Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünü anma günü vesilesiyle yayınlanan haber,
yorum ve diğer duyurularda hayatın duracağı, milletin yas içinde olduğu,
toplumun çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için yaptığı mücadeleyi anlatan
habercileri duyunca bir defa daha geçmişi hatırlamak gerekiyor. Geçmişte
yaşamış binlerce kişi, devlet adamı var. Bir kısmı toplumca sevilmiş, bir kısmı
sevilmemiş. Mustafa Kemal Atatürk de 81 yıl önce 10 Kasımda bu dünyadan
ayrılmış. Her yıl anma törenleri yapılıyor. 09.05’te trafikteki araçlar bir
dakika boyunca duruyor. Bu ataya saygı göstergesi olarak yapılıyor.
Geçmişte dini hassasiyeti olanlar bu tür faaliyetlere eleştirel bir anlayışla,
tavırla yaklaşıyorlardı. Bugün dindarlığı ile öne çıkmış iktidar Mustafa Kemal
Atatürk’ü yaptıklarına dayanak olarak kullanılıyor. Uyguladıkları sistemin
onunkiyle aynısı olduğunu söylüyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeki tek
adamlığın Mustafa Kemal Atatürk’ten miras alındığını ima ediyorlar.
Cumhurbaşkanı hükümet sisteminde yasamadan yargıya, yürütmenin her kademesi cumhurbaşkanı
tarafından tek başına dizayn edilebiliyor. Mustafa Kemal Atatürk de döneminde
meclise girecek milletvekillerini tek tek kendisi belirliyordu. Cumhuriyet Halk
Partisinin tüm faaliyetlerini yine kendisi yönlendiriyordu. Toplumun geleceğine
dair kararları kendisi tek başına alıyor, projeleri hayata geçirtip sona
erdiriyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tek adamlığı bugün iktidarda bulunan
kadrolar tarafından geçmişte her yönüyle eleştiriye tabi tutulurken bugün örnek
gösterilmesi nereden nereye gelindiğinin ilginç bir göstergesi. Yine iktidar
kadroları geçmişte 10 Kasım törenlerini veya Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası
olan her tür faaliyet ve işareti eleştirel bir nükte ile ele alırken bugün
Mustafa Kemal Atatürk’ü çok daha fazla sahiplenir bir yaklaşım içinde hareket
ediyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ü diğer devlet adamlarının kategorisinde ele almak
hala mümkün değil. Bugün yaşayan herkes kendince geçmişteki bir kişiyi, bir
dönemi yücelterek ele alma, adeta kutsama eğiliminde. Bu eğilim geçmişin ders
alacak tarzda ele alınmasını engelliyor. Geçmiştekilerin yaptığı doğru şeyleri
ve yanlışlıkları ders alacak tarzda ele almak mümkün olmuyor. Mustafa Kemal
Atatürk de bu şekilde ele alınanların en güçlüsü, en akla geleni.
O olmasaydı biz olmazdık, din olmazdı, toplum tutsak olurdu, köle
kalınırdı, isimlerimiz Hans, John vb. olurdu, cehalet içinde kalınırdı türü değerlendirmelerin
haddi hesabı yok. Bu değerlendirmeler yapılırken Mustafa Kemal Atatürk’ün
yaptıklarına dair sorular sormak, eleştirel bir söz, ima, yorum yapmak anında
tepkiyle karşılanıp adeta şeytanlaştırılmasına yol açabiliyor. Toplum, halen
pek çok alanda aklıyla hareket edemiyor. Duygusallık çok fazla.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarından hangilerini eleştirebiliriz ki gibi
bir soruya cevap verebilmek için hoşgörülü bir tartışma ortamına ihtiyaç var.
Oysa 5816 sayılı Kanun Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret diyerek her türlü
değerlendirmeyi geçmişten bugüne soruşturmaya tabi tutulmuş. Bu gün de hala
aynı kanun varlığını sürdürüyor.
Yasaları uygulama gücüne ve yetkisine sahip siyasal iktidardakilerin
anlayışına göre devletin sahip olduğu güç odakları, güç unsurları istendiği
şekilde kullanılabiliyor.
Güç unsurlarının tarafsızca, sadece toplumun yararına olacak şekilde eşit
bir şekilde uygulanması, kullanılması gerekirken bugün iktidardaki kişilerin
anlayışlarına uygun olarak kullanım söz konusu.
Kural ve kaide somut olaylara uygulanırken iktidarın gözüne bakılıyor. Bu
da tarafsız uygulamayı engelliyor.
Mustafa Kemal Atatürk dönemini bugünden bakarak, bugünün şartları ile ele
almak doğru olmayabilir. O dönemin kendine özgü şartları vardı. O günün
şartlarında yapılanları bugünün hayatında da sürdürmek mümkün olmaz. Geçmişin
siyasal, sosyal, ekonomik olaylarını bugüne taşırken ders alır bir anlayışla
ele alınmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk yaptığı liderlikle toplumu dönüştürmeyi hedefledi.
Toplumun o günkü şartlarına, durumuna bakılınca dönüşüme ihtiyaç duyulan pek
çok alan vardı. Ancak bu dönüşüm programının şekli üzerinde bir uzlaşma
arayışına girilmedi. Uzlaşma yerine gücü ele geçirip kendi kişisel programının
uygulanmasının, herkese dayatılması söz konusu oldu. Savaşı yürütürken
işbirliği yaptığı kişileri anlayışları ve değerleri savaş sonrası rakip olarak
görüp onları kendine muhalif addederek adeta yok etti. Bu şekildeki bir
dönüştürme çabası genel olarak görülen doğal bir çaba değildir. Toplumu zorla
dönüştürme çabası vardı. Toplumda olmayan değerlerin zorla benimsetilmesi söz
konusudur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tekçi ve dayatmacı anlayışı bugünkü iktidarın
da işine yaradığı için onun uygulamalarını öne çıkararak kendilerini onunla
aynı hizaya getirmeye çalışıyor. Bu çabanın altında kaybetmekte olduğu
toplumsal desteğin ortaya çıkardığı boşluğu doldurma endişesi de olabilir.
Mustafa Kemal Atatürk’ü geçmişte yapıldığı gibi yerin dibine batırmaya
çalışmak, din düşmanı, ecdat düşmanı gibi görmek ne kadar yanlış ise o olmasa
idi biz de olmazdık anlayışı da o kadar yanlıştır. Bu gün yapılması gereken onun
yaptıklarının nedenlerini ve sonuçlarını anlamak için öğrenme, anlama ve
değerlendirerek bugünün sorunlarına çözüm üretmede o dönemi de bir veri olarak
kullanarak ülkeyi daha iyi bir noktaya çıkarmanın yollarını aramaktır. Bunun
yapılabilmesi için de o dönemi tüm önyargılardan kurtularak ele alma
imkanlarını herkese sunmaktır. Bunun için tüm yazılı kaynaklar herkesin
yararlanmasına açılmalıdır. Her tür görüş ve değerlendirme hoşgörülü bir
şekilde dinlenmelidir. Ancak bu gerekliliklere karşın bugün tersi davranış ve
gelenekler hayatta kalmaya, kutsanmaya devam ediliyor. Örnek olarak iktidardaki
tek adamcı anlayış tıpkı geçmişteki gibi kutsanmaya çalışılıyor. İktidar kendi
yaptıklarını eleştirenleri düşmanlaştırıp şeytanlaştırıyor. Farklı anlayış ve
düşünceler teşvik edilmekten çok yok edilmeye, ezilmeye, yalnızlaştırılmaya
çalışılırken iktidar gücüne karşı boyun eğme davranışı isteniyor. Böyle
davrananlar ödüllendirilip sistemde etkin konumlara yerleştiriliyor. Bunun
karşılığında da kendilerine itiraz edilmeksizin itaat edilmesi isteniyor. Bu
anlayış geçmişte hangi yanlış sonuçlara neden olmuşsa yarın da aynı sonuçların
ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu durum geçmişten ders alınamadığını
gösteriyor.
Aslında toplumlar yönetim sistemleri aracılığı ile her tür sorunlarına
çözüm üretebilir. Toplumun imkânları hangi gelişmişlik düzeyinde olursa olsun
hiçbir toplumda her alana tam olarak yetecek durumda değildir. Yönetim,
toplumun sahip olduğu her tür güç unsurunu kullanarak sorunlara çözüm üretme
gücüne sahiptir. Bu aşamada yönetim hangi alana öncelik verileceğine karar
verir. Yönetim toplumun imkânlarını yapacağı tercihe göre belli alanlara
yönelterek yani kullanarak sorunlara çözüm üretir. Burada imkânlara harcanacak
kaynaklar ayrılırken hangi önceliklerin tercih edilmesi gerektiğine karar
vermek önemlidir. Yönetimin kullanacağı kaynak sadece maddi, parasal
kaynaklardan ibaret değildir. Toplumun en önemli güç unsuru insan unsurudur.
İnsan unsuru iyi yönlendirilir ve kullanılırsa toplumda en önemli güç unsuru
haline gelir. Bugün pek çok gelişmiş ülkede yaşanan durum budur. Japonya gibi
devasa imkânlara sahip olan toplum ve devletlerin sahip oldukları yer altı ve
yer üstü kaynaklara bakıldığında stratejik denebilecek kaynakların hemen
hiçbirine ülke topraklarında sahip olmadıkları görülür. Ancak yetiştirdikleri
insan unsuru sayesinde ülke insanları dünyanın her yerine gidip orada var olan
kaynakları kullanıp ortaya çıkan artı değeri kendi ülkelerine aktardıkları
görülmektedir. Ülke insanına verilen anlayış dünyanın neresinde olursa olsun
bilgisini, görgüsünü, becerisini kendi ülkesinin yararına kullanabilmenin
yollarını bulup üreterek toplumunun ve ülkesinin gelişmesine katkı sunmaktır. Onların
yönetim sistemi insanlarına bu bilinci vermiştir. Yönetim sistemi de toplumun isteklerine
paralel bir işleyiş kurmuştur. Yönetim ve toplum karşılıklı güç birliği yaparak
sorunlarını çözmekte ve dünyada etkin bir konuma gelebilmektedir. Topluma ve ülkeye
katkı isteği, arzusu emir ve talimatla, zorla ortaya çıkarılabilecek bir duygu,
tavır ve davranış olmadığı gibi yönetime rağmen toplum veya topluma rağmen
yönetim istediğini yapabilecek bir konuma gelememektedir. Yönetim ve toplum
işbirliği yapmadığı/yapamadığı sürece çatışma toplumdaki tüm güç unsurlarını
tüketmektedir. Cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminde var olmayan bu işbirliği,
Cumhuriyet döneminde de ne yazık ki oluşturulamamış, kurulamamıştır. Bu gün de
aynı şekilde çatışma devam etmektedir. Bu gün taraflar yer değiştirmiş
durumdadır.
İnsanlara ve toplumlara zorla bir şey yaptırabilmek hiçbir dönemde mümkün
olmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk döneminde de topluma rağmen yönetim kendine
yol çizmeye çalışırken toplumu istediği gibi şekillendirebileceğini düşünmüş ve
buna uygun politikalar ve araçlar geliştirmeye, kullanmaya çalışılmıştır. Bu
günkü iktidar da sahip olduğu uzun yıllar süren toplum desteğinin verdiği güç
sarhoşluğuna kapılmış olup sonuçta kendi seçkinlerini, güç odaklarını
oluşturmaya çalışmıştır. Toplum yararını önceleyen bir tercihten çok kendi
taraftarlarının yararını toplum yararı olarak gösterme çabası içine girerek
tercihlerini güya toplum yararına uygun gibi gösterip gerçekte kendi iktidarını
perçinleme çabasını perdelemeye çalışmıştır. Bu gün gelinen aşamada bu güne
kadar toplanan gücün bırakılmama yolları bulunmaya çalışılmakta, geçmişte sahip
olunan desteğe yeniden kavuşarak bir dönem hesapsızca kullanılan kaynaklara
yeniden ulaşma yolları aranmaktadır. Bunun için yine peşine düşülen
argümanların dini argümanlar olduğu görülmektedir. Çevrenizdeki Ömerleri,
Haticeleri bulun diyerek güya adaleti ile samimiyeti ile anılan dini ve tarihi
şahsiyetlerle birlikte olunmak istendiği iması kullanılmaya çalışılmaktadır.
Oysa yıllar boyu ülkede adaletli bir yönetim, işleyiş ve düzen kurma
endişesinde olunmamışken bu gün bu argümanların kullanılması çabası hiç de
inandırıcı ve samimi bir davranış değildir.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder