Yirmi
yıla yakın bir zamandır ülke yönetimini elinde bulunduran ve son on yıldır da
neredeyse tüm gücü tekelinde bulunduran bir iktidar olarak AK PARTİ/AKP
iktidarı bugün toplumda birlik, beraberlik ve dayanışma kampanyası düzenliyor.
İktidarın
2010 yılına kadarki macerasının genelde toplumun büyük çoğunluğu tarafından
olumlu bir bakışla değerlendirildiği söylenebilir. Bu dönem geçmişten beri
ülkede gücü eline geçirmiş güç odaklarının iktidar olabilirsin ancak muktedir
olamazsın anlayışıyla halkın seçtiği iktidarı hizaya getirme çabasına karşın
halk desteğini tek çıkar yol gören iktidarın bu desteği kaybetmeme adına
elinden gelen çabayı sergilediği bir dönem olarak tanımlamak yanlış olmaz.
İktidar
kendisini hizaya getirme çabası içindeki güç odaklarına karşı ittifak yaptığı
gruplar arasında yer alan FETÖ’nün altındaki iktidar koltuğunu çekmek üzere
olduğunun farkına varması sonucunda bu grupla varlık yokluk mücadelesine girmek
zorunda kaldı.
FETÖ
grubunun gelişim süreci de ayrıca ele alınması gereken bir konu olmakla
birlikte 15 Temmuz sonrası bu konuda büyük bir bilgi birikimi ortaya çıktı. Buna
rağmen konu çerçevesinde kısaca ele alacak olunursa FETÖ grubu da yıllarca devlet
birimleri tarafından yok edilmesi gereken bir konumda görüldüğü dönemlerde hizmet
hareketi adı altında din, iman, devlet, vatan, millet, eğitim, beklenen nesil
gibi kavramları ele almış ve bunları mazlum bir maske olarak kullanarak bir bakıma
tıpkı AK PARTİ/AKP’nin yaptığı gibi kendisine karşı uygulanan yok etme/yıldırma
plan ve projelerine karşı toplumsal desteği arkasına alarak ayakta kalmayı
başarmaya çalıştı. Bunu başardıktan sonra zamanla ekonomik, sosyal, bürokratik,
medyatik araçları iç ve dış desteklerin de sayesinde gücünü artırdı. Güce sahip
olduktan sonra çok daha fazlasını ele geçirme peşine düşünce siyasal iktidarla
çatışmaya girmek zorunda kaldı.
FETÖ
baştan beri devletin tehlike olarak saydığı gruplar içinde kendisi ile birlikte
olan diğer gruplarla kendisini her zaman farklı bir konuma yerleştirdi.
Kendisini diğer gruplara göre daha üstün, daha nitelikli, daha doğru metot ve
teknikleri, yöntemleri kullanan olarak gördü. Diğer gruplarla yaklaşma yerine
uzaklaşma tutumu diğer grupların da kendilerine uzak durmasına neden oldu. FETÖ
uyguladığı adam kazanma yöntemleri ile her alanda yayılırken, bürokrasiye
özellikle de emniyet ve adalet bürokrasisine yerleştirdiği adamları sayesinde
devletin kritik noktalarını ele geçirmeye başladı. Altın nesil yetiştirme adı
altında giriştiği eğitim faaliyetleri sayesinde toplumdaki güven katsayısını
artırırken her tür aile ortamına girme ve insan gücü kazanma imkanlarını
geliştirdi. Türkçe olimpiyatları adı altında yaptıkları reklam faaliyetleri ile
Türkiye’nin yurt dışındaki markası gibi lanse edilmeye çalışıldı. Giriştikleri her
tür faaliyette ekonomik, sosyal, kültürel sistemler, teşkilatlar, yapılar kurup
geliştirdi. Bunlar aracılığıyla toplumun her kademesine, grubuna etki etmeye
başladı. Bu etki önceleri gönüllü bir etkileşime dayalı iken zamanla güç
kullanımına dayalı zorlamaya dönüştü. Destek vermek istemeyenlere sahip
oldukları bürokratik ilişkiler aracılığı ile zorla maddi kaynaklar alınmaya,
rıza göstermeyenlere cezalar kestirilmeye kadar gidildi. Gazete, dergi ve diğer
medya araçlarına baskıya dayalı zorunlu abonelikler yapıldı. Dershaneler ve
okullar aracılığı ile maddi kaynaklar geliştirme, iş imkanları sunmaktan çok
daha önemli olan insan gücüne hükmetme imkanları kazandılar. Tüm bu çabalar
nedeniyle oluşturdukları güç merkezi toplumun birçok kesimleri tarafından
tepkiyle karşılanmaya başladı. Bu tepki nedeniyle de iktidar partisi AK
PARTİ/AKP ile girdikleri güç mücadelesinde umdukları, bekledikleri toplum
desteğini göremediler. Sonuçta da kaybeden oldular.
FETÖ’nün
yaşadığı bu serencama bakınca iktidar partisinin serencamına benzer yönlerin
bulunduğunu söylemek çok da yanlış olmayacak gibi görünüyor. İktidarın güç
odaklarına karşı mücadelesinde toplumun desteğine 2010 yılına kadar büyük önem
verdiği söylenmişti. 2010 sonrası iktidarın tümüyle gücü eline geçirdiği de bir
gerçek. Bu süreçte iktidar gücü FETÖ’cülerle paylaşıp paylaşmama savaşımına
girdi. Bu savaşı da şu an için kazanmış gibi görünüyor. FETÖ’cüler savaşı
kaybetmişken iktidar kazanan tarafta bulunuyor. 2010 sonrası dönemde devleti
muhalifler olmaksızın eline almış olan iktidar partisi bürokrasinin tüm
kademelerini kendi taraftarlarına verdi. Bürokraside valiler, il/ilçe parti
yönetim kademesi yetkilileri, belediye başkanları, sendika yönetim kademeleri
el birliği yaparak mülakat sınavları ve istisnai yöntemlerle istedikleri
kişileri istedikleri makamlara getirip kadrolaşma sürecini yürütmeye
başladılar. Her alanda, iş imkanları dağıtılırken dahi partiden referans alma
zorunluluğunu gayri resmi de olsa uygulamaya geçirdiler. Taşeron sistemine dahi
bu referans hakim hale geldi. Devlete ait avantajlı müteahhitlik hizmetleri
güvenilir, referanslı taraftarlara verilmesi sıradan bir olaya dönüştü. Bir
dönem vatandaşa hizmet aracı olarak görülen belediyeler rant dağıtım aracına
dönüştü. Kızılay gibi kurumlar dahi taraftarlara rant dağıtım aracına dönüştü. Vergi
kaçırma değil, vergiden kaçınma gibi garabetler dile getirildi. FETÖ ile
girişilen mücadele sonucunda elde edilen başarı sonrası FETÖ’cülük istenmeyen
kişileri saf dışı etmede en çok kullanılan en güvenilir araç haline geldi.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile daha da güçlenecek denilen hükümet
sisteminde artık meclis varlığı ile yokluğu bir süse dönüşürken yargı da sahip
olması gereken işlevden çok uzak noktalara indi. Bu durum iktidar gücünün keyfi
kullanımına dair numuneler olarak toplumda pek çok kesimden tepki aldı. Bu
tepkilerin sonucunda bir zamanlar tek başına sahip olduğu güce bugün girdiği
ittifaklar sayesinde ancak ulaşabiliyor. Son yerel seçimlerle kaybettiği
büyükşehir belediyelerinin önünü kesme adına elinden gelen her şeyi yapıyor. Bu
durum FETÖ’nün eriştiği güç sonrası edindiği etkiyi gönüllü etkileşimden
zorlamaya dönüştüğü dönemleri hatırlatıyor.
Milli
Dayanışma Kampanyası adı altında başlatılan süreçte yevmiye ile geçimini
sürdüren kesimler başta olmak üzere alınan tedbirlerden dolayı mağdur olan dar
gelirli vatandaşlara ilave destek amacının gerçekleştirilmesinin hedeflendiği
iddia ediliyor. Milli dayanışmayı baştan beri sağlayacak bir işleyiş süreci
kurma imkan ve gücüne sahip iken bunun tam tersine yöneten benim, istediğim
kararı alır ve hayata geçiririm, istediğim kişiyi istediğim yöntemle istediğim
yere atarım anlayışı ile hareket eden, Toplum Yararına Çalışma Projelerine dahi
siyasi referansla adam seçen, mülakatla istemedikleri kişileri haksız yere
eleyen bir iktidarın bugün toplumsal dayanışmayı aklına getirmesi söylenenlerin
inandırıcılığını düşürüyor.
Toplumsal
dayanışma birlik, beraberlik duygusunun güçlü olduğu bir toplumda olabilir. Birlik
ve beraberlik duygusu ise yönetim makamlarının adalet temelli bir anlayışla
hareket etmesi halinde gelişip güçlenebilir. Adalet temelli bir yönetim
anlayışı ehliyet ve liyakat temelli bir çalışan seçim sistemini gerektirir.
Ehliyet ve liyakat temelli seçimle iş başına gelen çalışanlar arasında işini
iyi yapanla yapmayan arasında objektif kriterlerle ayrım yapan bir değerlendirme
sistemi hak edenin hakkını kolaylıkla alabildiği bir sistemi gerektirir. Bunun
için de hak ve adalet temelli hukuk kurallarına bağlı bir denetim sisteminin
kurulması olmazsa olmaz bir husustur. Bugün ehliyet ve liyakat temelli bir
seçme sistemi yok. Çalışan da çalışmayan da aynı muameleye tabi tutuluyor. Hak
ve hukuk kavramları taraftarlığın ve kayırmacılığın çok çok gerisinde kalmış
durumda. Hukuk kuralları aflar, uzun mahkemeler ve işlemeyen adalet ve
adaletsiz yönetim uygulamaları ile her gün adeta idam ediliyor. Denetim sistemi
ise bu ülkede hemen her kurumda en güçsüz dönemlerini yaşıyor.
Maddi
imkanlar, avantajlı pozisyonlar, güç kullanımını gerektiren hususlar söz konusu
olunca hiç akla getirilmeyen kesimlerin, kişilerin zorluklar, görevler,
sorumluluklar söz konusu olunca dayanışma adı altında yükün altına sokulmaya
çalışılması samimi bir tutum değildir. En güçlü olunan zaman ve durumda dahi
her tür imkan ve kaynağın dağıtımında adalet temelli bir anlayışla hareket
edilmesi yönetimde bulunanları ancak daha da güçlendirir. Bu iktidar baştan beri
adalet temelli bir anlayışla işleyen bir devlet düzeni kurmak için çaba
gösterebilseydi bugün ülkedeki dayanışma duygusu çok daha güçlü olabilirdi. Dış
güçlerin oyunlarından yakınırken iç gücün daha da büyümesini sağlayacak bir
sistem kurmak yerine kayırmacı, rant dağıtıcı bir sistem kurmak kırılganlığı
daha da artırdı ne yazık ki. Devletin tüm kaynakları adalet temelli bir
anlayışla adil bir gelir dağılımı, adil bir vergi sistemi kurabilirdi. Bu gün
üretim diyen iktidar üretimi sağlayacak bir ekonomik sistem kurulması için
ekonomik krizlerin patlamasını bekledi. Dayanışmayı da virüs belasının
patlaması sonrası aklına getirdi.
Şimdi
sahip olunan devlet gücü aracılığı ile iktidar dışında hiç kimsenin yardım
toplama faaliyeti yapılmasına izin verilmiyor. İlerleyen zamanda da yine
iktidar ve yönetim gücü kullanılarak yardım toplama kampanyası zorunlu bağış
yapmaya dönüşürse iktidarı tam da FETÖ’nün serencamını takip ediyor durumuna
düşürebilir. Bekleyip göreceğiz. Mahkeme kadıya mülk değil.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder