29 Kasım 2022 Salı

Seçimlere Doğru Adaylık Tartışmaları

Seçimler yaklaşırken adaylık tartışmaları da her geçen gün ısınıyor. Cumhur ittifakı ve millet ittifakı diye iki ana cephe yanında marjinal gruplar da kendilerince yeni gruplar oluşturuyorlar. Seçim sistemi en küçük oy gruplarını dahi önemli hale getirmiş durumda.

Cumhur ittifakının adayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iken karşısındaki adaya ilişkin henüz bir isim açıklanmış değil. Yeni yönetim sistemi koalisyonlara son verecek denirken en küçük grupların dahi kapsanmasına yönelik koalisyon uygulamaları ortaya çıktı. Hükümetin kurulması aşamasında koalisyon yok gibi görünse de istikrarlı bir yönetim için özellikle meclis içinde koalisyon anlamında ittifaklardan kaçınılamıyor. Cumhur ittifakı diye oluşan grup yeni yönetim sisteminde meclis çatısı altında ortaya çıkabilecek muhalefete karşı doğdu. Bu ittifakın tarafları olan AK PARTİ/AKP meclis içinde ortaya çıkacak muhalefete karşı MHP ile birlikte hareket ederek yasamayı elinde bulunduruyor. Buna karşı MHP bürokrasinin içinde cumhurbaşkanı ile girdikleri perde arkası diyaloğlar aracılığıyla istediklerini alıyorlar. MHP’nin hiçbir beklentisi olmaksızın ittifakın içinde bulunduğunu iddia etmek gerçekçi görünmüyor.

Yeni sistemde hiç kimse tek başına iktidara gelmeyi başaramıyor. Bu nedenle ittifaklar zorunlu bir hale gelmiş durumda. Bu sistemin bu şekle dönüşeceğini iktidarın öngördüğünü söylemek çok mümkün görünmüyor. MHP sayısal gücü ile uyuşmayan bir etkiye bu sistem sayesinde sahip olmuş durumda. AK PARTİ/AKP iktidarı MHP’ye bağımlılıktan memnun olmamakla birlikte sistemden geri dönmeyi de göze alamıyor. Seçimler öncesi de döneceğini beklememek gerekiyor. Yaşanan tüm sorunlara rağmen iktidarın halk nezdinde desteği önemli düzeylerde olmaya devam ediyor gibi görünüyor. Anketlerde genelde birinci parti olarak çıktığı söylense de tek başına yüzde elli oranını geçme ihtimali oldukça düşük. Bu nedenle yanına alacağı diğer ortakları ile yüzde elliyi geçmeyi hedefliyor. Sadece MHP’ye bağımlı olmaktan hoşlanmadığı için ortaklarını arttırma yollarını sürekli arıyor.

Millet ittifakı diye oluşan grup özellikle yerel seçimlerde yapılan işbirliği sonucunda önemli başarılar elde etti. Yerel seçimlerdeki başarıyı cumhurbaşkanlığı seçimlerine de taşımayı düşünüyor. İttifakın parçalarına bakıldığında en büyük parça CHP olmakla birlikte iktidarı tek başına zorlaması mümkün görünmüyor. Bunu bildikleri için millet ittifakı diye anılan grubu bir arada tutmaya çalışıyor. Bu arada da ittifakın liderliğini ele almaya çalışıyor. CHP’nin millet ittifakı içinde liderliği ele alması kolay görünmüyor. CHP’nin geçmişten beri getirdiği bagajlar toplum içindeki desteğin sınırlı kalmasına neden oluyor.

Cumhurbaşkanlığı adayı konusu özellikle millet ittifakı içinde halen tartışma konusu. Toplum içinde cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik geçmişten gelen olumlu bakış son yıllarda iyice düştü. İktidara geldiği günden beri partisinin içinde tüm güçleri eline geçirmesine rağmen son yıllarda yaşanan ekonomik sorunlar başta olmak üzere diğer pek çok alandaki sorunlar cumhurbaşkanının imajını önemli ölçüde sarsmış durumda. Uzun iktidar yılları içinde cumhurbaşkanının gösterdiği performans kendisini büyük oranda yormuş durumda. Buna rağmen kenara çekilmeyi düşünmüyor. Gelinen noktada iktidarın en kötü zamanlarında bırakmak da istemiyor denebilir. Bu yönüyle belki anlaşılabilir bir bakış açısı denebilir. Cumhurbaşkanı hiç yoktan var ettiği bir hareketin ülkede önemli başarılar elde ettiğini görmüşken son yıllarda dibe vurmuş bir durumda bırakmak başarısızlığının da tescillenmesi gibi görüneceği için son bir hamle ile kötü gidişten çıkmayı ümit ediyor. Bununla birlikte bu hiç de kolay değil. Seçimler öncesi millete yapılan vaatlere bakıldığında geçmişte güzel günler yaşattık. Dünyada ve ülke içinde aleyhimize yapılan kötü niyetli girişimler nedeniyle olumsuz durumlara düşmüş olabiliriz ancak bu durumdan toplumu yine biz çıkarırız söylemi kullanılıyor. Yaşanan sorunlarda kendi sorumluluklarını kabul etmek istemiyorlar. Suçu kendileri dışındaki güçlere atıyorlar. Bu da siyasal bir söylemden öte bir anlam taşımıyor. Zira ülke içinde ve dışında yaşanan sorunlarda yönetimin başarısızlığının olmadığını iddia etmek hiç de gerçekçi değil. Yirmi yılı geçen sürede devletin her şeyine hakim olan bir anlayışın bu kadar uzun bir süreyi toplumun tümüne yönelik politika ve uygulamalar geliştirmek yerine kendine bağlı zümreleri öncelemesi sistemin çökmesine neden olmuşken suçluyu dışarda aramak doğru değil.

Cumhur ittifakı bu durumda iken millet ittifakı halen toplum nezdinde alternatif durumuna gelmeyi tam olarak başarabilmiş değil. Millet ittifakı içinde adaylık tartışması seçimler yaklaştıkça gün yüzüne çıkıyor. İttifakın en büyük ortağı CHP haklı olarak kendi liderini aday olarak görmek istiyor. Buna karşın ittifakın içinde bulunan diğer parçalarda tereddütler olduğu görünüyor. CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına toplumun tüm kesimlerinde gönül rahatlığı ile evet diyenlerin oranı yeterli değil. Tek başına CHP adayının oranı cumhurbaşkanını geçemiyor. Diğer ittifak ortaklarının dayandığı toplum kesimlerinin kolayca CHP adayını desteklediğini söylemek halen mümkün görünmüyor. İyi parti son zamanlarda CHP liderinin adaylığında seçimlerde başarının kolay olmadığını, başka bir aday üzerinde uzlaşılması gerektiğini dile getirdiği görülüyor. İyi parti İstanbul ve Ankara başta olmak üzere diğer illerde yerel seçimlerde CHP adaylarını destekledi. Bu destekle birlikte iktidara karşı başarı da kazanıldı. İyi parti İstanbul veya Ankara belediye başkanlarını CHP lideri yerine aday yapmayı tercih ediyor gibi görünüyor. Millet ittifakının aday profili içinde adı geçen kişi ismi fazla değil. Millet ittifakı içinde yer alan küçük partilerin aday olarak dile getirdiği birileri bulunmuyor.

Bu durumda CHP’nin liderinin adaylığında ısrar etmesi ittifak içinde tartışmaları daha da artırabilir. Bu tartışmalar iktidarın işine yarıyor. Seçimlerde hiçbir adayın ilk turda yüzde elliyi geçemeyeceğinin kesin olduğu söylenebilir. Bu durumda millet ittifakının aday tartışmalarını daha da büyütmeden çoklu adaya gitmesi daha mantıklı görünüyor. Seçimlerde herkes kendi adayını çıkarır. İlk turda çoğunluk sağlanamayacağı için ikinci tura en çok oy alan iki kişi katılır. Bu durumda hakemliği millete bırakmak çok daha doğru olabilir gibi görünüyor. En çok oy alan ikinci adayın etrafında millet ittifakının bir araya gelmesi başarıyı da getirebilir. Aksi takdirde toplumda 2015 Haziran seçimlerindeki benzer bir durumla karşılaşmak hiç de uzak bir ihtimal olmaz. Bu süreçte aday üzerinde uzlaşma kavgası yapmak yerine adaylığın belirlenmesi sürecinde herkesin kendi adayını göstermesi, uzlaşmanın söylemlerde de dile getirildiği gibi ilkeler üzerinde yapılmasının üzerinde durulması çok daha yararlı olacaktır.

  

 

Muhalifbakış

 

izmirmuhammedali@gmail.com

 

                                  

 

2 Kasım 2022 Çarşamba

Cumhuriyet Tartışmaları Üzerine

İktidar partisinin yönetim kadrolarında yer alan Mahir ÜNAL bir konuşmasında "Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir" sözlerini kullanmış. Bu sözler siyasal iktidarın paydaşları arasında tartışmalara neden olunca da istifa etmek zorunda kalmış.

Bu cümleyi söyleyen şahsın siyasal fikir temellerine bakıldığında islami bir kültürden geldiği görülüyor. Bu temelden gelen toplum kesimlerinde genelde bu tür bir bakış açısı geçmişten beri var. Bunun temelleri Cumhuriyet döneminde uygulanan tek parti politikalarına dayanıyor. Cumhuriyetin ilanı sonrası 1946 yılına kadar süren tek parti iktidarı süresince yeni kurulan rejimin oturması adına geçmiş uzun süre yok sayıldı, sanki mümkünmüş gibi geçmiş yok edilerek yeni bir ideolojik temele dayanan yepyeni bir toplum oluşturulmak istendi.

Toplumsal hayatın bir kuralı olan yasaklamaların dedikoduları güçlendirmesi kuralı bu alan için de söz konusu oldu. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde halkın tarihten beri getirdiği kültürün gereği olarak toplumun içinde bulunduğu durum nedeniyle toplumsal bir tartışmanın yapılması da beklenemezdi denerek uygulanan ve cumhuriyet ruhuna uymayan otoriter devlet politikaları vatandaşı sindirmede araç olarak kullanıldı. Bu durum halkın konuşmasına, tartışmasına, sorgulamasına engel olan bir iklimin doğmasına neden oldu. Bu iklimde doğru ve açık bilginin yeri olamazdı. Zaten devleti yönetenlerde de toplumu oluşturan sıradan insanları adam yerine koyma çabası yoktu. Yönetenler vatandaşı önemsemeyip her tür uygulamaya boyun eğmeye mecbur bırakınca vatandaş da kendini yönetenlerden soyutlayarak kendi içinde bir bilgi üretim sistemi oluşturdu. Bu bilgi üretim sistemi daha çok dedikoduya dayanıyordu. Dedikoduya dayanan bilginin yanlış olduğu söylenemez ancak sistemli bir bilgi de değildir. Dedikoduya dayanan bilgide objektiflik yoktur. Tek yanlı, duygusal bakış vardır. Duygusal bakışta öfke, korku, hırs, intikam gibi duygular hakimdir. Bu yönüyle dikkatli bir şekilde ele alınması gerekir. Bununla birlikte dedikoduya dayanan bilgiyi kullanan insanların da tek taraflı bir şekilde suçlanmaması gerekir. Dedikodunun ortaya çıkması açık bilgi paylaşımının olmamasından kaynaklanır. Açık bilgi kanalları açık olmayınca zorunlu olarak insanlar dedikoduya dayanan bilgiye yönelmek zorunda kalırlar.

Aslında uzun Osmanlı dönemi içinde hemen hiçbir dönemde dil, lügat, düşünme, alfabeyi kullanma, okuma, yazma gibi entelektüel alışkanlıklar yaygınlık kazanamamıştı. Eğitim denilince akla sadece mahalle mektepleri, medreseler ve Enderun sistemi geliyordu. Bu sistemde Medrese ve Enderun toplumun çok küçük bir kesimi için faaliyette bulunan marjinal kurumlardı. Sadece devletin ihtiyaç duyduğu insan gücüne yönelik olarak çok küçük bir azınlık için çalışıyordu. Mahalle mektepleri ise sistemsiz, gelişigüzel ve derme çatma idi. Sıradan bir birey için kapsamlı, sistemli ve doyurucu bir eğitim faaliyeti hiçbir zaman olmadı. Osmanlı toplumunda eğitim denilince din akla geliyordu. Dini eğitim denilince de herkes için Kur’an okuma ve ilmihal bilgileri dışında başka bir eğitim düzeni yoktu. Medrese eğitimi toplumun tümünü kapsayamıyordu. Medreseyi bitirenler devlet kapısında bir hizmet alma dışında başka bir şey hedeflemiyordu. Bir başka deyişle Cumhuriyet öncesi dönemlerde de aslında dil, lügat, düşünme, alfabeyi kullanma, okuma ve yazma gibi bir alışkanlık yok denecek düzeydeydi. Cumhuriyetin yok ettiği fazla bir şey zaten yoktu. Bununla birlikte Cumhuriyet geçmişten beri var olan çizgiyi görmezden gelerek veya yok sayarak adeta sıfırdan bir başlangıç çabası içine girdi. Bu çabayla yapılan zaten yeterince var olmayan bir süreci yepyeni bir bakış açısıyla yeniden başlatma hedeflendi. Geçmişte de zaten yeterince bir şey yoktu, öyle ise her şeyi yeniden başlatma anlayışının doğru olduğunu iddia etmek de doğru değildir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hayata geçirilmeye çalışılan toplum projesinde din her zaman geri planda kalmıştı. Din kavramı insanın vicdanına özgü bir iştir denilerek toplumsal hayatın dışına itilmeye çalışılan dindar anlayış geçmişten gelen bu dışlayıcı bakışı hiçbir zaman unutmadı. Unutulmasını da beklememek gerekiyor. Bugün dindar diye nitelenen camia içinde Mustafa Kemal Atatürk’e karşı olan antipatinin kökeninde geçmişten gelen bu anlayışın etkisi vardır. Diyanet teşkilatı da yine aynı şekilde özel bir isim olarak anmama inadının altında benzer bir anlayış bulunmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk şahsi hayatında dine karşı lakayt bir bakış açısına sahip olduğu halde ihtiyaç duyduğu zamanlarda bir argüman olarak hep kullandı. Cumhuriyet sonrası kişisel lakaytlık devlet yönetim anlayışı düzeyinde politikaların uygulanmasına yol açtı. Devletin en üst düzeyindeki yöneticisi durumunda olan kişi olarak halkın büyük çoğunluğunun zihninde dine uzak bir konuma oturtuldu. Kendisi de bu dönemde farklı bir şekilde görünme çabası içine girmedi. Bugün dindarlığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş kişileri Mustafa Kemal Atatürk ile barıştırmaya çalışmak anlamsız. Mustafa Kemal Atatürk’ün kişisel hayatında dine atfettiği değeri gören insanlar onu dini ritüellerde anmak istememeleri doğal. Mustafa Kemal Atatürk de zaten böyle bir endişe veya beklenti içinde hiçbir zaman olmadı. Bugün söylem olarak kullanılan Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı camiler kapanırdı, dini hayat olmazdı, tamamen yabancıların güdümünde bir toplum olur çıkardık söylemleri de tarihi gerçeklikle uyuşmuyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurtuluş savaşı diye nitelenen dönemlerdeki davranış ve söylemleri ile savaş sonrası devletin yönetimini eline aldığı dönemlerdeki davranış ve söylemleri birbirinden oldukça farklıdır. Cumhuriyetin ilan edildiği dönem savaşın bittiği bir dönemdi. Bu dönemde artık savaş sırasında toplumu savaşa teşvik için kullanılan dini söylemin yerini yeni bir uygarlığa geçiş, devrimlerle dönüştürülmek istenen, çağdaşlaştırılması gereken bir toplumun gideceği yolu gösteren bir söylem almıştı. Bu nedenle Cumhuriyetle dindarlığın ihyası arasında bir ilişki kurmak tarihi gerçeklerle uyuşmaz. Cumhuriyet, toplumun yöneten zümrenin zihnindeki dünya görüşüne göre yeniden şekillendirilmesi sürecidir. Bunun doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde düşünülüp konuşulması halen duru bir zihin yapısıyla yapılabilmiş değil. Halen bu konular ortaya döküldüğünde karşılıklı suçlamalar ve hakaretlerden başka bir söylem, dil kullanılamıyor. Bir asra yakın zamanın geçtiği günümüzde halen dil, lügat, düşünce sağlam bir temele oturabilmiş değil. Halen düşünce setlerimizi geliştirebilmiş değiliz.

Düşünce setleri diye nitelenen şeyler aslında zihinsel beceri ve alışkanlıkların kullanılması ile ilgili bir husustur. Düşünmek zihinsel bir faaliyettir. Düşünebilmek için bilgiye ihtiyaç vardır. Bilgi ise ancak okuma, konuşma, dinleme, tartışma, sorgulama gibi faaliyetlerle gelişir. Dil, bilginin bir başka gelişim alanı olarak sürekli kullanılırsa gelişir. Dilin kullanım alanının da yine zihinsel faaliyetler içinde olması halinde gelişmesi mümkündür. Günlük hayatında okumak, yazmak, düşünmek, konuşmak, sorgulamak gibi alışkanlıklar gelişmediği sürece düşünce setlerinin gelişmesi de mümkün değildir. Bu setlerin gelişmediğini söyleyen dindarlık sıfatını kendilerine bayrak edinmiş söz sahiplerinin en büyük değer atfettiği din konusunda da benzer kısırlığın, yetersizliğin olduğu görülür. Din konusunda da insanlar derinlemesine bir bilgi edinme alışkanlık ve kültürüne sahip olamamışlardır. Düşünce setlerinin gelişmesi durup dururken kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bunun için her bir bireyin uzun süreli çabalar göstermesi gerekir. Bu uzun süreli kişisel çabaların kurumsal yapılarla desteklenmesine ihtiyaç vardır. Devlet mekanizmasının da bu alanın gelişmesine katkı için çaba göstermesi şarttır. Sıradan insanlar günlük hayatlarında gereken çabayı göstermeye yanaşmıyor. Toplumun tümünü çevreleyen devlet mekanizması bu konuların gündeme gelmesi, desteklenmesi yerine boğmaya çalışıyor. Böylesi bir ortamda düşünce setlerinin gelişmesi mümkün olamaz.

Düşünce setlerinin gelişmesi için önce dili, kitabı, kalemi, kağıdı kullanma alışkanlığının yemek içmek kadar doğal ve yaygın olduğu bir toplumsal hayatın olması gerekir. Ardından bağımsız, güçlü ve yaygın bir basın, yayın, medya sisteminin bu hayatın her alanında gücünü hissettirebilmesi gerekir. Her sokakta üçer beşer tane var olan kahvehanelerin yerini kütüphanelerin alması, her evde kitaplıkların olması gerekiyor. Her konuda geniş bir hoşgörüyle karşılaşılan tartışma ortamlarının, sorgulama meclislerinin olması gerekir. Bunların gelişmediği bir toplumda takım tutar gibi parti tutma, tartışma ve kavgalar eksik olmayacaktır.

  

 

          Muhalifbakış

 

izmirmuhammedali@gmail.com

 

                                  

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...