Sedat Peker bugünlerde devleti yönetenlerce
organize suç örgütü yöneticisi nitelemesiyle anılıyor.
Youtube kanalı aracılığıyla beşinci videoyu da
paylaşan Peker paylaşımlarında Mehmet Ağar ve oğlu başta olmak üzere İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu ve diğer bazı tanınmış kişilerle ilgili bir takım
iddialarda bulunuyor.
Mehmet Ağar’ın emniyet içindeki adamları
aracılığıyla ne tür olaylara müdahil olduğunu, siyasilerle girdiği ilişkileri
kullanarak elde ettiği nüfuz aracılığıyla maddi ve manevi imkanlara ulaşmasını örnekleriyle
anlatıyor. Ülkemizde nüfuz ticareti gibi bir olgunun ne şekilde kullanıldığına
şahit olmayan yok gibidir.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve yakın çevresi
ile ilgili olarak kendisinin de dahil olduğu gayri meşru sayılabilecek türde
ilişkiler ağını adım adım anlatıyor.
Sedat Peker’in anlatımlarında devletin en üst
düzeyinde söz sahibi olmuş kişilerin adları geçiyor. Medya patronları, medyada
köşe yazarlığı yapan kalem sahipleri, iş adamları, üst düzey bürokratlar, siyasiler,
siyasilerin yakın çevreleri, akrabaları, arasında Sedat Peker’in de dahil
olduğu ilişkiler ağı örnek olaylarla birlikte adım adım anlatılıyor.
Sedat Peker gibileri yer altı dünyasının
elemanları diye nitelenir. Sedat Peker bu alanda sayılan onlarca isimden sadece
birisi. Onun gibi pek çok insanın adı, yaptıkları, videolarıyla sosyal medyada,
haber bültenlerinde sürekli dolaşıyor. Bunlara karşı hareket geçen bir yetkili
makamın etkili bir çalışmasının olduğunu söylemek şu an için çok mümkün
görünmüyor. Yıllarca televizyon kanalları aracılığıyla insanların her tür dini
duygusunu sonuna kadar sömüren meşhur kişilere de yine rastlamak vaka-i
adiyeden bir durum.
Sedat Peker ailesine yönelik devlet emniyet
kuvvetlerinin yaptığı kendince kabul edilemez diye nitelediği muamelenin
intikamını almak için yaşadıklarını deşifre etmeye devam edeceğini söylüyor.
Burada devlet yönetim gücünü elinde bulunduran
insanların, görevlilerin girdikleri ilişkiler ağının küçük bir kısmını
görüyoruz. Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilinmez, ancak, Yüksek İstişare
Kurulu üyesi Cemil Çiçek’in deyimi ile binde biri bile doğru olsa vahim ifadesi
önemli. Kaldı ki söylenenlerin büyük çoğunluğunun doğru olduğu düşüncesi
toplumun büyük kesimlerine hakim.
Anlatılanlara bakınca emniyet ve adalet
sisteminin birilerini zora sokmak, birilerine yarar sağlamak için nasıl araç
olarak kullanıldığı açıkça görülüyor. Emniyet ve adalet sisteminde kuralların
değil perde arkası ilişkilerin hakim olduğu görülüyor. Sorun yaşayan birinin
devletin emniyet ve adalet sistemine güvenmek yerine en üst yöneticilere veya
yakınlarına ulaşabildiği takdirde sorununun kolayca çözülebildiği, yani
kuralların ve kurumsal işleyiş sistemlerinin değil, kişisel ilişkilerin devlet
yönetiminde hala çok güçlü bir kültür olarak yaşadığı açıkça görülüyor.
Bu görüntü ülkenin dünyadaki pozisyonu
açısından içler acısı bir görüntüdür. En geri muz cumhuriyeti diye nitelenen
ülkelerde görülen olayların kolayca yaşandığı bir ülke olmaktan çıkılamadığının
göstergesi olarak bu olaylara tepkisiz kalınması büyük bir vehamet.
Emniyet ve adalet sistemi ile ilgili anlatılan
durum devlete ait diğer diğer kamusal hizmet alanlarında yok demek çok fazla
iyimserlik olacaktır. Eğitim sisteminde de benzer şekilde bürokratik/siyasal
klikler hakim durumda. Eğitim sistemindeki uygulamalara yönelik verilen mahkeme
kararları bu sistemin yöneticileri tarafından kolayca görmezden gelinebiliyor.
Sırtını siyasi yönetim kadrolarındaki yakın akrabalarına dayayan kişiler eğitim
sistemi içinde kişisel inisiyatiflerine hizmet edecek düzenlemeleri yapıp
hayata geçirebiliyor. Sağlık sistemi ekonomik-ticari kliklerin
yönlendirmelerine göre satın alma, yapım ve ihale süreçlerinin esiri olmuş
durumda. Ticaret hayatı benzer şekilde etkin güç sahibi kliklerin elinde.
Sıradan vatandaşın belini büken hayat pahalılığına çözüm olarak sunulduğu iddia
edilen yasal düzenlemeler meclisten geçirilip bir türlü uygulamaya giremiyor. Belediyeler,
kontrol ve denetim üst kurulları gibi saymakla bitmeyen hemen pek çok kamu
kurumu benzer ilişkiler ağı ile sarılmış durumda.
Tüm bunların merkezinde güç sahibi siyasi
kadrolar kimin elindeyse onlar bulunuyor. Dönemin, günün siyasi figürleri bu
işleyişte her zaman rantın en büyüğünü alıyorlar. Kendilerine bağlı kişi ve
gruplara ortaya çıkan rantı aktarıyorlar.
Yıllarca ülkede yaşanan sorunların sorumlusu
diye o günün iktidarlarını eleştirerek kendilerini alternatif olarak sunan bu
iktidar da bu kısır döngüyü kırabilmiş değil. Geçmişte toplumuna yabancılaşmış
yöneticiler diye suçladıkları kişilere karşı geliştirdikleri dindarlık söylemini
de bir argüman olarak kullananların üretilen rantı halkın yararına çevireceğini vadederken bugün tam tersine mevcut ilişkiler ağına dahil olmaları büyük bir acı.
Dindarlığı kendilerine bir söylem olarak alıp
garip gurebanın, öksüzün, yetimin hakkını koruma iddialarıyla mangalda kül
bırakmayanlar bu gün bu rant sofrasının baş köşesine kurulmuş durumdalar.
Yaşananlar dindarlık söyleminin açgözlü
iktidar hırsına kurban edildiğini gösteriyor. Artık dindarlık söyleminin uzun
bir zaman bu topraklarda itici bir dil olarak görüleceği kesin. Dindar bir söyleme
sahip çıkabilmek artık gerçek anlamda dindarlar için bile oldukça zor
görünüyor. Bu gün deizm gibi bir akım bu topraklarda konuşuluyorsa bunun en baş
sorumlusu dindar nesil yetiştirme iddiasındaki iktidarın bizzat kendisidir.
İktidarın söyledikleri ile yaptıkları arasındaki tutarsızlıktır.
Devleti yönetmekle dindarlık arasında bir
ilişki kurmanın anlamsızlığını veya asılsızlığını bu yaşananlar adeta kanıtlıyor.
Dindar veya laik, sağ veya sol, ne
olursa olsun topluma dair bir şey yapılacaksa üzerinde uzlaşılmış kuralların
hakimiyetine dayanan, şeffaf bir devlet yönetim sistemi kurulmadığı sürece
ideolojik bakışın niteliği önemli değilmiş fikrine ulaşabilmek için bu günleri
yaşamak gerekiyormuş.
Muhalifbakış