Osmanlı’da kuruluştan gelişmeye, yükselmeye, duraklama ve gerilemeye, en sonunda da yıkılışa kadar pek çok dönemler, aşamalar yaşanmıştır. Bu nedenle Osmanlı’ya bakan herkes baktığı yere göre kendi anlayışına uygun bir niteleme yapabilir. Son dönemlerde iktidarın sunmaya çalıştığı Payitaht Abdülhamit çerçevesindeki Osmanlı’yı bile gerçek gibi görüp sahiplenen kişi sayısı hiç de az değil. Bunun en temel nedeni sorgulayıcı okuma kültürünün toplumda gelişmemiş olmasıdır.
Osmanlı’yı ilayı kelimetulah davası güden İslam’ın bayraktarlığını yapan tek devlet olarak görme algısı halen toplumda güçlü bir alt yapıya sahip. Bu algının gücü karşısında farklı bir bakış açısını dile getirmek kolayca kabul edilebilecek bir argüman olmasa da tarihi doğru değerlendirme sürecinde buna ihtiyaç olduğu bir gerçek.
Devletin temel dayanağı İslam şeriatı olduğu söylense de örfi hukuk ve onun temel uygulayıcısı olan padişahlık makamı her zaman şeriatın bir adım önünde olmuştur. Şeriat daha çok toplumu kontrol altında tutmanın, padişahlık yönetiminin meşruiyetini sağlayan bir aracı olarak işlev görmüştür.
Özellikle Fatih dönemi sonrası devşirmelerin en üst makamlara getirilmesi sistematik bir şekle dönüşmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte Osmanlı’nın İslami devlet görüntüsü tamamen şekilden ibaret bir duruma dönüşmüştür.
Din kurumu her zaman şeyhülislamlık makamı aracılığı ile devletin güdümünde kalmış, topluma, bireye yönelik bir dindarlık kazandırmayı hedefleyen bir eğitim işlevini, bilinçli din anlayışını kazandırmaya yönelik bir anlayışı hemen hiçbir zaman kendine hedef olarak almamıştır.
Osmanlı’nın karizmatik, coşkulu, iyi yetişmiş padişahlık geleneğinin sona ermesiyle birlikte devletteki yozlaşma da başlamıştır. Bu dönemin başlangıç tarihine ilişkin kesin bir milat belirlemek zor da olsa Kanuni dönemiyle birlikte pek çok sorunların da tohum düzeyinde de olsa başladığı söylenebilir. Bozulma ve yozlaşmanın somutlaştığı dönemlerde pek çok devlet adamı Kanuni dönemine dönüşü bir çözüm olarak sundukları görülüyor.
Osmanlı’nın güçlü devlet geleneğinin sarsıntıya uğramasıyla birlikte ülkenin her yanına yayılan Celali isyanları, leventlerin çıkardığı başıbozukluklar, delil taifesinin neden olduğu karmaşa, taşrada gücü eline geçiren ayan ve mütegallibeler, yol kesen, haraç toplayan, halka vergi adı altında altından kalkılmaz yükümlülükler, cerimeler yükleyenler hızla yayılmıştır. Merkezde var olan gücü kullanan nüfuz odakları tarafından desteklenen taşradaki vezir, beylerbeyi gibi bürokratlar kadar çevresine topladığı eşkıya grubuyla silahlı güç haline gelenler de kendi başlarına hareket eder hale geldiklerinde artık devlet düzeni diye bir işleyişin kalmadığı görülmüştür.
Devletin güçlü olduğu dönemlerde var olan örfi hukuk hemen hiçbir dönemde objektif uygulanan hukuk haline gelememiştir. Güçlü olunan dönemde kurulmamış olan hukuk sisteminin karmaşa döneminde kurulması zaten beklenemezdi.
Bu yönüyle Osmanlı tarihi boyunca devleti yönetenler hemen hiçbir dönemde gücünü kendi rızasıyla sınırlandıracak kurallar ihdas etmeyi düşünmemiştir. Girilen zorluklar karşısında kabul ediliyor gibi görünen düzenlemeler ve kurallar da ilk bulunan fırsatta yok edilmiştir. Yönetimin genel anlamda kontrol altına girmek istememesi geleneği hukuk devleti anlayışının da gelişmemesine neden olmuştur. Kurallar her zaman başta bulunan kişinin anlayışına göre hayata geçmiştir. Bu da keyfi yönetim kültürünün güçlü bir şekilde kurumlarda, toplumda, bireylerde kökleşmesine neden olmuştur. Bugünkü keyfi yönetim kültürünün kökleri tarihe dayanıyor. Bu kökler üzerinde farklı bir ürünün ortaya çıkmasını beklememek gerekiyor.
Muhalifbakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder