Şanlıurfa ve
Adıyaman’da yağan yoğun yağış sonucunda 13 kişi hayatını kaybetti. Tarım bakanı
konuşma yaparken doğal afet olarak nitelenen bu olay sonrası dünya çapında
küresel ısınma sonrası ortaya çıkan bu durumların dünyanın her yerinde
görüldüğünü söylerken ölenlere rahmet, kalanlara baş sağlığı ve sabır tavsiye
ediyor.
Şanlıurfa’da
yaşanan selden en fazla etkilenen yerlere ilişkin televizyon görüntülerinde
balıklı göl ve Abide kavşağı ile su basan hastaneden kamera görüntüleri olduğu
görülüyor. Yağan yağmurlar sonrası şehirlerin sular altında kalması hemen her
mevsimde görülen sıradan olaylar. Yağan yağmur suları fiziksel olarak en
çukurda kalan yerlere doluyor. Abide kavşağı diye nitelenen bölgede suyun
biriktiği, göllendiği yer daha önce yapılmış olan alt geçit olan bölüm. Alt
geçit olarak yapılan düzenleme sonrası suyun birikeceği doğal bir çukur
oluşturulmuş. Alt geçit yapılırken muhtemel yağmur suyu birikintisinin gidebileceği
drenaj mutlaka yapılmıştır. Bununla birlikte hesap edilmeyen şey muhtemel
yağışların yoğunluğu olduğu anlaşılıyor. Abide kavşağındaki uygulamaya
bakıldığında yağan yağmuru doğal afet sonucu olarak nitelemek çok yanlış. Aynı
şekilde balıklı göl mevkii de benzer şekilde doğal bir çukur alan. Bu alanın yağmur
sularının doğal olarak toplanacağı yer olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil.
Tarihi balıklı göl alanına yönelik çevre düzenlemeleri yapılırken yağmur
sularının tahliyesine ilişkin bir öngörü olmadığı anlaşılıyor. Balıklı göl
mevkiindeki uygulama da yine tam olarak doğal afet tanımına girmiyor.
Yaşananlar şehirleşme anlayışından kaynaklanan doğal olmayan, insan eliyle
ortaya çıkarılan sorunlardan kaynaklanıyor. İnsan eliyle şehirler beton
yığınları haline getirilince her doğal olay sonrası kayıplar yaşanıyor. Şanlıurfa
ve Adıyaman’da sel sularına maruz kalan yerler genelde alt geçit türü yapay
alanlar olduğu görülüyor. Bu durum doğal bir olaydan çok insan eliyle yapılan
çukur yerlerin suyla dolmasından kaynaklandığını gösteriyor. Şanlıurfa ili
şehir olarak sel felaketine uğramaya çok da uygun bir coğrafyada değil. Coğrafi
olarak sel sularının doğal olarak birikeceği alanlar yok. Şehir merkezinde
planlı bir yerleşim yapılmış olsa derelerden ve kanallardan suyun kolayca
tahliyesi mümkün. İlin pek çok yerinde devasa sulama kanalları var. Harran
ovasının her tarafını kuşatan bu sulama kanalları sayesinde sular kolayca
tahliye edilebilir. Fakat şehirdeki gelişigüzel yapılaşmadan dolayı yağmur
suları kendine gidebilecek doğal yollara ulaşamıyor. Neresi uygun ise orada
biriken sular böylesi felaketlere ve kayıplara neden oluyor.
Yağan yağmur
sularının yol açtığı sel felaketleri sadece Şanlıurfa ve Adıyaman’la sınırlı
değil. Her yıl Trakya’da Meriç nehrinde yaşanan taşkınlar Edirne ve çevresinde
sel felaketlerine neden oluyor. Hatay’da Asi nehrinin taşkınları çevresine
zarar veriyor. Anadolu’nun pek çok köyünde ve diğer coğrafyasında selin sebep
olduğu yıkımlarla karşılaşılıyor. Deniz kenarlarında yerleşim birimleri sürekli
yağan yağmur sularının denize ulaşamamasından dolayı sel sularının yollara,
evlere dolduğu görülür. Denize akması gereken sular yapılan binalar,
kaldırımlar ve düzenlemeler nedeniyle çukur yerlerde hapsolmakta ve sele neden
olmaktadır. Karadeniz’de her yıl dere yataklarındaki yapılaşmalardan kaynaklanan
sel felaketi haberleriyle karşılaşılıyor.
Ülke
coğrafyasında akarsuların çevresine yönelik düzenlemelerin yapılmaması
nedeniyle ortaya çıkan her doğal yağış felakete sebep olmaktadır. Şehirlerdeki
plansız yapılaşma yine aynı şekilde felaketlere yol açıyor. Ülkemizde yaşanan
bu olayların doğal bir afet olduğunu iddia etmek çok da gerçekçi bir açıklama
değil. Dere yatakları, insan eliyle yapılmış geçitler insanlara mezar olmaya
devam ediyor.
Yine ülkemizde
yaşanan deprem felaketi sonrasındaki durum da sel felaketinde yaşanandan farklı
değil. Şehirlerdeki kuralsız yapılaşma sonucunda ortaya çıkan düzensizlikler
doğal bir olay olan depremin felakete dönüşmesine neden oluyor. Deprem
öldürmez, bina öldürür gerçeğini kader olarak niteleyerek toplumdaki hastalıklı
anlayışların devam etmesine neden olmak bu ülkeye fayda değil zarar getirmektedir.
Devlet olmanın
gereği olarak konulmuş kuralların hayata geçmesi için gereken işleyiş düzenini
kurmamak büyük bir yönetim zafiyetidir. Denetim faaliyeti devlet olmanın en
temel işlevi olduğu halde ülkede denetimsizliğin ayyuka çıkması yönetim adına
büyük zafiyettir. Yaşanan her felaketin altında bu yönetim ve denetim alanında
var olan zafiyetler yatmaktadır. Devlet olmanın gereği olan kurumların kağıt
üzerinde var olması, fiziksel olarak binalarının ve levhalarının olması yeterli
değildir. Bunların işlevsel hale getirilmesi gerekir.
Tarihte Osmanlı
Devletinin son dönemlerinde Avrupalı devletler tarafından hasta adam
nitelemesinden söz edildiğini herkes duymuştur. Hasta adam Osmanlı devleti
sonuçta yıkılarak yerini Cumhuriyete bırakmış olabilir. Aslında tüzel kişilik
olan devletlerin ölmesi, hasta olması söz konusu değildir. Hasta olan insanlar
ve toplumlardır. Osmanlı döneminde var olan toplumsal hastalıklar devleti
yönetenler tarafından gerektiği gibi çözüme kavuşturulamamıştır. Cumhuriyetle
birlikte yeni bir siyasal rejim kurulmuş da olsa toplumda geçmişten beri var
olan hastalıklar ortadan kalkmamıştır. Toplumsal hastalıklar ancak yönetim
sistemlerinin etkin işletilmesi ile sona erdirilir. Cumhuriyetin ilanı ile
birlikte yeni bir sistem, devlet, toplum yaratılması ideali ile başlanmış
olmakla birlikte yönetim sistemi gerektiği gibi işletilememiştir. Osmanlı
döneminde var olan sorunlar aynen yeni rejimde de devam ettirilmiştir. Mevcut
iktidar Cumhuriyet tarihi boyunca hastalıklı yönetim anlayışının yarattığı
sorunları ortadan kaldırmak yerine kendine yarar sağlayan bir yönetim anlayışı
kurmayı tercih etmiştir. Bu tercih belli kişilere menfaat ve yarar sağlamış
gibi görünse dahi toplumun geneline menfaat ve yarar sağlayamamıştır. Sonuçta
hastalıklı anlayışın zararları bugün deprem, sel felaketi, ekonomik, toplumsal,
siyasal, eğitsel sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şehirleşmenin
bilimsel temellerine dikkat edilmediğinde sel felaketleri yaşanıyor. Depremle
ilgili bilimsel temellere dikkat edilmediğinde deprem felaketleri yaşanıyor.
Eğitim biliminin temellerine dikkat edilmediğinde eğitsel sorunlar, ekonomi
biliminin temellerine uymama ekonomik sorunlara yol açıyor. Kısaca hasta
adamlıktan halen kurtulamamış bir devlet ve toplum halinde varlığımızı
sürdürmeye devam ediyoruz. Yaşanan felaketler toplumu ve devleti terbiye etmeye
devam ediyor. Bu anlayışla devam ettikçe de terbiye süreci biteceğe benzemiyor.
Kutsal kitapta insana
aklını kullanması sık sık tavsiye edilir. Dünya hayatı diye nitelenen yaşamda
var olan her tür doğal olaylar herkese aynı şekilde etki ediyor. Aklını
kullananlar gelişmiş ülke konumunda insanlarına refahı sunarken bizdeki gibi
aklı geri plana atanların payına sel, deprem ve toplumsal felaketler, acılar,
sıkıntılar düşüyor. Bunu kader diye nitelemek dini de bilmemek ve doğru
anlamamak anlamına gelir.
Muhalifbakış |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder