17 Aralık 2019 Salı

Geçmişten Bugüne Yeni Paradigma İhtiyacı


Türkiye hukuk devleti niteliğini hala kazanabilmiş değil. Devlet teşkilatı var. İşleyen bir devlet teşkilat yapısı olmasına rağmen hukuk çerçevesinde bir işleyişe henüz kavuşamadı. Ülkede fırsatı ve gücü ele geçirenlerin adeta golü atıp öne geçtiği bir işleyiş düzeni var. Atılan golün kurallara uygun olup olmadığına bakan yok. Ofsayt da olsa, elle de atılmış olsa önemli değil. Kendi hanene bir puanı işlettiğin anda kazançlı çıkıyorsunuz. Geriye dönüp bakan, pozisyonu inceleyen hakem devletin nerede olduğu belirsiz. Bazen hakem hiç umulmayan yerde ve zamanda çıktığı oluyor. Böylesi zamanlarda yakalananlar da oluyor. Bu durumlarda yakalananlar bazen yaptıklarının karşılığını alıyor gibi görünse de istikrarsız işleyiş sürecinde zamanla bunlar bir şekilde bir çıkış yolu bulabiliyorlar. İlerleyen süreçte yaşananlar unutulup gidiyor. Toplumda yaşanan sorunlar basına yansıdığı durumlarda daha ciddi bir şekilde ele alınıyor gibi görünürken gündemden düşen her olay ilgili tarafların bireysel hayat sınırlarını aşamıyor. Bazen de yakalananlar adeta günah keçisi durumuna sokulup yaptıklarıyla hiç de uyuşmayan şekilde adaletsiz muamelelere tabi tutulup adeta gözdağı verilircesine acımasızca cezalandırıldıkları oluyor.
            Yani anlayacağınız devletin işleyişinde bir denge ve düzen yok. Kurulamadı. Bu bozukluk uzun yıllar, hatta birkaç yüzyıl boyunca devam ediyor. Yani bir yönüyle bozukluk bugünün ürünü değil. Geçmişten bu güne gelen bir işleyiş düzeni aynen devam ediyor. İşin acısı geçmişte bozuk düzenden yakınanlar, bozuk düzenin işleyişinden zarar görenler düzenin başına geçtikten sonra geçmişte yakındıkları bozuklukları düzeltme yerine her şeyi olduğu gibi bırakıp hiçbir şeye dokunmaksızın mevcut durumdan kendilerine avantaj elde etme yolunu tutmaktalar. Sistemin başına geçince kendi yararlarını en üst düzeye çıkarma yoluna bakıyorlar. Geçmişi adeta unutmuş durumda kâr hanelerini büyütmeye bakıyorlar.
            Uzun yıllar boyunca devletin bozuk düzenine yönelik yapılan eleştirel değerlendirmelerde Osmanlı’nın teokratik düzeni bir gerekçe olarak gösterilirken Cumhuriyet rejimine geçişle birlikte yeni bir anlayış, yeni bir bakış açısı ile devletin yapılandırılacağı, en kısa zamanda çağda uygarlık seviyesine ve hatta üzerine çıkılacağı iddialarıyla başa geçenler topluma, devlete ve bireye yeni bir şekil verme savaşına girdiler. Gösterilen direnişler de uzun yıllar rejim düşmanlığı ile yaftalanırken karşı cephedekiler dindar anlayışın suçlanmasının yanlışlığını dile getirip geçmişte yapılan yanlışlıklardan ancak dindar anlayışın çabasıyla kurtulabileceğini iddia etti. Devleti elinde bulunduran güç odakları dindar anlayışı kendi amaçları önündeki en büyük engel olarak görüp mücadele ederken dindar anlayış yavaş yavaş bilinçlenerek gelişti, güçlendi. Yıllarca varlık-yokluk mücadelesi içinde özgürlük ve demokrasi söylemleri ile varolan çarpıklıkları haklı olarak eleştirdi.
            Eleştiri ile beraber alternatif projeler de sunarak bir dönem kısır sağ-sol çatışma ortamı içinde adeta tek tutarlı fikir, proje, alternatif üreten taraf haline geldi. Kangrenleşen sorunlar önce yerelde ardından genel yönetimde dindarları iktidara taşıdı. Dindarlığın iktidara yürüyüşü pek çok kişi tarafından adeta sevinçle karşılandı. Dindarlığı kendine bayrak haline getiren iktidar önderleri hala toplumda önemli ve güçlü bir desteğe sahipler. Cumhuriyet tarihi boyunca hemen hiçbir dönemde bugünkü siyasal iktidarın sahip olduğu desteğe hemen hiçbir iktidar sahip olmadı. Buna rağmen gelinen noktada geçmişte yaşanan sorunların azalmasından ziyade her geçen gün arttığına şahit olunmaktadır.
            Geçmişte muhafazakar yönetim anlayışı suçlanarak sunulan Cumhuriyet rejimine geçiş önerisinin gösterdiği tecrübe söylenenlerin gerçek olmadığını göstermiştir. Ancak son yirmi yıla yakın zamandır yaşanan dindar yönetim anlayışının gösterdiği tecrübe de aynı şekilde sorunlara çözümün dindar yönetim anlayışında olmadığını da aynı şekilde göstermiştir.
            Bugün dindar anlayışa sahip olduğu söylenen iktidar sahipleri toplumdaki güvenirliğini her geçen gün kaybederken dindarlık olgusuna olan bakışın da erozyona uğramasına neden olmaktadırlar.
            İktidar, sahip olduğu her tür aracı kullanarak topluma dindarlık değeri sunsa da başarılı olamamaktadır. Dindarlık değerleri her geçen gün yozlaşmaktadır. Geçmişte iddialı söylemleri sayesinde adeta ümit kapısı haline gelmiş olan dindar anlayış bugün iddiasını kaybetmiş görünmektedir. Toplumda dindarlığı kendine bir anlayış olarak seçenler bugün geçmişteki kadar güçlü bir sesle varlıklarını gösterememektedir. Tersine iktidarın yaptığı yanlışlar karşısında yapılanları savunma yerine hedef şaşırtma, gerekçe üretme, yanlışlıkları lokalleştirme gayretine girmektedir.
            Yaşanan sorunlara bakınca aslında çözümün dünya görüşünden ziyade yönetim anlayışına dayandığı kanaati oluşmaktadır. Zira Osmanlı’nın son dönemlerine kadar sahip olduğu muhafazakâr anlayış geçmişte bir dönem başarı sağlarken zamanla dünyanın geldiği noktalara, değişimlere ilgisiz kalındığı ve görüntüde muhafazakar gibi görünürken işin gereği ihmal edilmesi nedeniyle başarısızlık üretir hale gelmiştir. Dönemin düşünürleri, yöneticileri sorunların kaynağını eski geleneklerden, şeriattan uzaklaşma olarak gösterirken bugünkü dindar iktidar var olan mevcut sorunlara çözüm üretme çabası yerine sorunların kaynağını dış güçlerde aramaktadır.
            Bugünün dindarlık bayrağını elinden düşürmeyen iktidar da yine işin gereğini yapmak yerine suçu dışarıda aramayı tercih etmektedir.
            Geçmişte muhafazakar değerleri devletin temeli olarak gören yöneticiler bu değerleri görüntüde kabul edip kendi kişisel iktidarlarını sürdürme, güçlendirme peşine düşerlerken bu gün de benzer şekilde bir anlayışın, uygulamanın hakim olduğu görülmektedir. Geçmişte şahıslar daha fazla öne çıkarken bugün de şahıslar kadar şahısların başında bulunduğu grup, parti öne çıkmaktadır.
            Geçmişte devletin sahip olduğu kaynak ve imkanlar şahıslar eliyle dağıtılırken bugün kaynak ve imkanlar şahısların kontrolündeki parti/grup aracılığı ile dağıtılmaktadır.
            Söylemden çok uygulama önemlidir. İnsanın söylediği değil yaptığı bir eser ortaya çıkarmaktadır. Muhafazakarlık, dindarlık söylemleri dile getirilirken kayırmacı, ayrımcı, seçici, sübjektif uygulama ve düzenlemeler gibi toplumsal hayatta hastalık üreten işleyişlerin hayata geçirilmesi insan ve madde kaynaklarının amaç dışında harcanmasına, heba edilmesine neden olmaktadır. Bu gün hemen her alanda perde arkasında görünmeden iş yürütmelerden, haksız ve adaletsiz paylaşımlardan, kuralların hakimiyetinden çok hâkim konumdakilerin kuralları keyfi olarak belirlemesinden yakınıldığı görülmektedir.
            Ülkede yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğu açıkça görülmektedir. Bu yeni paradigmada geçmişte yaşanan yanlışların tekrar edilmemesi gerekiyor. Muhafazakarlık, dindarlık tek başına toplum sorunlarına çözüm üretemediği gibi topluma zorla değer dayatma, yaşam şekli dayatma, toplumda var olan değerleri yok sayarak, onlarla savaşarak da bir yerlere gelinemeyeceğinin görülmesi gerekiyor. Yönetim anlayışını ehliyet ve liyakate, objektif değerlere, ilkelere dayanan bir temel üzerine oturttuktan sonra bu anlayışı hayata etkin bir şekilde geçirecek güçlü, kurallara bağlı kurumsal yapıların kurulması, kurumsallaşmış, güçler ayrılığına dayanan denetim ve dengenin farklı güç odaklarına yayıldığı, uzlaşmayı zorlayan/gerektiren bir devlet yapısı kurulması gerekiyor. Adalet anlayışını her şeyin üstünde tutan, etkili denetim mekanizmalarını işleten farklı değer sistemlerine sahip grup ve kişilerin uzlaşmasına dayalı bir paradigmanın kurulması gerekiyor.



                             Muhalifbakış
                                                                               izmirmuhammedali@gmail.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...