Tarih boyunca devleti yönetenler yönettikleri
toplumun gelişmesinden veya geri kalmasından da doğrudan sorumludur. Zira
yöneten yönetme hak, yetki ve sorumluluğu ile birlikte güce de sahip olmuştur.
Gücü elinde bulunduran yöneticiler imkânlara da sahiptir. Osmanlı yöneticileri
uzun yıllar boyu yöneticiliğin gereğini yerine getirdikleri gibi zamanla bu
görevi ihmal eder olmuşlardır. Yöneticilerin ihmali devleti ve toplumu da geri
kalmaya mahkûm etmiştir. Osmanlı yöneticilerinden görevlerini ihmal edenler
zamanla ellerindeki gücü başkalarına devredip kendileri keyif ve saltanata dalmışlardır.
Onların devlet yönetimindeki ihmalinin sonucunda gücü sultanlar adına ele
geçirenlerin kendi gölge saltanatlarını kurmasını getirmiştir. Onlar da tıpkı
üstlerindeki sultanlar gibi keyif ve saltanata dalarak gölge güç
odakları/saltanat naipleri devşirmesi zamanla devlet ile toplumun birbirinden
uzaklaşmasına neden olmuştur. Devleti yönetenler dünyanın gidişatından bihaber
duruma gelince doğal olarak toplumu oluşturan sıradan insanlar kendi kişisel
güç ve kudretleri neye yetiyorsa onunla ilgilenir olmuşlardır. Dünyada ortaya
çıkan ekonomik, siyasal, sosyal ve her türlü gelişme ve yenilikten habersiz
yaşayan devlet yöneticileri toplumun da aynı durumda olmasına neden olmuştur.
Devlete rağmen toplumu oluşturan bireylerin kendilerince bir şey yapabilmesi
geleneksel Osmanlı Devlet yönetim kültüründe fitneye sebep olur düşüncesiyle her
zaman olumsuz görülmüştür. Devlete rağmen bir şey yapabilme kudretine sahip
olmayan yerel vatandaş devletin kendine biçtiği rolün gereğini yapmak zorunda
kalmıştır. Dışarıyla bağlantılı olan azınlıklar bu cendereden daha kolay
çıkmışlardır. Yerel vatandaşın gözünde dünyanın yeni gelişmelerine uygun
niteliklere sahip olma gibi bir imkan zaten yoktu. Devlet de böyle bir imkanı
vatandaşına sunmuyordu. Zira devleti yönetenler için böyle bir amaç, düşünce,
endişe yoktu. Onların tek endişesi saltanatlarının sürmesi idi. Dünyanın
gittiği noktada devlet yönetim sisteminin değişmesi için kendilerini zorlayan
bir dış güç önceleri yoktu. Bu nedenle sahip oldukları gücün verdiği
sarhoşlukla dünyayı okumaya ihtiyaç duymuyorlardı. Farkına vardıkları zaman ise
zaman çoktan geçmişti. Vatandaş kavramı, toplumu oluşturan birey kavramı onlar
için çok yabancıydı. Dünyada ortaya çıkan ekonomik sistemleri iyi okuyamayan
devlet yöneticileri yeni sistemlerin gereği olan alt yapıları ülke içinde
kurmaktan da uzak durdular. Ülke içinde ticaret yöneticilerin gözünde dahi uzun
süre aşağılanan bir iş olarak görüldü. Oysa gelişen ekonomik sistem dünya
ticaretine yönelik büyük yapıların kurulmasını gerektiriyordu.
Bugün geçmişi yüceltme adına Osmanlı dünyaya
nizam verdi söylemleri tarihi gerçeklerden oldukça uzak. Toplumun büyük
çoğunluğu bilgiye dayalı bir düşünce edinme kültüründen çok uzak. Toplumda
milliyetçilik duygularını körüklemek amacıyla hamaset söylemleri
geliştiriliyor. Bu söylemlerle bilgisiz toplum kolayca maniple edilebiliyor. Bu
söylemlere ters söylemler iç ve dış düşman olarak nitelenerek bir yönüyle
ikinci bir manipülasyon daha yapılıyor. Bu manipülasyondan çıkabilmek için
bilgiye dayanan bir görüş, düşünce, fikir sahibi olmak gerekiyor. Bu ise şu an
için oldukça uzak bir olgu gibi görünüyor. Zira bilgiye dayanan bir fikir,
düşünce ve görüş sahibi olabilmek uzun süreli kişisel bir çabayı gerektirir. Kişisel
çaba olmaksızın sahip olunan görüş, düşünce ve fikirler önder olarak kabul
ettiği kişileri taklit etmeyi gerektirir. Taklit, hazır bir şablon sunar. Hazır
bir şablonu kullanmak insanımıza her zaman kolay ve çekici bir yol olarak
gelmiştir.
Osmanlıyı iyi tanımak için öncelikle yerel
kaynaklardan başlanarak okumalar yapılması gerekir. Naima, Ahmet Cevdet Paşa,
İsmail Hami DANİŞMEND gibi klasik eserlerden başlamak ve ardından yerli ve
yabancı diğer kaynaklara yönelerek karşılaştırmalı okumalar yapmak gerekiyor.
Bu ise birkaç yılı kapsayacak bir okuma çabasını gerektirir. Bunu göze
alabilenler taklitten kurtulup ayakları yere basan bir görüş sahibi olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder