23 Nisan 2020 Perşembe

100.Yılın Düşündürttükleri


23 Nisan 1920 yılında TBMM’nin açılışı vesilesiyle her yıl bu tarihte coşkulu kutlamalar yapılıyor. Bu yıl da yine aynı kutlamaların benzeri yapıldı. Sokakta gezen aracın hoparlöründe İzmir marşı yüksek sesle çalınıyordu. Marşın içinde “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa, adın yazılacak mücevher taşa” nakaratı sürekli dönüyordu.Mustafa Kemal Atatürk üzerine övücü sözler söylemek toplumda ve bürokraside yüceltilirken hakarete varan sözler hukuk önünde cezayı gerektiriyor. Elbette bir insana hakaret etmek hele de yıllar önce ölmüş bir insanın arkasından hakaret türü sözler söylemek doğru bir davranış değil. Fakat yıllar önce ölmüş bir insanın yaptıklarına yönelik eleştirel nitelikte ve düşünce boyutunda bir şeylerin söylenmesine dahi tahammül göstermemek de aynı şekilde doğru olmayan bir başka davranış olsa gerek diye düşünüyorum.
   

Mutlaka birileri çıkıp sen kim oluyorsun da kurtuluş savaşında liderlik yaparak ülkenin kurtulmasına, toplumumuzun bu günlere gelmesine sebep olan birine eleştiride bulunuyorsun diyeceklerin sayısı hiç de az değil. Gerçekten de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurtuluş savaşındaki liderliğini görmezden gelmek tarihi gerçekliğe uyan bir davranış olmayacaktır. Fakat yine de kurtuluş savaşı döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı liderliği gerekçe gösterip de o dönemlerde yaşananları bir daha hiç açılmamak üzere toprağın derinlerine gömülmesini istemek de yine gerçekliğe uyan bir davranış olmaz.

          Toplum olarak tarihimize akli bir bakış açısıyla bakmaya hala alışabilmiş değiliz. Duygusallık toplumun tüm katmanlarında çok köklü bir şekilde hala yaşamaya devam ediyor. Bu nedenle sevdiğimiz bir kişi söz konusu ise onun hakkında soru sorulmasına hele de eleştiri yapılmasına katlanamıyor ve karşımızdakini anında hain ve düşman olarak yaftalıyoruz. Aynı şekilde sevmediğimiz birisi için de olumlu bir düşünce ve söz söylemeyi de yine aynı derecede kötü görüyoruz. Cumhuriyet ile Osmanlı karşılaştırması yaparken, bugünkü iktidar muhalefet değerlendirmeleri yapılırken, sağ-sol, dindar-laik, alevi-sünni vb. ikilemelerin hemen tümünde benzeri tavırlar sergileniyor. Bu da toplum olarak konuşma, tartışma, dolayısıyla da aklımızı kullanma kültürünün gelişmesine katkıdan çok zarar veriyor.


          Şimdiden bu yazıyı okuyanlarda da benzer şekilde kötü sözler, düşünceler, temenniler geçtiğini düşünmemek mümkün değil. Yine de bu olgunluğu gösterenler olacaktır. Bu çerçevede Mustafa Kemal Atatürk’ün lider olarak, siyasi deha olarak nerede olduğunu inkar etmeden onun da insan olduğunu ve hataları ile sevapları ile tarihimize mal olmuş bir şahsiyet olduğunu düşünerek davranılması, değerlendirmeler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünceye bir zamanlar katı bir Atatürk düşmanlığından buraya geldiğimi de söylemek istiyorum.


       Lise yıllarına kadar eğitim sisteminin verdiği anlayışın gereği olarak adeta Kemalist bakış açısına sahip bir genç olarak üniversiteye başladım diyebilirim. Üniversitede diyaloğa girdiğim arkadaşlarla yaptığım tartışmalarda alternatif gerçek tarih diye bir kavramın olduğundan haberdar oldum. Yalan söyleyen resmi tarih söylemi bizlere okutulan kitaplarda söylenenlerin dışında da bir takım olayların yaşandığını iddia ediyordu. Bu kitapları okuyunca adeta Atatürk düşmanlığına evrildim. Zamanla karşılaştırmalı ve daha gerçekçi okumalar ve değerlendirmeler yapınca aslında tarihte belli kişilere ve olaylara düşmanlığın da hayranlığın da ne kadar yanlış olduğunu bu gün daha iyi anlıyorum. Bu nedenle de Mustafa Kemal Atatürk’e düşmanlık ne kadar yanlış ise onu göklere çıkarmak da o kadar yanlış diye düşünüyorum. Dolayısıyla adın yazılacak mücevher taşa söylemi yerine yaptığı iyi işler için teşekkür ederken yanlış yaptığını düşündüğümüz hususlara yönelik de verilere dayalı mantıklı değerlendirmeler yapılması gerekiyor. Aynı şey Osmanlı tarihinde yaşamış padişahlar ve diğer şahsiyetler için de söz konusu olması gerekiyor. Osmanlıyı göklere çıkaranlara karşı Osmanlı’yı bir kez daha ve doğru bilgilere dayanarak değerlendirme yapmalarını tavsiye ediyorum.


Mustafa Kemal Atatürk yokluklar içindeki bir milleti yoktan var etti söylemi yerine daha insani, daha doğru bilgilere dayanan tarihi gerçeklere uygun olarak ele alınması gerekiyor. Kurtuluş savaşı sürecinde yaptığı liderliği yok saymaksızın birlikte hareket ettiği kişilerle savaş sonrası girdiği mücadelede yaşananları dile getirmek bir Atatürk düşmanlığı olarak görülmemeli. O olmasa idi bu gün adımız Aleko, Hans olurdu gibi tarihsel olarak hiç de uygun ve gerçekçi olmayan sübjektif varsayımlarla doğru sonuçlara varabilmek mümkün değildir. Kurtuluş savaşı sırasında halkın dini ve milli duygularına hitap ederek savaşa teşvik ederken savaş sonrası dini kişisel vicdanlara hapsetme, toplumu topluma rağmen dönüştürme, vatandaş kendisi için neyin iyi olduğunu bilmez anlayışı ile yönetme uygulamaları bizlere çok şeyler kaybettirdi. Bugün hala bu uygulamaların sonuçlarıyla uğraşıyoruz. Devlet ile toplum arasına giren düşmanlık yıllar yılı güven bunalımlarına yol açtı. Bugün birilerini zorla dönüştürme kültürünün kökleri geçmişteki bu zorlayıcı uygulamaların bir sonucudur. O dönemde zorla çağdaşlaştırılacak bir obje olarak görülen toplum ve birey bugünkü iktidar tarafından da dindarlaştırılacak bir obje olarak görülüyor.

            Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir denerek açılmış olan meclise dayalı hükümet sisteminde millet egemenliğini vekilleri aracılığıyla kullanır ve bunu da seçimlerle dile getirir denilmiş ve bu halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanmıştı. Milletvekillerinin seçiliş sistemine baktığımızda atamaya dayalı bir sistemin kurulduğunu ve Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatta kaldığı sürece de tek adam mantığına dayalı atama sisteminin değişmediğini herkes kabul edecektir. Mustafa Kemal Atatürk kurduğu Cumhuriyeti gözü gibi herkesten koruduğu için o günün şartlarında mecliste tartışma olsaydı Cumhuriyet gelmezdi, padişahlık gitmezdi, halifelik kaldırılamazdı diyenler Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadığı süre içinde demokratik usulleri hayal ettiği halde bir türlü hayata geçiremediğini söylemektedir. Bu gelenek bugün de aynı şekilde yaşamaya devam ediyor. Bugünün siyasetçileri, liderleri de aynı şekilde iktidarı veya yönetme gücünü hiç kimse ile paylaşmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Oluşturulan siyasi parti sistemlerinde herkes dikensiz gül bahçesi yaratmanın yollarını arıyor. Üç dönemden fazla sistemde, yönetimde, görevde kalınmayacak denilerek iktidara gelen bugünkü yöneticiler ölünceye kadar koltuktan kalkmanın yollarını bir şekilde buluyorlar. Bugün yapılanlar kendilerine Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyorlar. Vatandaşın kimin milletvekili olacağına müdahale imkanı ve gücü yok. Siyasi parti liderleri oluşturdukları yönetim kadrosu ile istedikleri kişiyi milletvekili olarak halkın önüne koyup seçtiriyor. Siyaset sınırlı grupların ve kişilerin eline verilmiş ayrıcalıklı bir araca dönüşmüş durumda. Buna rağmen halkın egemenliğinden söz edebilmek ne kadar mümkün tartışılır. Kurtuluş savaşının özel şartları gereği oluşturulan güçler birliği ilkesi savaş sonrası zamanlarda da bir şekilde sürdürülürken bugün de güçler ayrılığı ilkesinin adı var kendisi yok. Milletin temsilcisi olduğu söylenen meclis bugün iki veya üç tane siyasi parti liderinin elinde oyuncağa dönmüş bir görüntü veriyor. Yasamayı oluşturacak milletvekillerini belirleyen parti liderlerine rağmen vekillerin beyanat vermesi dahi mümkün değil. Parti disiplini gerekçesi ile anında grup dışına atılan vekiller için adeta siyasetin bitmesi anlamına geliyor. Bu nedenle de vekiller parti liderlerinin etrafında pervane oluyorlar. Yasamayı bu şekilde ele geçiren tek adam bugün fazla bir şekil değiştirmemiş gibi görüyor. İktidara gelen partinin lideri tüm bürokrasiyi baştan aşağı şekillendiriyor. Yürütme de bu şekilde yine tek adama endekslenmiş durumda. Yargı ise hakim ve savcıları avucunun içinde tutan bir adalet sistemi ile hiç de bağımsız bir görüntü vermiyor. Zaten iktidarın başındakiler de bu sistemin Atatürk dönemindeki sistemin aynısı olduğunu sözle de ifade ediyor.


           Mustafa Kemal Atatürk de meclisin ilk açıldığı andan itibaren duruma ve zamana göre değişen dozlarda olmakla birlikte yasamayı yürütmenin güdümünde gördü ve kullandı. Yargıyı da yine yürütme olmadan işlevi olmayan bir unsur olarak gördü ve kullandı. Güçlerin birliğini ölünceye kadar savundu ve uyguladı. Bu nedenle geçmiş ile bugünü karşılaştırarak sorgulayıcı bir okuma yapmak ve bilgi sahibi olduktan sonra buna göre ağzımızdan çıkanlara, zihnimizden geçenlere dikkat etmek gerekiyor.

 


                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...