Geçmişte partiye gönül verenler bugün neden bundan
vazgeçtiler sorusunun cevabını arıyorlar. 2002 yılında iktidara gelen AK
PARTİ/AKP’nin kendisi dahi beklemediği bir başarıyı elde etmişti. Bu durumun
nedenlerine ilişkin değerlendirme yapanlar o güne kadar ülkede yaşanan siyasal,
sosyal ve ekonomik sorunları kendilerince fikirler ileri sürmektedir.
28 Şubat süreci diye nitelenen süreçten genel anlamda
muhafazakar zihniyete sahip olanlar zarar görerek çıktılar. Bu gruplar yeni
kurulan bu partiye can simidi gibi sarılarak destek verdiler. Bu güne kadar bu
destek büyük oranda devam etti. Son zamanlarda bu güçlü desteğin azalmaya
başladığı görülüyor.
Geçmişte partiyi destekleyenler bugün neden vazgeçmiş
olabilir? Sorusunu partililer de açık bir şekilde kabul etmiş ve bu sorunun
cevabını aramaya başlamışlar gibi görünüyor.
Muhafazakar zihniyete özellikle Cumhuriyetin ilanı sonrası devletin
olumsuz bir bakışının olduğu söylenebilir. Devlette var olan bu olumsuz bakış,
bu zihniyete sahip insanlarda zamanla mücadele azmini geliştirdi. Mücadele azmi
iktidara talip olmayı da getirdi. Devletin yönetim mekanizmalarını elinde
tutanlar yanlışlarına ısrarla devam etmekten vazgeçmeyince azınlıkta olan ancak
iddia sahibi olanlara şans verilmesi düşüncesini toplumda yaygınlaştırdı.
Muhafazakar zihniyet aşağılandı, alaya alındı, yok sayıldı. Ezilmeye çalışıldı.
Bu davranışlar iktidarı güçlendirmekten çok güçsüzleştirdi. Muhafazakar
zihniyet kendisine uygulanan dışlayıcı tavır ve davranışlara karşı aklı,
mantığı, özgürlüğü, hak ve adaleti önceleyen söylemler geliştirdi. Bu söylemler
toplumda karşılık buldu ve 2002’de iktidar şansını elde etti.
Muhafazakar zihniyet elde ettiği bu şansı başlarda kısmen de
olsa doğru kullandı. Özellikle 2010 yıllarına kadar iktidar geçmişte gücü
elinde toplamış olanlara karşı varlık mücadelesi, ayakta kalma mücadelesi
verdi. Bu süreçte iktidarı değiştirecek desteği veren toplum kesimleri
iktidarın yapamadıklarının suçunu/sorumluluğunu karşı gruba atfederek bir
yönüyle iktidarın yapabildiklerini yeterli görmekle birlikte yapamadıklarını da
mazur gördü. Desteğini sürdürmeye devam etti. Bu süreçte alternatif siyasal
söylemlere ve hareketlere/gruplara prim verilmedi.
İktidar bu süreçte gücünü pekiştirirken mağduriyete uğramış
olma duygusuna sığındı. Gücün pekiştirilmesini sağlamada kullanılan değerler,
gücün üzerine oturduğu temel, uzun vadede toplumsal birlik beraberliği
sağlayacak değerlerden oluşturulamadı.
Girilen her seçim sonrası elde edilen başarının nedenleri
doğru okunamadı. İktidar karşısında alternatif bir muhalefetin olmaması güç
zehirlenmesine neden oldu.
Hak, adalet söylemleri unutuldu. Gücün verdiği zafer
sarhoşluğu karşısında toplumun sorunlarına çözüm üretme aracı olan yönetim
keyfiliğe alet edilir hale geldi.
Geçmişten beri yönetim kültüründe var olan hastalıklı tutum
ve davranışlara çare üretecek sistemler kurup geliştirmek yerine mevcut
işleyişe hiç dokunmadan makam ve mevkilere kendi taraftarlarını yerleştirmenin
yani kadrolaşmanın peşine düştü. Bunu yaparken de geçmişte başkalarının
yaptıklarını örnek gösterip adeta kendilerini haklı çıkarmaya çalışıldı.
Devlet geçmişten bu yana toplum içinde en büyük kaynak
dağıtım aracı olarak varlığını devam ettiriyor. Devlet, toplumun yararına işleyen
bir aygıt olmaktan çok bu aygıtı ele geçiren zümreye/anlayışa menfaat sağlamada
kullanılır olmuştur. İktidar sahipleri mevki ve makamları adeta kişisel bir
saltanat sürme aracı olarak kullanmayı kendilerine hak gibi görmüşlerdi.
Muhafazakar zihniyet bu olumsuzlukları giderme/düzeltme vaadi
ile iktidara geldiği halde bu vaadlerini çok çabuk unuttu.
Devlet aygıtını toplumun genel yararına hizmet edecek şekilde
dönüştürmek yerine geçmişte yapılan hataları tekrar etmeye başladı.
İktidarı kullanma aracı olan partiyi/siyasi partiyi
güçlendirmeyi tercih ettiler. Geçmişte sürekli hırpalanan siyaset adeta her
şeyin sahibi gibi davranmaya, tüm gücü tekeline toplamaya çalıştı. Devletin tüm
işleyişi siyasi partinin anlayışına dolayısıyla siyasi parti yöneticilerinin
eline bırakıldı. Siyasetin kazandığı gücü gören vatandaş da bundan yararlanma
yolunu tercih etti. Devletin işleyişine düzen getirecek kurallar, kaideler,
normlar, kurumsal yapılar başka deyişle hukuk ve bürokrasi siyasal aktörlerin
elinde oyuncağa dönüştü. Bu süreçte liderlik pozisyonunda bulunan
başbakan/cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın büyük bir sorumluluğu
bulunmaktadır. Recep Tayyip ERDOĞAN, 2002’den bu yana siyasal dönüşümde önemli
bir aktör olarak varlığını hala güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Toplum
nezdinde önemli bir karizması vardır. Bu karizma sayesinde toplum ve devletin
her yönüyle dönüşümünü sağlama güç ve imkanına sahipti. 2010 yılına kadara
karşısında var olan güç odaklarına karşı varlık mücadelesi verirken 2010
sonrasında bu mücadeleyi büyük oranda kazanarak adeta tek güç odağı haline
dönüşmüş durumdadır. 2010’dan bu güne geçen zaman içinde Recep Tayyip ERDOĞAN’ın
iradesine sınır koyabilen bir güç yoktur.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu güçlü konumu FETÖ ile mücadelenin
kazanılmasını sağlarken Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak isimlendirilen rejim
değişikliği de yapılabilmiştir. Gelinen noktada meclis(yasama),
hükümet(yürütme) ve yargı büyük oranda Recep Tayyip ERDOĞAN’ın inisiyatifine
bağlanmış durumdadır. Bu güçlü konum ülke yönetimini tek adam yönetimine bağlı
anti demokratik bir görünüme büründürmüştür.
Meclisin çalışması parti kurullarının kararlarına büyük
oranda bağlıdır. Parti başkanı olarak Recep Tayyip ERDOĞAN parti üzerinde büyük
bir güce sahiptir. Milletvekili olacak kişilerin belirlenmesi sürecinde büyük
bir etki ve yetkiye sahiptir. Bakanları istediği gibi seçmekte ve
yönlendirmektedir. Yargı organlarının üyelerinin seçimi ve atanması yanında
adalet bakanlığı aracılığı ile yargının tüm işleyişi Recep Tayyip ERDOĞAN’ın
etkisi altındadır. Cumhurbaşkanı ve parti başkanı olarak Recep Tayyip ERDOĞAN’ın
devletin her kurumu üzerinde ağır bir etkisi/inisiyatifi/gölgesi bulunmaktadır.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın sahip olduğu bu gücün sınırlarına bakıldığında belki bir
kişi ne yapabilir gibi bir düşünce ileri sürülebilir. Devasa devlet yapısı tek
kişinin gücünün çok üstünde bir kapsama sahip olabilir. Sonuçta her bireyin
denetim alanı sınırlıdır. Bir kişinin her yere hakim olabilmesi, her yere
ulaşabilmesi mümkün değil denebilir. İşte tam da bu aşamada Recep Tayyip
ERDOĞAN yapması gerekenleri gerektiği gibi yapmamıştır/yapamamıştır.
Recep Tayyip ERDOĞAN kişisel sınırlarını dikkate alarak
rasyonel sistemlerin kurulması ve işletilmesinde sahip olduğu karizmasını
kullanabilirdi. 2010 sonrası Recep Tayyip ERDOĞAN’ın önünde hiçbir güç yoktu.
Bu nedenle toplumun yararına işleyen bir devlet aygıtının kurulması yolunda
sahip olduğu karizmatik gücü çok rahat kullanabilirdi. Kuracağı ekip sayesinde
birbirini kontrol eden, etkin, şeffaf, kolay izlenebilir bir işleyiş sisteminin
kurulmasını isteseydi buna itiraz edebilecek, engel olabilecek bir güç odağı
yoktu. Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana her alanda yetişmiş insan gücüne
sahip bir toplum haline gelinmiştir. Tarihi tecrübe ve yetişmiş insan gücü
toplumun genel yararına hizmet edecek bir devlet aygıtının içine dahil
edilebilseydi, buna göre hukuk sistemi, bürokratik işleyiş oluşturulsaydı
toplumsal çatışma yerine dayanışma, birlik-beraberlik daha güçlü oluşabilir ve bugün
büyük enerji kaybına neden olan iç çatışmalar yaşanmazdı. Tüm bunların yerine
dar kadrolaşmaya sapıldı. Devlet aygıtı ayrıcalıklı grupların eline teslim
edildi. Cemaatler, sendikalar, tarikatlar aracılığıyla kendine bağımlı gruplar
oluşturulmaya yönelindi. Basın, medya kendine hizmet eder hale getirildi. Her
yere müdahale etme sevdasına düşüldü. Kurumsal işleyiş yerine kendine yakın
kişilerin etkin olduğu işleyiş mekanizmaları kuruldu. Cumhurbaşkanı kendine
yakın sendika ve grupların toplantılarına, kurullarına katılarak açık destek
verdi. Kendine yakın olanlar ne yaparsa yapsın korunacak/dokunulmazlığı olan
ayrıcalıklı kişiler/gruplar oluşturulmasına göz yumuldu. Destek olundu. Hak,
adalet ve hukuk üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku hakim konuma getirildi.
Devletin en önemli işlevi olan denetim adeta yok edildi. Devlet yapılanmasında
ehliyet, liyakat ve bilgi yerine kendine yakın kişilere emanet edilmiş bir
devlet yapılanması oluşturuldu. Bu konularda dile getirilen şikayetlere kulak
tıkandı.
Toplumun genel yararı yerine kişi ve grupların dar menfaat ve
yararlarına hizmet edecek düzenlemeler yapılması tercih edildi. Bu durum
devletin etkin işleyişi yerine menfaat gruplarının etkinleşmesine neden oldu.
Bunlar yapılırken kısa vadeli seçim başarıları gözetildi. Azınlıklar mutlu
edilmeye çalışıldı. İstikrarsızlığa, başıboşluğa ve düzensizliğe rıza
gösterildi. Popülizm tercih edildi. Her alanda getirilen mevzuat düzenlemeleri
kısa aralıklarla kişisel istekler ve yararlar doğrultusunda değiştirilerek
hukuk devleti ilkesi ihtiraslara kurban edildi. Ayrımcı uygulamalar çalışanlar
arasında ayrımcılık oluştururken çalışma barışı torpil ve kayırmacı
uygulamalarla bozuldu.
Bu günlerde ülkede var olan sorunların kaynağının dış
güçlerde aranmakta olduğu görülüyor. Ülkeler sonuçta bulundukları jeo-stratejik
konum nedeniyle her tür dış müdahalelere açık olmaktadır. Ancak ülkeleri büyük
oranda etkileyen sorunların kökleri ülkelerin iç dinamiklerinden
kaynaklanmaktadır. Ülkemizde son dönemde dile getirilen bu söylem geçmişten bu
yana kullanılan rutin siyasal söylem ve propagandadan ileri gitmemektedir.
Siyasal iktidar kendi hatalarını düzeltmek yerine günah keçisi aramaktadır.
Bu yanlışlar toplum nezdinde muhafazakar zihniyete olan
güvenin sarsılmasına neden oldu. Din, menfaatlere hizmet eden bir değere
dönüştü. İkiyüzlülük yaygınlaştı. Pohpohlama, aferincilik, tabi efendimcilik
anlayışı arttı. Geleceğe dair beklenti ve umutlar adeta çöktü, yıkıldı.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder