Türkiye
hukuk devleti niteliğini hala kazanabilmiş değil. Devlet teşkilatı var. İşleyen
bir devlet teşkilat yapısı olmasına rağmen hukuk çerçevesinde bir işleyişe
henüz kavuşamadı. Ülkede fırsatı ve gücü ele geçirenlerin adeta golü atıp öne
geçtiği bir işleyiş düzeni var. Atılan golün kurallara uygun olup olmadığına
bakan yok. Ofsayt da olsa, elle de atılmış olsa önemli değil. Kendi hanene bir
puanı işlettiğin anda kazançlı çıkıyorsunuz. Geriye dönüp bakan, pozisyonu
inceleyen hakem devletin nerede olduğu belirsiz. Bazen hakem hiç umulmayan
yerde ve zamanda çıktığı oluyor. Böylesi zamanlarda yakalananlar da oluyor. Bu
durumlarda yakalananlar bazen yaptıklarının karşılığını alıyor gibi görünse de
istikrarsız işleyiş sürecinde zamanla bunlar bir şekilde bir çıkış yolu
bulabiliyorlar. İlerleyen süreçte yaşananlar unutulup gidiyor. Toplumda yaşanan
sorunlar basına yansıdığı durumlarda daha ciddi bir şekilde ele alınıyor gibi
görünürken gündemden düşen her olay ilgili tarafların bireysel hayat
sınırlarını aşamıyor. Bazen de yakalananlar adeta günah keçisi durumuna sokulup
yaptıklarıyla hiç de uyuşmayan şekilde adaletsiz muamelelere tabi tutulup adeta
gözdağı verilircesine acımasızca cezalandırıldıkları oluyor.
Yani anlayacağınız devletin işleyişinde bir denge ve
düzen yok. Kurulamadı. Bu bozukluk uzun yıllar, hatta birkaç yüzyıl boyunca
devam ediyor. Yani bir yönüyle bozukluk bugünün ürünü değil. Geçmişten bu güne
gelen bir işleyiş düzeni aynen devam ediyor. İşin acısı geçmişte bozuk düzenden
yakınanlar, bozuk düzenin işleyişinden zarar görenler düzenin başına geçtikten
sonra geçmişte yakındıkları bozuklukları düzeltme yerine her şeyi olduğu gibi
bırakıp hiçbir şeye dokunmaksızın mevcut durumdan kendilerine avantaj elde etme
yolunu tutmaktalar. Sistemin başına geçince kendi yararlarını en üst düzeye
çıkarma yoluna bakıyorlar. Geçmişi adeta unutmuş durumda kâr hanelerini
büyütmeye bakıyorlar.
Uzun yıllar boyunca devletin bozuk düzenine yönelik
yapılan eleştirel değerlendirmelerde Osmanlı’nın teokratik düzeni bir gerekçe olarak
gösterilirken Cumhuriyet rejimine geçişle birlikte yeni bir anlayış, yeni bir
bakış açısı ile devletin yapılandırılacağı, en kısa zamanda çağda uygarlık
seviyesine ve hatta üzerine çıkılacağı iddialarıyla başa geçenler topluma,
devlete ve bireye yeni bir şekil verme savaşına girdiler. Gösterilen direnişler
de uzun yıllar rejim düşmanlığı ile yaftalanırken karşı cephedekiler dindar
anlayışın suçlanmasının yanlışlığını dile getirip geçmişte yapılan
yanlışlıklardan ancak dindar anlayışın çabasıyla kurtulabileceğini iddia etti.
Devleti elinde bulunduran güç odakları dindar anlayışı kendi amaçları önündeki
en büyük engel olarak görüp mücadele ederken dindar anlayış yavaş yavaş
bilinçlenerek gelişti, güçlendi. Yıllarca varlık-yokluk mücadelesi içinde
özgürlük ve demokrasi söylemleri ile varolan çarpıklıkları haklı olarak
eleştirdi.
Eleştiri ile beraber alternatif projeler de sunarak bir
dönem kısır sağ-sol çatışma ortamı içinde adeta tek tutarlı fikir, proje,
alternatif üreten taraf haline geldi. Kangrenleşen sorunlar önce yerelde
ardından genel yönetimde dindarları iktidara taşıdı. Dindarlığın iktidara
yürüyüşü pek çok kişi tarafından adeta sevinçle karşılandı. Dindarlığı kendine
bayrak haline getiren iktidar önderleri hala toplumda önemli ve güçlü bir
desteğe sahipler. Cumhuriyet tarihi boyunca hemen hiçbir dönemde bugünkü
siyasal iktidarın sahip olduğu desteğe hemen hiçbir iktidar sahip olmadı. Buna
rağmen gelinen noktada geçmişte yaşanan sorunların azalmasından ziyade her
geçen gün arttığına şahit olunmaktadır.
Geçmişte muhafazakar yönetim anlayışı suçlanarak sunulan
Cumhuriyet rejimine geçiş önerisinin gösterdiği tecrübe söylenenlerin gerçek
olmadığını göstermiştir. Ancak son yirmi yıla yakın zamandır yaşanan dindar
yönetim anlayışının gösterdiği tecrübe de aynı şekilde sorunlara çözümün dindar
yönetim anlayışında olmadığını da aynı şekilde göstermiştir.
Bugün dindar anlayışa sahip olduğu söylenen iktidar
sahipleri toplumdaki güvenirliğini her geçen gün kaybederken dindarlık olgusuna
olan bakışın da erozyona uğramasına neden olmaktadırlar.
İktidar, sahip olduğu her tür aracı kullanarak topluma
dindarlık değeri sunsa da başarılı olamamaktadır. Dindarlık değerleri her geçen
gün yozlaşmaktadır. Geçmişte iddialı söylemleri sayesinde adeta ümit kapısı
haline gelmiş olan dindar anlayış bugün iddiasını kaybetmiş görünmektedir.
Toplumda dindarlığı kendine bir anlayış olarak seçenler bugün geçmişteki kadar
güçlü bir sesle varlıklarını gösterememektedir. Tersine iktidarın yaptığı
yanlışlar karşısında yapılanları savunma yerine hedef şaşırtma, gerekçe üretme,
yanlışlıkları lokalleştirme gayretine girmektedir.
Yaşanan sorunlara bakınca aslında çözümün dünya
görüşünden ziyade yönetim anlayışına dayandığı kanaati oluşmaktadır. Zira
Osmanlı’nın son dönemlerine kadar sahip olduğu muhafazakâr anlayış geçmişte bir
dönem başarı sağlarken zamanla dünyanın geldiği noktalara, değişimlere ilgisiz
kalındığı ve görüntüde muhafazakar gibi görünürken işin gereği ihmal edilmesi
nedeniyle başarısızlık üretir hale gelmiştir. Dönemin düşünürleri, yöneticileri
sorunların kaynağını eski geleneklerden, şeriattan uzaklaşma olarak gösterirken
bugünkü dindar iktidar var olan mevcut sorunlara çözüm üretme çabası yerine sorunların
kaynağını dış güçlerde aramaktadır.
Bugünün dindarlık bayrağını elinden düşürmeyen iktidar da
yine işin gereğini yapmak yerine suçu dışarıda aramayı tercih etmektedir.
Geçmişte muhafazakar değerleri devletin temeli olarak
gören yöneticiler bu değerleri görüntüde kabul edip kendi kişisel iktidarlarını
sürdürme, güçlendirme peşine düşerlerken bu gün de benzer şekilde bir
anlayışın, uygulamanın hakim olduğu görülmektedir. Geçmişte şahıslar daha fazla
öne çıkarken bugün de şahıslar kadar şahısların başında bulunduğu grup, parti
öne çıkmaktadır.
Geçmişte devletin sahip olduğu kaynak ve imkanlar
şahıslar eliyle dağıtılırken bugün kaynak ve imkanlar şahısların kontrolündeki
parti/grup aracılığı ile dağıtılmaktadır.
Söylemden çok uygulama önemlidir. İnsanın söylediği değil
yaptığı bir eser ortaya çıkarmaktadır. Muhafazakarlık, dindarlık söylemleri
dile getirilirken kayırmacı, ayrımcı, seçici, sübjektif uygulama ve
düzenlemeler gibi toplumsal hayatta hastalık üreten işleyişlerin hayata
geçirilmesi insan ve madde kaynaklarının amaç dışında harcanmasına, heba
edilmesine neden olmaktadır. Bu gün hemen her alanda perde arkasında görünmeden
iş yürütmelerden, haksız ve adaletsiz paylaşımlardan, kuralların hakimiyetinden
çok hâkim konumdakilerin kuralları keyfi olarak belirlemesinden yakınıldığı görülmektedir.
Ülkede yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğu açıkça
görülmektedir. Bu yeni paradigmada geçmişte yaşanan yanlışların tekrar
edilmemesi gerekiyor. Muhafazakarlık, dindarlık tek başına toplum sorunlarına
çözüm üretemediği gibi topluma zorla değer dayatma, yaşam şekli dayatma,
toplumda var olan değerleri yok sayarak, onlarla savaşarak da bir yerlere gelinemeyeceğinin
görülmesi gerekiyor. Yönetim anlayışını ehliyet ve liyakate, objektif
değerlere, ilkelere dayanan bir temel üzerine oturttuktan sonra bu anlayışı
hayata etkin bir şekilde geçirecek güçlü, kurallara bağlı kurumsal yapıların kurulması,
kurumsallaşmış, güçler ayrılığına dayanan denetim ve dengenin farklı güç odaklarına
yayıldığı, uzlaşmayı zorlayan/gerektiren bir devlet yapısı kurulması gerekiyor.
Adalet anlayışını her şeyin üstünde tutan, etkili denetim mekanizmalarını
işleten farklı değer sistemlerine sahip grup ve kişilerin uzlaşmasına dayalı
bir paradigmanın kurulması gerekiyor.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder