üzerinde durulması gerekiyor. Dinin amacı üzerinde sıradan insandan uzmanlık düzeyinde bilgi sahibi insana kadar hemen herkesin bir düşüncesi, değerlendirmesi vardır. Hemen her düzeydeki her insan dinde temel anlayışın kutsal kitabın içerdiği mesajın anlaşılması gerektiği üzerinde fikir birliği içindedir. Buna rağmen Kur’an Kursu ve hafızlık sistemindeki anlama odaklanmamak çelişkili bir durumdur.

Kur’an Kursu ve hafızlık sistemini doğru bir din anlayışı kazanmada etkin bir yol ve yöntem olarak kabul edebilmek dinin özüne uymamaktadır. Bu konuda dindarlığı bir yaşam biçimi olarak benimsediğini düşünen herkesin mutlaka kafa yorması gerekiyor. Buna karşın devletin din anlayışının çerçevesini çizen diyanet kurumunun bu sistemi ısrarla yüceltmeye çalışması da ayrıca değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Müslüman toplumundaki dindarlık, Kur’an Kursu eğitimi, hafızlık eğitimi gibi anlayışlar, kurumlar, sistemler içi boşaltılmış durumda. Bir bakıma görüntüsü var ancak yaşamıyor. Bunların yaşar hale gelmesi Müslüman bireye, bilgili/alim/ilim sahibi bireye bağlı. Bilgi sahibi bireyler ise yönetimlerin güdümüne yani gücün/menfaatin güdümüne girmiş, peşine düşmüş durumda. Anılan değerlerin hayata geçebilmesi/yaşar hale gelmesi için içinde bulunduğu toplum/dünyanın her tür sorununa çözüm sunması, metotlar, araçlar geliştirmesi gerekiyor. Siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik her tür yaşam alanına yani dünyaya yönelik sunulacak çözümler sunulmayıp başkalarının sunduğu, ortaya koyduğu çözümlere/ uygulamalara mahkum olmak taklit etmeyi doğuruyor. Özgün çözümlerin sunumu için fikir başta olmak üzere dünya şartlarının gerektirdiği her tür teknolojik alt yapıyı ortaya koymak gerekiyor. Bu ise üretim yapmayı gerektiriyor. Üretim ise çalışma gerektirir. İslam toplumlarında kendi değerlerini gündeme taşıyacak bir çalışma kültürü, çabası, azmi yok. Ne Türkiye’de ne de dünyada yok.

 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

18 Eylül 2021 Cumartesi

Ey Adalet Geldiysen Üç Defa Vur….


 

Adli yıl açılış törenleri sırasında Yargıtay binasının açılış törenlerine Cumhurbaşkanı, Yargıtay Başkanı ve Diyanet işleri Başkanının dualı görüntüleri uzun süredir laiklik tartışmalarını alevlendirmiş bulunuyor.

Yargıtay binasının açılış töreni sırasında Cumhurbaşkanı iktidarları döneminde adalet teşkilatının çehresini değiştiren fiziksel ve yapısal dönüşümlerin sürekli yapıldığını, yeni Yargıtay binasının da adalet hizmetlerine değer ve fark katacağına inandığını söyledi.

Adalet sisteminin en üst mahkemelerinden birisi de Yargıtay. Bu çerçevede yeni bina adalet hizmetlerine yönelik gelişmelerin örneği olarak sunuluyor. Fiziki olarak yapılan binalar sunulan hizmetlerin kalitesini ne kadar gösterdiği tartışılacak bir konu. Zira fiziki mekan herhangi bir sistemin işleyiş düzeni içinde olması gereken niteliklerin çok çok altlarında yer alıyor. Fiziken yapılan binalar herhangi bir sistemin olgunlaşmasının göstergesinden ziyade başlangıç aşamasındaki işlerden birisidir. Binanın yapılması yürütülen hizmetlerin fiziki konumunu belirlemekten öte bir anlam ifade etmiyor. Binanın yapılması öncesi sunulması düşünülen hizmete ilişkin devletin, devleti hareket ettiren yönetimin bakış açısının netleştirilmesi, nitelikli hale getirilmesi gerekiyor.

Konumuz Yargıtay binası yani adalet hizmetleri olduğu için yazının sınırları da adalet kavramı çerçevesinde olacaktır. Adalet kavramı her ne kadar devletin işlevleri içinde yargı tarafından temsil ediliyor gibi görünse de devletin tüm işleyiş alanları içinde adalet kavramının üzerinde durulması gerekiyor.

Yasamada adalet, yürütmede adalet ve elbette yargıda da adalet kavramlarını ilgilendiren işleyiş düzenleri bulunuyor. Yapılan yasal düzenlemelerde adalet ilkelerine ne kadar riayet edildiği ülkemizde oldukça tartışmalı. Yasal düzenlemelerde adalet ilkelerinden çok güçlü lobilerin isteği doğrultusunda düzenlemelerin yapıldığı açıkça görülüyor. Sürekli değişen yasal metinler son dönemde torba yasa kavramı ile iyice zıvanadan çıkmış durumda. Hangi kanunda neyin ve neden değiştiğini takip edebilmek mümkün değil. Yasal metinlerin değiştirilmesi veya yapılması ile ilgili düzenleme çalışmaları sırasında meclis komisyonları gerçek anlamda toplumun ve hizmet alanının ihtiyaçlarının gözetilmesinden ziyade güçlü etkili lobilerin yönlendirmesi ve etkisi ile siyasal iktidarın yönetim yetkililerinin ve özellikle liderin söyledikleri gözetiliyor. Yapılan yasal düzenleme sürekli ertelenerek uzun süreler boyunca uygulanmayarak unutulur hale getiriliyor. Sorunları çözeceği söylenen yasal metinler yıllarca bekletilerek meclis koridorlarında kayboluyor veya unutulup gidiliyor. Bu uygulamada adalet ilkesinden söz etmek oldukça güç görünüyor.

Yürütmede adalet kavramının içine yönetimde adalet kavramı da bulunuyor. Mevcut iktidarın en büyük zaaflarından birisi yönetimde adaletin büyük bir yara almış olmasıdır. Yönetim makamları iktidardaki siyasi partinin il ve ilçe yöneticilerinin yönlendirmesi olmaksızın harekete geçemiyor. Kurumların yönetim makamları tamamen sübjektif bir anlayışla ve kapalı kapılar ardında yapılan kurgularla planlanıyor. Yönetimde en çok kullanılan işlev yönetim makamlarındaki bürokratların atanması dense yanlış olmaz. Her gün sürekli bir yerlerdeki bürokrat görevden alınıyor veya göreve atanıyor. Bu işlerde ehliyet ve liyakat gibi bir ilkeden söz edilemiyor. Yönetim birimlerinde görev yapın kişilerin verimliliği, çalışkanlığı, niteliği ile ilgili belirlenmiş bir kriter veya denetim sistemi yok denecek düzeyde. Yönetim faaliyetlerinin amaçlara uygun işleyiş düzenine ilişkin değerlendirme yapmayı sağlayan denetim faaliyetleri tamamen işlevsiz hale getirilmiş durumda. Devletin yönetim anlayışı tamamen parti devleti anlayışı haline gelmiş bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile getirilen yeni yönetim sisteminde bakanlıklar etkisizleştirilirken Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan politika kurulları yönetimin dışında ama aynı zamanda içinde bir işlev yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı bu kurullar aracılığıyla tüm devlet hizmetlerini yönlendirmeye çalışıyor. Bu politika kurullarında yer alan kişiler ilişkide bulundukları toplum kesimlerinin istek ve arzularını cumhurbaşkanına doğrudan ulaştırma işlevi yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı bu kurullar aracılığıyla toplum içindeki herkesle doğrudan ancak kayıt dışı şekilde yürütebiliyor. Bu ilişkilerde kural ve kaideler, kanun ve mevzuat hükümleri hiçbir zaman bağlayıcı veya etkili olamıyor. Bu yönetim yapısında adalet ilkesinin yaşayabilmesi mümkün değil. Yönetim yetkisini doğrudan elinde bulunduran yürütme adaletin gereğini ortaya koyan mahkeme kararlarını kolayca görmezden gelebiliyor veya en azından bu kararların etrafından dolaşabiliyor. Bu işleyişte söz söyleyebilen, itiraz edebilen birileri yok. Dolayısıyla yürütmede veya yönetimde de adaletin adı yok dense yeridir.

Adalet sisteminin somutlaşmış hali olan Yargı sistemindeki adalet ilkesinin hali diğer alanlardan çok farklı değil. 15 Temmuz 2016 tarihindeki FETÖ darbe girişimi bir gerekçe olarak kullanılsa da aslında ülkemizin adalet mekanizması hemen her dönemde kanayan bir yara halinde bulunuyor. Her gün haber kanallarında çıkan olaylardan gözyaşları içinde adalet isteği haykırılsa da fazla bir şey değişmiyor. Yıllarca süren davalar, davalardaki yolsuzluklar, mahkemelere etki eden güçlü kişilere uygulanamayan yaptırımlar, vicdanları rahatlatmayan cezalar, bir türlü ıslah edilemeyip defalarca suç işlediği halde yine elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşan suçlular, pervasızca devlete, emniyet güçlerine ve diğer yetkililere meydan okuyan kişiler yargıda da adaletin sağlanamadığının en büyük göstergesi.

Devletin işlevlerinin tümündeki yaşanılanlardan küçük numuneleri olarak sayılanlar kadar sayılamayanlar da dikkate alındığında yeni Yargıtay binası gibi yüzlerce yeni bina da yapılsa adalet anlayışının güçlenebilmesinin mümkün olmadığı anlaşılır. Yasama, yürütme ve yargı dışında ekonomide, vergide, maliyede ve günlük hayattaki adaletsizlikler üzerinde durmaya gerek duymuyorum. Kayıt dışı ekonomi, vergisiz hayat, dolaylı vergi, sigortasız ve kaçak çalışma toplumumuzda sıradan vakalar haline gelmiş durumda. Toplumdaki adalet duygusunun hali çok daha içler acısı bir halde. Ama toplumdaki adaletin ayağa kalkabilmesi önce devletteki adaletin ayağa kalkmasına bağlıdır. Vatandaş, devletin uyguladığı adaletsizlikleri görünce kendi gücü nispetinde adaletsizliği kolayca birbirine uygulayabiliyor. Adaletin olmadığı bir ortamda gücü yeten istediğini yapar hale geliyor. Adalete ait binalardan önce devletin adalet ilkelerine bağlı bir anlayışla meydana çıkarılması gerekiyor.

                                                                           Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

13 Eylül 2021 Pazartesi

Devlet Yönetimi ve İktidar Çıkmazı


 

Devletin kağıt üzerinde yani teorik/sözde işlevi üzerine söylenen, yazılan ve anlatılanlar arasında ülkeler arasında bir fark yoktur. Fark uygulamada yapılanlarla ortaya çıkar.

Devlet kurumların kurumudur. Devleti oluşturan sayısız tüzel/kurumsal yapı ülke sınırları içinde varlığını sürdürürken sınır dışındaki diğer ülkelerle de iletişim kurması, ilişkiler geliştirmesi gerekir.

Devlet tüzel bir kişilik olmakla kendiliğinden işlevlerini yerine getiremez. Tüzel kişiliğe hayatiyet kazandıran insandır. İnsan unsuru tüzel kişiliğin içine girmedikçe canlılık, hareket, işlev görülemez. Sadece tüzel kişilik değil her türlü araç gereç, malzeme, maddi ve manevi her şey ancak insanın müdahalesi ile harekete geçebilir. Asli unsur insandır.

Devletin içinde yer alan insan unsuru toplumun içindeki sıradan bir insandan farklı niteliklere sahip olması gerekir.

Devlet tüzel kişiliğinin ortaya çıkması ile birlikte yöneten-yönetilen sınıfının doğması bir zorunluluk haline gelmiştir.

Yöneten-yönetilen ilişkisi tarih boyunca her toplumda, coğrafyada, kültürde farklı şekillerde gelişip şekillenmiştir. Toplu halde yaşayan insanlar doğal olarak iş bölümü yapmak zorundadır. Ortaya çıkan işbölümünde yönetenler organize etme güç ve yeteneğine göre daha ileride olanların içinden çıkmıştır.

Yönetim faaliyeti karmaşık bir bilgi birikiminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aslında toplu halde yaşama süreciyle birlikte bu bilgi birikiminin ortaya çıktığını söylemek daha doğru olur.

İçinde yaşadığımız toplumun yöneten-yönetilen sınıfların ilişkisinde tek kalemde bir açıklama, değerlendirme yapabilmek oldukça güçtür. Zira tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle girilen etkileşimin sonucu olarak tek tip bir olgudan/ oluşumdan/ şekillenmeden söz edilemez.

İçinde bulunduğumuz toplum farklı zamanlarda pek çok farklı yerde, farklı sürelerde, farklı kültürlerle farklı şekillerde etkileşim içinde olmuştur.

Geçmişten bu güne Türkiye Devletini oluşturan Türk ve diğer toplulukların tarihsel genetik yapısına/yaşam şekillerine/değişim ve gelişim sürecine bakıldığında açık, kesin, tartışmasız olgulardan söz etmek güçtür. Bu durum yöneten-yönetilen ilişkisine ilişkin kesin açıklamalar yapılmışını da güçleştirir.

Aslında konusu toplum/insan ve tarih olan her alanda bu belirsizlik vardır. Olması da doğaldır. Bununla birlikte yine de genel çerçeveye ilişkin bazı olguların varlığını da kabul etmek gerekir. Bu toplum sürekli olarak sabit bir coğrafyada kalmamıştır. Yani göçebe bir toplum yapısı söz konusudur. Bilinen tarihi itibariyle bakıldığında orta Asya kalkış noktasıdır. Gelinen noktada Anadolu ve Avrupa’ya doğru bir akış/göç/hareket vardır. Yazılı kültür/eser oluşturma seviyesi düşüktür. Yaşayış şekli günübirliktir. Uzun dönemli ve süreli, planlı hareketler yerine olayların zorlamasına göre yön çizmek yaygın bir anlayıştır. Toplumların hayatında İslam dini önemli bir değer olarak görülür ama din konusunda güçlü bir bilgilenme/düşünme/uygulama kültürü yoktur. Büyük çaplı ekonomik faaliyetlere girişme konusunda bireysel inisiyatif yok gibidir. Yöneticilere/büyüklere/güçlüye itaat kültürü çok güçlüdür. Toplumsal değişmeye dair bireyden başlayan bir inisiyatif hoş görülmez. Yöneten-yönetilen ilişkisinde sorgulama, şüphe, açık tartışma hoş görülmez. Fitne olarak nitelenerek kötülenir.

Toplumsal yapımıza yöneten-yönetilen iletişimine dair genel çerçeveyi betimleyici nitelikte daha pek çok farklı olgudan söz ederek liste uzatılabilir. Bu listeye genel olarak bakıldığında yönetenlerin dominant/baskın bir konumda olduğu görülür. Bu durumda değişim sürecindeki şekillenmede sorumluluk da yönetenlerdedir. Var olan sorunların sebebi de yine sorumlu olan yönetici sınıftadır. Güce sahip olanın sorumluluğa da sahip olması doğaldır.

Bu gün her alanda yaşanan sorunlarda sorumluluk sahibi olan yöneten sınıfın sorumluluklarının gereğini yapmadıkça sorunların çözümünün mümkün olduğunu söylemek zor.

Yaşadığımız toplumda tarihten gelen her tür kültürel öğenin ürettiği karmaşık yapı devasa bir bilgi yığını ortaya çıkarmıştır. Bu karmaşık bilgi yığını içinden kolayca anlaşılır bir gerekçe, çözüm önerisi geliştirme oldukça zordur.

Yönetenlerin öncelikle var olan sorunları çözme istek ve iradesinin olması gerekiyor. Tıpkı devlet kavramı gibi yönetim kavramı da soyut bir içeriğe sahiptir. Yönetim de yine insan eliyle işlerlik kazanır. Yöneten iradenin, sorunları sorun olarak görüp çözme isteğini ortaya koyması halinde sorunlar mutlaka kolayca çözülebilir. Buradaki kritik nokta yöneten iradenin sorunları çözme isteğinin olmasıdır.

Devlet tüzel bir kişilik olarak insanla hayatiyet kazandığına göre kritik öğe olan insanın davranışlarını şekillendirecek sistemin kurulması önem arz eder. Bir arabadaki mevcut sistemlerin tümü nasıl kurulan ana sistemle uyumlu çalıştığı sürece sağlıklı bir işleyiş ortaya çıkıyorsa aynı anlayışla devlet sisteminin de dizayn edilmesi gerekir.

Devlet sistemini oluşturan tüm parçalar kendisi için belirlenen çerçevede hareket edecek şekilde yapılandırılmalıdır.

Yönetmek yönetenlere sorumluluk yüklüyor da olsa pek çok alanda yetki, hak, güç ve imkan da verir. Sorumlu bir yönetici yetki ile sorumluluk arasında dengeli bir davranış sergilemesi gerekir. Güç, yetki, imkan ve söz sahibi olmak insana psikolojik olarak doyum sağlar. Doyum sağlama duygusal bir haz verir. İnsan doğası gereği hazza karşı bağımlıdır. Yönetim mekanizması farklı güç odaklarının karşılıklı etkileşimine dayanmadığı durumlarda yönetim gücünü eline geçiren kişi/zümre veya gruplar kolay kolay bu gücü bırakmak istemez. Ülkemizde 2018’den beri uygulanan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tam da bu tür bir sistemin doğmasına neden olmuştur. Ülkede var olduğu söylenen yasama, yürütme ve yargı erkleri cumhurbaşkanının tekeline geçmiş durumdadır. Bu durum karşılıklı güç odaklarının dengesini ortadan kaldırmıştır. Devletler için karşılıklı güç odaklarının dengesi kurumsal işleyişle sağlanabilir. Oysa ülkemizde kurumsal işleyiş kültürü yok denecek düzeydedir. Binlerce yıllık devlet yönetim geleneğine sahiplikten söz edilse de bu hamasetten öte gitmeyen bir söylemdir. Çağdaş anlamda bir devlet mekanizması halen ülkemizde kurulabilmiş değildir. Çağdaş anlamda bir devlet mekanizması kurulamadığı için de geçmişten bugüne gelen çağdışı yönetim kültürüne ilişkin uygulamalar olduğu gibi devam ediyor. Torpil, adam kayırmacılığı, güçlü adama yaslanma isteği, kuralların kolayca görmezden gelinmesi, kuralların etrafından kolayca dolanılabilmesi, kuralların keyfe göre değiştirilmesi gibi uygulamalar bu devamlılığın göstergeleridir.

Devlet yönetim gücünü ele geçiren mevcut iktidar yönetmenin verdiği hazzın tadını aldıkları için geçmişten bugüne gelen uygulamaları değiştirmek yerine bunlardan yararlanmayı tercih ediyor. Bu durum iktidar ve çevresindekiler için bir avantaj gibi görünse de uzun soluklu bir işleyiş değildir. Çağdaş olmayan devlet mekanizması toplumun çoğuna hizmet etmek yerine küçük bir azınlığa hizmet eder hale geldiği andan itibaren toplumun büyük çoğunluğu bundan zarar görmeye başlar. Nitekim şu an ülkemizde bunun örnekleri her alanda görülüyor. En üst düzeyde cumhurbaşkanı uzun bir süre inkar ettiği gerçeklere karşı gözlerini açmak zorunda kalmış durumda. Artık bir eksiğimiz varsa yine bir düzeltmek için gereğini yaparız düzeyine gelmiş durumda. Fakat artık mevcut iktidarın bir şeyleri değiştirmesi oldukça zor görünüyor. Oluşturduğu yapı kendini de tüketmeye başladı. Yeni bir yapının kurulması için ne güç, ne zaman ne de ekip yok. İktidarın en büyük avantajı topluma ümit verecek elle tutulur bir alternatif muhalefetin olmaması. Muhalefet durumundaki gruplar topluma gerektiği kadar güven veremiyor. Bu güvensizlik iktidarın halen bir kısım kesimler için ümit olmasına neden oluyor. Muhalefetin de bu konularda bir şeyler yapması gerekiyor.  

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...