Cumhuriyet
tarihinin başlangıcından itibaren çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma idealiyle
devleti yönetenler kendilerine göre oluşturdukları şablona uygun bir toplum
dizayn etmek için uzun yıllar boyunca ellerindeki tüm imkanları kullandılar.
Yönetim makamında
oturmanın verdiği avantajla gücü elinde bulunduran adeta her istediğini
yapabileceği vehmiyle devlet aygıtını kendi kişisel amaçlarını devletin amacı
haline getirip sonuna kadar yönlendirdi.
Cumhuriyet tarihine
genel olarak bakıldığında Cumhuriyetin kurucu iradesini elinde bulunduran
Mustafa Kemal Atatürk hayatta bulunduğu sürece istediği toplum düzenini
oluşturmak amacıyla kadrosunu oluşturmaya, hedeflerine ulaştıracak yolda devlet
sistemini dizayn etmeye çaba gösterdi. Ondan sonra gelenler de aynı doğrultuda
dönemin şartlarına göre ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Bu süreçte devlet
aygıtını elinde bulunduranlarla toplumun büyük kesimi arasında tam bir uyum
sağlanabildiğini söylemek zor. Toplumun büyük çoğunluğu yüzyıllardır sahip
olunan geleneksel değerlerin devletin başındakiler tarafından bir anda tamamen
terk edilmesine yönelik taleplerini tepkiyle karşıladılar. Uzun bir süre
devlet-toplum çatışma halinde yaşadı. Devlet adeta demir yumruk politikasını
uyguladı. Bu politikaya karşı toplumun büyük çoğunluğu pasif bir tepki
geliştirdi. Bu pasif tepkinin sonucunda devlet ile toplum birbirinden
uzaklaştı.
1950’lere
gelindiğinde dünyadaki demokrasi cephesinin edindiği gücün de etkisiyle demokratik
sistemler yaygınlaşmaya başladı. Ülkemiz de bu gidişattan kendine düşen payı
aldı. Ezeli düşman Rusya’ya karşı demokratik cephede yer alma isteği karşısında
zorunlu olarak demokratik sistemin ülkede kurulmasına yönelme kararına varıldı.
Buna rağmen tarih boyunca demokratik sisteme yabancı bir kültür çevresinden
gelen toplum ihtiyaç duyduğu demokratik sistemin araçlarını geliştiremediği
için kağıt üzerinde demokratik cephede görüntü verilse dahi gerçek anlamda bir
demokratik sistem kurulamadı. Kökleşmiş bürokratik yapı toplumun
dönüştürülmesinden çok kendi geleceğini ön plana alarak sistemin kendi
amaçlarına hizmet edecek şekilde işlemesine göz yumdu.
Cumhuriyetin
ilk yıllarından itibaren çağdaş uygarlık seviyesi hep batının değerleri olarak
görüldü. Bu değerler ele alınırken toplumun geleneksel kültürü, dini, tarihi,
dili başta olmak üzere tüm sosyal, siyasal, ekonomik yapısı batılılaştırılmaya
çalışıldı. Başlarda var olan katı dönüştürmeci anlayış zamanla içinde bulunulan
demokratik cephenin gereklerinin zorlaması ile biraz yumuşamak zorunda kaldı. Yumuşamaya
rağmen Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sistemi dizayn etme iradesini
elinde bulunduran askeri ve bürokratik vesayet her zaman gücünü gösterdi. 1960’tan
sonra her on yılda bir yapılan askeri darbeler bu vesayetçi yapının
sürdürülmesinin göstergelerinden öte bir anlam ifade etmemektedir. 2002
yılından sonra vesayetçi yapı büyük oranda kan kaybı yaşamaya başladı. Bu kan
kaybı AK PARTİ iktidarı ile birlikte zirveye ulaştı. Özellikle 2010 yılına
kadar vesayetçi yapının gücü elinden bırakmak istememesinin göstergesi
niteliğinde olaylar yaşandı. İktidar olma ancak muktedir olmama tartışmalarının
sonunda 2010 yılında artık gerçek anlamda bir iktidar gücünü eline geçiren AK
PARTİ bu defa da işbirliği içinde bulunduğu FETÖ/PYD ile çatışmaya girdi. Doğal
olarak siyasi anlamda gücü elinde bulunduran iktidar ve iktidarın
yanında/çevresinde bulunanlar iktidarda bulunmanın gereklerini/nimetlerini devşirme
sürecinde FETÖ/PYD’yi kendisine ortak durumunda görünce zorunlu olarak çatışma
doğdu. Bu çatışmanın ortaya çıkardığı sonuç 15 Temmuz 2016 darbe girişimidir.
Bu darbe girişimi FETÖ/PYD’nin adeta intihar girişimi olmuştur.
Geldiğimiz
süreçte AK PARTİ iktidarı siyasi anlamda güç mücadelesinde rakip olabilecek bir
unsur olmaksızın tek güç unsuru olarak varlığını sürdürmektedir. Siyasi
iktidarın özellikle son 6-7 senedir dile getirmekte olduğu dindar nesil
yetiştirme ideali bu anlamda üzerinde durulması gerek bir unsur olarak önümüzde
durmaktadır.
Geçmişte
dindarlık toplumun tabanında var olan ancak hiçbir zaman devletin üst
kademelerinde kabul görmeyen bir olgu idi. Dindarlığın göstergesi olan
işaretler devlet kademelerinde her zaman dışlanmaktaydı. Dindarlığın göstergesi
olan okullar, kurslar, gruplar devletin üst düzey politika yapıcıları nezdinde her
zaman yok edilmesi gereken, cumhuriyet için tehlike olan kurumsal yapılar
olarak kabul edildi. Bu anlayış 28 Şubat döneminde zirveye çıktı. Kurumlarda
başörtüsü ile çalışanlar yok edilmeye çalışıldı. Dini eğitim verdiği kabul
edilen imam hatip liselerinin önünün kesilmesi adına her şey yapıldı.
Bugün gelinen
noktada başörtüsü sorun olmaktan ancak 2013 yılında çıkarılabildi. Bu aşamada
bu sorunun bu kadar gecikmesinin nedenlerine ilişkin herkes kendine göre
açıklama getirse de sonuçta bu konunun sorun olarak görülmemeye başlanması
önemli bir adım olarak görülebilir. Başörtüsü serbestisi dışında geçmişte kötü
görülen imam hatip okulları bugün baştacı edilir hale geldi. Bu aşamada imam
hatip okullarının yaygınlaştırılması çabası devlet tarafından dindar nesil
yetiştirme aracı olarak görülmeye başlandı. Bu bakış açısının ne kadar sağlıklı
olduğu tartışılır bir durumdur. Aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumun
dönüştürülmesine yönelik çabalar ne kadar yanlış ise bugün de devlet eliyle
toplumun dindarlaştırılması, dindar nesil yetiştirilmesi çabaları aynı şekilde
yanlıştır. Devletin kendi idealine uygun bir nesil yetiştirme çabası boşa bir
çabadır. Bu çabalar geçmişte içten pazarlıklı insanlar yetiştirdiği gibi
bugünden sonra da yine içten pazarlıklı insanların yetişmesine neden olacaktır.
Bugün devlet
dindar nesil yetiştirme adına özellikle imam hatip okullarının sayısını
artırmanın yollarını aramaktadır. Yapılan mevzuat düzenlemeleri ile imam hatip
okullarının niteliğini, niceliğini artırmaya çalışmaktadır. Eğitim bakanlığı
yetkilileri illeri imam hatip okulu açanlar kategorisinde takip etmektedir.
İmam hatip okullarını diğer okullara göre daha ayrıcalıklı tutmaktadır. İmam
hatip okullarına öğrenci başına para gönderme, öğrenci sayısına göre daha fazla
hizmetli personel veya eğitim personeli gönderme, okulların ihtiyaçlarının
merkezi bütçeden giderilmesi gibi yollarla desteklenmektedir. Proje uygulaması
adı altında oluşturulan özel okullar aracılığıyla nitelikli okullar
oluşturulmaya çalışılmaktadır. Proje okulu kapsamına alınan okulların
müdürleri, öğretmenleri, öğrencileri özel seçilmektedir. Fen liseleri bilindiği
gibi en nitelikli öğrencilerin gittiği okullardır. İmam Hatip okulları proje
adı altında Fen Lisesi programı uygular hale getirilerek imam hatip fen
liseleri, imam hatip sosyal bilimler liseleri oluşturulmaktadır. Bu şekilde fen
lisesine gitmek isteyen öğrencilere imam hatip fen liseleri/sosyal bilimler
liseleri bir alternatif olarak sunulmaktadır. Bu uygulamalara bakıldığında
geçmişte üvey evlat muamelesine tabi tutulmuş imam hatip okulları dindar nesil
yetiştirme adına bu defa da en has evlat muamelesine tabi tutulmaya
başlanmıştır. Geçmişteki sakatlık tam tersi yönde hayata geçirilmiş durumdadır.
Bu uygulamayı da ne yazık ki Cumhuriyet Tarihinin en güçlü siyasi iktidarı
yapmaktadır. Bu uygulama da ne yazık ki kadük kalmaya mahkumdur. Topluma yarar
getirecek bir uygulama değildir.
Dindar nesil
yetiştirme ideali yerine nitelikli insan yetiştirme ideali konulmalıydı.
İslamiyet’in geldiği dönemde sahabe niteliğindeki insanlara bakıldığında
dürüstlük, doğruluk, erdem gibi ilkelerin yeni dinin gelmesi ile birlikte yeni
bir kalıp içinde ele alındığını, geçmişte dürüst, doğruluk ve erdemde nitelikli
insanların yeni dine girme ile birlikte yeni kalıbın içinde de aynı şekilde
devam ettiğini, yeni dine giren insanların dürüstlük, doğruluk, erdem adına
kişisel hayatlarında fazla bir değişiklik göstermedikleri, güç karşısında yeni
dine giren insanların ise münafıklık anlayışı ile yeni dine girdikleri
görülmüştür. Dindar nesil yetiştirme münafıklığın yaygınlaşmasına neden
olabilir. Bunun yerine hangi okul türünde olursa olsun insanlara nitelikli,
şahsiyet sahibi olma, adaleti, dürüstlüğü, doğruluğu ayakta tutacak insanlar
olmayı sağlayacak ideallerin öncelenmesi gerekiyor. Aksi taktirde bir doksan
yılımızı daha heba etmiş oluruz.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder