Türkiye’de devlet ve özel olmak üzere 203 üniversite
olduğu söyleniyor. Üniversiteler il merkezinden en küçük ilçe merkezine kadar
pek çok yerleşim yerine dağılmış durumda. Nüfusu 1500-2000’e kadar düşük küçük
ilçelerde dahi meslek yüksekokulları var. Küçük ilçelerin dörtte birlik
nüfusuna kadar ulaşan öğrenci sayıları ile bulundukları yerleşim birimlerinde
önemli bir nüfus artışı sağlayan bu tür yüksekokullarda verilen eğitimin
kalitesi üzerinde duran kimse yok. Üniversitelerdeki öğrenci sayılarına ilişkin
istatistiklere bakıldığında sekiz milyon civarında öğrencinin yarısına yakını
açık öğretimde iken diğer yarısı ise örgün eğitimde.
Yükseköğretim düzeyinde yayınlanan istatistiklere göre
ülkede dört milyona yakın örgün öğretim öğrencisi varken bu öğrenciler için
devlet tarafından hazırlanan yurt imkânlarının sayısının ise altı yüz bin
civarında olduğu görülüyor. Öğrenci sayısı ile yatak/yurt kapasitesi
kıyaslandığında her beş öğrenciye bir yatak düştüğü görülüyor. Devletin
yükseköğretim düzeyindeki öğrencilere sunabildiği barınma/yurt ve yatak
hizmetinin çok yetersiz olduğu açıkça görülmektedir. Devletin açık bıraktığı bu
devasa alan doğal olarak özel kesim tarafından doldurulmaktadır. Devlet bir
yönüyle özel kesime her geçen gün büyüyen müşteri kitlesi sunmuş olmaktadır.
Üniversite sayısını arttırmak yanında en kırsala kadar meslek yüksekokulu türü
okulların yayılmasına karşın yurt hizmeti sunulmaması öğrencilere dolaylı
olarak özel kesimdeki insanların insafına terk etmek gibi görünmektedir.
Üniversite açılmasının getirdiği hareketliliği gören yerel yöneticiler ne
olursa olsun kendi yerleşim yerlerine de bir meslek yüksekokulu açılması için
siyasi irade yetkililerinin kapısında adeta sıraya girmektedir. Siyasi irade
sahipleri bu tür taleplere karşı yerel imkânlarla da olsa öğrencilerin
barınacağı yerlerin temini konusunda bir şart sunmak yerine yerleşim yerinin
durumuna hiç bakmaksızın keyfine göre okulların açılmasına onay vermektedir.
Siyasi iradenin yapması gereken öğrencilerin getireceği ekonomik, sosyal ve
kültürel hareketliliğe karşı yerleşim biriminin öğrencilere vereceklerini de
sorguladıktan sonra istenen şartları sağlayabilenler ile sağlayamayanlar
şeklinde bir değerlendirme yapması ve buna göre karar vermesi gerekir. Böyle
bir değerlendirme olur olmaz her yere meslek yüksekokulu açılmasını
önleyebilir. Bugün pek çok yükseköğretim kurumunda yeterli eğitim personeli
bulunmamaktadır. Bazı yerlerde ortaöğretimde görev yapan öğretmenler derslere
girerken ortaokul düzeyinde branş öğretmenlerinden ders alan meslek yüksekokulu
öğrencisi ile dahi karşılaşılmaktadır. Öğrenciye diploma verme dışında bir
katkısı olmayan okulların öğrencileri bulundukları yere ekonomik, sosyal ve
kültürel hareketlilik getirmektedir. Görüntüde toplumun yükseköğretim mezunu
nüfus sayısını arttırmakla ülkenin dünya nüfus istatistiklerindeki yeri
değişiyor olabilir ancak bu değişim görüntüden öte bir anlam taşımamaktadır.
Siyasi irade açısından toplumun farklı kesimlerinden gelen taleplerin
karşılanması olarak görülen bu durum uzun vadede toplumun gelişmesine katkıdan
çok toplumu oluşturan bireyleri oyalamaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Siyasi irade toplumun yönetim hizmetini elinde bulunduran otorite olarak
toplumu oluşturan bireylere dünyanın bulunduğu veya gittiği yere göre yol göstermek
olması gerekir. Yükseköğretim düzeyinde eğitim hizmeti alt yapısı olan
yerlerden başlayarak adım adım yaygınlaştırılmalıdır. Bu yapılırken ne olursa
olsun da diploma sahibi insan sayısı artsın demek yerine gerçek anlamda ihtiyaç
bulunan alanlara göre bir öncelik planlaması yaptıktan sonra buna göre bir
kaynak dağıtım sürecinin işletilmesi gerekir. Bunun için il merkezlerindeki alt
yapı oluşturulmadan ilçelere geçilmemelidir. İlçeler özellikle de küçük ve
kırsalda yer alan ilçelere sırf ekonomik, sosyal ve kültürel hayatları
canlansın anlayışı ile yükseköğretim kurumu açılmamalıdır.
Okulların bulunduğu yerleşim yerlerindeki öğrenciler
bulundukları yerin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına önemli katkılar
sunuyor. Öğrencilerin barınacakları yurtlar, kiralık ev piyasası, esnafın alış
veriş yoğunluğu, öğrencilerin bir araya gelebilecekleri kafe vb. yerlerin
açılması gibi ticari faaliyetler yanında okulda eğitim öğretim amacıyla
gelenlerin bireysel veya grup halinde bir araya gelerek aralarında veya çevreyle
oluşturdukları sosyal etkileşim yerleşim yerlerinde hareketliliğe örnek olarak
gösterilebilir.
Üniversitelerin kuruluş kararı siyasi iradenin onayına
bağlı olduğu için genelde bir yere üniversite açılması kararı bilimsel
ihtiyaçlardan çok yerleşim yerindeki nüfusun siyasi yapısına göre veya siyasi
iradenin etkin makamlarında bulunan kişilerin aktivitesine bağlı olarak
veriliyor. Bugün özellikle küçük yerleşim yerlerinde bulunan üniversitelere
bağlı meslek yüksekokulu türü kurumların öğrencilere verebileceği eğitimin
kalitesinden çok bu okullara gelecek öğrencilerin o yerleşim yerine getireceği
ekonomik, sosyal ve kültürel hareketliliğe bakıldığını söylemek mümkün. Küçük
yerleşim birimlerinde bulunan okulların öğretim kadroları genelde bağlı olduğu
üniversite merkezinde kendine yer bulmakta zorlanan veya ileride daha iyi bir
kadroda yer alabilmek amacıyla şimdilik katlanılan bir zorunlu hizmet anlayışı
ile gönderilen kişilerden oluşuyor. Bazılarında ise kadrolu bir görev sahibi
olma endişesi ile neresi olursa olsun yeter ki bir kadro verilsin anlayışıyla
hareket edenleri de bir başka grup olarak saymak mümkün. Bir kısmını da kendi
memleketi, doğup büyüdüğü yerde son zamanlarını geçirme anlayışında hareket
edenler olarak ayrılabilir. Dolayısıyla küçük yerleşim yerlerinde nitelikli
personel sayısı yeterli olmadığı gibi gelen öğrencilerin de yeterli altyapıya
sahip olmayan öğrencilerden oluştuğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
Üniversite yerleştirme sistemi puan üstünlüğünü dikkate alarak oluşan sıralamaya
göre en üstten en alta doğru yapılmaktadır. Okulların eğitim kalitesi de
öğretim görevlisi ve öğrenci kalitesi de yine buna göre oluştuğu görülmektedir.
Ülkemizde her şeyde olduğu gibi üniversite eğitim
faaliyetlerinde de büyük bir plansızlık, düzensizlik ve başıboşluk vardır.
Yıllar yılı tüm üniversite eğitim imkânlarını İstanbul, Ankara ve İzmir gibi
büyük metropollerle sınırlı tutan siyasi irade bu metropolleri adeta
yükseköğretim düzeyindeki eğitim kurumu ile ağzına kadar doldururken bugün
tersine en küçük yerlere kadar üniversite eğitim ortamları oluşturarak bu kez
tersine bir etki tepki mekanizması işletmektedir. Yükseköğretimde mevcut olan
bu plansızlık benzer şekilde okul öncesinde de vardır. Devletin kendi
belirlediği kurallar, ilkeler ve mevzuat hükümlerine göre öncelikle
sosyo-ekonomik yönden gelişmemiş bölgelerdeki bireylere yönelik olarak
akranlarının düzeylerine çıkarılmak amacıyla oluşturulması gereken okulöncesi eğitim
hizmeti yine bizzat devletin kendi iç işleyişinin ve yönetim sisteminin
düzensizliği nedeniyle olması gerekenden sapmış, isteyene, talep edene, almak
için çaba gösteren bilinçli kesimlere yönelik bir hizmete dönüşmüştür.
Toplumlar ile toplumları idare eden siyasi iradenin,
bu iradenin elinde bulunan kurumsal işleyiş düzenlerinin anlayışı, imkânları,
ilkeleri, yapısı kısaca her şeyi farklıdır. Toplum ve toplumu oluşturan
bireyler kendi kişisel hayatları, ihtiyaçları, arzuları ile sınırlı olmak üzere
düşünür, yaşar, hareket eder. Bilgiye ulaşma imkânları, güçleri ve iradeleri
sınırlıdır. Oysa kamu hizmeti görme amacıyla oluşturulan kurumsal yapılar ise
kişilerin hayatlarından, bilgi edinme imkânlarından çok daha fazla ve güçlüdür.
Toplumun ve toplumu oluşturan bireylerin uzun vadeli, planlı ve sistemli bir
düşünceyle hareket etmesini beklememek gerekirken kamu hizmeti sunma sorumluluk
ve yetkisine sahip olan yapılardan tersine planlı, programlı, sistemli ve
düzenli hareketler beklemek gerekir.
Durum böyle iken gerek yükseköğretimde ve gerekse
okulöncesi dönemlere yönelik kurumsal yapılanma işleyişinde yapılanlara bakınca
kamu hizmeti sunma görev ve sorumluluğunu üzerinde bulunduran siyasi iradenin
kendisinden beklenen davranışları göstermekten çok uzak şekilde davrandığı
görülmektedir. Yükseköğretim başta olmak üzere diğer tüm alanlarda yaşanan bu
plansızlık ve düzensizlik topluma katkıdan çok zarar vermektedir. Toplumun
sahip olduğu tüm kaynaklara ve imkânlara yön verme gücünü elinde bulunduran bir
aygıtın içinde bulunduğu durum topluma zarar veriyor hale gelirse bu uzun
vadede belli kişilere yarar sağlasa bile uzun dönemde toplumlar açısından büyük
bir çıkmaz sokak durumu olup adeta yıkım sürecini hızlandırıcı bir etkiye
sahiptir. Bu çıkmaz sokaktan veya yıkım sürecinden çıkış yine kurumsal
mekanizmaların işleyişine bağlı bir durumdur. Kurumsal işleyişin hem yıkım
sürecini hızlandırma hem de bu süreçten kurtulma gücüne, etkisine sahip olması
çelişki gibi görünebilir. Fakat işleyiş toplum faydasına olursa kurtuluş süreci
güçlenirken toplumun yerine kişilerin faydasına olursa yıkım süreci güçlenir.
Bu nedenle işleyişin yönü gidişatın da yönünü belirler. Bu işleyişte liderlik
özelliğine sahip kişilere büyük sorumluluk düşmektedir. Topluma liderlik yapan
kişilerin oluşturacağı gruplar, ekipler topluma da yön verme gücüne sahip
olabilmektedir. Bu nedenle liderlerden hareketle gruplar ve ekipler oluşurken
toplumun yönlendirilmesinde de etkin bir araç görevi de görebilirler. Bununla
birlikte oluşan gruplar ve ekiplerin mutlaka toplumun yararını önceleyen bir
anlayışla oluşturulması gerekmektedir.
Bugün iktidarı, siyasi iradeyi elinde bulunduran en
güçlü irade yaklaşık yirmi yıldır devlet mekanizmasını elinde bulundururken en
azından on yıldır herhangi bir sınırlama olmaksızın devleti şekillendirme güç
ve imkânına sahip bulunmaktadır. Buna rağmen başta yükseköğretim politikaları
olmak üzere pek çok alanda geçmişte var olan politikalarda büyük çaplı bir
değişiklik olmadığı söylenebilir. Geçmişte yapılan hatalardan dönüldüğünü
söylemek bugün de mümkün görünmemektedir. Değişen işleyişte etkin olan
aktörlerdir. Geçmişte devletin etkin mekanizmalarını eline geçirenlerin yaptığı
yanlışlar bugün mevcut makamlarda bulunanlar tarafından tekrar edilmektedir.
Toplumun yararına yönelik çalışmaların yaygınlaştığını söylemek bu dönemde de
pek mümkün görünmemektedir. İşleyişin ortaya çıkardığı yarardan yararlananlar
bugün söylemde daha fazla dindarlık tonuna sahip olanlardır. Bunun dışında
geçmişten farklı bir işleyiş söz konusu değildir.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder