Elazığ depremi sonrası yaşanan
tartışmalar sırasında siyasi değerlendirmeler de yapıldı. Bu değerlendirmeler
sırasında yirmi yıla varan süre içinde iktidarın depreme hazırlık adına üzerine
düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmediği yönünde değerlendirmeler ve
eleştiriler yapılmasına karşı cumhurbaşkanının depremi durdurma şansınız var mı
şeklinde cevap verdiği görülüyor. Aslında bu sorunun cevabını cumhurbaşkanının
kendisi de biliyor. Elbette hiç kimse cumhurbaşkanı başta olmak üzere hiç kimseden
böyle bir şey istemiyor, isteyemez.
Deprem başta olmak üzere dünyada pek
çok doğal afet kapsamında olaylar oluyor. Bu tür doğa olaylarının durdurulmasını
akıl sahibi hiç kimse iktidarlardan istemez. Hiçbir iktidar da böylesi bir vaatle
iktidara gelmeyi hayal dahi etmez. Sel felaketleri, fırtınalar, tsunamiler,
yangınlar, toprak kaymaları gibi doğal felaketler dünyanın gerçeği. Bunlardan
gündemde olan depremi durdurma şansı olmamakla birlikte depremin ortaya çıkarma
ihtimali olan zararların önlenmesine yönelik önlemlerin alınma görevi başta
iktidarlar olmak üzere toplumun her bir üyesi olan bireylerinde bulunmaktadır.
Tüm doğal olayların ortaya çıkması ihtimaline karşı yaşayan insanlara ve
çevreye karşı muhtemel zararlarının en aza indirilmesi için düzenlemeler
yapılması, önlemler alınması gerekiyor. Bu düzenlemeleri yapma güç ve imkanına
sahip en büyük yetkili birim ve makam ise kamu gücünü elinde tutan iktidarın ta
kendisidir. İşte cumhurbaşkanının depremi durdurmak değil ancak deprem başta
olmak üzere tüm doğal afetlere karşı önlem ve düzenleme yapıp yapmadığının
değerlendirmesini yapması beklenir.
Ülkemizde yaşanan olayları konu eden
haberlere bakıldığında deprem, sel felaketleri, toprak kayması gibi olayların
mevsimsel olarak sık sık yaşandığını görmek mümkün. Hemen her yıl Trakya başta olmak
üzere birçok tarımsal alanların sular altında kaldığını duyuyoruz. Karların
erimeye başladığı dönemlerde yaşanan su basmaları da bu çerçevede her zaman
duyuluyor. Yağan yağmur sularının ortaya çıkardığı sel sularının şehirlerin
hemen her yerinde evlerin bodrum katlarını basması, yolların göle dönmesi,
araçları dahi sürükleyen güçlü sel felaketlerinden hemen sonra şehirlerin alt
yapı eksikliği her zaman gündeme gelir. Karadeniz bölgesinde yaşanan toprak
kayması türü olaylar da yine bu çerçevede akla gelen diğer tür doğal afetlere
örnekler olarak sayılabilir. Bu felaketlerin en sonuncusu olan deprem de hemen
her gün herkes tarafından bir şekilde gündeme getirilir. Buna rağmen uzmanların
hemen tümü söz birliği etmişçesine bu konularda ülkede hala büyük eksiklerin
olduğu dile getirilmektedir.
İktidarlar kamu gücünü kullanırken
kamu kaynaklarını işe koşar. Kamu kaynaklarının kullanım yetkisi kamu yönetiminin
bir gereğidir. İktidara gelmek kamu yönetim yetkisini ele almak anlamına
gelmektedir. Toplu halde yaşayan insanlar ihtiyaçlarını bireysel olarak kendi
kendilerine karşılayamazlar. Toplu yaşamanın getirdiği imkanlar kadar görevler,
sorumluluklar da vardır. Haklar ve imkanlarla görev ve sorumluluklar arasında
dengeli bir sistem kurabilen toplumlar her yönden gelişir güçlenirken bu
dengeyi kuramamış olan toplumlarda ise dengesiz bir dağılım ve her alanda düzensizlikler
yaşanır. Güçlü olanlar istedikleri gibi yaşarken gücü yetmeyenler en temel
ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük yaşar. Adeta altta kalanın canı çıksın
anlayışı vardır. Böylesi durumlarda ise herkes ayakta kalmanın yolu ne ise
ahlaki olup olmadığına bakmaksızın eline geçen her imkanı kullanarak gününü
kurtarma yolunu bulmaya çalışır.
Kamu kaynaklarının kullanımına dair
şeffaflık olmaması kaynaklar ne yapılıyor, ne kadar doğru kullanılıyor sorusunun
da doğru ve sağlıklı cevaplanmasını engellemektedir.
Kamu kaynaklarının kullanımında
açıklık ve şeffaflık olmaması kamu yönetimini elinde bulunduranların yönetim
anlayışından kaynaklanmaktadır. Kamu gücünü seçimle ele alan iktidar güç bende
ise kimseye bir şey söylememe, sormama gerek yok anlayışında. Bu anlayış keyfi
yönetimin en önemli göstergesidir. İktidar kamu gücünü kullanma yetkisi verdiği
görevlilerini belirlerken de yine şeffaf ve açık bir sistem kullanmamakta. Görevliler
ehliyet ve liyakati açıkça önceleyen bir seçme sisteminden geçilerek
belirlenmesi yerine şüpheli, kapalı işlemlerle seçilince dedikoduya neden
oluyor. Bu da güven bunalımına neden oluyor. Kamu gücünü kullanan iktidarın
işleyiş sisteminde gücün kullanımını, kaynakların kullanımını denetleyen
güvenilir bir kontrol ve denetim sistemi de bulunmuyor. Denetimsiz bir
sistemden sağlıklı bir işleyiş üretilmesini beklememek gerekiyor. Sistemin
kurulmasındaki ve işleyişindeki keyfilik seçme sistemindeki şüpheli ve kapalı
durumlar, işleyişler ve düzenin denetimsizliği gibi olumsuzluklar güvensizlik
yaratırken çevrenin yapılaşmasına, görüntüye bakıldığında rant paylaşımına
dayanan bir imar anlayışının hemen her yerde görülüyor olması da aslında
depreme hazırlık konusunda gerçek anlamda bir şeyler yapılmadığının açık bir
göstergesidir.
Başta deprem yaşanan yerlerden Manisa,
Elazığ, Malatya gibi illerin merkezlerinden taşralarına doğru giderek yapılacak
bir araştırma ve inceleme deprem konusunda bu iktidar zamanında neler
yapıldığını gösterecektir. Bu iktidar zamanında geçmiş iktidarların
yaptıklarından farklı olarak deprem konusunda özel bir çalışmanın olmadığı
açıkça görülür. Aslında bu iktidar da tıpkı geçmiş iktidarlar gibi deprem
konusunda hiçbir şey yapmamıştır. Sadece etki-tepki anlayışı ile deprem olan
yerlerde enkaz kaldırma çalışması yapılmıştır. Belki acil müdahale faaliyetleri
çerçevesinde farklı bir işleyiş süreci söz konusu olmuştur denebilir. Ancak bu
durum depreme hazırlıktan ziyade deprem sonrası yapılan faaliyetler kapsamında
ele alınabilir.
Deprem öncesi hazırlık kapsamında
yapılması gerekenlerin neler olduğu alan uzmanlarınca zaten ortaya konmuş bir
husustur.
Depremin en önemli etkisi yapılaşma
ve şehir planlaması alanında görülmektedir. Yapılaşma ve planlı şehirleşme konusunda
ülke çapında bir değişimden söz edebilmek mümkün değil iken depremin yaşandığı
Manisa, Elazığ, Malatya gibi illerde de bu kapsamda hemen hiçbir şey yoktur. Manisa
ili sanayileşmenin getirdiği iş bulma kolaylığının getirdiği göç kaynaklı hızlı
nüfus artışı nedeniyle en düzensiz gelişen şehirlerden birisidir. Ülkenin
batısında yer alan bir il olan Manisa ilinde yirmi yıllık iktidar süresi
boyunca planlı şehirleşme adına yapılan etkin bir çalışma yok denecek
düzeydedir. TOKİ aracılığı ila yapılan inşaat faaliyetlerinde taraftarlara
kaynak ve rant aktarma olmadığını söyleyebilmek için elde yeterli, güvenilir ve
açık veriler bulunmamaktadır. Manisa ili devasa bir kasaba görünümündedir dense
yanlış olmaz. Elazığ ve Malatya illeri de şehirleşme adına farklı bir durumda
değildir.
Meydana gelen deprem faaliyetleri şehir
merkezlerinden çok kırsaldaki yerleşim birimlerinde etkili zararlara ve
yıkımlara neden olmuştur. Türkiye’de bu çerçevede kırsala yönelik bir depreme
hazırlık faaliyeti de sıfır düzeyinde hatta sıfırın altındadır. Kırsala yönelik
planlı bir yapılaşma yoktur. Aslında şehirleşme anlayışının kırsaldan merkeze
doğru planlı ve kontrollü bir çalışmayla yapılması gerekirken ülkemizde
geçmişte de bu gün de kırsalda planlı faaliyet söz konusu değildir. Kırsal
bizde her zaman iktidarların ilgisinden uzak kalmıştır. Ülke çapında dağınık ve
düzensiz kırsal yerleşim adeta iktidarların ilgi alanının çok uzağında
kalmaktadır. Şehir merkezlerinde de yine yapılaşma, ulaşım alt yapısının
geliştirilmesi, şehrin insana bakan yönlerinin planlı olarak, bilinçli bir
şekilde geliştirilmesi, parkların, bahçelerin, sosyal donatı alanları, yollar,
caddeler, toplanma alanlarının, kamu alanlarının planlanması gibi faaliyetler
yani imar faaliyetleri rant konusu çerçevesinde ele alınmaktadır. Cumhurbaşkanı
İstanbul’a ihanet ettik sözünü mealen ve aynen farklı zamanlarda ve yerlerde
dile getirmişti. Bir zamanların yolsuzlukla suçlanan Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar o dönemde ben ne yaptımsa başbakanın söylediklerini yaptım
demişti. Bunlara bir bütün olarak bakınca deprem konusunda yapılması
gerekenlerin neler olduğu, bunların ne kadarının hayata geçtiğinin düşünülmesi
gerekiyor. Yapılması gerekenler konusunda da iktidarın sorumluluğu hiç de az
değil.
Orman alanlarında binlerce konut,
milyonlarca nüfus yaşıyor. 2B Orman arazilerine yönelik yasal düzenlemeler bu
iktidar tarafından yapılırken planlı bir şehirleşmeden ve depreme hazırlıktan
söz edilemez. İmar barışı düzenlemeleri ile ruhsatsız, kaçak yapılara ruhsat,
izin düzenlenirken depreme etkin bir hazırlık yapıldığı iddiası boş bir sözdür.
Bu tür kararlar ve faaliyetlerle kaçak bina, kaçak yapılaşma cenneti olan
ülkemizde depreme hazırlık yapıldığı iddiası komediden öte bir anlam
taşımamaktadır.
Belediyelerdeki inşaat ve yapı
işlemlerindeki mevcut başıboşluk, düzensizlik ve kontrolsüzlükte değişen fazla
bir şey yoktur. Belediye sisteminde harcanan devasa kamu kaynaklarına karşın
var olan denetimsiz işleyiş ve keyfi idare yönetim anlayışının devamında 20
yıllık iktidarın hiçbir dahli, payı yok demek için ancak Türkiye’den habersiz
olarak ülke dışında yaşayanlara mahsus bir değerlendirme olur. Türkiye’de yaşayan
herkes, sağır sultan da olsa bunları bilir. İktidar da bunu biliyor ancak
bilmezlikten gelerek saflığa yatıyor.
Şehirler birbirinin kopyası. Ülke
nüfusunun beşte biri İstanbul’da yaşıyor. Hemen tüm şehirlerde on kat ve üstü
binalar en merkezi yerlere adeta yarışırcasına dikiliyor. Yeşil alanlar
acımasızca katlediliyor. Her yer beton yığınına dönerken depreme hazırlık
iddiasını dile getirmek çok da inandırıcı görünmüyor. Bu ve benzeri durumlar
plansız şehirleşmenin önemli göstergeleri. Sayın cumhurbaşkanına şunu söylemek
gerekiyor; depremi durdurma şansınız yok ancak planlı şehirleşme için var olan
tüm gücünüzü kullanma imkanınız vardı. Toplumun ihtiyaçlarını görmek için
kurulmuş kamu kurumlarında güvenilir, adil, şeffaf bir seçme sistemi kurma
imkanınız çok eskiden beri vardı. Etkin bir denetim sistemi kurarak merkezi ve
yerel yönetimlerde keyfi kaynak israfına engel olma imkanınız çok eskiden beri
vardı. Ekibinizde yer alanlarda bu yönde önceliklere sahip kişiler olmalarını
bir kriter olarak koyma imkan ve gücünüz, şansınız her zaman vardı. Buna rağmen
bu ülkede hala doğru dürüst işleyen bir yönetim ve denetim sistemi yok. Bu
ülkede hala yapanın yanında kâr kalıyor. Şehircilik bu ülkede hala adı var
kendi yok bir kavram durumunda.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder