30 Temmuz 2019 Salı

Siyasal İktidara Destek Neden Düştü?


Geçmişte partiye gönül verenler bugün neden bundan vazgeçtiler sorusunun cevabını arıyorlar. 2002 yılında iktidara gelen AK PARTİ/AKP’nin kendisi dahi beklemediği bir başarıyı elde etmişti. Bu durumun nedenlerine ilişkin değerlendirme yapanlar o güne kadar ülkede yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik sorunları kendilerince fikirler ileri sürmektedir.
28 Şubat süreci diye nitelenen süreçten genel anlamda muhafazakar zihniyete sahip olanlar zarar görerek çıktılar. Bu gruplar yeni kurulan bu partiye can simidi gibi sarılarak destek verdiler. Bu güne kadar bu destek büyük oranda devam etti. Son zamanlarda bu güçlü desteğin azalmaya başladığı görülüyor.
Geçmişte partiyi destekleyenler bugün neden vazgeçmiş olabilir? Sorusunu partililer de açık bir şekilde kabul etmiş ve bu sorunun cevabını aramaya başlamışlar gibi görünüyor.
Muhafazakar zihniyete özellikle Cumhuriyetin ilanı sonrası devletin olumsuz bir bakışının olduğu söylenebilir. Devlette var olan bu olumsuz bakış, bu zihniyete sahip insanlarda zamanla mücadele azmini geliştirdi. Mücadele azmi iktidara talip olmayı da getirdi. Devletin yönetim mekanizmalarını elinde tutanlar yanlışlarına ısrarla devam etmekten vazgeçmeyince azınlıkta olan ancak iddia sahibi olanlara şans verilmesi düşüncesini toplumda yaygınlaştırdı. Muhafazakar zihniyet aşağılandı, alaya alındı, yok sayıldı. Ezilmeye çalışıldı. Bu davranışlar iktidarı güçlendirmekten çok güçsüzleştirdi. Muhafazakar zihniyet kendisine uygulanan dışlayıcı tavır ve davranışlara karşı aklı, mantığı, özgürlüğü, hak ve adaleti önceleyen söylemler geliştirdi. Bu söylemler toplumda karşılık buldu ve 2002’de iktidar şansını elde etti.
Muhafazakar zihniyet elde ettiği bu şansı başlarda kısmen de olsa doğru kullandı. Özellikle 2010 yıllarına kadar iktidar geçmişte gücü elinde toplamış olanlara karşı varlık mücadelesi, ayakta kalma mücadelesi verdi. Bu süreçte iktidarı değiştirecek desteği veren toplum kesimleri iktidarın yapamadıklarının suçunu/sorumluluğunu karşı gruba atfederek bir yönüyle iktidarın yapabildiklerini yeterli görmekle birlikte yapamadıklarını da mazur gördü. Desteğini sürdürmeye devam etti. Bu süreçte alternatif siyasal söylemlere ve hareketlere/gruplara prim verilmedi.
İktidar bu süreçte gücünü pekiştirirken mağduriyete uğramış olma duygusuna sığındı. Gücün pekiştirilmesini sağlamada kullanılan değerler, gücün üzerine oturduğu temel, uzun vadede toplumsal birlik beraberliği sağlayacak değerlerden oluşturulamadı.
Girilen her seçim sonrası elde edilen başarının nedenleri doğru okunamadı. İktidar karşısında alternatif bir muhalefetin olmaması güç zehirlenmesine neden oldu.
Hak, adalet söylemleri unutuldu. Gücün verdiği zafer sarhoşluğu karşısında toplumun sorunlarına çözüm üretme aracı olan yönetim keyfiliğe alet edilir hale geldi.
Geçmişten beri yönetim kültüründe var olan hastalıklı tutum ve davranışlara çare üretecek sistemler kurup geliştirmek yerine mevcut işleyişe hiç dokunmadan makam ve mevkilere kendi taraftarlarını yerleştirmenin yani kadrolaşmanın peşine düştü. Bunu yaparken de geçmişte başkalarının yaptıklarını örnek gösterip adeta kendilerini haklı çıkarmaya çalışıldı.
Devlet geçmişten bu yana toplum içinde en büyük kaynak dağıtım aracı olarak varlığını devam ettiriyor. Devlet, toplumun yararına işleyen bir aygıt olmaktan çok bu aygıtı ele geçiren zümreye/anlayışa menfaat sağlamada kullanılır olmuştur. İktidar sahipleri mevki ve makamları adeta kişisel bir saltanat sürme aracı olarak kullanmayı kendilerine hak gibi görmüşlerdi.
Muhafazakar zihniyet bu olumsuzlukları giderme/düzeltme vaadi ile iktidara geldiği halde bu vaadlerini çok çabuk unuttu.
Devlet aygıtını toplumun genel yararına hizmet edecek şekilde dönüştürmek yerine geçmişte yapılan hataları tekrar etmeye başladı.
İktidarı kullanma aracı olan partiyi/siyasi partiyi güçlendirmeyi tercih ettiler. Geçmişte sürekli hırpalanan siyaset adeta her şeyin sahibi gibi davranmaya, tüm gücü tekeline toplamaya çalıştı. Devletin tüm işleyişi siyasi partinin anlayışına dolayısıyla siyasi parti yöneticilerinin eline bırakıldı. Siyasetin kazandığı gücü gören vatandaş da bundan yararlanma yolunu tercih etti. Devletin işleyişine düzen getirecek kurallar, kaideler, normlar, kurumsal yapılar başka deyişle hukuk ve bürokrasi siyasal aktörlerin elinde oyuncağa dönüştü. Bu süreçte liderlik pozisyonunda bulunan başbakan/cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın büyük bir sorumluluğu bulunmaktadır. Recep Tayyip ERDOĞAN, 2002’den bu yana siyasal dönüşümde önemli bir aktör olarak varlığını hala güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Toplum nezdinde önemli bir karizması vardır. Bu karizma sayesinde toplum ve devletin her yönüyle dönüşümünü sağlama güç ve imkanına sahipti. 2010 yılına kadara karşısında var olan güç odaklarına karşı varlık mücadelesi verirken 2010 sonrasında bu mücadeleyi büyük oranda kazanarak adeta tek güç odağı haline dönüşmüş durumdadır. 2010’dan bu güne geçen zaman içinde Recep Tayyip ERDOĞAN’ın iradesine sınır koyabilen bir güç yoktur.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu güçlü konumu FETÖ ile mücadelenin kazanılmasını sağlarken Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak isimlendirilen rejim değişikliği de yapılabilmiştir. Gelinen noktada meclis(yasama), hükümet(yürütme) ve yargı büyük oranda Recep Tayyip ERDOĞAN’ın inisiyatifine bağlanmış durumdadır. Bu güçlü konum ülke yönetimini tek adam yönetimine bağlı anti demokratik bir görünüme büründürmüştür.
Meclisin çalışması parti kurullarının kararlarına büyük oranda bağlıdır. Parti başkanı olarak Recep Tayyip ERDOĞAN parti üzerinde büyük bir güce sahiptir. Milletvekili olacak kişilerin belirlenmesi sürecinde büyük bir etki ve yetkiye sahiptir. Bakanları istediği gibi seçmekte ve yönlendirmektedir. Yargı organlarının üyelerinin seçimi ve atanması yanında adalet bakanlığı aracılığı ile yargının tüm işleyişi Recep Tayyip ERDOĞAN’ın etkisi altındadır. Cumhurbaşkanı ve parti başkanı olarak Recep Tayyip ERDOĞAN’ın devletin her kurumu üzerinde ağır bir etkisi/inisiyatifi/gölgesi bulunmaktadır. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın sahip olduğu bu gücün sınırlarına bakıldığında belki bir kişi ne yapabilir gibi bir düşünce ileri sürülebilir. Devasa devlet yapısı tek kişinin gücünün çok üstünde bir kapsama sahip olabilir. Sonuçta her bireyin denetim alanı sınırlıdır. Bir kişinin her yere hakim olabilmesi, her yere ulaşabilmesi mümkün değil denebilir. İşte tam da bu aşamada Recep Tayyip ERDOĞAN yapması gerekenleri gerektiği gibi yapmamıştır/yapamamıştır.
Recep Tayyip ERDOĞAN kişisel sınırlarını dikkate alarak rasyonel sistemlerin kurulması ve işletilmesinde sahip olduğu karizmasını kullanabilirdi. 2010 sonrası Recep Tayyip ERDOĞAN’ın önünde hiçbir güç yoktu. Bu nedenle toplumun yararına işleyen bir devlet aygıtının kurulması yolunda sahip olduğu karizmatik gücü çok rahat kullanabilirdi. Kuracağı ekip sayesinde birbirini kontrol eden, etkin, şeffaf, kolay izlenebilir bir işleyiş sisteminin kurulmasını isteseydi buna itiraz edebilecek, engel olabilecek bir güç odağı yoktu. Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana her alanda yetişmiş insan gücüne sahip bir toplum haline gelinmiştir. Tarihi tecrübe ve yetişmiş insan gücü toplumun genel yararına hizmet edecek bir devlet aygıtının içine dahil edilebilseydi, buna göre hukuk sistemi, bürokratik işleyiş oluşturulsaydı toplumsal çatışma yerine dayanışma, birlik-beraberlik daha güçlü oluşabilir ve bugün büyük enerji kaybına neden olan iç çatışmalar yaşanmazdı. Tüm bunların yerine dar kadrolaşmaya sapıldı. Devlet aygıtı ayrıcalıklı grupların eline teslim edildi. Cemaatler, sendikalar, tarikatlar aracılığıyla kendine bağımlı gruplar oluşturulmaya yönelindi. Basın, medya kendine hizmet eder hale getirildi. Her yere müdahale etme sevdasına düşüldü. Kurumsal işleyiş yerine kendine yakın kişilerin etkin olduğu işleyiş mekanizmaları kuruldu. Cumhurbaşkanı kendine yakın sendika ve grupların toplantılarına, kurullarına katılarak açık destek verdi. Kendine yakın olanlar ne yaparsa yapsın korunacak/dokunulmazlığı olan ayrıcalıklı kişiler/gruplar oluşturulmasına göz yumuldu. Destek olundu. Hak, adalet ve hukuk üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku hakim konuma getirildi. Devletin en önemli işlevi olan denetim adeta yok edildi. Devlet yapılanmasında ehliyet, liyakat ve bilgi yerine kendine yakın kişilere emanet edilmiş bir devlet yapılanması oluşturuldu. Bu konularda dile getirilen şikayetlere kulak tıkandı.
Toplumun genel yararı yerine kişi ve grupların dar menfaat ve yararlarına hizmet edecek düzenlemeler yapılması tercih edildi. Bu durum devletin etkin işleyişi yerine menfaat gruplarının etkinleşmesine neden oldu. Bunlar yapılırken kısa vadeli seçim başarıları gözetildi. Azınlıklar mutlu edilmeye çalışıldı. İstikrarsızlığa, başıboşluğa ve düzensizliğe rıza gösterildi. Popülizm tercih edildi. Her alanda getirilen mevzuat düzenlemeleri kısa aralıklarla kişisel istekler ve yararlar doğrultusunda değiştirilerek hukuk devleti ilkesi ihtiraslara kurban edildi. Ayrımcı uygulamalar çalışanlar arasında ayrımcılık oluştururken çalışma barışı torpil ve kayırmacı uygulamalarla bozuldu.
Bu günlerde ülkede var olan sorunların kaynağının dış güçlerde aranmakta olduğu görülüyor. Ülkeler sonuçta bulundukları jeo-stratejik konum nedeniyle her tür dış müdahalelere açık olmaktadır. Ancak ülkeleri büyük oranda etkileyen sorunların kökleri ülkelerin iç dinamiklerinden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde son dönemde dile getirilen bu söylem geçmişten bu yana kullanılan rutin siyasal söylem ve propagandadan ileri gitmemektedir. Siyasal iktidar kendi hatalarını düzeltmek yerine günah keçisi aramaktadır.
Bu yanlışlar toplum nezdinde muhafazakar zihniyete olan güvenin sarsılmasına neden oldu. Din, menfaatlere hizmet eden bir değere dönüştü. İkiyüzlülük yaygınlaştı. Pohpohlama, aferincilik, tabi efendimcilik anlayışı arttı. Geleceğe dair beklenti ve umutlar adeta çöktü, yıkıldı.


                           Muhalifbakış
                                                       izmirmuhammedali@gmail.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...