8 Eylül 2017 Cuma

Eğitim Sisteminde Denetim Karmaşası

Milli Eğitim Bakanlığında denetim sistemi ile ilgili yaşananlar çok fazla kişiyi ilgilendirmediği için fazla gündeme gelmiyor. Denetim sistemi eğitim sisteminin içinde önemli bir alt dal olmasına rağmen gerektiği öneme uygun bir şekilde muamele görmüyor.
Denetim kavramı genel olarak insanların zihninde negatif bir anlama sahiptir. Denetim faaliyetinden çekinmeyen kimse yok gibidir. Bu durum denetim faaliyetinde var olan yapılan işin niteliğine dair bir değer biçme faaliyetinin bulunmasından kaynaklanır. Hele bizdeki gibi katı merkeziyetçi ve hiyerarşik yapının olduğu ortamlarda bu durum bir kat daha fazla strese, baskıya neden olur. Zira bizde yerleşmişi olan iş yapma kültüründe iş birliğinden çok güç gösterisi anlayışı hakimdir. Yaptığınız işin niteliğini diğer kişilerin katılımı sonunda daha nitelikli hale getirme gibi bir anlayış yerine yapılan işi sorgulama, değer biçme ve ardından da bunu kişinin yetkinliğine hamletme alışkanlığı var olduğu için toplumumuzda denetim davranışından amirane bir tutum anlaşılır. Bu nedenle denetleyen kişi amirdir, yetkindir gibi algılanır.
Denetime yüklenen bu negatif anlama rağmen çağdaş dünyada var olan her örgüt için denetim vazgeçilmez bir yönetim işlevi olarak kabul edilir ve her zaman en etkin şekilde kullanılmaya çalışılır. Bu kadar önemli bir yönetim fonksiyonunun ülkemizdeki geçirdiği aşamalara bakıldığında bu alanda tam bir curcunanın yaşandığı görülür. Ülkemizde denetimle ilgili şura toplantıları dahi yapılmıştır. Şura toplantıları gerçi ülkemizde her zaman siyasi iktidarın yapmak istediği değişikliklere kılıf oluşturma aracı olarak kullanılmaktadır. Milli eğitim bakanlığı da işine geleni işine geldiği gibi alır ve yine istediği gibi hayata geçirir. Yani anlayacağınız yapılan şuraların da çok bir anlamı yoktur.  Buna rağmen yapılan şura toplantılarında en azından konu ile ilgili fikir sahipleri kişiler bir araya gelir, konuşur, tavsiyelerde bulunur. İşte bu göstermelik şuralarda alınan kararlarda denetim işlevinin önemli olduğu, denetim elemanlarının yetiştirilmesinin önemi üzerinde bir sürü şeyler söylendi, konuşuldu, yazıldı ve sonunda milli eğitime tavsiyelerde bulunuldu. Sonuç geldiğimiz aşamada tam bir fiyasko denebilir.
Özellikle AK PARTİ/AKP iktidarının döneminde yapılanlara bakılınca insanın ümitsizliği daha da büyüyor. Öyle ya Cumhuriyet tarihinin hemen hiçbir döneminde böylesi güçlü bir siyasi iktidarın desteğinde eğitim sisteminin yönetimi kimseye nasip olmadı. Bu dönemde geçmişten bu güne kadar gelen pek çok ayak bağı niteliğindeki anti demokratik kurumsal perde arkası yapılar yok edildi veya çok güçsüzleştirildi. Yer altına indi. Buna rağmen eğitime dair geçmişten bu güne yaşanan sorunlar çözülebilmiş değil. Tersine artarak devam ediyor. Bu sorunlu alanlardan birisi de işte yukarıdan beri üzerinde durmaya çalıştığım denetim sistemi.
Geçmişte hemen her alanda var olan sorunlara dair konuşmalar yapılırken sorunların çözülememesinin nedeni olarak genelde siyasi istikrarsızlık üzerinde durulurdu. Oysa 2002 tarihinden bu yana Türkiye’de siyasi istikrar adına hemen her şey var denebilir. Belki ilk zamanlarda yaşanan iktidar olunsa dahi muktedir olunamadı, kapatma davası, e muhtıra ve diğer yaşananlar bir mazeret olarak kabul edilebilir. Ancak özellikle 2010 sonrası için bir mazeret ortaya koyabilmek çok zor. Son dönemlerde FETÖ/PDY söyleniyor ancak buna rağmen bu yapıyı tek sorumlu olarak görmek yeterince gerçekçi değil. FETÖ/PDY alttan alta iktidarın yerini almak için mücadele etmiş olabilir ancak bugün de hala siyasi yönetim kadrolarında bulunanlar geçmişte de oradaydılar. Onların zihninde var olan projelerin hayata geçirilmesini FETÖ/PDY engelledi denemez. Zihinde böyle bir projenin olmayınca engellenen, hayata geçirilemeyen bir plan da söz konusu değildi. Yaşananlara ve yapılanlara bakılınca siyasi istikrarın da gerekli ve yeterli bir şart olmadığı anlaşılıyor. Çok daha derinlerde sorunlarımız var. Bu kök sorunlara inmemiz gerekiyor.
2013 yılı FETÖ/PDY ile mücadelenin başladığı dönemden sonra dahi yapılanlara bakıldığında bir sistemin olmadığı görülür. Konumuz denetim olduğu için denetim sisteminde yapılanlar üzerinde odaklanmak daha doğru olacaktır.
Mevcut iktidarın ilk yıllarında Hüseyin ÇELİK milli eğitim bakanı olunca en fazla denetim sisteminin çalışanları olan müfettişlerle uğraştı. Bu dönemde denetimin tamamen kaldırılacağı, müfettişliğin lağvedileceği konuşuluyordu. Buna rağmen sistem kör topal devam etti. Sistemle sürekli oynandığı için sağlıklı bir işleyiş alt yapısına kavuşamadı. Bu dönemde müfettişlere 28 şubat döneminin tetikçileri gibi bakılıyordu.
Nimet ÇUBUKÇU dönemi denetime dair silik bir dönemdi denebilir. Etliye sütlüye karışmadan günü kurtarma endişesi ile hareket edildi.
Ömer DİNÇER’in yönetim bilimcilik alt yapısını görenler acaba bir şeyler olur mu düşüncesiyle heyecanlanmadı değil. Ancak ne yazık ki Ömer DİNÇER yönetim bilimcilik alt yapısını Milli Eğitim Bakanlığını alt üst etmekte kullandı. Onun dönemi adeta bakanlıkta kasırga gibi geçti. Bakanlığın genel gidişatında yaşanan alt üst oluşun benzeri denetim sisteminde de görüldü. Bir yönüyle sendikaların da etkisi ile denetim sistemi yeni bir yapıya kavuşturuldu. Kendi içinde pek çok çarpık işleyiş ve düzenlemeye rağmen bütünlüğü olan bir yapı oluşturulmuş gibi göründü. Ancak oluşturulan yapının teslim edildiği liyakatsiz eller işi karma karışık etmeyi başardı. Bu dönemde denetim sisteminin başına getirilen kişi olan Atıf ALA denetim sistemi için tam bir fiyasko denebilir.
Atıf ALA’nın geçmişine kısaca bakılırsa ağabeyi Efkan ALA’nın etkisinin büyük olduğu görülür. Yıllarca birleştirilmiş sınıflı köy öğretmenliği yapan Atıf ALA ağabeyinin yıldızının parlaması sonrası bir anda şube müdürlüğüne, oradan da 2007 yılında müfettişliğe hızla yükseldi. Gelinen son noktada üç-beş yıl içinde köy öğretmenliğinden bakanlığın denetim sisteminin başına paraşütle getirildi. O dönemlerde bakanlığın ilgili web sayfasındaki öz geçmişinde FETÖ/PDY’nin en etkin kurumlarından olan Fatih Üniversitesinde Yüksek Lisans yaptığını iftiharla afişe ederken 15 Temmuz sonrası bu ibareyi hemen kaldırdı. Tanıyanların ve aynı ortamda bulunanların anlattıklarından kaba-saba, ağzı bozuk, ifade becerisi yeterince gelişmemiş, karşısındaki kişiyi azarlayan, saygı göstermek yerine aşağılayıcı konuşmalar ve tavırlarla adeta bozmaya çalışan birisi olarak tanınan böyle bir kişinin denetim sisteminin başına geçmesi sonrası yaşananlar da geçmişten farklı olmadı.
Ömer DİNÇER’in bakanlığı döneminde iki başlı denetim sistemi vardı. Bakanlık müfettişliği ve illerde görev yapan eğitim müfettişliği/ilköğretim müfettişliği şeklinde var olan yapıda denetim, inceleme, soruşturma işlerinin % 90’dan fazlası illerde yapılırken bakanlık müfettişlerinin ancak %5-6 civarında bir iş yükünü aldığı görülünce bu iki yapının tek çatı altına alınması gerektiğine karar verildi ve bu düzenleme yapıldı. Bu düzenlemenin yasal yönden ortaya çıkardığı yapı, bakanlığın hemen her kademesine nüfuz eden Eğitim Bir Sen Sendikasının ve diğer bürokratik yapıların çabasıyla ve müdahalesiyle yine kuşa çevrildi. Tek çatı altında ancak işlevsiz, etkisiz, güçsüz denetim sistemi Atıf ALA’nın kişisel saltanat sürdüğü bir yapıya dönüştü. İlerleyen süreçte ortaya çıkan çarpık yapı bakanlığın elini ayağını bağlamaya, işleyişte bakanlık merkez teşkilatının işlerinin önemli ölçüde zorlaşmasına yol açtı. Tüm müfettişler illere dağıtılınca bakanlık merkez teşkilatının elinde kullanacağı bir müfettiş kadrosu kalmadı. Merkezdeki bürokratik yapı adeta vurucu tim rolünde kullanabileceği bir araçtan yoksun kaldığını anlayınca işin içinden çıkmanın yollarını aramaya başladı. Merkeze adeta Atıf ALA’nın prensleri konumunda bir grup müfettiş kadrosu oluşturulmaya çalışıldı. Bu çarpık yapının ortaya çıkardığı sorunları gören bakanlık daha kesin bir çözüme gitmeye karar verince 2016 aralık ayında bu kez 2014 öncesi dönemdeki yapıya dönmeye karar verdi. Yani anlayacağınız 2014’te ortaya çıkan yapı ancak iki yıl kullanılabildi. 2016 Aralık ayında ortaya çıkan yeni yapı aslında 2014 öncesinden daha kötü bir hale dönüştü. Bakanlık yeni yapılanma ile denetim, rehberlik, inceleme, soruşturma ve ön inceleme gibi işlevlerin tümünü merkeze topladı. Güya bundan sonra Türkiye’nin 81 ilindeki bakanlığa bağlı resmi veya özel tüm kurum ve kuruluşlar, okullar, kurslar, milli eğitim müdürlükleri, özel ve resmi tüm eğitim faaliyetlerine ilişkin denetim, rehberlik, inceleme ve soruşturma görevleri bakanlık merkez teşkilatına bağlanan Teftiş Kurulu Başkanlığı aracılığı ile yürütülecekti. Üstelik de bu iş etkin, verimli ve sağlıklı bir şekilde yerine getirilecekti. Tüm bu işleri yapan kadro sayısı 750 kişi idi. 750 kişilik denetim-müfettiş kadrosu ile bakanlığın tüm denetim işleri yerine getirilecekti. Böyle bir şeyin olabileceğini söyleyebilmek için insanın meslek hayatının, eğitim vizyonunun ancak bir köy sınırlarından ibaret olması gerekir ki Atıf ALA’nın alt yapısı da tam buna uyuyor. Bu 750 kişilik kadronun da ancak 450 kişisi müfettiş. Kalan 200 kişi aday veya müfettiş yardımcısı kadrosunda olacağı kararlaştırıldı. 450 kişilik kadronun seçimi de ancak Türkiye’de olabilir denebilecek bir şekilde yapıldı. 10-25 yıl müfettişlik tecrübesi olan mevcut müfettişler arasında yapılan mülakatta beşer dakikalık görüşmeler sonucunda ihtiyaç duyulan 450 kişi seçildi. Seçilen bu kişiler bakanlık müfettişliği özlük hakları ile merkeze alındı. Şimdi kendileri için kararlaştırılan görevleri en liyakatli şekilde yapıyorlar.
İllerde kalan 2000 civarındaki müfettişler yapılan düzenlemelere göre güya sadece rehberlik ve araştırma yapacağı söyleniyor. Mevcut müfettişlerin 81 ildeki dağılımına bakıldığında batı illerinde müfettiş kadroları % 50 civarında dolu durumda iken doğu ve güneydoğu illeri ile kısmen kırsal denebilecek diğer küçük illerde ise müfettiş kadrosu hemen hemen tamamen boş. Pek çok ilde milli eğitim müdürlükleri bünyesinde müfettiş yok. Buralarda işlerin kimler tarafından yapıldığını bilen yok.
2016 Aralık ayında denetim sistemine dair bu düzenlemelerin yapıldığı dönemde meclis komisyon görüşmelerinde yaşananlar da ayrı bir garabet. Bu komisyon görüşme tutanakları meclis web sayfasında yayınlanıyor. Merak eden ayrıntılı bir şekilde inceleyebilir. Ancak özetlemek gerekirse Müsteşar Yusuf TEKİN ve Atıf ALA yasamada görev alan komisyon üyelerini tam anlamıyla aldatmışlardır. Koskoca bakanlığın en üst yetkililerinin böyle bir aldatmaca içinde olduğunu düşünmek çok garip görünebilir ancak yaşananları başka şekilde tanımlayabilmek mümkün görünmüyor.
Ülkemizdeki yasama sisteminin işleyişini yakından takip edenler yasamanın gerçek anlamda üzerine düşen görevi gerektiği gibi yapamadığını bilirler. Yasama ne yazık ki yürütmenin güdümünde bir yapıya dönüşmüş durumdadır. Yürütmeyi temsil eden partinin milletvekilleri yapılacak yasal düzenlemelere ilişkin çalışmaları yürütürken alana gerçek anlamda hakim olarak bu işlere katılmamaktadır. Meclis çatısı altındaki milletvekilleri ne yazık ki gerçek anlamda milletin temsilinden çok ait oldukları parti grubunun disiplinine uyarak hareket etmek zorunda kalmaktadır. Bu durum herhangi bir bakanlığın çalışma alanına ilişkin düzenleme yapılırken ilgili bakanın söylediklerini dikkate almalarını zorunlu hale getirmektedir. İlgili bakan da kendisine en yakın bürokratlarının söylediklerine bakıyor. İşte Milli Eğitim Bakanlığında 2016 Aralık ayında yapılan denetime dair yasal düzenlemeler Müsteşar Yusuf TEKİN ile Teftiş Kurulu Başkanı Atıf ALA’nın söylediklerine göre yapılmıştır. Onlar da yukarıda söylediğim gibi komisyon üyelerine yanlış ve eksik bilgi vermişlerdir.
Söylediklerine göre illerde kalan müfettişler inceleme, soruşturma, denetim yapmayacaklardı, onlar sadece rehberlik ve araştırma yapacaklardı. Bakanlık merkezinde görevlendirilen 400-500 kişinin de denetim, soruşturma ve inceleme işlerini yapacaklardı, bu sayının da mevcut iş yükünü kaldırabilecek seviyede olduğu şeklinde idi. Oysa halen şu an itibariyle illerde yaşananlara bakıldığında illerdeki müfettişler yine inceleme, soruşturma ve ön inceleme işlemlerinin büyük bir çoğunluğunu yapmaya devam ediyorlar. Denetim, rehberlik araştırma adına ise son bir yıldır bakanlık görev alanına giren kurumların hemen hiç birinde hiçbir çalışma yapılmıyor. Bakanlık bürokratlarının böyle bir aldatmaca içine girmelerinin nedeni ne olabilir diye düşününce elbette açık ve net bir cevap verebilmek mümkün görünmüyor. Ancak bazı yorumlar yapılabiliyor. Buna göre; bakanlık mevcut müfettişlerin tümünü istihdam etmek istemiyordu. Düzenleme öncesi birleştirilen yapıda görev yapan müfettişler arasında özlük hakları itibariyle bir eşitlik yoktu. Tek çatı altında birleştirilen müfettişler arasında özlük hakları itibariyle ayrımcılık yapılıyordu. Bakanlık tüm müfettişlere aynı hakları vermek yerine uydurulan garip bir mülakat sistemi ile istediği kişileri seçti. Bunlara daha iyi özlük hakları sunarken illerde kalan diğer müfettişler arasındaki çarpık yapıyı olduğu gibi bıraktı. İllerde kalanlar inceleme, soruşturma yapmayacaklar, rehberlik ve araştırma yapacaklar aldatmacası ile meclis komisyonunda günü kurtardıktan sonra eski tas eski hamam misali özlük hakları vermeksizin illerde kalan müfettişlere aynı görevleri yüklemeye devam ediyorlar. Merkeze çekilen ayrıcalıklı gruba da işlerine gelen görevleri vermeye başladılar. Aslında geçmişte kaybedilen vurucu güç tekrar bakanlığın eline geçmiş oldu. Bakanlık bu güç sayesinde ilerleyen süreçte sistem içinde gücünü yeniden kazanmaya çalışıyor.
Bu süreçte istenmeyen müfettişler devre dışı bırakılacak ve belirli bir süre sonra yeniden bir denetim elemanı seçme işlemi başlayacak. Bu kez seçme işlemini mevcut sistemin başındakiler yapacaklar. Aslında yapılan şey geçmişten bu yana sistemin içinde olan mevcut müfettişleri saf dışı edip kendine göre yepyeni bir kadro kurma çalışmasıdır.
 Oluşturulan yeni sistemin ne kadar sağlıklı ve verimli olacağına dair şimdiden bir şey söylemek zor denebilir. Ancak sistemin kuruluş aşamasında dile getirilen hususlarla uygulamadaki hususlara bakıldığında sistemin söylendiği gibi verimli ve etkin işlemesinin mümkün olmadığı bir kehanet değildir. Ağustos 2017 yılında yapılan yasal düzenlemenin ayrıntısına yönelik hazırlanan denetim sistemine ilişkin mevzuat düzenlemesine bakıldığında Teftiş Kurulu Başkanlığına verilen görevlerin söylendiği gibi 500 kişiyle yapılabilmesi mümkün değildir. Bu aşamada yapılacak olan seçme usulü istenen alanlar üstünkörü bir şekilde merkezden yürütülebilecek, gündeme gelen olaylara ilişkin merkezden soruşturmacı sıfatıyla müfettiş gönderilecek, mevcut eğitim kurumları 5-10 yıllık arayla random usulü seçilerek denetleniyor gibi yapılacak denebilir. İşin büyük çoğunluğu olan illerdeki inceleme, soruşturma, ön inceleme, araştırma veya bakanlığın belirleyeceği diğer faaliyetler ise valilikler kanalıyla yine illerdeki müfettişlere yaptırılacaktır. Yani bu durum müsteşar Yusuf TEKİN ile Atıf ALA’nın yapılmayacak dediği şeyin tam tersi olacaktır. Yapılmayacak denilen bir şeyin yapılıyor olmasının sözlükteki karşılığını burada açıkça yazmaya gerek yok.
Denetim sisteminde iki yıl önce var olan iki başlı denetim yapısı yeniden ihdas edilmiş gibi görünüyor. Peki iki yıl önce neden değişikli yapıldı, şimdi neden yine aynı sisteme dönüldü sorusunun sorulması hususuna gelince ortada muhatap olmadığı için bu sorunun sorulması da anlamını yitiriyor. 2014 yılındaki değişikliği yapanlar halen aynı kadrolarında oturuyorlar. Aradan geçen iki yılın sonunda eskiye yeniden dönülünce bu kişilere hesap sorulması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. Ülkemizde mevcut yönetim anlayışında hesap sorma gibi bir alışkanlık, gelenek, kültür ne yazık ki yoktur. Özellikle de iktidara yakın birisi ise böylelerine hesap sorulması nerede ise imkansızdır.
Ülkemizde eğitim alanı başta olmak üzere bir çok alanda var olan sorunların temelinde siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve yönetsel sorunlar çözüm bekliyor. Osmanlı döneminde de gidişin düzeltilmesine dair hemen her dönemde layihalar, raporlar, öneriler yazılıp ilgililere sunulurdu. Halen değişen fazla bir şey yok. Aynı tas aynı hamam. Belki ülkenin içinde bulunduğu durum daha ne olsun denebilir. Ülkemizde son dönemlerde meydana gelen iyileştirmelerin herkes farkında ancak bu iyileştirmeler ne yazık ki dönemlik, kişilere bağlı, gelip geçici ve üstelik de dibe vurmuş bir sistemin dibe vurma sonrası yukarıya doğru fiziksel bir hamlesinden fazla bir şey değil. Belli bir yere kadar gelip tıkanıyor. Durum ortada. İktidara mazlum olarak gelen grup bir süre sonra iktidarın nimetlerinin büyük çoğunluğunu halkla paylaşmak yerine büyük çoğunluğunu kendi taraftarlarına aktarırken küçük bir kısmını da halkın ağzına bir parmak bal misali sunuyor. Belki şu söylenebilir geçmişte bu da yoktu kardeşim. Yine bu da iyidir. O da bir bakış açısı elbette.
Muhalifbakış
           izmirmuhammedali@gmail.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...