26 Kasım 2021 Cuma

Yönetim Sistemi Sorunları ve İktidar

Yasal metinlerle getirilen düzenlemelerin varlığı sistemin de buna göre işlediğinin göstergesi değildir. Son dönemlerde hızı yavaşlamakla hatta tamamen durmakla birlikte uzun süre önce Avrupa Birliğine üyelik başvurusunda bulunan ve aday ülke statüsüne geçmeye çalışan Türkiye’ye yönelik bir takım takvimler hazırlanmıştı. Türkiye de bu takvime göre yasal metinleri kabul ediyor ve Avrupa Birliğine artık bizi kabul etmenizin önünde bir engel kalmadı diyerek adaylık sürecinde ilerlemeye çalışıyordu. Buna karşın Avrupa Birliği yasal düzenlemelerin yapılması yeterli değil uygulamayı da görmek gerekir diyerek Türkiye’ye yeni ödevler veriyordu. Buradan da anlaşılıyor ki dünyada yazılı bir metni kabul etmiş olmak o standartları sağladığınız anlamına gelmiyor.

Yasal metinde getirilen düzenlemenin uygulanmasında bir sistemin kurulması, bu sistemin işletilmesi, sistemin verimlilik yönüyle sürekli değerlendirilip geliştirilmesi gerekiyor. Ülkemizde hemen her konuda var olan metinler pek çok düzenleme içermekle birlikte bu düzenlemelerin hayata geçtiğini görmek neredeyse imkansız. Uygulamada yaşanan ile kağıt üzerinde yaşanan her zaman birbirinden farklı. Bu durum niteliksiz bir yönetim ve devlet yapısının var olmasından kaynaklanıyor. Devlet yapısı tarihi süreç içinde zamanla oluşuyor. Yönetim de bir kültür içinde oluşuyor. Türk devlet ve yönetim geleneğine bakıldığında yönetenlerle yönetilenler arasında devasa bir uçurum her dönemde olmuş. Yönetenler yönetirken kimseye danışmamayı, kendi bildiği gibi gücü keyfince kullanmayı, gücü kullanırken sınırlanmayı hiçbir zaman kabul etmemiş. Hesap verme geleneği hiçbir dönemde oluşmamış. Devlet ve yönetim kültürü tepede bu şekilde iken aşağıda farklı değil. Zaten aşağı ile tepe arasında uyum olmasa böyle bir kültür de oluşamazdı. Aşağıda yani toplumun içinde bireyler arası ilişkilerde de benzer bir kültür var. Herkes imkanı, gücü ve fırsatı bulduğu anda kendi keyfi isteklerine göre kullanmaya başlıyor. Toplumun içinde tartışma, sorgulama, soru sorma gibi alışkanlıklar her zaman olumsuz görülüyor. İtiraz eden, soru soran, sorgulayan kişiler bir şekilde yok edilmeye, susturulmaya, pasifize edilmeye, dışlanmaya çalışılıyor. Toplumun içinde var olan bu kültür devlet ve yönetim sistemi düzeyinde de aynı mantıkla işliyor. Devleti yönetenler sahip oldukları imkanları kendi saltanatları, kişisel arzuları için kullanıyorlar. Yönetirken alınması gereken kararları danışarak, konuşarak, tartışarak almıyorlar. Danışıyor gibi görünse dahi istendik şekilde karar çıkması için bilgi kendine göre bir anlayışla gizleniyor. Yeterli, açık ve şeffaf bilgi paylaşımı yapılmıyor. Bilgi tekelde tutulması gereken gizli bir nitelik olarak saklanıyor. Böyle olunca ortaya farklı fikirlerin çıkabilmesi, iyi bir analiz ve değerlendirme yapılabilmesi mümkün olmuyor. En üst düzeydeki devlet yönetiminden sorumlu birimler ve bireyler bir altlarında yer alan birimleri iş ortağı olarak görmek yerine yönetilecek, güdülecek, talimat verilecek bir aşağı sınıf olarak görüyor. Aşağıdakiler bilmez, anlamaz anlayışı ile kapalı bir sistem oluşturuluyor. Bu kapalı sistemde her yetki sahibi kendi özel alanında bir saltanat kuruyor. Herkes kendi imkanı ve gücü oranında çevresinde oluşturduğu özel alanlarda kendi saltanatını kurarak kaynakları kendine çevirmeye çalışıyor. Bu yönetim anlayışında toplumun tümünü düşünerek hareket edebilmek mümkün değil. 

Mevcut iktidar güce sahip oluncaya kadar topluma siyaset meydanlarında hep size efendi olmaya gelmiyoruz, hizmetkar olmaya geliyoruz söylemi ile yaklaştı. Buna inanan yığınlar yirmi yıla yakın bir zamandır bu iktidarı başında tutuyor. İktidar da toplumun kendisine gösterdiği bu teveccühü adım adım kendi kişisel iktidarını kurmada kullandı. 2002-2010 arası dönemde gücün pekiştirilmesini sağlayacak bir yapı kurulması için yapılan mücadele 2010 yılında sonuç verdi. Bu tarihten sonra aslında sahip olunan güç gerçek anlamda toplumun yararı için kullanılabilseydi devletin ve yönetim sisteminin geçmişten bu yana getirdiği pek çok sorunlu alan çözüme kavuşturulabilirdi. Gerçek anlamda toplumu düşünen bir devlet yönetim sistemi kurularak kaynaklar toplumun tüm kesimleri için adaletli bir şekilde dağıtılabilirdi. Adaletli bir paylaşım sistemi sayesinde toplumda birlik ve beraberlik ruhu güçlendirilebilirdi. Geçmişte toplumun büyük çoğunluğunu dışlayan seçkinci anlayış yok edilerek tüm toplum kesimlerini içine alacak bir toplumsal temel kurulabilirdi. Mevcut iktidar bunu yapmak yerine kendinden olanları önceleyen bir siyasi tek parti iktidarı oluşturdu. Kaynakların dağıtımında siyasi partinin sahip olduğu can alıcı rolü gören herkes amacına ulaşabilmek için siyasi partinin rengine bürünmek gerektiğini görünce herkes bu noktaya adeta üşüştü. Ortaya çıkan teveccühü toplumun yararına kanalize etmek yerine iktidar bundan nemalanmayı tercih etti. Siyasi iktidarın tek lideri konumuna gelen Recep Tayyip Erdoğan bu sistemi kendine hizmet eder bir hale dönüştürdü. Toplumda var olan karizmatik cazibesini kullanarak önce toplumu sonra tüm devleti kendi kişisel anlayışına göre şekillendirmeye çalıştı. Bununla birlikte bir kişinin gücü, yeteneği ve imkanları her zaman sınırlıdır. Sınırlı olan kişisel güç kullanıldıkça tükenir. Bugün de olan liderin tükenişinin had safhaya çıkmasıdır. Lider her şeye sahip olmaya çalışırken sahip olduğu sınırlı gücü tüketmeye başladı. Tükenen lider kendisi ile birlikte tüm toplumu ve devlet sistemini peşinden sürüklüyor. Liderin etrafındakiler de kendilerine sağlanan menfaatlerden mahrum olmama veya geçmişte yapılan yanlışlardan dolayı hesap sorulma korkusu ile lideri terk etmemeye çalışıyor gibi görünüyorlar. Bu gidişin durdurulması çok da mümkün görünmüyor. 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

 

17 Kasım 2021 Çarşamba

Helalleşmeyi Kim Nasıl Yapmalı?


            Helalleşme kavramının CHP lideri Kemal KILIÇDAROĞLU tarafından dile getirilmesinden sonra toplumda herkes kendine göre söylemler dile getiriyor. Helalleşme kavramında iki taraf vardır. Bir taraf diğer taraftan helallik isterken geçmişte isteyerek veya istemeyerek, bilerek veya bilmeyerek haksızlık yaptığı düşüncesiyle bir yönüyle özür dileme, yaptığı haksızlıklardan dolayı pişmanlık duyarak kırdığını yeniden onarma isteği, hatalarından dönerek ortaya çıkan olumsuzlukları giderme, bir daha tekrar etmeme sözü gibi anlamlar vardır. Helalleşmede bir tavır ve tutum değişikliği, anlaşma vaadi vardır.  

Siyasi partinin helalleşme kavramını kullanması iktidar gücüne sahip olunduğu dönemde gücü istemeden bazı kişi/grup ve yapılar aleyhinde kullanıldığı düşüncesini uyandırırken iktidarda olmayan bir partinin ancak söylem bazında yapılan yanlış uygulamalardan dolayı bir helalleşme isteğini düşündürtmektedir. CHP açısından bu iki olasılıktan hangisi üzerinde odaklanıldığı konusunda bir belirsizlik bulunmaktadır. CHP’nin iktidar yılları tek parti dönemi(1923-1950), 1960 askeri ihtilal dönemi sonrası ve Ecevit iktidarlarının yaşandığı dönemler akla gelir. Söylem bazında yapılanlar olarak ise CHP zihniyetinin Cumhuriyetin ilanından itibaren hemen her dönemde askeri-bürokratik makamlarla işbirliği içinde olduğu söylenebilir. CHP’nin helalleşme söylemi aslında Cumhuriyet tarihinin yeniden gözden geçirilerek tartışılmasını gerektirir.

CHP iktidarda olmadığı için şu aşamada helalleşme ancak söylem düzeyinde olabilir. İktidara geldikten sonra yapılacaklara ilişkin taahhütler, planlar, proje ve stratejiler hazırlanıp sunulabilir. Söylem bazında yapılacaklarda da taahhüt, plan, proje ve stratejilerin hazırlanıp sunulmasında da zamana ihtiyaç var. CHP’nin zamanla ortaya koyacağı siyaset stili helalleşme kavramının ne derece gerçekliğe ulaşabileceğini gösterecektir.

CHP’nin helalleşme söylemi kadar mevcut iktidarın da son yirmi yıla yakın sürede ortaya koyduğu iktidar uygulamaları konusunda bir helalleşmeye veya en azından bir muhasebeye ihtiyacı bulunuyor.

AKPARTİ/AKP iktidarının iktidara geldiği andan itibaren ortaya koyduğu yönetim anlayışının muhasebesini mutlaka yapması gerekiyor. İktidara geldiği ilk andan itibaren toplumun mutluluğunu ön plana alarak bir yönetim ve devlet sistemi kurmak yerine kişisel ve zümre menfaatinin ön plana alınmasının ülkeyi getirdiği yıkım noktasını görmeleri gerekiyor. İktidara geldiği andan itibaren ehliyeti ve liyakati, hak ve adaleti önceleyen bir seçme ve yönetme sistemi kurulabilseydi en başta FETÖ belası bu ülkenin başına açılmazdı. Toplumun tüm kesimlerine açık bir sistem kurulabilseydi herkes kendi çalıştığının karşılığını mutlaka alacakları inancı güçlenebilirdi. Bu inancın güçlenmesi toplumsal birlik ve beraberlik duygusuna büyük bir katkı yapabilirdi. Bürokrasideki yönetim makamlarına gelmek için sendikalar arka bahçe olarak kullanılmasaydı gerçek anlamda bir sendikacılık bu ülkede gelişebilirdi. Toplumda yaşanan ekonomik, siyasal, sosyal, adli, mali her tür sorunlara odaklanılıp bunları çözecek bir yönetim ve devlet sistemi kurulabilseydi halen toplumun büyük bir kesimini oluşturan kayıt dışılık rasyonel bir düzeye inebilirdi. İktidar gücü eline geçirdiği andan itibaren kendine bağlı kişi ve gruplara her yerde yer açma yoluna gitti. İktidarın ilk yıllarında bu politikanın yansıması olarak FETÖ’cülerle işbirliği yaptı. FETÖ’cülerin zamanla iktidarın altındaki koltuğa da göz dikmesiyle birlikte işbirliği kavgaya döndü. Kavganın sonucunda FETÖ’cülerin yerini yeni aktörler yer aldı. Taraftarlara yer açma politikası terk edilmedi. Taraftarlığın en büyük göstergesi ise siyasi parti merkezine veya taşradaki parti merkezlerindeki yetkililere yanaşmaktan geçiyordu. Bu nedenle devletin hemen tüm kademelerinde devletin kural ve kaideleri yerine siyasi aktörlerin talimatları ön plana geçti. Siyasi kadrolar başta olmak üzere devletin tüm kademelerini tek başına eline geçiren cumhurbaşkanı bu devasa sistemi yönetmekten acze düşmüş durumda. Şu an bu acziyetin etkisi her geçen gün artmaya devam ediyor. İktidarın bu konularda acilen kendisini hesaba çekmesi gerekiyor. Bunun olabilmesi şu an için pek de mümkün görünmüyor.

Hem CHP’nin hem de iktidarın yapacaklarını zaman gösterecek. Ancak iktidar açısından yolun sonu çoktan görünmüş gibi bir durum var. Şu an için iktidarın dışındaki siyasi aktörlerin topluma güven verecek politikalar ve söylemler geliştirmesi gerekiyor. CHP’nin helalleşme söylemi aslında bir yönüyle bunun da bir başka boyutu olabilir. Zira mevcut iktidara karşı var olan ittifak içinde en büyük aktör CHP. CHP en büyük ittifak ortağı olmakla birlikte tek başına toplumda güven uyandırmaktan uzak. Bu güven bunalımı aslında CHP’yi helalleşme projesini geliştirmesine neden oluyor.

Topluma önderlik eden siyasi aktörlerin her şeyden önce yirmi yıllık AK PARTİ/AKP iktidarının yaptığı yanlışlardan ders alması gerekiyor. Siyasi projede en başta toplumun tümünü dikkate alan politika ve düzenlemelerin hayata geçirilmesine önem verilmesine gerek var. Herkesin çalıştığının karşılığını alabileceği ehliyet ve liyakati, hak ve adaleti önceleyen bir yönetim ve devlet sisteminin kurulması ve işletilmesi gerekiyor. Hukuk kurallarını ön plana alarak geçmişte yapılan her tür hukuksuzluğun hesabının bir an önce sorulduğu bir devlet işleyiş düzeninin kurulması ve işletilmesi gerekiyor. Devletin hukuk kurallarını koyarken halkı öncelemesi, halkın öncelendiği hukuk kurallarının hayata geçirilmesi için güçlü bir kurum kültürünün oluşturulması gerekiyor. Kuralların hakimiyetini sağlarken her yere müdahil eden tek bir güç yerine güçler arası bir dengenin kurulması gerekiyor. Her yerde geçerli olanın kural ve kaideler olması gerekiyor. Tek adam yönetimi yerine şeffaflık, etkin denetim, güçlü kurumsal bir devlet sistemi, kurallar çerçevesinde işbirliği acilen kurulup işletilmeye başlanması gerekiyor.

 

 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...