İktidar kavramı toplumsal yönü olan bir
kavramdır. Toplumsal yönü olan her şeyin temelinde bireyin zihniyet yapısı
bulunur. Bireylerin zihniyet yapısında bulunmayan hiçbir davranış ve tutum
toplumsal boyuta aktarılamaz. Bu yönüyle toplum ile birey birbirinin izdüşümü,
yansımasıdır. Değişim ve dönüşümün bu iki yönü de kapsaması gerekir. Toplumu
değiştirmek için bireyin değişmesi, bireyin değişmesi için de toplumun
değişmesi gerekir. Bireydeki değişim daha kısa sürede olmakla birlikte değişime
tabi tutulması gereken tüm toplumu oluşturan tek tek bireylerin sayısı,
çeşitliliği, dağınıklığı, hareketliliğindeki hızlılığı dikkate alındığında
oldukça zordur. Her bir bireyin aynı değişim programından aynı şekilde ve
zamanda geçirilmesi imkansızdır. Toplumu değiştirmek ise uzun zamanı
gerektirdiği gibi soyutluğu nedeniyle zordur. Bu yönüyle aslında değişim ve
dönüşüm oldukça zor bir süreçtir. Bu zorlu sürecin istenen sonucu vermesi için
hem topluma hem bireye hitap edecek sistemlerin, işleyişlerin ve düzenlemelerin
yapılması, kurulması, oluşturulması ve hayata geçirilmesi gerekir.
Bireysel ve toplumsal düzlemdeki genel yaşayış
şekillerine bakıldığında aslında herkesin yararına olan şeylerin kolaylıkla
benimsendiği görülür. Herkese aynı şekilde hizmet eden kurumlar, herkese aynı
işleyiş sürecini uygulayan kurumsal yapılar, herkese ayrım yapmaksızın ve
sorgulamaksızın standart hale getirilmiş alt yapı hizmetleri, düzenlemeler
toplumda öngörülemez olmayı kaldırdığı için kolayca kabul görür. Herkes nerede
neyle karşılaşacağını bildiğinde herkesten yardım görür. Böyle bir durumda
kimseye ihtiyaç duyulmaz. İstenen evrakı, belgeyi teslim eder ve sıranızı
beklersiniz. Bu tür işleyiş düzeni kurulmuş sistemler herkes tarafından
benimsenir. Bilinmeyen, belirsiz, öngörülemez, her defasında sürekli değişen
uygulamalar yani belirsizlik insanları rahatsız eder. Kötü, çirkin diye
nitelenen davranış, görüntü ve işleyiş herkes tarafından eleştirilir. Genel
ahlak, kamuoyu, maşeri vicdan gibi olgular herkes tarafından iyi, normal olarak
algılanır. Doğal olan herkesçe kabul edilir. Bu genel kabul durumu aslında
değişim ve dönüşümü kolaylaştıran bir olgu olarak görülebilir.
Değişim ve dönüşüm doğal olana uygun dizayn edilirse
birey ve toplum bazında da kolayca kabul edilebilir. Bu ise ancak devlet
yönetim sistemiyle birlikte hareket edilebilirse mümkündür. Zira birey ve
toplum bazında yegane güç merkezinde devlet bulunmaktadır. Devlet denilen güç
merkezi toplumu ve bireyi tümüyle kapsayabilir. Herkes onun iradesini kabul
etmek zorundadır. Devlet iradesi denilince özellikle bizim toplumumuz açısından
adeta akan sular durur. Sokakta devlet adına hareket ettiğini ima eden,
gösteren bir vatandaş herkes tarafından kabul görür. Vatandaş devlet adına
hareket ettiğini söyleyen kişilere daha kolay güvenir, inanır, boyun eğer. O halde
devletin bu anlayışla yeniden dizayn edilmesi, düzenlenmesi, işletilmesi
gerekir.
Devlet tıpkı toplum gibi soyuttur. Devleti
harekete geçiren bireyler/şahıslardır. Devlet kendisi için konulmuş kurallara
göre işletilirse istenen sonuçlar elde edilebilir. Bu gün kurallar olmakla
birlikte işleyiş kamuyu düşünerek, maşeri vicdanı önceleyerek yürütülmediği
için sorunlar büyük oranda çözülememekte ve kısır döngü içinde daha da
büyümektedir.
Devleti yönetme işini eline alan siyasiler
kendi isteklerine göre devletin tüm kurumlarını keyiflerince kullanmakta,
yönetmektedir. Ülkede tam bir keyfi yönetim hali mevcuttur.
Devletin işlevlerinin kendi içinde
yürütülmesini sağlayacak bir denge sisteminin kurulması gerekir. Yasama, Yürütme, Yargı gerçek anlamda
bağımsız ve her bir organ kendi görev alanı içinde var olan kurallara göre hareket
etmelerinin sağlanması gerekir. Gerçek anlamda yasama sadece toplumun ihtiyaç
duyduğu kuralları çıkarmakla uğraşacak şekilde siyasi parti teşkilat
yönetimlerinin/liderlerinin oyuncağı olmaktan çıkarılması gerekir. Milletvekili
olan kişiler gerçekten toplumun maşeri vicdanı, kamuoyunu dikkate alarak
hareket etmelidir. Milleti, toplumu oluşturan tüm bireylerin ihtiyaçlarını
bilen insanlar vekil olmalıdır. Bunun sağlanabilmesi siyasetin herkese açık
hale getirilmesi ile mümkündür. Milletvekilliği başta olmak üzere hiçbir kamu
görevi insana ömür boyu imtiyazlar sağlamamalıdır. İmtiyazlar sadece görev
yapıldığı dönem içinde ve göreviyle ilgili konularla sınırlı hale
getirilmelidir. Siyaset belli kişilerin tekeline bırakılmamalıdır. Siyasetin
finansmanı gerçek anlamda açık ve şeffaf olmalıdır. Siyasetle ilgili yasalar getirdiği
sınırlamalarla belli grupların, partilerin eline avantaj vermemelidir. Yasama
meclisi tüm kesimleri kapsayacak şekilde oluşturulmalıdır. Yasama gücünü
kolayca birileri eline geçirememelidir.
Yürütme gerçek anlamda yasamadan ayrılmalıdır.
Tek bir güçlü adam iradesi yerine güçler arası dengeyi sağlayan bir yöneticilik
sistemi kurulmalıdır. Kişisel emirler değil kurumsal işleyişe öncelik
verilmelidir. Her hizmet alanının gereğine göre oluşturulmuş kuralların hakim
olması, hayata geçirilmesini sağlayacak bir yürütme sistemi kurulmalıdır.
Her kurumun ne derece amaçlarına uygun iş gördüğünün
mutlaka yakından izlenmesi, verimsiz, işlevsiz olan kurumları işleyişinde
yaşanan sorunların mutlaka köklerine kadar inilmesi gerekir. Yürütmenin
verimliliği sadece yürütme erkini elinde tutanların iradesine, anlayışına
bırakılmamalıdır. Toplumun tüm kesimlerinden gelenler tarafından oluşturulacak
kurul/konsey/meclis/kurullar tarafından herkesin görebileceği şekilde şeffaf
bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Yürütmenin hakim noktalarında görev alan
kişilerin kişisel saltanatına hizmet eder bir kurumsal işleyişin sona
erdirilmesi gerekir.
Yürütmenin kapsamındaki hizmet alanlarında
görev alacak her tür yönetici mutlaka eğitim göreceği okullardan yetiştirilmesi
şartı olmalıdır. Yönetici yetiştirme özel bir alan olarak ele alınmalıdır.
Yönetimi ele geçiren siyasal iradenin ve
anlayışın her şeyi keyfince düzenlemesinin önüne geçecek düzenlemelerin mutlaka
yapılması gerekir.
Yargı işlevi mutlaka gerçek anlamda adaletli
bir işleyişi sağlayacak şekilde bağımsız hale getirilmelidir.
Bu gün ülkemizdeki devletin işlevlerini yürüten
yasama, yürütme ve yargı organlarının durumuna bakılınca gerçek anlamda doğal,
normal bir işleyiş düzeninden söz etmek oldukça güç görünüyor. Yasama ve
yürütme gücünü belirleyen ve adına demokratik seçimler denilen sistemin gereği
gücü eline geçiren istediği her şeyi yapar hale geliyor. Seçimlerin ne kadar
demokratik olduğuna dair herkes kendince mutlaka bir değer yargısına sahiptir.
Şunu da söylemek gerekir ki bu sistem bugün oluşmuş değildir. Aslında yazının
başında anlatmaya çalıştığım toplum ve birey etkileşimindeki mevcut durum bugün
içine düştüğümüz garip işleyişin de sorumlusudur. Günlük hayatımızda sokakta,
pazarda, resmi veya özel işletmelerde şahit olunan işleyiş düzeninin gereği
aslında devlet yönetim kültürümüzü de aynıyla etkiler, şekillendirir, belirler.
Günlük hayatımızda kurallara uyma gibi bir alışkanlığı olan kaç kişi ile
karşılaşırsınız. Trafik kuralları, temizlik kuralları, insanlar arası
ilişkilerdeki veya ticari hayattaki ahlaki kurallar gibi daha pek çok kuralın
kaç tanesine bu toplumda içinden gelerek uyan insan sayısı ne kadardır sorusuna
iyimser bir şekilde pek çok diyecek insan sayısı oldukça azdır. Pikniğe
gidenler çöplerini olduğu gibi bırakır. Parkta oturduğu sıraya, masaya yazı
yazanlar, yediği çekirdeği olduğu gibi yere atanlar, yolda giderken elindeki
çikolata çöpünü olduğu gibi bırakanlar, içtiği sigara izmaritini olduğu yere
bırakanların sayısını bilmek için büyük bir istatistik araştırmasına ihtiyaç
yoktur. Ülkede herkesin adeta övünçle diline doladığı dindarlığın merkezi
konumundaki camilerin tuvaletlerine bakmak bile toplumu oluşturan bireylerin
anlayışı konusunda fikir verir. Bir kitaptaki yazarın ifadesiyle tuvaletleri
pislik içinde olan camilerin içindeki halıların temizlik içinde olmasını beklemek
abesle iştigaldir mealindeki bir sözü de bu yönüyle dikkate değer bir tespit.
Bugün iktidar dindar nesil yetiştirme idealini
topluma pazarlarken her tür yolsuzluğun ayyuka çıktığına şahit oluyoruz. Artık
iktidarın en büyük destekçileri bile yaşanan sorunlar konusunda eleştirilerini
dile getirmekten kaçınmıyorlar. Yıllarca dindarlığın ve dindarların gerçek
anlamda emanetin ehli olacaklarını iddia ederek iktidar talebinde bulunmuş bir
anlayışın iktidara geldiğinde eleştirdiği her tür uygulamayı sahiplenir hale
gelmesi birey, toplum ve devlet kalitemizin bir göstergesidir.
Bugün devletin televizyon kanalı olan TRT
kanalında yayınlanan hamasi tarihi konulu dizilerle yüceltilmeye çalışılan
geçmişten bugüne aslında birey ve toplum kalitesinin geliştirilmesi adına fazla
bir adım atılamamış olduğunu son yirmi yıla yaklaşan dindar görünümlü iktidar
tecrübesiyle de bir kez daha görmüş olduk. Geçmişte dindarlığı yok etme
gayretine girdiği suçlaması ile eleştirilen cumhuriyet rejimi savunucuları
acımasızca tek adamlıkla, tek parti uygulamaları ile eleştirilirken bugün aynı
uygulamaların altına imza atan iktidarın en büyük Cumhuriyetçi olarak ortaya
çıkması büyük bir handikap. Bugün artık iktidarı kaybetmeme adına ne gerekirse
onu yapmayı kendine birinci görev edinmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Ne
yazık ki bu iktidar tecrübesi dindarlığı güçlendirme iddiasında bulunurken
tersine dindarlığa en büyük darbeyi vurmuş durumda. Bugün uzun yıllar boyunca
dindarlık söylemini kendine bir gurur ve mücadele dayanağı olarak görmüş pek
çok insan dindarlıktan soğumuş hale gelmiş durumda.
Artık toplumda dindarlık, laiklik, sağcılık,
solculuk söylemleri yerine nötr durumda olan, siyasi, dini, ideolojik değerler
yerine adalet, eşitlik, ehliyet, liyakat, hak gibi değerleri önceleyen bir
devlet yapılanmasının kurulması için mücadele edilmesi gerekiyor. Hangi anlayış
ve değer ölçüsünde olursa olsun herkesin bu konuda işbirliği yapması gerekir.
Geçmişte ideoloji, yaşam biçimi dayatan,
çağdaşlık, sekülarizm, laiklik adına dindarlığı yok edilecek bir değer/olgu
olarak gören devlet anlayışına karşı dindarlığı sahip çıkılacak bir değer
olarak ön plana çıkararak dayatmalara tepki veren toplum kesimleri de söylem
düzeyindeki dindarlığın bir sonuç vermediğini yirmi yıllık mevcut iktidar
döneminde görmüş oldular. Çağdaşlığı ve laikliği dayatanlar da yaptıklarının
yanlışlığının farkına varması gerekiyor. Bugün artık dayatmacılık anlayışını
terk etmek ve sübjektif değerlerden arınıp objektif değerler etrafında
birleşmek gerekiyor. Bunun için objektif değerlere dayalı ilkeler etrafında
birleşmek ve bu değer ve ilkeleri hayata geçirecek bir devlet yönetim
sisteminin kurulması için işbirliği yapılmasının zamanıdır. Böyle bir devlet
yönetim sistemi kurulursa bireysel ve toplumsal hastalıkların çözümü bulunur ve
ayak bağı olan sorunlardan da kurtulmuş oluruz.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder