13 Ekim 2021 Çarşamba

Toplum Anlayışı Devlet Yönetiminden Doğar

Türkiye’de var olan toplumsal değer sisteminde hangi anlayış/felsefe/bakış açısı/değer yargısı hakimdir denirse altta kalanın canı çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışının hakim olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Son zamanlarda gündeme gelen olaylara bakınca bu ülkede gerçek anlamda bir otoritenin varlığından şüpheye düşmemek mümkün değil. Ekonomik hayatta fahiş fiyatlardan, kiralık ev bulma sorunlarından, emlak piyasasında var olan emlak fiyatlarının ön görülemezliğinden ve kontrol edilemezliğinden tutun da İstanbul’da taksicilerin yaptırımlara rağmen müşteri seçme davranışından vazgeçmemelerine kadar toplumdaki ekonomik faaliyetlerde tam bir başıboşluğun varlığı inkâr edilemez bir gerçeklikle ortada durmaktadır. Bir önceki yılki emlak fiyatlarının bir yıl sonra yüzde yüzü aşan miktarda artması karşısında toplumda herkes şaşkınlık içinde birbirinin yüzüne bakıyor. İstanbul’daki ev sahipleri kira fiyatlarının aşırı yükselmesi karşısında kiracılarını çıkarıp daha yüksek yeni fiyatlarla evlerini kiralamaya çalışıyorlar. Bu davranış istisnai olmaktan çıkmış, yaygın bir davranışa dönüşmüş. Herkes duyduğu yeni fiyatlar karşısında sahip olduğu satılık emlakinin fiyatını yeni şekliyle müşterilere sunuyor. Bu işleyişe ses çıkaran bir irade yok. Tüm bu yaşananlar ülkedeki toplumsal değer yargılarının temelinde altta kalanın canı çıksın anlayışının olduğunu gösteriyor.

Toplumda var olduğu söylenen altta kalanın canı çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışlarının temelinde güç vardır. Güçlü olanın hayatta kaldığı, güçlü olanın istediğini yaptığı bir ortamda herkes elinden geldiği kadarıyla güce sahip olmaya çalışıyor. Toplumsal hayatın içinde en büyük güç kurumların kurumu olan devlettir. Devlet toplumsal hayatın her alanında istediği düzenlemeyi yapabilen yegâne otoritedir. Toplumsal hayatın içinde var olan bir anlayışın varlığını güçlü bir şekilde sürdürmesi en büyük güç olan devletin bu anlayışa göz yummasından kaynaklanmaktadır.

Devlet gücünü elinde bulunduran kişi ve gruplar bu gücün kullanım şeklini, kullanım alanını da doğrudan doğruya belirlemektedir. Gücün hâkim olduğu bir ortamda kural hakimiyetinin çok fazla bir işlevi, etkisi olmaz. Güç kuralların uygulanmasını da kendi istediği şekilde sağlar.

Bugün toplumda din, ahlak, milliyet, tarih, kültür gibi bir takım değerler toplum nezdinde yüceltilmeye, ön plana çıkarılmaya çalışılıyor gibi görünebilir. İktidarın bir dönem en güçlü figürlerinden Bülent Arınç bir konuşmasında dindar diye gördüğümüz hacı amcalar, hacı teyzeler maddiyatlarına dokunan bir durumla karşılaştıklarında neler yaptıklarına şaşarsınız diye bir beyanda bulunmuştu.

Toplumsal hayatın içinde altta kalanın canı çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışının yaygınlaşmasının en önemli nedeni hayatın gerçekleri karşısında insanların çıkış yolu bulamamasıdır. Hayatın gerçekleri karşısında toplumun içinde bulunan insanlar doğal olarak oyunun kurallarına riayet eder hale gelmektedir. Zira toplumsal hayatın içinde sahip olunan maddi değerler sıradan insanın kolayca anlayamayacağı kadar hızlı bir şekilde eridiğinde, tükettiği bir ürünün yerine yenisini koyarken daha öncekine göre daha fazla emek harcadığını, emeğinin karşılığının her an küçülmekte olduğunu gördüğünde doğal olarak bunun önüne geçmenin yollarını aramaya başlar. Zira insan hangi eğitim düzeyinde ve toplumsal sınıfta olursa olsun kendi kişisel çabası ile başkalarının kişisel çabalarını gözüyle görüp değerlendirebilir, ölçüp tartabilir. Bunu bazısı daha basit bir anlayışla yaparken bazısı belki çok daha karmaşık iktisadi, sosyal veya felsefi anlayışlarla yapar. Sonuçta her birey gözünün gördüğü bir olayı, olguyu kendi zihin dünyasında sahip olduğu değer yargıları ile yargılar. Sonuçta da kazandığını veya kaybettiğini mutlaka fark eder. Toplumsal hayatta var olan bu gözlem gerçekliktir. Gerçeklikte kim ne yaşarsa onun farkına varabilir. Saf köylülük, cahillik, bilgisizlik, dünyadan haberdar olmama gibi bir durum yoktur. Herkes yaşadığı dönemin gerçekliğinden bir şekilde haberdar olur. Bu durum da aslında hayatın gerçekleri karşısında din, iman, ahlak, kültür gibi değerlerin ne kadar anlamsızlaşabildiğini gösterir.

Bugün yaşadığımız ülkede var olan gerçeklikler bireyleri ayakta kalmak istiyorlarsa günün şartları neyi gerektiriyorsa onu yapmaları gerektiğini öğütlemektedir. Bu öğütlemeyi dile getiren ise günlük hayattır. Devletin yüksek yöneticileri topluma döviz almayın derken vatandaş devletin aldığı kararların ortaya çıkardığı karmaşa karşısında tek çıkar yolun döviz almak olduğunu görmekte ve buna göre hareket etmektedir. Camide dinden imandan söz eden din görevlisine karşın vatandaş toplumun içindeki yolsuzlukları, rüşveti, kayırmacılığı üstelik de diyanet gibi bir teşkilatın tam içinde yaşandığını görünce sözlerin havada kaldığını görmekte ve buna göre söylenenleri dinlerken hayatında hedefine ulaşmak için ne gerekiyorsa onu yapmaktadır. Günlük hayatın zorlaması nedeniyle herkes sahip olduğu değeri günün şartlarına uygun bir düzeyde tutmanın yollarını aramaktadır. Bu emlak piyasasında emlak fiyatları olarak ortaya çıkarken evini kiraya veren ev sahipleri için kiracılarına yönelik davranışlarında ortaya çıkmaktadır. Bunu fırsatçılık diye niteleyerek çirkinleştirmek yerine insanları bu yola sevk eden ve bireylerin gücünü fersah fersah aşan toplumsal hayatın, ekonomik ve siyasal düzenin ortaya çıkardığı devasa sorunların çözümünün üretilmesi gerekiyor. Bu ise toplumu yönetme gücünü eline almış devlet yetkililerinin görev ve sorumluluğu. Sıradan bir insanın her alanda tam olarak erdemli davranmasını beklemek insan doğasını tanımamak anlamına gelir. Sıradan insan erdemden ziyade günlük ihtiyaçlarını karşılamayı, geleceğini güvence altına almayı ister. Ülkemizde yaşanan sorunların boyutları sıradan insanın gücünün çok üstündedir. Bu devasa sorunların çözümünü tek tek bireylerin erdemli davranmasına bağlamak yersizdir.

Devleti yönetenler sahip oldukları yetki ve gücü kullanarak tek tek bireylerin gücünden çok daha fazla bir sinerjiyi kullanma hakkına da sahip olurlar. Bu sinerji toplumun yararına olacak şekilde kullanılırsa toplumdaki refah seviyesi artarken ayrıcalıklı kişi ve grupların yararına kullanılırsa o zaman aşılması güç zenginlik farklılıkları ortaya çıkar. Bugün ülkemizde olan şey de tam olarak budur. Büyük bir gelir adaletsizliği olan ülkede nüfusun büyük çoğunluğu asgari düzeyde gelirle geçinmeye çalışırken iktidarın etrafında kümelenmiş olan küçük bir azınlık gerek bürokratik, gerek ekonomik ve gerekse siyasal olarak devlet gücünün sağladığı rantla, mevki ve makamla zenginleşmekte, saltanat sürmekte ve imkanları kendileri ve yakın çevreleri arasında dağıtmaktadır. Ülkede en büyük güç kamu otoritesindedir. Bu nedenle kamu idareleri en üstten alta doğru içinde barındırdıkları yönetici ve diğer çalışanların yararını önceleyerek iş görmektedir. Kamu idareleri için herkes tarafından bilinen, görülen bir işleyiş düzeni, planı ve sistemi yoktur. En üst idari makamdaki kişi ne derse, hangi tercihi yaparsa idarenin tüm kaynakları o yönde kullanılmaktadır. Tüm toplumun ihtiyaçlarını önceleyen bir işleyiş düzeni yoktur. Kapalı kapılar ardında hazırlanan projeler, planlar ve düzenlemeler yine kapalı kapılar ardında birilerine rantın istendik şekilde paylaşımı karşılığında dağıtılmaktadır. Kamu idarelerinin önceden hazırlanmış planlara göre geliştirdiği projeler belirli oranlarda paylaşılmaktadır. Paylaşılan bu rant toplumun tümünün yararından ziyade küçük bir azınlığa kalmaktadır. Bugün ülkede çarpık kentleşme sorunu imar planlarında yapılan bu ranta dayalı gizli kapaklı çevrilen işlerden kaynaklanmaktadır. Ülke nüfusunun beşte birini barındıran İstanbul’un devasa nüfus yapısı, devasa trafik sorunu, Marmara denizinde ortaya çıkan müsilaj sorunu, büyük şehirlerde yaşanan üniversite öğrencilerinin yaşadığı yurt sorunu, eğitimdeki kalitesizlik gibi daha saymakla bitmeyecek mikro ve makro sorunların temelinde hep bu rant paylaşımına dayanan, toplumun tümünü değil küçük bir azınlığı düşünen kamu yönetim anlayışı bulunmaktadır.

En büyük iş veren olan devlet memuruna kıt kanaat geçinme imkanı vererek mağdur ederken memur da sahip olduğu kamu yetkisinden yararlanarak kendi kişisel gücünde ortaya çıkan eksiğini giderme yoluna gitmektedir. Ortaya çıkacak rantı paylaşma karşılığı elde edilen projelerden elde edilen geliri alan müteahhit bunun ortaya çıkardığı maliyeti fiyatlara ekleyerek kendini kurtarmaya çalışmaktadır. Toplayamadığı vergiyi dolaylı vergi sistemi ile akaryakıttan, özel tüketim vergisinden toplayan devlet sıradan vatandaşına sen de dolaylı yollardan kendi yolunu bul mesajını vermektedir. Vergi kaçırmayı vergiden kaçınma diye niteleyen bir yönetim anlayışının sıradan vatandaşa erden telkin edebilmesi mümkün değildir. İtibardan tasarruf yapılmaz anlayışının pompalandığını gören sıradan vatandaş da doğal olarak kendi itibarını gösterme yollarını arıyor. Böyle kurulmuş düzenin içinde yer alan sıradan vatandaşı bu nedenle fazla yadırgamamak gerekiyor. Öncelikle devleti elinde bulunduran kişilerdeki yönetim anlayışının yakın çevre ve kendini destekleyen küçük zümreden toplumun tümüne fayda sağlamak şeklinde değişmesi gerekiyor. Toplumun tümünün faydasını düşünen bir kamu idaresi kural ve kaideleri kişilerin istek ve arzularına göre değil toplumun genel menfaatine göre belirlemesi ve uygulaması gerekiyor. Şeffaf bir yönetim yapısı ile toplumun genel yararını belirleyen planlar herkesle açık bir şekilde paylaşılmalı, toplum nezdinde açık bir şekilde tartışılarak gelecek planlanmalı. Yaşanan her şeyi takip eden bağımsız ve güçlü bir denetim ve kontrol mekanizması ile yine bağımsız güçlü bir basın yayın sistemi kurulmalı. Toplumda genel işleyişi bozan hiçbir harekete göz yumulmamalı. Kamu idaresi elindeki imkan ve yetkileri toplumun yararına kullanacak yeni özel ve özerk yapılar kurarak alternatif güç odakları aracılığıyla gücü, zenginliği, karar verme, planlama ve organize olma yeteneğini toplumun tüm kesimlerine yaymalıdır. Böylece ortaya farklı güç odakları ve özerk yapılar ortaya çıkar. Devlet de bu güç odakları arasında toplumun yüksek yararını gözeten bir hakem rolünü oynar. Kuracağı ekonomik, siyasal, sosyal sistemler aracılığıyla etkin bir denetimle genel toplumun refahına katkı sunmayan hiçbir faaliyete göz yummamış olur. Küçük azınlığı, tekelci zihniyetleri ön plana çıkaracak sistemlerle etkin bir mücadele sistemi kurarak toplumsal hayatta gerçek anlamda bir düzenleyici güç haline gelir.

Gelişmiş batı ülkeleri bu sistemi uzun zamandır kendi ülkelerinde kurmuşlardır. Bugün bu sistemin yaşaması için gereken neyse onu yapmaktan uzak durmamaktadırlar. Oysa içinde yaşadığımız toplumun geçmiş tarihinde var olan Osmanlı devlet düzeninde toplumun genelini dikkate alan bir devlet düzeni kurulamamış olduğu gibi halen de dünya standartlarında işleyen bir devlet düzeni kurulabilmiş değildir. Geçmişte var olan toplumsal, siyasal, kamusal sorunlar olduğu gibi bugün de toplumsal hayatımızın her alanında yaşanmaktadır. Çağın gereğine göre dünyayı takip eden bir devlet düzeni kurulamamıştır. İyi işleyen bir mali sistem yoktur. Yargı sistemi siyasal iktidarların oyuncağı halinde varlığını sürdürmektedir. Adalet hemen hiçbir alanda yoktur. Hak ile güç dengesinde avantaj güçten yanadır. Hak kolay kolay elde edilememektedir. Nitelikli bir hayat yaşamak toplumda ayrıcalıklı kişilerin elindedir. Bu ayrıcalıklı sınıflara karşı harekete geçme, gelir adaletini sağlama gibi endişeler taşıyan bir devlet yoktur. Devletin sahip olduğu kaynaklar belirli kişilere yarar sağlayacak şekilde kullanılmaktadır.

Tüm bunlar ülke insanının kıt kanaat gününü tamamlamak dışında başka işlerle uğraşmasına engel olmaktadır. Bu şartlar altında kişilere neden fırsatçılık yapıyorsun diye bir suç yöneltmek abesle iştigaldir. Bundan dolayı altta kalanın canı çıksın/gemisini kurtaran kaptan anlayışının uzun bir süre daha bu ülke topraklarını terk etmesi zor görünüyor.

 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

8 Ekim 2021 Cuma

Doğru Din Anlayışı Olmazsa Olmaz

Din konusu ülkemizde en fazla değer gösterilen değerlerden birisi. Ülkede toplumun büyük çoğunluğu dini konulara karşı bir saygı çerçevesinde yaklaşır. Toplumu sosyal, kültürel, siyasal, tarihi ve daha birçok farklı yönden inceleyen uzman düzeyindeki hemen herkes bir şekilde toplumda var olan dini duyarlılık üzerinde durmak zorundadır. Bu zorunluluğa bakınca toplumun çok dindar olduğu düşünülebilir. Siyasetle uğraşanlar toplumun dindarlık algısı üzerinde çok daha fazla hassasiyet gösterdiklerini vurgulamaya özen gösterirler. Aslında toplumun dini değerlere gösterdiği hassasiyetle dindarlık arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylemek zordur. Toplumda din konusunda bilgi düzeyine ilişkin yapılan pek çok araştırma ve incelemede dini bilgi düzeyinin oldukça düşük olduğuna dair bulguların sayısı hiç de az değildir. Tersine bilgisizlik alabildiğine had safhadadır. Toplumda dini değerlere saygı bilgiden kaynaklanmamaktadır. Dini duygunun özünde var olan bilinmeyene, görülmeyene karşı bir korku, çaresizlik, güçsüzlük duygusuna karşın yüce yaratıcıya sığınma duygusunun verdiği psikolojik bir boyut olduğu kadar toplumu oluşturan kitlenin sahip olduğu devasa gücü arkada hissetmek amaçlı dindarlık duygusunun ön plana çıkarılması dini değerlere gösterilen saygı ve hassasiyetin bir gerekçesidir dense yanlış olmaz. Aslında dini değerlere karşı gösterilen hassasiyet genel anlamda söylem düzeyinden ileri gitmez.

Bu bilgisizlik düzeyi bugün ortaya çıkmış bir durum değildir. Bugün yüceltilen Osmanlı’da da durum bugünden farksızdı. Hatta o dönemde çok daha fazla idi. Devasa camiler, ilayı kelimetullah ideolojisi görüntü, söylem ve toplumu gütmede bir araç olmaktan öte bir anlam ifade etmiyordu dense yanlış bir yargı olmaz. Bugün geçmişe bakıldığında hangi özgün ve verimli bir siyasal, ekonomik, kültürel mirastan söz edilebilir. Göklere çıkarılan vakıf sistemi aslında o dönemde müsadereden mal kaçırma aracı olmaktan öte bir işlev görmemişti. Bu kadar yüceltilen Kur’an-ı Kerime saygı söylemine rağmen kutsal kitabın hangi ilkesine uygun bir devlet yönetim sistemi, ekonomik sistem kurulabilmiştir? Kur'an’ın adalet sisteminin, ekonomik sisteminin, eğitim sisteminin hangi ilkesi bugün hukuk tarihinde, ekonomi tarihinde, eğitim tarihinde yerini alabilmiştir?

Geçmişten bu yana din duygusu özellikle iktidar sahipleri tarafından güçlü bir şekilde köpürtülmüştür denebilir. Dinin özellikle güçlendirdiği itaat etme, zorluklar karşısında sabırlı olma, dayanışma, yardımlaşma gibi duygular iktidardakilerin işine yaramıştır. Bizim toplumda bireysellik yeterince gelişmemiştir. Kitleler halinde insanlarla uğraşmak çok daha kolaydır. Bu kolaylık iktidarları kitlesel yönlendirme aracı olarak dini kullanmaya itmiştir. Din sadece iktidar sahipleri tarafından kullanılmıştır diyemeyiz. Din konusunda bilgi sahibi olanlar bu bilgiyi kendileri için bir güce dönüştürmüşlerdir. Batıda yaşanan İncil’in milli dillere çevrilmesi süreci İslam için gerektiği gibi hayata geçirilememiştir. Dinin mesajının anlaşılması ve buna göre bir hayat düzeni kurulması iktidarlar için istenmeyen bir durum olduğu kadar din konusunda bilgi sahibi olan kişiler için de yeterince destek görmemiştir. Dini bilgiye sahip olmanın verdiği tekelci anlayış bu alanda belli bir düzeye gelmiş kişiler için bir avantaj olarak kullanılmıştır. Bilgi sahipleri ile iktidarlar bu konuda her zaman işbirliği yapmıştır. Bilgiye sahip olma sürecindeki çabanın toplumdaki herkes tarafından aynı şekilde kolaylıkla gösterilebileceğini beklemek doğru bir beklenti değildir. Toplumu oluşturan büyük çoğunluk günün rutinlerine dalarak kişisel anlamda ihtiyaçlarının peşine düşerken bu alanda bilgi sahibi olanların kendilerine sunduğu hazır şablonları kullanmayı daha uygun görmüş ve kendileri ayrıca bir çaba göstermeyi gereksiz bulmuşlardır. Bu durum aslında dinin özüne uygun olmayan bir yaklaşımdır. Dinin özüne ilişkin kafa yormanın gerektirdiği zorlu ve sarp yokuşa tırmanmaktansa bu alanda çaba göstermeyi kabul etmiş kişileri aracı olarak kullanmak toplumu oluşturan bireylere çok daha kolay gelmiştir. Bu kolaya kaçma davranışı zamanla hastalıklı bir yapının doğmasına neden olmuştur. Bugün bu hastalıklı yapının sancılarını hala çekiyoruz.

Dinin özüne ilişkin bilgi edinme, kafa yorma, yeni üretimler yapma davranışı İslam dininin temel kaynağı olan kutsal kitapta açıkça dile getirilir. Aklını kullanma, düşünme, gözlemler yapma, bilgiye ulaşma çabası içinde mücadele etme kavramları aslında entelektüel beceriler gerektirir. İslama mensup olan bireyin ve bu bireylerden oluşan toplumun aslında entelektüel becerilere sahip olması gerekir. Okumak, yapılan sözleşmelerin yazıya geçirilmesi, başkaları ile işbirliği/fikir alış verişi/şura davranışları, kainatta var olan düzenin anlaşılması, var olan düzen üzerinde düşünülmesi, ibret alınması gibi davranışları göstermek için çok üst düzey bir soyut düşünme becerisine sahip olunması, buna göre bir toplum, devlet ve insan yapısı, modeli oluşturulması gerekir. Buna rağmen tarih boyunca İslam mensuplarının oluşturduğu toplumlarda bu becerilere odaklanılmadığı, bu tür becerilerin geliştirilmesi için gereken alt yapı çalışmalarının yapılmadığı açıkça görülür. İslam’ın insan, devlet ve toplum modeline ilişkin tartışmasız bir modelden söz edebilmek neredeyse imkansızdır. Bu modeli İslamla ilişkisi olmayan kişilerin geliştirmesini beklememek gerekiyor. Bunu İslama mensup olduğunu söyleyenler yapması gerekir. Bugün de yine benzer geri, eskiden tevarüs ettirilmiş uygulama ve sistemlerin yeniden hayata geçirilmeye çalışıldığı görülüyor. Dinin sembolü olan camilerde din görevlisi diye nitelenen kişilerin söylemlerine yakından bakıldığında her yıl aynı şeylerin yüzyıllardır tekrar edildiği şekilde sürdürüldüğü görülmektedir. Din denilince hala herkesin aklına sakal, başörtüsü, cübbe, sarık, şalvar ve günlük rutin ibadetler geliyor. Toplumda sakallı, cübbeli, sarıklı veya çarşaflı birisi görüldüğü zaman dindarlık akla geliyor. Dini eğitim denilince hafızlık, Kur’an Kursu ve cami yapmak anlaşılıyor.

Bu yanlış anlayışı ortadan kaldırma sorumluluk ve görevi din konusunda bilgi sahibi olan, hassasiyet sahibi olan kişilerin üzerindedir. Toplumda gerçek dindarlığın ortaya çıkması anlamadan tekrar edilen Arapça söz ve cümleleri makamlı, nakaratlı, güzel sesli bir şekilde seslendirmek değil, her bir söz ve cümlenin toplumsal hayatta karşılığını yaşatacak, gösterecek sistemlerin, kurumların, fiil ve yapıların meydana çıkarılması ile mümkündür. Bu ise körü körüne bir taklit anlayış ve davranışı ile değil bireysel bir çaba ile sağlanabilir. Zira İslam dininde muhatap olan her bir insanın bizzat kendisidir. Allah’ın halifesi denilen insanın bizzat kendisidir. Bu çerçevede her bir bireyin dinin mesajını en doğru şekilde anlamak için birilerinden bir şeyler beklemeksizin kendi bireysel çabasını en üst düzeyde ortaya oymak için mücadele etmesi, çabalaması, yaşaması gerekiyor.

Birey olarak bu hassasiyet içinde olunmadığı sürece iktidarlar, iktidarla işbirliği yapanlar ve bilgi sahibi olduğunu zannedenler din konusunda istismarcılığı bırakmayacaktır. Gerçek din anlayışına sahip olunmadığı sürece de kılınan namazlar ve diğer ibadetlerle dini görüntü olarak düşünülen gölge imgelerle herkes kendini aldatmaya devam edecektir. Sonuçta da inanıldığı söylenen sonraki hayatta hüsrandan başka bir şeyle karşılaşılmayacaktır.

 

 

                  Muhalifbakış

                                                                          izmirmuhammedali@gmail.com

 

 

Eğitimde Müfredat Açmazı

Bizde eğitim denilince okullar, okullar deyince sınıflar, sınıflar deyince de dersler akla gelir. Millî Eğitim Bakanlığı güya ders içerikler...