Ekonomi, en
basit tanımlamasıyla üretim, tüketim ve dağıtım/pazarlama faaliyetlerinden
oluşan toplumsal bir faaliyet.
Ekonomi bilimi
diğer pek çok çağdaş sosyal bilim gibi batıda ortaya çıkıp gelişmiştir. Her ne
kadar ekonomik faaliyetler insanlığın var olduğu ilk günden beri var olmakla
birlikte çağdaş anlamda bilim olarak ortaya çıkması batıda olmuştur. Çağdaş
anlamda bilimsel gelişmeleri toplumumuz teğet geçmiştir. Toplumun bir konuda
doğrudan bilgi sahibi olabilmesi tümüyle mümkün değildir. Toplumlara önderlik
yapanlar toplumun yöneticileridir. Bu yönüyle yönetim sistemlerini elinde tutan
yöneticiler toplumların gelişim yönlerini de doğrudan doğruya belirler. Aslında
toplumun teğet geçtiği gelişmeler toplumun eksikliği değil, toplumu yönetme
sorumluluğunu üzerine almış olan yöneticilerin bir eksikliğidir.
Ekonomi bilimi
üzerinde çalışan uzmanlar ekonominin temel ilkelerini uzun yıllar ekonomik
faaliyetlere yönelik yaptıkları gözlem, deney ve değerlendirmeler sonucunda
geliştirmişlerdir. Her bilimsel alanda temel ilkelere dikkat edilmediği sürece
o alana yönelik doğru adımları atabilmek mümkün değildir. Bilim, aslında aklı
temsil eder. İnsan sahip olduğu aklı kullanarak dünyadaki yaşayışını düzene
koyar. Yöneticiler başında bulundukları toplumların hayatlarına hakimdir.
Yöneticilere rağmen toplumsal hayatın içinde bir değişimi ortaya çıkarabilmek
geçmişte çok daha zor bir işti. Bu gün dahi yönetenler toplumun büyük
çoğunluğuna hakimdir.
Ülkemizdeki
ekonomik işleyiş düzeni üzerinde herkes kendi günlük hayatında karşılaştığı
olaylar çerçevesinde bilgi sahibidir. Ekonomik faaliyetler kısa sürede
değiştirilemez. Tüm diğer sosyal olay ve olgularla ilişkilidir. Toplumun içinde
ekonomik faaliyetler diye nitelenen faaliyetleri diğer insan faaliyetlerinden
ayrı tutabilmek mümkün değildir. İnsana dair her tür faaliyet iç içedir.
Ekonomik faaliyetler de bu iç içe geçmiş faaliyetlerin içinde bir unsur olarak
varlığını güçlü bir şekilde gösterir. Hatta en önemli unsurdur. Ekonomik
faaliyet insanın temel ihtiyaçlarının içinde her alanı ilgilendirir. Beslenme,
barınma, giyinme gibi temel ihtiyaçlar ekonomik güç gerektirir. Ekonomik güce
sahip olabilmek için iş sahibi olmak gerekir. İş hayatı ekonomik faaliyetlerin
en temel boyutlarından birisini oluşturur.
Toplumsal her
tür faaliyetin iç içe geçtiği günlük hayat tek tek insanlar için bireysel
boyutta anlam ifade etse de insan teki tek başına var olmaz. İçinde bulunduğu
toplumun geçmişi, yaşadığı coğrafya, içinde bulunduğu toplumun kültürü, sosyal
yapısı gibi pek çok konular iç içe geçmiş günlük hayatı tam olarak tümüyle
anlamayı, kavramayı güçleştirir.
Günlük hayatın
içinde karşılaştığımız olay ve olgulardan hareketle ekonomik yapımıza ilişkin
fikir sahibi olabilmek mümkündür.
Günlük
hayatımızın geçtiği sokaklarda kullanılan araçlar, temel ihtiyaçlarımızı
giderme yol ve yöntemlerimiz, sokakta karşılaştığımız kişilerle girdiğimiz
diyaloglar hep ekonomik yapımıza ilişkin ipuçları verir.
Günlük hayattan
hareketle anlayabileceğimizi iddia ettiğimiz ekonomik yapının anlaşılması onu
hemen değiştirebileceğimiz anlamına gelmez. Ekonominin ilgili olduğu alanlar
tıpkı bir makinenin parçaları gibi birbiri ile ilişkilidir. Bu ilişki nedeniyle
hepsi birbirini sürekli etkiler. Toplumsal hayatın içinde var olan her tür
faaliyet sadece bir kişinin çabasıyla etkilenemeyecek kadar kapsamlıdır. En
güçlü olan devlet gücü ile dahi tüm bu faaliyet alanlarının bir anda
değiştirilmesi, etkilenmesi, yönlendirilmesi mümkün değildir.
Toplumu
oluşturan karmaşık yapının içinde kişiler, gruplar, kurumlar ve faaliyet
alanları vardır. Toplumlar sadece kendi kendilerine bulundukları toprak üzerinde
yaşamazlar. Yakın çevrelerinde başka toplumlar, kurumlar, gruplar ve faaliyetler
vardır. Dünya artık eskisi gibi uzak-yakın değerlendirmesi yapılamayacak kadar
sanal olarak küçülmüş durumdadır. Gelişen ulaşım, iletişim ve etkileşim
teknolojileri sayesinde dünyanın her hangi bir yeri ile kısa sürede diyalog
kurmak mümkündür.
Ekonomik
faaliyetler çağdaş bir bilim olarak birkaç yüzyıllık bir dönemi kapsıyor da
olsa ekonomik faaliyetlerin varlığını insanlığın varlığı ile birlikte başladığı
alan uzmanları tarafından açıkça kabul edilmektedir. Ekonomik faaliyetler çok
eskiden beri varlığını sürdürürken her ülke kendi içinde ekonomik sistemlerini
kendilerine özgü bir temele oturtarak kurmuşlardır. Tarihi bir geçmişe sahip
tüm bu ekonomik sistemler ait oldukları ülkelerin ekonomik gücünü
oluşturmuştur. Düne ait herhangi bir olay ve olgunun değiştirilmesi için çok
daha güçlü bir başka sistemin kurulmasına ihtiyaç vardır. Dünyada insanlık
eskiden beri toplumlar arası mücadeleye sahne olmaya devam etmiştir. Dünya bir
yönüyle güçlerin mücadelesinden oluşan bir sistem üzerinde varlığını sürdürmektedir.
Hemen her dönemde bir toplum sahip olduğu her tür güçle bir başka toplum
üzerinde hakimiyet kurmayı başarmıştır. Bu güç mücadelesinde her toplum
geliştirdiği güç araçları ile daha yukarıya çıktığı gibi daha aşağı bir konuma
da düşebilmektedir.
Ekonomik güç
sistemlerini geçmişten beri kurdukları yapıları kullanarak güçlü hale getirmiş
olan toplumlar bugün dünyada ekonomik faaliyetlere yön verebilmektedir. Türkiye
bu süreçte ekonomik faaliyetlerle ilgili çağın gereklerini gerektiği gibi
okuyabilmiş değildir. Osmanlı döneminden gelen bir takım alışkanlıklar ekonomik
bir güç oluşturmayı desteklemek yerine köstekleyici bir etki oluşturmuştur. Bugünkü
iktidarın yere göğe sığdıramadığı 2. Abdülhamit’e atfedilen bir değerlendirmede
Alman İmparatoru hakkında iyi, hoş birisi ancak alış/veriş, ticaret gibi
konularla fazlaca meşgul oluyor dediği rivayet edilir. Osmanlı’da ekonomi
azınlıklara terk edilmiş bir işti. Yönetenler ekonomik faaliyetlerle uğraşmayı
değersiz bir iş olarak görüyordu. Bu durum dünyayı okuyamamanın en temel
örneklerinden sadece birisidir. Geçmişten gelen bu bakış açısı toplumda da
ticari faaliyetlere uzak durulmasına yol açmıştır. Din dahi bu konuda toplumu doğru
bakışa yöneltememiştir. İslam peygamberi rızkın onda dokuzu ticarettedir
diyerek ticari faaliyetleri yüceltirken bizde bu anlayış doğru şekilde hayata
geçirilememiştir. Toplumu oluşturan bireyler yönetsel sistemlerin oluşturduğu
kastı aşmayı hala başarabilmiş değildir. Yönetenlerin oluşturduğu yapı
bireyleri sıkı çemberlerin içine hapsetmiştir. Bu sıkı çemberlerin değişmesi
Cumhuriyet sonrası da mümkün olmamıştır. Yönetim sistemlerinin oluşturduğu
çemberler ekonomik faaliyetlerin gerektiği gibi gelişmesine katkı sunmak yerine
engel olmuştur.
Ülkeyi yirmi
yılı aşan süredir yöneten mevcut iktidar ekonomik faaliyetler başta olmak üzere
her tür siyasal, sosyal, kültürel sorunlara neden olan yönetim sisteminden yakınarak
iktidara geldiği halde iktidar gücünü eline geçirince yakındığı tüm
uygulamaları kendi lehine kullanmaya yönelerek geçmişte yakındığı her şeyi
kendine hizmet eder hale getirmiştir. Bu durum toplumda var olan sorunları yok
etmek yerine sorunlara muhatap olanları değiştirmiştir. Daha önce yakınanlar
mevcut yapıyı savunmaya, savunanlar da yakınmaya başlamıştır.
Gelişmiş, güçlü
ekonomik sistemleri kurmuş olan güçlü devlet yapılarına sahip toplumlara
bakılınca yönetim erkinin toplumun tümüne yarar üreten bir araç olarak
kullanıldığı görülmektedir. Toplum içinde yapılan her tür faaliyetin toplumun
tümünün yararına hizmet edecek şekilde düzenlendiği, takip edildiği,
yönlendirildiği, ayrıcalıklı kişiler, gruplar ve zümreler, kontrol dışı, kayıt
dışı faaliyetler, yolsuzluklar, usulsüzlükler, gemisini yürüten kaptan, altta
kalanın canı çıksın türü söylem ve anlayışların hiçbir zaman kendine yer
bulamadığı görülmektedir.
Bu yapıların
kurulması imkansız olmamakla birlikte devlet ve toplumun tümüyle dönüştürülmesi
gerçekleşmediği sürece de geçmişten beri var olan bozuk düzenin değişmesinin
mümkün olmadığı da açıktır. Bunun için her alanda toplumun tümünün yararını
önceleyen kişilerden oluşan ekiplerin kurulması gerekiyor. Bu gün ülkemizde var
olan bozuk düzenden yarar devşirenler bu ekiplerin kurulmasını elbette
istememektedir. Mevcut iktidarın bu bozuk düzenden vaz geçmesini de beklememek
gerekiyor. Bu ekiplerin kurulması tek tek bilinçli bireylerin sayılarının
sürekli artması ile mümkündür. Toplumda toplumun yararını önceleyen anlayışı
destekleyenlerin sayısı arttıkça diğerlerinin sayısı azalacaktır. Bu konuda her
bir birey günlük hayatında yapıp ettiklerini gözden geçirip toplumu mu, kişisel
menfaatleri mi desteklediği konusunda sorgulama yaparak kendini değiştirmeye
karar vermesi gerekiyor. Bir başkasının kendisi adına mücadele etmesini
bekleyenlerin varabileceği bir yer yoktur. Bunun için öncelikle herkesin tarihe,
dine, doğru bildiği her şeye yeniden bakması, yeniden sorgulayıcı bir bakış
açısıyla yaklaşması gerekiyor.
Mehmet Ali DEMİR |
Muhalifbakış |