16 Ocak 2020 Perşembe

Yükseköğretim Politikaları ve Tekrar Eden Yanlışlar, Değişen Aktörler


Türkiye’de devlet ve özel olmak üzere 203 üniversite olduğu söyleniyor. Üniversiteler il merkezinden en küçük ilçe merkezine kadar pek çok yerleşim yerine dağılmış durumda. Nüfusu 1500-2000’e kadar düşük küçük ilçelerde dahi meslek yüksekokulları var. Küçük ilçelerin dörtte birlik nüfusuna kadar ulaşan öğrenci sayıları ile bulundukları yerleşim birimlerinde önemli bir nüfus artışı sağlayan bu tür yüksekokullarda verilen eğitimin kalitesi üzerinde duran kimse yok. Üniversitelerdeki öğrenci sayılarına ilişkin istatistiklere bakıldığında sekiz milyon civarında öğrencinin yarısına yakını açık öğretimde iken diğer yarısı ise örgün eğitimde.
Yükseköğretim düzeyinde yayınlanan istatistiklere göre ülkede dört milyona yakın örgün öğretim öğrencisi varken bu öğrenciler için devlet tarafından hazırlanan yurt imkânlarının sayısının ise altı yüz bin civarında olduğu görülüyor. Öğrenci sayısı ile yatak/yurt kapasitesi kıyaslandığında her beş öğrenciye bir yatak düştüğü görülüyor. Devletin yükseköğretim düzeyindeki öğrencilere sunabildiği barınma/yurt ve yatak hizmetinin çok yetersiz olduğu açıkça görülmektedir. Devletin açık bıraktığı bu devasa alan doğal olarak özel kesim tarafından doldurulmaktadır. Devlet bir yönüyle özel kesime her geçen gün büyüyen müşteri kitlesi sunmuş olmaktadır. Üniversite sayısını arttırmak yanında en kırsala kadar meslek yüksekokulu türü okulların yayılmasına karşın yurt hizmeti sunulmaması öğrencilere dolaylı olarak özel kesimdeki insanların insafına terk etmek gibi görünmektedir. Üniversite açılmasının getirdiği hareketliliği gören yerel yöneticiler ne olursa olsun kendi yerleşim yerlerine de bir meslek yüksekokulu açılması için siyasi irade yetkililerinin kapısında adeta sıraya girmektedir. Siyasi irade sahipleri bu tür taleplere karşı yerel imkânlarla da olsa öğrencilerin barınacağı yerlerin temini konusunda bir şart sunmak yerine yerleşim yerinin durumuna hiç bakmaksızın keyfine göre okulların açılmasına onay vermektedir. Siyasi iradenin yapması gereken öğrencilerin getireceği ekonomik, sosyal ve kültürel hareketliliğe karşı yerleşim biriminin öğrencilere vereceklerini de sorguladıktan sonra istenen şartları sağlayabilenler ile sağlayamayanlar şeklinde bir değerlendirme yapması ve buna göre karar vermesi gerekir. Böyle bir değerlendirme olur olmaz her yere meslek yüksekokulu açılmasını önleyebilir. Bugün pek çok yükseköğretim kurumunda yeterli eğitim personeli bulunmamaktadır. Bazı yerlerde ortaöğretimde görev yapan öğretmenler derslere girerken ortaokul düzeyinde branş öğretmenlerinden ders alan meslek yüksekokulu öğrencisi ile dahi karşılaşılmaktadır. Öğrenciye diploma verme dışında bir katkısı olmayan okulların öğrencileri bulundukları yere ekonomik, sosyal ve kültürel hareketlilik getirmektedir. Görüntüde toplumun yükseköğretim mezunu nüfus sayısını arttırmakla ülkenin dünya nüfus istatistiklerindeki yeri değişiyor olabilir ancak bu değişim görüntüden öte bir anlam taşımamaktadır. Siyasi irade açısından toplumun farklı kesimlerinden gelen taleplerin karşılanması olarak görülen bu durum uzun vadede toplumun gelişmesine katkıdan çok toplumu oluşturan bireyleri oyalamaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Siyasi irade toplumun yönetim hizmetini elinde bulunduran otorite olarak toplumu oluşturan bireylere dünyanın bulunduğu veya gittiği yere göre yol göstermek olması gerekir. Yükseköğretim düzeyinde eğitim hizmeti alt yapısı olan yerlerden başlayarak adım adım yaygınlaştırılmalıdır. Bu yapılırken ne olursa olsun da diploma sahibi insan sayısı artsın demek yerine gerçek anlamda ihtiyaç bulunan alanlara göre bir öncelik planlaması yaptıktan sonra buna göre bir kaynak dağıtım sürecinin işletilmesi gerekir. Bunun için il merkezlerindeki alt yapı oluşturulmadan ilçelere geçilmemelidir. İlçeler özellikle de küçük ve kırsalda yer alan ilçelere sırf ekonomik, sosyal ve kültürel hayatları canlansın anlayışı ile yükseköğretim kurumu açılmamalıdır.
Okulların bulunduğu yerleşim yerlerindeki öğrenciler bulundukları yerin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına önemli katkılar sunuyor. Öğrencilerin barınacakları yurtlar, kiralık ev piyasası, esnafın alış veriş yoğunluğu, öğrencilerin bir araya gelebilecekleri kafe vb. yerlerin açılması gibi ticari faaliyetler yanında okulda eğitim öğretim amacıyla gelenlerin bireysel veya grup halinde bir araya gelerek aralarında veya çevreyle oluşturdukları sosyal etkileşim yerleşim yerlerinde hareketliliğe örnek olarak gösterilebilir.
Üniversitelerin kuruluş kararı siyasi iradenin onayına bağlı olduğu için genelde bir yere üniversite açılması kararı bilimsel ihtiyaçlardan çok yerleşim yerindeki nüfusun siyasi yapısına göre veya siyasi iradenin etkin makamlarında bulunan kişilerin aktivitesine bağlı olarak veriliyor. Bugün özellikle küçük yerleşim yerlerinde bulunan üniversitelere bağlı meslek yüksekokulu türü kurumların öğrencilere verebileceği eğitimin kalitesinden çok bu okullara gelecek öğrencilerin o yerleşim yerine getireceği ekonomik, sosyal ve kültürel hareketliliğe bakıldığını söylemek mümkün. Küçük yerleşim birimlerinde bulunan okulların öğretim kadroları genelde bağlı olduğu üniversite merkezinde kendine yer bulmakta zorlanan veya ileride daha iyi bir kadroda yer alabilmek amacıyla şimdilik katlanılan bir zorunlu hizmet anlayışı ile gönderilen kişilerden oluşuyor. Bazılarında ise kadrolu bir görev sahibi olma endişesi ile neresi olursa olsun yeter ki bir kadro verilsin anlayışıyla hareket edenleri de bir başka grup olarak saymak mümkün. Bir kısmını da kendi memleketi, doğup büyüdüğü yerde son zamanlarını geçirme anlayışında hareket edenler olarak ayrılabilir. Dolayısıyla küçük yerleşim yerlerinde nitelikli personel sayısı yeterli olmadığı gibi gelen öğrencilerin de yeterli altyapıya sahip olmayan öğrencilerden oluştuğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Üniversite yerleştirme sistemi puan üstünlüğünü dikkate alarak oluşan sıralamaya göre en üstten en alta doğru yapılmaktadır. Okulların eğitim kalitesi de öğretim görevlisi ve öğrenci kalitesi de yine buna göre oluştuğu görülmektedir.
Ülkemizde her şeyde olduğu gibi üniversite eğitim faaliyetlerinde de büyük bir plansızlık, düzensizlik ve başıboşluk vardır. Yıllar yılı tüm üniversite eğitim imkânlarını İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük metropollerle sınırlı tutan siyasi irade bu metropolleri adeta yükseköğretim düzeyindeki eğitim kurumu ile ağzına kadar doldururken bugün tersine en küçük yerlere kadar üniversite eğitim ortamları oluşturarak bu kez tersine bir etki tepki mekanizması işletmektedir. Yükseköğretimde mevcut olan bu plansızlık benzer şekilde okul öncesinde de vardır. Devletin kendi belirlediği kurallar, ilkeler ve mevzuat hükümlerine göre öncelikle sosyo-ekonomik yönden gelişmemiş bölgelerdeki bireylere yönelik olarak akranlarının düzeylerine çıkarılmak amacıyla oluşturulması gereken okulöncesi eğitim hizmeti yine bizzat devletin kendi iç işleyişinin ve yönetim sisteminin düzensizliği nedeniyle olması gerekenden sapmış, isteyene, talep edene, almak için çaba gösteren bilinçli kesimlere yönelik bir hizmete dönüşmüştür.
Toplumlar ile toplumları idare eden siyasi iradenin, bu iradenin elinde bulunan kurumsal işleyiş düzenlerinin anlayışı, imkânları, ilkeleri, yapısı kısaca her şeyi farklıdır. Toplum ve toplumu oluşturan bireyler kendi kişisel hayatları, ihtiyaçları, arzuları ile sınırlı olmak üzere düşünür, yaşar, hareket eder. Bilgiye ulaşma imkânları, güçleri ve iradeleri sınırlıdır. Oysa kamu hizmeti görme amacıyla oluşturulan kurumsal yapılar ise kişilerin hayatlarından, bilgi edinme imkânlarından çok daha fazla ve güçlüdür. Toplumun ve toplumu oluşturan bireylerin uzun vadeli, planlı ve sistemli bir düşünceyle hareket etmesini beklememek gerekirken kamu hizmeti sunma sorumluluk ve yetkisine sahip olan yapılardan tersine planlı, programlı, sistemli ve düzenli hareketler beklemek gerekir.
Durum böyle iken gerek yükseköğretimde ve gerekse okulöncesi dönemlere yönelik kurumsal yapılanma işleyişinde yapılanlara bakınca kamu hizmeti sunma görev ve sorumluluğunu üzerinde bulunduran siyasi iradenin kendisinden beklenen davranışları göstermekten çok uzak şekilde davrandığı görülmektedir. Yükseköğretim başta olmak üzere diğer tüm alanlarda yaşanan bu plansızlık ve düzensizlik topluma katkıdan çok zarar vermektedir. Toplumun sahip olduğu tüm kaynaklara ve imkânlara yön verme gücünü elinde bulunduran bir aygıtın içinde bulunduğu durum topluma zarar veriyor hale gelirse bu uzun vadede belli kişilere yarar sağlasa bile uzun dönemde toplumlar açısından büyük bir çıkmaz sokak durumu olup adeta yıkım sürecini hızlandırıcı bir etkiye sahiptir. Bu çıkmaz sokaktan veya yıkım sürecinden çıkış yine kurumsal mekanizmaların işleyişine bağlı bir durumdur. Kurumsal işleyişin hem yıkım sürecini hızlandırma hem de bu süreçten kurtulma gücüne, etkisine sahip olması çelişki gibi görünebilir. Fakat işleyiş toplum faydasına olursa kurtuluş süreci güçlenirken toplumun yerine kişilerin faydasına olursa yıkım süreci güçlenir. Bu nedenle işleyişin yönü gidişatın da yönünü belirler. Bu işleyişte liderlik özelliğine sahip kişilere büyük sorumluluk düşmektedir. Topluma liderlik yapan kişilerin oluşturacağı gruplar, ekipler topluma da yön verme gücüne sahip olabilmektedir. Bu nedenle liderlerden hareketle gruplar ve ekipler oluşurken toplumun yönlendirilmesinde de etkin bir araç görevi de görebilirler. Bununla birlikte oluşan gruplar ve ekiplerin mutlaka toplumun yararını önceleyen bir anlayışla oluşturulması gerekmektedir.
Bugün iktidarı, siyasi iradeyi elinde bulunduran en güçlü irade yaklaşık yirmi yıldır devlet mekanizmasını elinde bulundururken en azından on yıldır herhangi bir sınırlama olmaksızın devleti şekillendirme güç ve imkânına sahip bulunmaktadır. Buna rağmen başta yükseköğretim politikaları olmak üzere pek çok alanda geçmişte var olan politikalarda büyük çaplı bir değişiklik olmadığı söylenebilir. Geçmişte yapılan hatalardan dönüldüğünü söylemek bugün de mümkün görünmemektedir. Değişen işleyişte etkin olan aktörlerdir. Geçmişte devletin etkin mekanizmalarını eline geçirenlerin yaptığı yanlışlar bugün mevcut makamlarda bulunanlar tarafından tekrar edilmektedir. Toplumun yararına yönelik çalışmaların yaygınlaştığını söylemek bu dönemde de pek mümkün görünmemektedir. İşleyişin ortaya çıkardığı yarardan yararlananlar bugün söylemde daha fazla dindarlık tonuna sahip olanlardır. Bunun dışında geçmişten farklı bir işleyiş söz konusu değildir.

                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitim Yönetim İlişkisi Üzerine

Eğitim sistemi insan ilişkilerinin yoğun olduğu bir çalışma alanı/sektör. Her sektörün kendi işleyiş düzeni vardır. Yürütülen faaliyetin öze...