Şevket Süreyya AYDEMİR’in Tek Adam kitabı
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün hayatını anlatan önemli bir kitap. Bu kitapta yazar
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün doğumundan ölümüne kadar geçen olayları kendi bakış açısıyla
anlatır. Mustafa Kemal ATATÜRK ülkemizde önemli bir değer olarak kabul
edilmekle birlikte hala üzerinde ortak bir görüşe ulaşabilmiş değil. Hakkında
var olan koruma kanunu hemen herkes tarafından eleştiri konusu yapılırken söylentiye
dayalı eleştiriler de gündemden düşmüyor. Sevenler de yerenler de kendisi
hakkında ayakları yere basan değerlendirmeler yapmak yerine ya göklere çıkarmaya
ya da yerin dibine batırmaya çalışıyor. Her ikisi de sorunlu bir bakış açısına
sahip olan bu yaklaşım ne yazık ki ülkemiz insanları arasında hemen her konuda
mevcut. Sevilse de sevilmese de tarihe mal olmuş olay, olgu ve kişiler rasyonel
bir anlayışla ele alınabilmiş olsa toplumun günlük hayatında çok şey
değişecektir.
Tek adam kavramıyla ele alınan Mustafa Kemal ATATÜRK
birçok yönüyle ülkemizin kaderine hükmetmiş bir tarihi şahsiyet. Zihninde var
olan ideal ve düşünceleri hayata geçirirken tek başına hareket ederek adeta
doğumundan ölümüne kadar topluma yön verme çabasının bir ifadesi olarak Tek
Adam kavramı kullanılmış. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ülkemizin yenileşme tarihi
sürecinde önemli bir kilometre taşı olduğu kesin olmakla birlikte geçmişe
dayanan bir sürecin devamı olduğunu, geçmişten itibaren ortaya konulan inşaa
sürecinde son nokta olmamakla birlikte önemli bir adımı kapsayan Cumhuriyet
olarak isimlendirilen yeni rejim kurma sürecinde önemli bir şahsiyet olduğunu
da dikkate almak gerekiyor. Bu gerçeklik Mustafa Kemal ATATÜRK’ü
küçültmeyecektir. Sonuçta insan Atatürk olarak ele alındığında sevap ve
günahları ile yüz yıla yakın bir zaman öncesi yaşananlardan bugün nasıl ders
alınması gerektiği üzerinde kafa yorarken gerçekliği gözden uzak tutmamak
gerekir.
Bu gün Mustafa Kemal ATATÜRK üzerine
değerlendirme yapanlar arasında özellikle dindarlığı bir yaşam şekli olarak ele
alanlar arasında Cumhuriyet dönemindeki dine yönelik uygulamalar konusunda
eleştirel bir bakış açısının bulunduğu kabul edilmektedir. Bu süreçte Türkçe
Ezan, İmam Hatip okullarının önce açılıp sonra kapatılması, Camilere yönelik
yapılan uygulamalar, dinin toplumun günlük yaşamından çıkarılması çabalarının
planlı ve programlı bir şekilde ele alındığı şeklinde birçok örneklerin
verildiği görülür. Bu camia içinde Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tek adamlığından
söz edilirken ülkede her şeyin onun bilgi, izin ve yönlendirmesinden geçerek
yapıldığı inancı önemli bir gerçek olarak kabul edilmektedir. Cumhuriyet dönemi
boyunca Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu rejimin işleyişinin her aşamasında
hassasiyetle hareket ettiğini inkar edebilmek mümkün değildir. Seçimlerde
kimler nereden milletvekili olacak, hangi kanunlar nasıl çıkarılacak, hangi
partilere kimler geçecek(Serbest Cumhuriyet Fırkası deneme sürecinde),
hükümetin başkanlığını, bakanlıkları kimler yürütecek, hangi ekonomik kararlar
nasıl alınarak uygulanacak, halk arasında var olan muhalif düşünceler nasıl
belirlenecek, basın ve yayın faaliyetleri hangi çerçevede yürütülecek gibi
birçok siyasal, sosyal, ekonomik, idari, kültürel işleyişe yön verdiği inkar
kabul edilmez bir gerçektir. Bu ve benzeri yaşananlar özellikle dindar camia
arasında halka güvenmeme, halkın değerlerini ve düşüncelerini sürekli kontrol
altında tutma, halka güvenmeme örneği olarak despotik ve anti demokratik bir
davranış göstergesi addedilmiştir. Karşı taraf olarak ifade edilenler ise
bunları yaşanan tarihi süreç içinde doğal bir davranış olarak kabul etmiştir.
Yeni kurulan rejimin yaşaması adına, atılan temelin tutturulması adına, var
olan toplumsal hastalık ve sorunların çözülmesi adına zorunlu davranış diye
kabul edilen bu davranışlar hala atılmamış fakat atılması gereken eksik adımlar
olarak kabul edilmektedir.
Cumhuriyet tarihinin ilk dönemine yönelik var
olan bu tartışmalar hala canlılığını korumaktadır. En küçük bir kıvılcımla
adeta yeniden alevlenen bu yangın toplumsal uzlaşmanın önünde önemli bir engel
olarak durmaktadır. Yüz yıl önce atılmış olan adımların etkileri hala dipdiri
ortada iken özellikle içinde yaşanan süreçte AK PARTİ iktidarı döneminde
yaşananlar yeni bir tek adam döneminin yaşandığı sinyallerini vermektedir. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın siyasi yaşam sürecine bakınca bu düşüncelerin uyanmasını
anormal görmemek gerekiyor.
Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde
yaşananların getirdiği bir sonuç olarak 2002 seçimleri ve sonrasında AK PARTİ’nin
iktidarı gelişi özellikle dindar camia arasında büyük bir sevinç oluşturduğu
kesin. AK PARTİ yöneticileri de bunu çeşitli vesilelerle birçok defa dile
getirdiler. 2002 yılına kadar ülkemizde yaşanan tarihsel tecrübe içinde devlet
ile toplum arasında hemen her dönemde bir çatışmanın varlığından her zaman söz
edilmekteydi. Devlet olarak somutlaştırılan imge her zaman toplumu topluma
rağmen dönüştürmeye çalışan bir güç olarak ifade edilmiştir. Toplumun değerleri
ile devletin değerleri arasında sürekli bir çatışma yaşandığı dile
getirilmiştir. Bu çatışma nedeniyledir ki geçmişte özellikle devleti temsil
ettiği düşünülen makam, birim ve güç odakları tarafından dile getirilen FETÖ,
irtica iddiaları toplumda geniş kitleler tarafından görmezden gelinmiştir. 2002
seçimleri bu yönüyle çatışmaya giren taraflar arasında bir güç dengesi
dönüşümünün başlangıcı olarak ele alınmıştır. 2002 seçimleri ile birlikte
iktidar-muktedir tartışmaları başlamıştır. İktidara gelinse dahi muktedir
olunamayacağı türü söylemler siyasi iktidar ile uzun zamandır gücü elinde
bulundurduğu düşünülen ve gerçek güç sahibi olarak görülen güç odakları
arasındaki mücadelenin bir göstergesidir. Bu mücadele içinde özellikle 2010
tarihi önemli bir kırılma noktası olarak görülmesi gerekir. 2010 tarihi artık
gücün tamamen iktidardaki AK PARTİ’ye geçtiğinin tarihidir. Parti iktidarı Recep
Tayyip ERDOĞAN’ın cumhurbaşkanı olması sonrası kısa bir güç kaybı yaşamakla
birlikte ülkede yaşanan FETÖ travması sonrası sistem dönüşümü ile yeniden toparlanma
aşamasına geçmiştir denebilir. Yeniden toparlanma süreci olarak kabul
edilebilecek bu dönemde yeni bir sistem kurulmuştur. Bu yeni sistemin kuruluşu
ile birlikte tek adamlık sürecinin de daha belirginleştiği görülmektedir. Yeni
sistemin kuruluşu aşamasında ileri sürülen birçok argümanın sistemin kuruluşu sonrasında
tersinin yaşandığı görülmüştür. Yönetimde koalisyon devrinin kapanacağı
söylenmekle birlikte ittifak yapılmaksızın seçimlere girilemez duruma
gelinmiştir. Yürütme ile yasama arasında bağlantı, ilişki olmayacak, her biri
kendi alanında çalışacak denirken yasama da yürütme de aynı partiye ait olsun
propagandaları seçimlere slogan olmuştur. Kararlarda hız, yönetimde istikrar,
bürokraside etkinlik denilirken hala bu konulardan yakınıldığına sık sık
rastlanmaktadır. Eğitimde, ekonomide, kültürde, tarımda, maliyede politikasızlığın
ortaya çıkardığı önemli sorunlarla, iç ve dış sorunlarla, terör sorunları ile
hala boğuşulmaya devam edilmektedir. Hala yarın ne olacak sorusunun
belirsizliği ülkede hemen tüm alanlarda olumsuzlukları beslemektedir.
Tüm bu sorunlara karşın ülkede yargıya
yönelik atamalar, düzenlemeler, milletvekillerinin belirlenmesi, merkezi ve
yerel yönetim kadrolarının belirlenmesi, siyasi partinin politikalarının
çerçevesi, bürokratik makamlara yapılacak atamalar, ekonomik, sosyal, siyasal,
kültürel, mali, şehircilik politikalarının çerçevesini kim çiziyor sorusunun cevabı
açık bir şekilde ortada durmaktadır. Tüm bu alanlardaki düzenlemeler tek bir
kişiye rağmen yapılabiliyor veya tüm bu alanlarda toplumsal katılımı sağlayan
demokratik kurum, kurul ve kuruluşlar var denebilmesi oldukça zor görünüyor. Bu
gelinen süreçte geçmişte tek adamlığı eleştiren dindar camianın içinden gelen
bir ekolün, grubun bu noktaya gelmiş olması büyük bir çelişki gibi görünüyor.
Muhalifbakış